24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

1995'TE ÖNEML E vrim görkemli gelişler ve trajik çıkışlara sahne olmuştur. Dinozorların aniden yok oluşları bizim çıkışlarla daha haşır neşir olmamızı sağladıysa da, en az bu yok oluş denli etkileyici yaratılış patlamaları da yaşandı. Bu süreci başlatan nedenlerin belirlenmesi de bilim adamlarının en çok ilgi gösterdiği konulardan biri. Yalnızca geçen yıl içinde araştırmacılar, evrimi körükleyen olası etmenler olarak su altı yanardağları, oburluk ve dışkılama gibi konuları ıçeren üç yeni kuramı bilim dünyasına sundular. Yeryüzünde yaşam yaklaşık 3,5 milyar yıl önce başlamakla birlikte, bu sürenin ilk 3 milyar yıllık bölümünde evrimsel gelişim açısından son kerte ağır bir tempo yaşandı. 545 milyon yıl önce başlayan Kambrlyum Dönemi'nde ıse durum ansızın değişiverdi. Günümüzde yaşayan belli başlı hayvan türlerinın hemen hemen türnü bu dönemde ortaya çıktı. Avustralyalı biyokimya uzmanı Graham Logan, hayvanların pusuya yattığı bir dönem olduğunu, ancak tümünün de Kambriyan dö Yaşam: Üç yerîı kuram Galileo yolun sonunda zincirinin ne denli sonunda ise, bedenındeki karbon 13 miktarı da o denli çok oluyor. Bız insanlardaki karbon 13 miktarının yediğimiz inektekinden daha çok olması işte bundandır. Logan ve ekibi, Kambriyum döneminden önce, çoğunlukla bakterilerin yaşandığı ve oksijen düzeyinin düşük olduğu okyanuslarda beklenileceği gibi, karbon 13 oranının yüksek olduğunu görür. Zira, birarada besin su yüzeyinde uzun süre kalarak çok uzun bir besın zinciri oluşturur. Her gelen bakterı topluluğu, bir önceki malzemeyi midesine indirerek bedenindeki izotopları arttırır. Ancak, besinlerin dışkı ojarak bedenden atıldığı sindirim sistemi devreye girince bakterilere yiyecek kalmaz. Sonuçta daha kısa bir besin zinciri oluşur ve karbon 13 oranları düşer. Bu da , dolaylı olarak, daha kalıcı ve değişmez bir çevrenin ve evrimsel ortamın doğmasına olanak tanır. Yaşamın evrimiyle ilgili dışkı kuramı herkesçe benimsenmez. Kaliforniya Üniversitesi evrimsel yaşambilim uzmanı Geerat Vermeij su altındaki yanardağların yalnızca Kambriyum patlamasına neden olduğunu düşünmekle kalmayıp, bunların 170 ie 100 milyon yıl önce ortaya çıkan çiçekli bitkiler ve böceklerin de kaynağı olduğuna inanır. Ona göre, her iki zamanda da su diplerındeki yanardağların çoğu patlama durumunda olabilir. Bir olasılıkla, bu patlamalar yeryüzü iklim koşullarında köklü değişimlere yol açmış, patlama sonucunda ortaya çıkan karbondioksit okyanuslardan atmosfere yayılmıştır. Bu açıdan bakıldığında, sualtı yanardağları da tıpkı yeryüzündeki yanardağlar gibi bir sera etkisi yaratarak dünyanın ısınmasına neden olmuşlardır. Ancak yeryüzündeki yanardağlar kükürt bıleşımlerini ve öteki tanecikleri de devinime geçirerek güneşin etkisini azaltıp bir soğumaya da neden olurken, sualtı yanardağları bu tür malzemeyi okyanus içine saçmıştır. Isınmaya karşı hiçbir soğumanın yaşanmadığı okyanuslarda bu yanardağlar korkunç bir ısınmaya neden olmuşlardır. Günümüzde yaşanan küresel ısınmanın tersine, bu doğal ısınmalar yaşam içın bir kayra özelliği taşıyordu. Vermeij, yüksek ısının yaşamsal birçok şeye olanak tanıdığı, biyokimyasal tepkimelerın büyük ölçüde ısıya bağımlı olduğunu belırtıyor. Bu nedenle, yüksek ısıda suyun yapışkanlığı ya da viskositesı azaldığından, canlılar çok daha rahat yüzebilıyor, soluk alabiliyor ve beslenıyor. Eski varlıkbılımcı Ronald Martin, gerek Vermeıj gerek Logan'ın genel yaklaşımlarına sıcak bakar. Martin,canlıların farklı bir şeyleri deneyebılmeleri için ekosıstemin bir bakıma değışmesi gerektıği görüşüne herkesin katılacağına parmak basar. Ancak, fosil ve ızotop kayıtlarını daha yakından ınceledıkten sonra Martin oldukça farklı bir görüş öne sürerek, okyanuslardaki evrimsel patlamaların çoğunun besinlerdeki bolluğun yol açtığı tükenmeden kaynaklandığını savunur Topraktaki erozyon arttıkça okyanuslara yeni yeni besinler taşınır. İlk bakışta besın bolluğunun herkes için yararlı olduğu düşünülse de, araştırmalar bu tür umulmadık durumların son kerte duyarlı olan ekosistem dengelerini altüst ettiğini ortaya koyuyor. Martin, en hızlı üreyen canlıların daha yavaş üreyenleri silıp süpürdüğüne, sıstemin de böylece yerle bir olduğuna, bozulan sistemin geride kalanlarla kendisini yenilemeye çalıştığına parmak basıyor. Martin'e göre, yenilenme sırasında ortaya çıkan canlılar çok daha üretken. Tüketilen karbon miktarı ise eldeki besin miktarına oranla artıyor. Martin bu duruma kesin bir açıklama getırememekle birlikte, meydana gelen bozulmanın bir bıçımde ekosisteme yansıdığını söylemekle yetiniyor. G alıle uzay mekiği binbir külfete katlandı: fırlatılması gecikti, az miktarda plütonyum içerdiğinden çeyrecilerin şimşeklerini üzerinde topladı, eninde sonunda fırlatıldığında da, işlemeyen bir teyp ve bozuk radyo anteni nedeniyle veri yayma işlemlerı aksadı. Galile, fırlatıldığı yıl dan bu yana geçen altı yıllık süre boyunca güneş sisteminde sarmallar çizerek, 235 milyar millik bir yörüngede, yerçekimini körükleyen nedenleri saptamak amacıyla dünyanın çevresinı iki kez dolandı. Ancak, daha yolda iken ürünlerinı verdı: ayın parlak yüzüne bir bakış, küçük bir gezegene ilk kez yaklaşma ve Shoemaker Leyy 9 kuyruklu yıldızından harika bir görüntü. Galile hedefine ulaştı ve Jupiter çevresindeki yörüngeye oturdu. Galile'nin, temmuz ayında uzaya gönderdiğı sonda ve Jüpiter'ın atmosferine girdi ve 7 aralıkta yok oldu. Programın tasarımcıları araştırma mekiğınin parçalanıp dağılmadan önce bir saat daha dayanmasını ve atmosferın ısısı, yoğunluğu ve bileşimi ile ilgili ilk doğrudan ölçümleri Galile'ye ulaştırmasını umuyorlardı. Galile, bu verileri aldıktan kısa bir süre sonra dengeli bir dönüş yapacak biçimde programlanmıştı. Her şey yolunda gıderse, uzay mekiği ışınımdan gördüğü zarar ve yakıt yetersizliğınden yok olmadan önce, ilk kez 1610 yılında Galile'nin minik teleskobuyla gördüğü ve "Voyager" tarafından kısa bir süre ziyaret edilen Callisto, Europa, Ganymede ve lo uydularından en az on kez geçecek. Bilim adamları 1997 yılının sonuna dek verı toplamayı tasarlıyorlar. nucunda, 197 / yılında Uranüs'üt • çevresındekı halkalar, 1988'dı Pluton'un atmosferi ıle ilgili bılgı ler elde edildi. Görevinin son yılında Kuiper'in, ozelliklı Neptün'ün uydusu Triton'un araştınlma sında bılım adamlarına önemlı bir katkıs oldu. Hubble gibi, ancak daha güçlü teles koplara karşın, Kuiper'in yerini alması ka rarlaştırılan Sofia Kızılötesi Uzay İçın Stra tosferik Gözlemevi) iki açıdan üstünlüğünı koruyor. İlk olarak Sofıa, bilim adamlarınıı her türlü donanımı yalnızca uçağa taşıma1 suretıyle sürekli yenilemelerine olanak ta nıyor ikıncı yararı ise, uygulanan prog ramın ucuz olması. Güle güle uçan gözlemevi yüyük harcamalar sonucu üretilen ıHubble Uzay Teleskobu Dünya çev"resinde dolanıp geçtiğimiz yıl içinde olan bitenleri saptamaya çalışırken, son kerte alçakgönüllü koşullarla üretilen Kuiper Uçan Gözlemevi de 21 yıllık görevinı sessizce tamamladı. Içıne 200 kiloluk bir teleskop yerleştirilmiş C141 tıpı bir kargo uçağı olan Kuiper, gokyüzünde sayısız kez dolanıp gezegenlerin yıldızlar onünden geçerken bıraktıkları gölgeleri saptadı ve yıldız ışığındaki gezegen özelliklerini belirledi. Kuiper'in gerçekleştirdiği gözlemler so nemde .il geçtiğını lerı sürüyor. Peki böylesi bir değişime yol açan neydi? Fosillerden elde edilen bılgiler, Kambriyum patlamasından 40 milyon yıl önce ilk çok gözeli hayvanların, o dö nemde henüz plankton ve bakterılerın egemen olduğu okyanuslarda belırmeye başladığını ortaya koyuyor. Bu yenı hayvanların bir bölümü besinleri tıpkı gunumüz hayvanları gıbi işlemden geçiriyor ve bedenın bir ucundan alınan besın ötekı ucundan dışarı atılıyordu. Logan, Kambrıyum dönemınde yaşamın patlak vermesıne bu dışkıların olanak tanıdığma inanıyor. Bu dönemden önce, hayvanlardakı evrımın okyanuslardaki oksıjen düzeyinin düşük olması nedenıyle geri kaldığına parmak basan bilim adamı, su yuzeyıne yakın yerlerde yaşayan planktonların fotosentez ışlemı sırasında suya oksijen pompaladıklarını, ancak bu oksijenin bakterıler tarafından kullanılması nedenıyle öteki hayvanlara ulaşmadığını ileri sürüyor. Yüzeyde yaşayan, planktonlarla beslenen ve sindirim sistemine sahip olan canlılar ortaya çıkınca, bunların dışkılarl hızla okyanus dibine yayılıyor. Yüzeydeki bakteriler yeterince besın bulamadıklanndan sayıları giderek azalıyor. Tüketilen oksıjen miktarı da azaldığından, başka canlılar daha çok oksıjen elde edebiliyor ve evrim süreci ateşlenerek bu canlılar daha farklı yaşam güçlerıne dönüşüyor. Logan bu kuramını birlikte çalıştığı ekıbin bu tür canlıların dokularından oluşmuş kayalıklardan elde ettiği bulgularla da destekliyor. Ekıp, özellikle, karbon 12 ıle karbon 13 izotopları arasındaki oranları araştırıyor. Zira, bir hayvan bir bitki ya da başka bir hayvanı yediğinde, genellikle karbon 13 ile bir bıleşim oluşturuyor. Bu nedenle, bir canlı öldüğünde, besin 1ı Korfez Savaşı sendromu K örfez Şavaşı'na katılan 697 bin Amerikalfdan on binlercesı eklem ağrıları, ishal, solunum yetersizliği, aşırı yorgunluk, deride lekeler, bellek yitimi, uykusuzluk ve depresyon gibi belirtılerden yakınıyor. Ancak değişik kaynaklardan elde edilen bılgiler, sakat doğum olaylarının çok daha ciddi bir sorun olduğunu ortaya koyuyor. Ne var kı, Savunma Bakanlığı tarafından geçtiğimiz ağustos ayında gerçekleştirilen acaştırma söz konusu kişiler arasında böylesine bir sendrom olduğunu gösteren kesin bir kanıta rastlanmadığını ortaya koyuyor. öte yandan, Sağlık Denetim Merkezi'nin yayınladığı bir rapor bu savın tam tersinı savunuyor. Rapora göre, yukarıda sözü edilen belırtiler Körfez Şavaşı'na katılanlarda ötekilere kıyasla 12 Kat daha fazla. Hükümet körfezde askerı görevinı yerine getirenlerin süregen ve tanı konamayan rahatsızlıklarının maluliyet içın yeterli bir neden sayılmasını 1994 yılında karara bağlamakla birlikte, o tarihten bu yana yalnızca başvuruların % 5'inin onaylandığı bildiriliyor. Rahatsızlıkların yarattığı kuşku ve karmaşanın bir bölümünün ortak bir neden bulunamamasından kaynaklandığına işaret ediliyor. Geçtiğimiz nisan ayında Duke Üniversitesi Tıp Merkezi so nunda, en azından sınır sistemine bagl belirtiler içın elle tutulur bir açıklame getirmeyi başanyor. Merkezdeki bilin adamları, askerlerın kullandığı haşerf ve böcek ilaçları gibi kimyasalların ta vukların sinir sistemini bozduğunu, ben zer etkilerin insanlarda da görülebılece ğini savunuyor. Ancak, etki iki ya da daha çok kim yasalın bulunması durumunda ortayt çıkıyor; bu kimyasal bileşimlerin verdiğ zarar da, körfezde kullanılan ve sıni gazına karşı etkili olan "pyridostigmine' adlı kimyasalla ivme kazanıyor. Bı madde bir yandan bireyi sinir gazın? karşı korurken, bir yandan da beden zehirli maddelerden koruyan enzimle» saldırarak beyne zarar veriyor. 4676
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle