24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

AYLAK BİLGİ Tahir M. Ceylan Üniversiteler nereye gidiyor? Prof.Dr.Süleyman Çelik, scelik@omu.edu.tr, Ondokuz Mayıs Üniversitesi tahirmceylan@gmail.com R ektör seçimleri konusunda CBT’de onlarca yazı yayımlandı. Daha çok bilim üretilen, daha iyi bir eğitim verilen, toplumsal sorumluluğunun bilincinde, ulusal aydınlanmanın ve kalkınmanın öncülüğünü yapacak; öğretim elemanlarının ve öğrencilerin daha özgür ve daha yaratıcı olacakları, kendilerini daha iyi ifade edebilecekleri; özetle ideal bir üniversite için rektörlerin nasıl seçilmeleri ya da atanmaları konusunda onlarca akademisyen veya düşünür görüşlerini açıkladılar. Hepsi iyi niyet ürünü olan bu görüşlerin bir anlam ifade edebilmesi için, yasa çıkarma gücünde olanların da iyi niyetli, bilimi rehber ve ideal bir üniversiteyi amaç edinmiş olmaları gerekir. Dokuz Eylül Üniversitesi örneğinde olduğu gibi, 550 oy alm , hem de hiçbir sivri siyasal kiili i olmayan ve bilimselli i yayınlarıyla kan tl bir adayın değil, siyasal ki ili i belli 150 oy alm bir adayın atanmış olması, iyi niyet konusunda kuşku duymamıza neden olmuştur. Saygıyla andığımız Atillâ lhan, “demokrasilerde siyasal partiler egemenli i de il, iktidar ele geçirmeye çalışırlar (çalışmalıdırlar)” derdi. İktidar partisi mensupları, bugün “milli irade, milli egemenlik” savunuculuğunu kimseye bırakmamaktadırlar. Oysa bunlara göre “egemenlik milletin değil, Allah’ nd r.” İktidara gelen siyasal partiler, geçmişte de yandaşlarını üst düzey bürokratik makamlara atamakla birlikte, uygulamalarda genelde hukukun içinde kalınırdı. AKP iktidarı tüm devlet kademelerinde yandaşlarını göreve getirdiği gibi, hiçbir siyasal işlevi olmayan, tamamen teknik görev yapanlar da dahil, tüm özerk kurumları da militanlar n n yönetimine verdi. Dahası, sendikalar , vak flar , meslek odalar n , spor kulüpleri ile federasyonlar n ve “hemşehri dernekleri” dahil tüm sivil toplum örgütlerini ele geçirdi veya geçirmeye çalışmakta. Ayrıca sermayeyi ele geçirerek ülke eko nomisini de kontrol altına almaya planlıyor. Bunları yaparken hukuk ve yasalar ayaklar alt na al n yor, hiçbir yargı kararı uygulanmıyor. Örneğin, TÜB TAK’ta yapılmış olan yönetim değişikliğinin hukuka aykırılığı konusunda Dan tay, Yarg tay ve Anayasa Mahkemesi tarafından verilmiş kararların hiçbiri uygulanmadı. Gidiş AKP’nin iktidarı değil, egemenliği ele geçirmeye çalıştığını göstermektedir. Ve daha da tehlikelisi, görünen odur ki tek parti egemenliği değil, “tek ki i egemenli i” söz konusu. Cumhurbaşkanlığı dahil, tüm makamlara kimin getirileceğini tek kişi belirlemekte, önemli konularda son kararı tek kişi vermekte. Bu durumda rektör seçimlerinin nasıl yapılması gerektiğini tart mak, “meleklerin cinselli ini tart maya” benzemektedir. Rektörlerin kimin tarafından, nasıl seçileceği bellidir. Sayın Cumhurbaşkanı’nın atamış olduğu rektörlerin, genelde “türbana özgürlük bildirisine” imza atmış olmaları nedeniyle, medyada “türbana karşı olmamanın” atama için ölçüt alındığını yazıldı. Oysa hiçbir ey rastlant ya b rak lm yor. Her şey yıllar önce hazırlanmış belli bir plan çerçevesinde yürüyor. “Üniversitelerin nereye gitti i?” sorusunu yanıtlayabilmemiz için geçmişimizi, yani tarihimizi bilmemiz gerekir. “Geçmi ini bilmeyenlerin gelece ine ba kalar karar verir” derler. Bu arada, tırnak içinde belirtelim ki, “türban önümüze konulmu bir tuzakt r” ve biz bu tuzağa yıllardır düşüyoruz. Laiklik türbana indirgenmiş ve karşısına da “mayo veya mini etek giymek, ya da içki içmek” konulmuştur. Dahası, Hıristiyan rahibelerin resmi giysisinin taklidi olan ve bir siyasal simge olarak topluma dayatılan türban, Anadolu’da analarımızın, bacılarımızın binlerce yıldan beri giydikleri yemeni, yazma, eşarp gibi başörtüsü ile özdeşleştirilmiştir. Sonuçta türban kavgası kızıştıkça gericilerin oyu artmıştır. Oysa laiklik, ele tirel ak lc bilimsel dü ünce demektir. konulmalıdır. Görüldüğü gibi kriz koşullarında başarılı olabilecek bir istihdam politikası için yararlanılabilecek araştırmalar var. Yeter ki her konuda olduğu gibi bu sorunda da bilimi rehber almaya çalışalım. Özellikle yönetsel düzeyde karar alıcıların bu bulgulardan yararlanması ülke ve toplumsal gelişmeye katkı sağlayacaktır. İstihdamın korunması ve geliştirilmesi ülkemizin her dönemdeki en öne çıkan sorunu oldu. Bu krizde ise sorun daha da öncelik kazandı. Yukarıda sadece bir kısmına değinilen araştırma bulgularının kullanılmasıyla istihdam sorununun kalıcı biçimde çözümlenmesine ilk ışıklar tutulmuş olacak. Politika oluşturma sürecinde ekonomik araştırmalardan yararlanmak her düzeyde yönetim kalitesini artıracaktır. Yararlanılan çalışmalar: (1) Bedriye SaraçoğluHalit Suiçmez; Türkiye İmalat Sanayinde Verimlilik Ve Tekonolojik Gelişme, Ankara 2006. (2) Muhteşem Kaynak; Türkiye’de Emek Kalitesi, Tisk Akademi, Cilt 1,Sayı 1 2006/1 Ankara. (3) Bedriye SaraçoğluHalit Suiçmez; Türkiye İmalat Sanayinde Büyüme, İstihdam Ve Verimlilik Sorunları, TİSK Akademi, Sayı 6,2008 II, Ankara. (4) Erol TaymazHalit Suiçmez, Türkiye’de Verimlilik, Büyüme Ve Kriz, 2005, Ankara. (5) A.Burça Kızılırmak; Türkiye Özel İmalat Sanayinde Nitelikli İşgücü İstihdamı Ve Toplam Faktör Verimliliği:19881998, İktisat İşletme Ve Finans, Nisan 2005, Ankara. (6) Halit Suiçmez; Türkiye Ekonomisinde Verimlilik, Durgunluk Ve Durgunluğu Aşmada Verimlilik Politikası, Verimlilik Dergisi, 2001/1, Ankara İnsan egosundaki bencil hırs, felaketin sonunda kapitalizmin tükenişiyle evrimleşecek, işbirliği ve aşkınlık, sahip olma tutkusunun böylece önüne geçecek. Öteki canlıların tersine mikroplar hayatta kalmayı bencillikle değil, işbirliğiyle sağlıyormuş. Sayıları on milyarları bulan türlerde bu ilkenin geçerli olduğunu varsayarsak, insanın varolmak için gelecekte yöntem değiştireceğini öngörebiliriz. Sol Dalga Bir sol dalga başlayacak demiştim. Beklediğimden de önce Yunanistan ayağa kalktı, peşinden İtalya, İspanya, Fransa, Danimarka gençlerini bekliyorum. Hepsi sert biçimde ayaklanacak. Dünyada üretim fazlası var demiştim, fazlanın nereden silineceği belli oldu. Amerika dahil gelişmiş ülkeler üretimlerinin önemli kısmını kaybedecek. Otomobil çöktüğünde, Amerika’da endüstriyel üretim olarak sadece savaş sanayisi kalacak. Bu, Atlantik ötesinin dünya için potansiyel bir tehdit olduğunu göstermeye çok yeter. Avrupa’ya gelince, Yunanistan’dan İspanya’ya Akdeniz ülkelerinin sanayi üretimlerini kaybettiğini görüyoruz. Hepsi, Almanya ile Fransa’nın pazarı oldu. Orta sınıfın iyi eğitimli gençleri internette kafalarını kuma gömse de, bugün artık iş bulma ümitlerinin kalıcı biçimde kaybolduğunu anlamış durumdalar. Babalarınınkinden daha az zengin bir hayat bekliyor onları! Ailelerinin eğitimlerine verdiği parayı, kendileri oğullarının ekmeği için verecekler, bir nesil sonra ekmeğe de para kalmayacak. Çin/Hindistan yollarına düşmüş çok genç göreceğiz. Avrupa/Amerika’da üretimden kopmuş, eğitimli olduğu kadar anlamsız, bilgisi olduğu kadar yönsüz, çabası olduğu kadar hedefsiz, derin biçimde umutsuz genç bir kitle tersine göç başlatacak. Sadece en şanslıları Uzakdoğulu zenginlere başta turizm olmak üzere hizmet verecek, onun dışındaki büyük kitleyi yoksulluk bekliyor. Sosyal güvenlik sistemi çalışmayacak, açlık/hastalık sırada. Kapitalizm ulaştığı aşamada, emeği sonuna kadar sömüremediği gelişmiş ülke üretimlerini terk ediyor, fabrikalarını köylülükten yeni çıkmış, günde bir dolara çalışmaya razı doğuya kaydırıyor. Kapitalizmin kökleşmesi oralarda köylülüğü bitirecek, milyarlarca insanı tüketime alıştıracak ve yürümeyi seven Hintlileri, bisikletten inmeyen Çinlileri arabaya bindirip çevre felaketini patlatacak. Çin’de tarım alanları yağmurlarla yıkanmayıp tuza belendiği, Hindistan’da Ganj boyları çöplüğe döndüğü zaman 2040 yılında felaket tamamlanmış ve kapitalizm o zaman dünyayı elinden bırakmış olacak. Dünyanın, insanın bencilce yapmasına ihtiyacı vardı, kapitalizmle bu aşama tamamlanıyor. Kendi yarattığı bir düşman olarak çevre felaketi onun sonu olabilir, bu azılıyı boğmak için sonsuz düzeltici olarak yine doğaya başvurulacak. İnsan egosundaki bencil hırs, felaketin sonunda kapitalizmin tükenişiyle evrimleşecek, işbirliği ve aşkınlık, sahip olma tutkusunun böylece önüne geçecek. O gün bencilce yapmak ve sahip olmak değil, anlamak ve katılmak temel dinamik olacak, çünkü işbirliği olmadan yapılacak bir şey kalmayacak. Nature’daki bir yazıya göre, öteki canlıların tersine mikroplar hayatta kalmayı bencillikle değil, işbirliğiyle sağlıyormuş. Sayıları on milyarları bulan türlerde bu ilkenin geçerli olduğunu varsayarsak, insanın varolmak için gelecekte yöntem değiştireceğini öngörebiliriz. Amerika ve Avrupa’da kitleler savaşı kullanarak açlığa razı edilemezse, ufukta sol iktidarlar görünüyor. Yönetimler gelecekte alttaki eğitimli kitleye şans verebilir, bunlar da ülkelerindeki donanımlı laboratuvarları, gelişmiş bilgi ağlarını ve geleneksel icatçılıklarını kullanabilirse, yeryüzüne yeni açılımlar sağlayabilecek genetik, yeşil enerji, nano ve biyoteknolojide bir keşif dönemi başlatabilir ve çöküşten sonra Batı medeniyeti, İskoçya ve Kanada’dan son kez ayağa kalkabilir. Avrupa’nın gençleri donanıma uygun bir hayat sürmeyi sağlamayan ücretleri, sosyal sınıflar arasında kaybolan geçişi, en üsttekilerin alttakilerden erişilemeyecek biçimde kopuşunu, krizle beraber devletlerin kendi varlıklarını üst gruplara transferini görüyor, geride kalan mekanizmanın (devlet) tek sosyal proje üretemeyecek, içi boş bir yapı olduğunu fark ediyorlar. Bunu anlayan herkes aynı şeyi yapardı; nitekim Atina’da gençler, devrimci geleneğini yıllardır kaybetmeyen bir semtten, Teknik Üniversitenin olduğu yerden başlayarak ayaklandılar. Devlet onları yatıştırmak için bile, “daha iyi bir gelecek” vaat edemiyor. Kapitalizm daha fazla kazanmanın değil, herkesi sonuna kadar yoksullaştırmanın mücadelesini veriyor sanki, dünyadaki her şeye sahip olmanın yolu bu çünkü. CBT 1136/15 26 Aralık 2008 mın, ücretlerin, yatırım ve ihracatın hep birlikte arttığı bir süreç. Bunu, Japonya ve Güney Kore “yatırım stratejileri ve eğitim politikaları” ile başardı. 8 Sanayimizde istihdam ile verimlilik arasındaki ilişki kopuktur. Esasında bizim ekonomimizde üretkenlik ile büyüme, ücretler, ihracat, yatırım gibi makro değişkenler arasında ilişki yoktur. Bu durum bizim henüz “üretim ve verimlilik ekonomisi”ne geçemediğimizi gösteriyor. Emek verimliliği yüzde 10 artınca istihdam yüzde 04 azalıyor (3). Yani işsizliğin nedeni verimlilik artışı değil, yapısal sorunlardır. 9 2001 krizi sonrasında büyüme ile bölüşüm arasında ciddi bir uyumsuzluk yaşandı (4). Artan verimlilik kazançlarının topluma adil dağıtılamadığı bu çalışmalarda ortaya konuldu. 10 1990’lı yılların ikinci yarısında teknolojik gelişme niteliksiz işgücüne katkı sağlayamamıştır. (5) bu durum teknoloji ile istihdam ilişkisi açısından çok öğreticidir. 11 Kaynakların etkin kullanılmasının yanında etkin dağılımın da önemi büyüktür(6). İstihdam politikası bu iki kavramı(etkin kullanım ve etkin dağılım) mutlaka dikkate almalıdır. 12 İstihdamda öncelikli sektörler belirlenmelidir. Örneğin bir birim yatırımın istihdam ve çıktı yaratma gücü yüksek olan sektörler ortaya
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle