25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

E D İ T Ö R E M E K T U P T A R T I Ş M A Konuşma yetisinin kaynağı üzerine... Ncviıı Selen ^/İnsanoglunun Sahip Olduğu Konuşma Yetisinin Kaynağı Nedir?" alt başlıgı ıle 17 Ağustos 1996 tarıhlı Cumhuriyet Bilim Teknik'te yayımlanan yazıyı ilgiyle okudunı. Phonologie Morphologie Syntax der deutschen Sprache (Alman Dılinin Görevsel Soshilimi, Biçım Bilimi, Tunıce Bilımi) adı altında. Ankara Üniversitesi Basımevı tarafından 1983 yılında yayımlanan yapıtımda, dilin kökeni, özellikle insanoğlunun nıçin konuşabılen tek yaratık oldugu sorununa bon dc ogilmiş bir kışı olarak yapıtın 'Giriş' bölümünü özetlcmok istedim.(1) Hemen her bilim günlük, doğal olayları merak ederek, bunların nedenlerını aramak ve bu nedenlere yanıt bulmak çabasıyla başlamış ve gelişmiştır. Dılbılirrı insanoglunun neden, niçin konuşabildiği olgusunu merak ederek başlamaz. Çünkü konuşmak; yemek, içmek, yürümek kadar doğal olan olgulardan biridir. Ancak çevresindekı nesnelerın niçin böyle de başka türlü adlandırılmadığını merakla başlamış ve buna doyurucu bir yanıt arama çabasıyla gelişmiştir.(2) Bu soru üzerine "llkçağ" (Altertum) (Yazının bulunuşuM.S. 476)'dan bu yana birçok bilge, bilim adamı fikir yürütmüş, ipotezler üretmiş, teoriye varmaya çalışmış, soruya yanıt aramıştır.(3) Beraberinde "Dilın kökeni nedir?" sorusunu da getiren olgu uzun yıllar tartışılagelmiş, "Yeniçağ"da (14531789), "Aydınlanma" zaman biriminde yaşayan Fransız J.J. Rousseau (17121778) ile Alman J.G. Herder (17441803) adlı iki düşünür, "akıl" (Ratio) ve "insan bilim)" (Antropologie) açısından dile bakarak yeni görüşler getirmişlerdir. Berlin Akademisi "Insanoğlu kendi doğal yetisiyle bir dil keşfedebilir miydi?" sorusuna yanıt arayan bir yarışma açmış ve bu yarışmada J.G. Herder'ın Abhandlung über den Ursprung der Sprache (Dilin Kökenine Değgin Görüşler) adlı yapıtı bırincılikle ödüllendirilmiştir. Herder'e göre insanoğlu homo alalus (somut bir birim) düzeyinde olduğu zaman bile tüm ruhsal ve fiziksel acı ya da sevinçlerini bağırma, inleme, hayvanları çağrıştıran vahşi, "söz haline dönüşmemiş" (unartikuliert) "ses'lerle" (Laute) dışa vurma yetisine sahipti. Demek ki insanoglunun ruhsal ya da fiziksel hangi yanı inciniyor zarar görüyorsa, doğa hemen bağırma, inleme, söze dönüşmemiş sesler çıkararak bunu çevresine iletmek görevini yerine getiriyordu. Herder bu görüşle yola çıkarak doğa kanununa varmaktadır: Insanoğlu duyarlı bir yaratıktır, derinden duyduğu acı ve sevıncını yalnız kendısine saklayıp içine gömemez, beklenmeyen bir zaman bihmi içinde. ıradesi dışında ve hiçbır amaç gözetmeksizin seslerle dışa vurur. "Acı ve sevıncını kendı kendine çekme! Duygularını inlemek ve bağırmakla dışa vur!" der doğa ona...(4) Işte bu dışa vurum sevinçlerı ve acıları bilmeden, özel bir amacı olmaksızın çevreye iletme göreviyle yükümlü olduğu için bir tür dil, söze dönüşmemiş bir dildir. Evet, bu bir doğa kanunudur. Bütün dillerin kökeninde bu tür doğa seslerinin kalıntıları vardır. Elbette bunlar insan dilinin esas kökeni olmayabılir ama Herder'e göre dilin kökü nü sulayan sıvı besin maddesidir. Çünkü hemen tüm diller "ünlemler" (Interjektionen) diye adlandırılan ve bu köklerden türeyen "isim" (Nominum) ve "eylem" (Verborum) içerir; söz gelimi: "Horul horul" (uyumak), "şırıl şırıl" (akmak) vb. (5) Tüm hayvanlar da acılarını, tıpkı insan lar gibi inleme ya da bağırmayla dışa vururlar, ama hiçbır hayvan konuşma aşamasına ulaşamamıştır. Çünkü hayvanların dünyası "koku" (Geruch) ve "içgüdü"den (Instiktiv), yaşantısı da monoton bir biçım, monoton bir uğraşı alanından oluşur. Insanla hayvan arasındakı ayrımları Herder üç noktada toplar: a) Insanoğlu, yalnız tek ışı görmeyı öğronnbildiği dar bir çovrede değil, bir çok işi ögrenmek zorunda olduğu geniş bir ortamda bulur kendiııi. Bu nedenle onun yaşantısı, hayvanların dünyasında olduğu gibi, boylesıne monoton, boylesine dar olamaz. b) İnsanoglunun beş duyusu hayvanlar gibi yalnız öğrendikleri tek iş üzerinde odaklanmamıştır. c) Duyular tüm çevreye dal budak salmıştır.(6) Bu nedenle ınsanoğlunda yalnız ıçgü dü değil onun yanı sıra, onun iç dünyasında uyumakta olan ve dış dünyadan gelen uyarılarla harekete geçen "kavrama" (Verstand) "akıl" [us] (Vernunft) "enine boyuna düşünme taşınma" [mülâhaza] (Besinnung) gibi üç güç vardır. Insanoğlu kendisine özgü olan "mülâhaza" gücüyle dili keşfetmiştir.(7) Bilgin ve bilgeler dilin kökenini, başka deyişle, nasıl olup da insanın konuşabilen tek varlık olduğunu, onun konuşma organlarının öteki memeli hay vanlara göre daha mükemmel olmasına bağlamışlardır. SüRmilch, dilin bir "tanrı verisi" (Gottesgabe) olduğu kanısı ve fikrini ileri sürmüş, buna örnek olarak dildeki tanrısal düzenı göstermıştır; bilinen tanı nan dillerin tüm sesleri (l aute) yirmi harfe (Buchstabe) sığdırabilmek ancak tan rının yüceliği ile gerçekleştirilmiş bir olaydır diyen SüBmilch'e Herder karşı çıkmıştır.(8) Biz de SüGmilch'le aynı görüşü paylaşmadığımızı söylemek zorundayız. Çünkü bu noktada "yazaç" (harf) ile "ses"in (Laut) iki ayrı bilim dalının birimi olduklarını belirtmek gerekir. Harf "yazım bilim"in (Graphemik), ses "sesbilim"in (Phonetik) en küçük bırimlerıdır; daha açık bir deyişle, harf yazarken kullandığımız, ses konuşurken çıkardığımız en küçük ögelerdir. Söz gelimi Türk Dili'nde "ağlamak" sözcüğünü yazarken, görüldüğü gıbı 7 harf kullanılmaktadır. ama söylerken [a:lamak] 6 ses çıkarılmaktadır. Konuşma organlarımız her bir sözcüğü söylerken o kadar değişik bi çimlere girer ki, hatta bazılarını yazıya geçırrnek bıle olanaksızlaşır; söz gelimi Türk Dili'nde hayır anlamına gelen ve yazıya geçırılmesi olanaksız olduğu için yazıda "çık" diye yazılması uygun görülen ünlem bunlardan biridir. Sonuç olarak dil tanrısal değil insana özgü bir buluştur. İnsan, insan olduğu için konuşur. İnsanoglunun dili olmazsa aklı da yoktur. Ki şinin iç dünyasında var olup uykuya dalmış ve hayata geçmesi için dürtü bekleyen "akıl", "kavrama", "enine boyuna düşünme" gibi güçler elbette beyin kıvrımlarında saklıdır. İnsanoglunun beyin yapısı Maty Sereno'nun adı geçen makalede belirttiği ve bılgisayar görüntüleriyle verdiği gibi, hayvapferın beyin yapısından nitelik ve nicelik bakımından ayrım gösterir. Adı geçen makalede "Beyin yapısıÇevre ilişkisi" başlığı altında verilen örnekler Herder'in görüşüyle bağdaşmak nsanoğlunda sadece içgüdü değil, kavrama, akıl ve enine boyuna düşünme gibi bir güç daha vardır. • tadır. Bir hayvanın beyin yapısı onun çevresiyle ilgili bilgiyi nasıl edindiğini yansıtır. Lamaların yaşamı otlayarak geçtiğinden, lamanın beyninde dudakların duyumuna ayrılan yer, öteki duyulara ayrılan yerlerin toplamından daha büyüktür. Yarasalar çevreye yaydıkları sesin geriye dönüşüne ve yankılarına kulak kabartmak suretiyle herhangi bir engele çarpmaktan kurtulurlar, bu nedenle de işitsel konteksleri öteki canlılara kıyasla çok daha büyüktür."(9) Yukarıda belirttiğimiz gibi hayvanların çevresi insanlara göre daha dardır, duyuları bir noktada odaklanmıştır; insanın ise çevresi geniştir, duyuları tek yönde, tek noktada odaklanmamış, her yere yayılmıştır. Sonuç olarak buraya kadar yaptığımız açıklamaları bir doğa kanununa bağlayabilirİ7. Insanoğlu, içinde yaşadığı toplumun bir malı, bır yaratığıdır. Dilin, yalnız ırısana özgü oluşu, gelişmesi onun iç dünyasında (beyninde) depolanrnış olan "akıl" (Vernunft), "kavrama" (Verstand), "enine boyuna düşünme" (Besonnenheit) ögelerinin yaşamaya zorunlu olduğu toplu mun (dış dünyanın) dürtüsüyle harekete goçmesi dili keşfetmesinin, konuşmasının bir nedenidir.(IO) Ortaçag'ın (476 1453) karanlık teolojik açıklamalarına karşın "Aydınlanma" çağında hemen her sorun "us" (Ratio) ile açıklanırdı. Herder ve J.J. Rousseau sözü edilen çağda yaşamış oldukları için dilin kökenini de akıl süzgecinden geçirerek açıklamışlardır. J.J. Roussesau insanoglunun dünyaya ayak bastığı anda iradesi dışında içinde bulunduğu toplumla bir "kontrat" imzaladığını (social contract) ve içinde bulunduğu toplumda yaşantısını sürdürebilmek için çevresindeki kişilerle anlaşmak, konuşmak zorunda olduğunu ileri sürerek sorunu akılcı bir yoldan açıklarken, Herder görüldüğü gibi salt akılcı değil insancıl yoldan gitmiştir: Insanoğlu, önce insan olduğu için ve bunun sonucu olarak da akıl, kavrama ve düşünme yeteneğine sahip olduğu için dili bulabilmiştir. 1 Selen, Nevın, Prot. Dr.; Phonologie, Morphologie, Syntax der deutschen Sprache. Ankara, 1983, s.: 18 2 Porzig. W.; Das VVunder der Sprache, Münih, 1967, s.: 13 3 Arens. H.: Sprachvvissenschaft. Freiburg, Münih, 1969, s.: 372 4 Herder, J.G.; Abhandlung über den Ursprung der Sprache. 1969, s.: 20 vı. 5 Selen, Nevın, Prot. Dr.; Nesnelorle Onlara Verilen Isimler Arasında Doğasına Uygun Bir llişki Var mıdır? Ankara Üniversitesi Basımevi 6 Herder, J.G.; Ön. Ver., s.: 2021 7 Aynı,., s.: 3233 8 Aynı,., s.: 1112 9 Cumhuriyet Gazetesi, Bilim Teknik Eki, 17 Ağustos 1996, s.: 6 10 Herder, J.G.; Ön. Ver s.: 67 Teşyik Odulu" üzerine açıklama 11 "Ekipte çalışan bir arakdaşımızın ödül alması, bizi sadece gururlandırmalı..." Tevfık Akoglıı* umhuriyet Gazetesi Bilim Teknik ekinde (31 Ağustos 1996) yayımlanan ve yöneticisi olduğum birımden bır arkadaşıma verıldığı açıklanan TÜBİTAK Teşvik Ödülü'ne, yine aynı birımden bır dığer kışinin itirazını içeren yazıyı üzüntü ıle okudum. Bu uzun yazıda Şükran Şahin özetle teşvık ödülünün yeterınce ıncelenmeden verildiğini, aslında tüm yöntemleri kuran ve geliştıren kışının kendısı olduğunu, yine sadece kendisinin Behçet Hastalığı immünopatogenezı ıle ılişkilı çalışmalar yaptıgını ifade ediyor ve yazıyı "Türkiye'de Behçet Hastalığının immünopatogenezi ile ilgili araştırmalar ve bunu açıklamaya yönelik hipotezler bana aittir" diyerek bitiriyordu. Bilimle uğraşan kişiler bilimsel araştırmaların artık bıreysel olmaktan çok ekip çalışması şeklinde gerçekleştirildiğini ve hele bir olayın veya bir hastalığın patogenezini açıklamaya yönelik dızı çalışmalar için sadece ekip oluşmasının da yetmeyip, konu ıle ilgili bir bilim ortamının oluşması gerektiğini Çok iyi bilirler. Yine Behçet Hastalığına ilgi duyanlar, Türkiye'de en az birkaç ekibin hâlâ bu konuda çalışmakta olduğunu da bileceklerdir Yöneticisi olduğum araştırma birimi de uzun yıllardır Behçet Hastalığı üzerinde mütevazı bazı çalışmalar yapmaktadır ve bu çalışmaları bır ekiple ve en önemlisi bir ekip ruhu ile gerçekleştirmektedir. Gazetede yazı yazan arkadaşımız da master ve doktora eğitimini de yaptığı birimde kısa süre öncesine kadar bu ekibin bir parçası idi ve kendisine verilen görevi yapmakta idi. Bunun doğal sonucu olarak birimde hâlâ çalışan diğer arkadaşlarımız gibi konu ile ilgili yayınlarda da adı bulunmaktadır. Ancak bu durum tüm çalışmaların bu kişi tarafından yapıldığı ve hele bilimsel kurgu ve hipotezin bu kişi tarafından ortaya atıldığı anlamına gelmez. Yazıdaki son cümlede ifade edilen iddia ise çağdaş bilimsel görüş ve disipline aykırı olmak yanında asla doğru da değijdir. TÜBİTAK Teşvık ödülü her araştırmacıya açıktır ve belirli yaşın altındaki tüm araştırıcılar kışisel olarak da başvuruda bulunabilirler. Eğer şartları uysa idi Şükran Şahin'in de başvurusu için hiçbir engel yoktu. Ayrıca TÜBİTAK Teşvik ödülü'nü aldığı açıklanan arkadaşımız da sadece gazetede sözü edilen çalışmaları ile değil muntemelen daha geniş bir liste ile başvurmuş olmalıdır. Çünkü kendisinin başka yayınları ve çalışmaları olduğunu da bılıyorum. Bir araştırma ekibinde çalışan kişılerden birisinin böyle bir ödüle layık görülmesi ekiptekı dığer çalışma arkadaşlarını gururlandırmalı ve mutlu etmelidir. Şahsen ben ve diğer arkadaşlarım sadece bu duyguları yaşamaktayız. Şükran Şahin dahil herkesin bu duyguyu yaşayabilme erdemine ulaşmasını dilerim. Prof. Dr. Tevfik Akoğlu 4964
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle