02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

TOPLUM VE ŞİDDET Toplumda şiddetin kaynağı Modern toplumun gözeneklerinden şiddet fışkırıyor. Sanki tüm yapılanmalar şiddet dengesi üzerinde kurulu. Çağdaş insanın otoriteye teslim olma, aşırı itaatkârlığı da şiddetin kaynaklarından... Peki şiddetsiz bir toplum modeli için umut var mı? Lcvent Mete* J ack London, Vahşetin Çağrısı'nda, bir kızak kopeğinın, sahibi dolayımında bağlandığı ınsan uygarlığı ıle damarlarındaki kurt kanı arasında yaşadığı gelgıtlerı anlatır. Romanın sonunda, Buck, bu çağrıya uyar ve ormanın sislı atmosferi içınde görünüp kaybolan vahşi kardeşlerinın arasına karışıp, kandökücü bir varolma savaşının sürüp gittiği doğal yaşama katılır. Conrad'ın romanı Karanlığm Yüreg/'yse, aynı öykünün insan üzerine yazılmış bir çeşitlemesı gibıdır. Bu kez başrolü bir köpek değil bir insan oynamaktadır. Orta sınıfın egitimlı bir üyesi, üstün yeteneklı Avrupalı Bay Kurtz, uygar toplumun baskılarından uzak, yeni bir yaşam kurmak içın gıttıği Afrika'nın derinliklerinde, içinde gizlenen vahşetin çağrısıyla karşılaşır, ona boyun eğer ve acımasız, korkunç bir hayvana dönuşur. Karanlığm Yüreği, Daniei Defoe'nun yazdığı Robinson Cruzoe'nun bir değillemesi gibidir. Kurtz, onu ait olduğu Batı uygarfığına bağlayan ipler gevşediğinde, yabanıl dünyaya atanmış bir uygarlık elçısi gibi davranan Cruzoe'nun aksine, toplumsal kımlığını kanırtıp parçalayarak içinden tışkıran vahşete katılmayı seçer. Fransızların unlü kadın yazarı Marguerite Duras, aynı çağrıyla, Avrupa'nın ortasında, uygarlığın büyük kentlerinden birinde yüzleşmek zorunda kalır. Ikincı Dunya Savaşı'nın son günlerinde, Almanlar için çalışan bir muhbirin sorgusuna katılır. Duras ve arkadaşları, onu konuşmaya zorlar, konuşmayınca işkence etmeye başlarlar. Yıilardır yaşadıkları acılar ve politik karşıtlarına yönelik öfkeleri gıderek artan bir şiddeti besler ve onları gözü dönmüş birer vahşiye dönüştürür. Adamı, amacını ve ruhunu yitirmiş kanlı bir et yığınına dönuşunceye kadar hırpalarlar. deneğe bazı sorular sormalan ve her yanlış yanıtta bir elektrik şoku vermeleri isteniyordu. Kışi, üzerinde 15'ten 450 volta kadar değişen düğmelerın bulunduğu bir levhanın onune oturtuluyor ve deney boyunca bir görevli yanında durarak onu yönlendirıyordu. Verilen şokların düzeyi yükseldıkçe, şok verılen denek ınliyor, kalbinin rahatsız olduğunu, devam edemeyeceğını söylüyor, duvarları tekmeliyor, acıyla kıvranıyordu. Şok veren kışı kararsızlık gösterdiğinde, görevli 'Lütfen devam edin. Deney devam etmenizı gerektiriyor' dıyerek onu yonlendırıyordu. Deneye katılanların yüzde 62'si görevlinin buyruklarına tam olarak ıtaat ettı ve hiçbirisi 300 volttan önce durmadı. Daha sonra, bu mantık dışı uygulamaya niye bu denlı uyum gösterdıklerı, nıçın karşı çıkmadıkları soruldugunda verdikleri yanıtlar ılgınçtı. Tıpkı, savaş suçlarından yargılanan Naziler gibi, onlar da 'yalnızca verilen emirlere uyduklarını' söyleyerek kendilerini mazur göstermeye çalışıyorlardı. Zimbarod ve arkadaşları aynı eğilimi bir başka açıdan incelediler. Stanford Ünıversitesi'ndeki psikoloji hınrınm rv»lnım yanıyla da toplumsal sistemin sorgulanmasına yol açıyor. Sorunun bırıncı ayagı, insanın hayvanlıktan ne kadar uzaklaşabildığıyle ılişkili. Bu konu felsefı ve akademik bir tartışmanın malzemesı olarak yuzyıllardır varlıgını surdürüyor. Bazen, kitaphk raflarında tozlanıp UFhutuldugu donemler oluyor. Kimi zamansa, bir bahaneyle yenıden alevlenıp, aydınlann ve hatta sokaktaki insanın da kanştığı ateşlı tartışmalara yol açıyor. Bu tartışmalardan birisi, onsekizınci yuzyılın sonlarında Fransa'da yaşanmış. Roger Brovvn'ın "Sözcükler ve Şeyler"de anlattıgına göre bir korulukta bulunan onbır yaşındakı "vahşı çocuk" insanın kokleri konusundaki soruların yeniden sorulmasına neden oluyor. Rousseau'nun okuyucuları, onda, "ormandakı soylu yabanıyi" bulacaklarını duşünüyorlar. Bazılarıysa, daha da ılerı giderek, onun insan soyunun ilk dılı olduğuna ınandıkları Ibranice'yı konuştugunu ileri süruyorlar. Ancak, vahşı çocuk onları hayal kırıklığına uğratıyor. Pislik ve yara bere içindeki bu tuhaf yaratık, bir gorılı andırır şekilde sağa sola koşturup homurtular çıkarıyor, yerdekı çoplerı ıştahla mideye indiriyor, yaklaşanları ısırıyor ve tırmalıyor. Parisliler. hayvanat bahçesınde bir kafes içinde sergilenen vahşi çocugu şaşkınlıkla seyredıyor ve eğitilmeyip kendi haline bırakılan bir ınsan yavrusunun neye benzediğını gormenin şokuyla sarsılıyorlar. 1983 yılında Nobel Edebıyat Ödulü'nü kazanan Wılliam Goldıng'ın yazdığı 'Sineklerin Tanrısı' adlı romanla, sarsılma sırası bu kez Ingılızlere geliyor. Goldıng bu kıtabında, adaya düşen bir uçaktan sağ kurtulan çocukların, toplumsal denetımın olmadığı bu vahşı ortamda, bırbirlerine uyguladıkları aktl almaz boyutlara ulaşan şiddeti anlatıyor. Ingılızler,. insanın yenıden hayvanlaşmaya bu denlı yakın bir yaratık olmasını kabul etmekte guçlük çekiyorlar. Çocuk cinselliğı konusundaki yazılarıyla, insanın dünyaya kılıse resimlerindeki gibi saf ve temız bir melek olarak gelmedığıne dikkat çeken Freud gibi, Golding de toplumun tepkısıne hedef olmaktan kurtulamıyor. Hayvandan ne kadar uzağız? le ilişkili. Saldırgan dürtülerinin yanı sıra binlerce yıllık bir uygarlığın bırikimini de taşıyan insanın hemcinslerine şiddet uygularken tam bir iç rahatlığı içinde olduöunu söylemek mumkun değıl. Psıkanailtik benlik psikolojisinin önemli isimlerinden Bıbrıng'in vurgulamış olduğu gibi, ınsan kendinı lyı hıssedebılmek için, değerli ve guçlu olmanın yanı sıra iyi ve seven bir kişı olmaya. saldırgan, yıkıcı ve kırıcı olmadığına inanmaya da gereksinim duyuyor. Dolayısıyla, uygulanan şiddetin bir biçimde kılıfının hazırlanması ve kışının benlik saygısını düşürmeyecek şekilde paketlenmesı gerekıyor. örneğin, savaş suçlarından yargılanan Nazılerin ve Milgram'ın deneylerinde elektrik şoku uygulayan kışılerın kendilerini mazur göstermeye çalışmalarının, maddi ya da manevı bir cezadan kurtulmak ıçın olduğu kadar, benlik değerini koruma çabasıyla da ilişkili olduğu söylenebilir. Suçustu yakalandıkları anda, asıl suçlunun kendileri olmadığını, onların yalnızca verilen emırleh yerine getırdiklerini ileri süruyorlar. Böylece, yapılanların sorumluluğu otorite konumundaki kişilere ya da kural koyuculara havale ediliyor ve uygulayıcılar kendilerini temıze çıkarıyorlar. Aslında bu tutum, yalnızca suçüstü anına özgü de değıl. Şiddet eylemı de genellikle, aynı koruyucu şemsiyenin altında gerçekleştirilıyor Bu kimi zaman bir deney görevlisi, kimi zaman bir polıtık lıder ya da dini bir otorite olabilıyor. Bazen de bir ınanç sistemı ya da töreler gerekçe gösteriliyor. Yapılanların sorumluluğunu o üstleniyor. Uygulayıcının yapacağı tek şey kendisini söz konusu gücun ellerıne teslim etmek. Dolayısıyla kimsenin, Afrika'nın derinliklerinde yazgısıyla baş başa kalan Kurtz gibi ya da insan yanıyla acı çeken Duras gıbı, olan bıtenın sorumluluğunu üstlenmesi gerekmıyor. Aşırı itaatin nedenleri Günlük yaşamdaki şiddet Ikı dunya savaşının ve yaşanan irili ufaklı birçok bölgesel savaşların, Kuntz'un ve Duras'nınkine benzer birçok oykuye kaynaklık ettigi biliniyor. Binlerce 'uygar insan' toplu kıyımlara ve işkence seanslarına ortak ve tanık oldular. Bu öykülerı anlatan çok sayıda kitap yazıldı, tilm çevrildi. Ancak, toplumdaki şiddet yalnızca savaş dönemlerıyle ve işkence odalarıyla sınırlı değıl. Saldırganlığın, sokaktaki ortalama insanın gunluk yaşamı içınde, vıcdanlara dokunmadan sürüp giden 'ılımlı ve görmezlikten gelinebilir' bir biçimi daha var. Bu 'düşük düzeylı kronık şiddet eğılımi' toplumu oluşturan kalabalığın damarlarında usulca dolaşıp duruyor. Çoğu zaman kendinı aile içinde kadınların ve çocukların dövülmesi biçiminde küçük kıvılcımlarla dışa vuruyor. Bazen futbol ya da politika bahanesiyle çıkarılan sokak kavgalarına karışıyor. Polıs kıhğına girip göstericılere;gösterıcı kımlığı altında polıse, binalara ve araçlara yöneliyor. Uygun ortam bulduğunda bir adım daha atıp, 'ırz düşmanını linç etme' histerisine dönüşebiliyor. katı bu deney ıçın bir cezaevı şeklınde düzenlenmışti. Araştırmaya 75 unıversite öğrecisı alındı. Yapılan klınik incelemeler ve kışılik testlerıyle bunların en dengelı ve uyumlu bulunan 21 'i seçildi. Denekler kura ıle ıkı gruba ayrıldılar. Tutuklu tolu verilen denekler polis arabasıyla evlerin den alınarak bu yapay cezaevi ortamına getırildıler. Gardiyan rolü verilen deneklere tutuklular üzerinde, fizik, şiddet uygulamak dışında, tam bir denetim yetkıleri olduğu söylendı. Deneyın ıkı hafta sürmesı planlanmıştı. Ancak, deneklerde öyle büyük değışıklıkler meydana geldı kı deney altı günde kesılmek zorunda kalındı. Gardiyan rolundeki denekler tutuklu rolündekı deneklere aşağılayıcı muamele göstermeye başladılar. Anlamsız kurallar ve cezalar ıcat ettıler. Bunlardan bırısı daha sonra şöyle diyordu: "Kendime hayret et tım... Bırbirlerine sövmeleri ve çıplak elle tuvaletı temızlemeleri ıçın onları zorladım. Tutukluları bir hayvan gibi görüyor, sürekli onlara dikkat etmem gerektıgini, yoksa bir şey yapmaya kalkışacaklarını düşunuyordum." Çağdaş ınsandakı otoriteye teslim olma davranışının, şiddeti yasallaştırma ve ahlaka uygun hale getırme konusundaki rolü araştırmacıların da dıkkatini çekiyor. Milgram, deney sonuçlarını, "Belkı de bizim kültürümuz ıtaatsızlık ıçın yeterlı modeller sağlamıyor" şeklınde yorumluyor. Wilhelm Reıch ise, sorunu daha açık bir şekilde dıle getınyor. Heıch'a gore, şiddeti buyuran otorıtelere boyle sorgusuz sualsız boyun egilmesının nedenı, orta sınıfın buyurgan aile yapısı. Bu yapı, kadını ve çocukları, buyurgan devlet yapısının aile İÇindeki temsılcısı olan erkeğın emrıne yeriyor. Baba, işyerinde üstünün kendisine karşı takındığı tutumu benımsiyor ve çocuklarına, özellıkle de oğullarına, otorite karşısında boynu büküklügü aşılıyor. Böylece, verilecek emırlerı yargılamadan ve kölece bir tutumla yerine getiren, üstlerine karşı 'kadınca' boynu eğık, astlarına ve hedef gösterılen kişilere karşı 'erkekçe' saldırgan bireyler oluşuyor Şiddete neden bu kadar yakınız? İnsan davranışlarına yön veren şiddet eğilimi ruhbilimcilerin de ılgisini çekiyor. Bu konuda çalışan önemli araştırmacılardan birisi Stanley Milgram. Milgram'ın altmışlı yıllarda Yale Universitesi'nde yaptığı deneyler, ortalama ınsanın içınde gizlenen şiddet eğiliminin ne denli yaygın ve güçlü olduğunu ortaya koydu. Milgram'ın deneylerinde, bir psikoloji araştırması için laboratuvara çağrılan eğitimli orta sınıf Amerikalılardan, 'deney gereği', bir başka Şiddetin laboratuvar bulguları Şiddet, yukarıda verilen örneklerde de görüldüğu gibi, modern'toplumların gözeneklerinden fışkırıyor. Sınıf ilişkilerınden aıle ilışkılerine kadar uzanan tüm yapılnnmalar bir şiddet dengesi üzerinde duruyor. Bu noktada "Neden?" sorusu gündeme geliyor. Uzaya açılan bir uygarlığın yaratıcısı olan insan, şiddete dayanmayan bir toplum yaratmayı neden başaramıyor? Bu yanıtlanması olanaksız bir soru degil. Ancak yanıtı cansıkıcı çağrışımları nedenıyle genellikle pek sempatik bulunmuyor. Çünku, bir yanıyla insanın evrim sürecı ıçındeki köklerinı akla getınyor, diğer Ancak, ınsan her ne kadar bir hayvan turuyse de, sıradan bir hayvan değil. Bu nedenle, Kurtz'un ve Duras'nın vahşetin çağrısına uymaları, Buck için olduğu kadar kolay olmuyor. Bir yanlarıyla evrıme dığer yanlarıyla uygarlığa aıt olduklarının farkına varıyor ve yaptıklarının bedelini öduyorlar. Kurtz, kamarasında ölümü beklerken belleğıni dolduran görüntülerin saldırısına ugruyor, korkuyla kıvranıyor ve karanlığm içınde dolaşan geçmışın imgeleri karşısında "Ne dehşet! Ne dehşet!" dıye haykırıyor. Oykuyü anlatan yaşlı denizci Marlow, "O anda yüzüne gelen degışıklığe benzer bir şeyi daha önce görmemiştım, bir daha da görmeyeceğimi umarım" diye tanımlıyor bu geçmişle yüzleşme anını. Insan sıradan bir hayvan değil Toplumsal sistemin rolü Evrım sürecinden miras kalan saldırgan durtüleri yok etmek olanaklı olmadığına göre, şiddetin kontrol edılebilen bileşenı toplumsal yanıdır. Reich'e dayanarak, buyurgan ailenın yerine, çocukların özgür gelişimine olanak sağlayan yeni bir aile yapılanmasının geçırılmesının etkın bir çözüm yolu olduğu söylenebılır. Ancak, bu konuda söylenenlerı hayata geçirmek hiç kolay degıl. Boyle genış kapsamlı bir toplumsal dönuşüm için kuşakların geçmesi gerekıyor. Dolayısıyla, sürünün edilgen bir üyesı olmayan özerk bıreylerden oluşmuş bir toplum henüz ufukta görünmüyor. Bugunden yarına yapılabilecek olanlarsa, insana yönelik şiddetin her bıçımıne karşı çıkmayı bıkmadan sürdürmekle sınırlı. Milgram'ın deneylerındeki karamsar çıkarımların arasında, bu yönde umut vericı bir sonuç da var. Milgram, deney görevlisine karşı çıkan ıkı danışıklı denek kullandıgında, deneye katılan ve elektrik şokunu veren kışılerın de kendilerini bu mantık dışı eziyetçiliğe zorlayan gorevlının emirlerine uymama eğilimi gösterdiklerıni söylüyor. Bir başka deyişle, aynı insanlar sağlıklı bir davranış modeli gördüklerınde bunu kavrayıp benimseyebiliyorlar. Dolayısıyla, yaşanan koşulları lyileştırmek yönünde harcanan çabalar tümüyle boşa gıtmiyor. (*) Izmir Atatürk Devlet Hastanesi Psikiyatri Kliniği, Basın Sitesilzmir Umut Sorunun ıkincı ayağı toplumsal sıstem Cumhuriyet BİLİMTEKNİK • No 491 17 Ağustos 1996» Basan ve Yayan: Yeni Gün Haber A|ansı A.Ş. • Genel Yayın Yönetmeni: Orhan Erinç • Genel Yayın Koordınatörü: Hikmet Çetinkaya • Yazı Işlerı Müdürü: Ibrahim Yıldız (sorumlu), Dinç Tayanç • Yayın Yönetmeni: Orhan Bursalı • Grafik Yönetmeni: Tüles Hasdemir • Reklam: Medya C. 4913
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle