02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
6 6 MAYIS 2021 PERŞEMBE DİZİ Sağ siyaset, Menderes ve arkadaşlarının rövanşını üç yurtsever genci idam sehpasına çıkararak almış oldu. Öyle ki, idam sayısı bile “Üç sizden üç bizden” denilerek denkleştirildi. Yargılamalar sadece usulü yerine getirmek için yapıldı. Yoksa kalemleri çoktan kırılmıştı. TBMM’deki sağ partiler 27 Mayıs’ın intikamını almış, 12 Mart cuntası da sola gözdağı vermişti kendince. Bugün, bu üç fidanın yaşamdan koparılmasının 49. yıldönümü. İdam edildiklerinde Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan 25, Hüseyin İnan ise 23 yaşındaydı. Deniz öğretmen, Yusuf Aslan ile Hüseyin İnan ise köylü çocuklarıydı. Hüseyin İnan ile Deniz Gezmiş’in aileleri ve içinde yetiştiği koşullar nedeniyle “Devrimci” olmalarını doğal karşılamak mümkün. Yusuf Aslan muhafazakâr ve antikomünist bir aileye mensuptu. Bu üç genç ve diğer yoldaşlarını buluşturan temel motivasyon, “Tam bağımsız Türkiye’nin ve sosyalist bir düzen”in inşasıydı. Gençlerin karşısına o döBAŞLARKEN... nem güvenlik güçlerinin yanında yardımcı kol olarak da ABD güdümündeki “Kömünizmle Mücadele Dernekleri” ile iktidarın yardımıyla ele geçirilen MTTB gibi siyasal İslamcıların yuvalandığı örgütler çıkarıldı. Bu örgütlerin bütün eylemlerine göz yuman güvenlik güçleri, sol gençliğin eylemlerinde ise bu örgütlere mensup gençlerle birlikte saldırılar düzenledi. Sol gençliğe karşı satır ve palalarla saldıran siyasal İslamcıların polis ve yargıdaki uzantıları da kumpas davalarıyla cezalandırma yöntemini seçmişlerdir. Aradan geçen yarım asırlık süreçte bu devletin güvenlik ve yargı bürokrasisinde benzer tutumları görmek Türkiye’ye özgü bir durum olsa gerek. BUGÜNLE BENZERLİKLER Bu dizide darağacına gönderilen üç fidanın, kendilerini Türkiye kamuoyuna tanıtan ilk eylemlerini konu alacağız. Deniz Gezmiş’in ilk tutuklandığı dava olan “AİSEC Protestosu” eyleminde yaşanan hukuk garabetinin bugün tartıştığımız siyasal öç alma davalarıyla ne kadar da benzediğini göreceksiniz. O davaya bakan mahkeme başkanı Sıtkı Karabel’in FETÖ’nün kumpas davalarına bakan yargıçlarla benzerliğini de... ARŞİVDEN ÇIKAN BELGELER Değerli ağabeyim merhum Metin Kumbasar’ın bana bıraktığı arşivindeki “AİSEC Davası”na ait dosyasında ilginç anekdotlar var. Dosyada sadece anekdotlar değil, dava dosyaları arasından çıkan Sultanahmet Cezaevi Kütüphanesi’nde savunma hazırlamak için toplanan Deniz Gezmiş, Raif Ertem, Bozkurt Nuhoğlu ve Mustafa İlker Gürkan’ın çektirdikleri ve arkalarını kurşun kalemle imzaladıkları orijinal fotoğraf da çıktı. Dizi, o dönemi yaşamış kuşaklar için bellek tazeleme, bugünün gençliğine, özellikle de günlerdir ağır baskılar altında direnen Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerine de ağabeylerinin 49 yıl önce başlattığı yürüyüşü ayrıntılarıyla öğrenmeleri için yazıldı. DENİZ GEZMİŞ, TÜM ÜLKE TARAFINDAN TANINIR OLMAYA BAŞLIYOR Bir lider doğuyor Deniz Gezmiş, ilk olarak TMTF’nin sadece Allah’ın adaletine inanırım” diye sağcılar tarafından kumpasla ele geçirilmesine karşı yapılan eylemlerde karakol ve nezarethanelerle tanıştı. İlk tutuklanışı da İstanbul Üniversitesi’nde DDAENLGİZALSEIRYİINM basına demeç veren siyasal İslamcı Mahkeme Başkanı Sıtkı Karabel, solcu öğrencileri tutuklamaya peşin hükmünü çoktan vermiştir. Savunma avukatlarının AİSEC toplantısında Devlet Bakanı Seyfi Öztürk’ün öğrenciler tarafından MİYASE İLKNUR 1 sözlü savunma yapmasına izin vermeyen, avukatlar hakkında suç duyurusunda protesto edilmesi eyleminden dolayı oldu. Gerçi bu eylemde bulunan, sanık lehine tanıkların dinlenmesini gereksiz bulan tutuklanan öğrenciler hakkında hiçbir kanıt yoktur ama “Ben yargıç daha sonra RP’den siyasete atılacaktır. 27Mayıs öncesinde olduğu gibi sonrasında da Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) dahil fakültelerin talebe cemiyetleri CHP’li gençlerin kontrolündeydi. AP iktidarı döneminde önce MTTB, CHP’li gençlerin katılmadığı Bursa’da düzenlenen çakma kongre ile ele geçirildi. MTTB’nin ele geçirilme yöntemi daha sonra Türkiye Milli Talebe Federasyonu (TMTF) üzerinde de denenecekti. 1968’lere gelindiğinde Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı (TMGT) ve TMTF CHP’li gençlerin yanında sosyalist soldan gelen gençlerin de katılımıyla sol grupların belirleyici olduğu bir gençlik örgütlenmesi haline gelmişti. MTTB’yi ele geçirme yöntemi bu kez de TMTF’de sahnelenmiştir. Bindirilmiş kıtalarla basılan TMTF kongresinde çıkartılan kargaşa bahane edilerek mahkeme kararıyla TMTF’ye kayyum atandı. Kayyum olarak atanan kişi MTTB yöneticileri ile aynı ideolojiye mensup Doç.Dr. Nevzat Yalçıntaş’tı. 19 Ocak 1967 günü 8. İcra memuru 5 otobüs dolusu toplum polisi eşliğinde federasyon binasına el koymak istemiş, ancak içerideki öğrenciler de binayı teslim etmemek için polise karşı direnmişlerdir. Federasyon avukatlarından Kemal Kumkumoğlu ile Federasyon Başkanı Sencer Güneşsoy da polis coplarından nasibini almıştır. Polise mukavemet suçundan Deniz Gezmiş, Bülent Yardımcı ve Atilla Özdemiroğlu nezarete alınırlar. Geceyi nezarette geçiren üç öğrenci ertesi gün serbest bırakılır. Bu arada federasyonu teslim almaya gelen kayyum Nevzat Yalçıntaş ise öğrencilerin direnişini görünce, “Bu şartlar altında devir teslim mümkün görünmüyor” diyerek sessizce olay yerinden uzaklaşır. ŞARKILI TÜRKÜLÜ EYLEM Yediemine teslimine kadar icra memurluğu tarafından mühürlenen TMTF binası önünde ertesi gün de toplanan 150 kadar öğrenci, polisle çatışır ve 7 öğrenci gözaltına alınır. Polis tarafından ablukaya alınan TMTF binası önünde toplanan gençler, kendilerini “Kökü dışarıda” olmakla suçlayan Başbakan Demirel ile polisi güftelerini değiştirdikleri “Kızılcıklar Oldu mu?”, “Ali Baba’nın Bir Çiftliği Var” ve “Köroğlu” türkülerini söyleyerek protesto ederler. Gençlerin omuzlarına aldığı TMTF II. Başkanı Faruk Yalnız’ın okuduğu Atatürk’ün “Bursa Nutku”na koro halinde eşlik ederler. 25 Ocak 1967’de yediemin Nevzat Yalçıntaş, TMTF binasını teslim alarak koltuğuna oturur. 22 Kasım 1967 tarihinde İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği’nin düzenlediği Kıbrıs mitinginde ABD bayrağını yırttığı iddiasıyla hakkında dava açılan Deniz Gezmiş, Uğur Büke, Nail Güller, Kemal Gençer, Mehmet Özlüer, Nusret Lekesiz, Hilmi Özcaner ve Aşık İhsani’nin davası 30 Mayıs 1968’de sonuçlanır. Sanıkların tümü beraat eder. AİESEC PROTESTOSU 7 Mart 1968 günü AİESEC kongresinin İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi Konferans Salonu’nda yapılan açılış töreninde Devlet Bakanı Seyfi Öztürk’ü öğrenciler “yuh” çekerek protesto ederler. Gözaltına alınan 10 öğrenci hakkında “Görevi başında devlet bakanını ve hükümeti tahkir” suçundan dava açılır. Eylem sonrasında Deniz Gezmiş, Bozkurt Nuhoğlu (Hukuk Fakültesi öğrencisi), Mehmet Mehdi Beşpınar (İktisat Fakültesi öğrencisi), Mustafa Lütfü Kıyıcı (Hukuk Fakültesi öğrencisi), Rıfat Çaldırık (Hukuk Fakültesi öğrencisi), Raif Ertem (Stajyer Avukat), Sait Bübül, Hayri Eroğlu, Mustafa İlker Gürkan ve Rahmi Aydın adlı öğrenciler gözaltına alınır. Gözaltına alınan Deniz Gezmiş, Mustafa Gürkan, Seyit Bülbül, Rahmi Aydın ve Hayri Eroğlu sorguları yapıldıktan sonra serbest bırakılır. Ancak bir gün sonra savcılığın üst mahkemeye itirazı sonucu yeniden tutuklanırlar. AİSEC’in 20. Genel Kurul açılış töreninde gençlerin Devlet Bakanı Seyfi Öztürk’ün aleyhinde yaptıkları protestoya ilişkin AİSEC Türk Komitesi Sözcüsü Hasan Saydam, protestoların üniversitenin özerkliğinden yararlanarak Devlet Bakanı Öztürk’ü protesto eden kişilerin bu hareketlerinin Türk AİSEC’ine dolayısıyla Türkiye’nin milli haysiyet ve menfaatine tecavüz olarak kabul ettiklerini açıkladı. ÖĞRENCİLER TUTUKLANDI Devlet Bakanı Seyfi Öztürk ise öğrencilerin eylemlerini “Türkiye’de olmadığı söylenen demokrasinin açık kanıtıdır” demesine rağmen öğrenciler hakkında kamu davası açılır. Devletin kurum ve organlarını aşağılama suçundan dava açılır. TCK 266/3 maddesine göre açılan davanın alt sınırda cezası 3 ay olmasına karşın öğrenciler 1.5 ay Sultanahmet Cezaevi’nde tutuklu kalmıştır. Duruşmalar sırasında avukatların sözlü savunmalarına izin vermeyen yargıç Karabel, savunmalarını yazılı vermeleri halinde kabul edeceğini söyler. Tahliye talepleri için söz almalarına bile izin verilmeyen avukatlar hakkında yüksek sesle konuştukları için salondan çıkarma cezası verilir. Kamu tanıkları dinlenirken savunma tarafının önerdiği tanıkların “Dinlenmesine gerek yoktur” kararı veren mahkemede gerek tanıkların gerekse avukatların itirazı zabıtlara tahrif edilerek ya da eksik bir şekilde geçirilir. Gençlerin savunmasını yapan 14 avukat, üç ay hapis cezası olan bir suç için öğrenciler hakkında tevkif kararı veren ve bir aya yakın zamandan beri tutuklu kalmalarına neden olan 4. Asliye Ceza Yargıcı Sıtkı Karlıbel’in davadan çekilmesini istediler. Yargıç Karlıbel, bunun üzerine 28 yıllık görevi sırasında “Allah’a inanan bir insan olarak kararından kendisinin Allah’a karşı sorumlu olduğunu” öne sürerek çekilme istemini kabul etmemiştir. Avukatlardan Ziya Nur Erim, Nazi Almanyası hariç Avrupa’nın hiçbir ülkesinde fikir suçlularının duruşmaları sırasında tutuklu bulunmadıklarına dikkat çeker. Karabel o günlerin Taraf gazetesi işlevi gören Bugün gazetesine verdiği demeçte de kendisinin sadece “Allah’ın kanunlarına karşı sorumlu olduğu”nu açıklar. SÜRECEK İktidarda panik ataklar... Boşlukta serbest düşüş Yeter 10 günlük ara, merhaba! HHH Paniğe kapılmış olabiliriz hepimiz.. Boş bulunuruz, kontrol edemediğimiz ve beklemediğimiz bir tehlikeli durum karşısında büyük bir şaşkınlık, korku, ürküntü gelir oturur.. Duruma hâkim olamama ve bilmeme hali... Bu süreçte, yanlış da ağır hatalar da yapabiliriz. Çünkü panikte içgüdüsel hareket ederiz, beynimiz ilkel beynimizin kontrolüne girer, varlığımızı koruma refleksi her şeyin önüne geçer. Eğer sağlıklıysak, kısa sürede durumun farkına varırız ve korteksimiz yeniden yönetimi ele alır. Psikologlar, psikiyatrlar bir şey demesin, şurada kendimce basit durum halleri anlatmaya çalışıyorum: Panik hali süreğenleşirse ciddi hastalıklı durum ortaya çıkar, ilkel beynimizin yönetiminden tam kurtulamayız; bazen kurtuluruz bazen kontrolü kaybederiz. Giderizzz gelirizzz. Ataklar şeklinde seyreder. Panik atak ikide bir vurur geçer, kendimiz kendimiz değiliz, kendimizin bir kuklası oluruz. Kesin bir tedavi gerektirir. Çünkü hem kendimize hem çevremize zarar veririz. Şüphesiz bir kişinin paniğe kapılmasıyla koskoca bir iktidarın panik atak içine girmesi, birbirinden çok farklıdır, iktidarınki çok daha tehlikeli bir durumu yansıtır. Hem trajik hem komik Komik tarafı, iktidarı gülünç duruma düşürür, yönettiği bütün kurum ve adamlarıyla... Ülkeye de güldürür.. Bunun üzerine müthiş bir siyasi mizah patlar.. Zaten biz milletçe teşneyiz buna! İtibar mitibar da hak getire! Düşünün, bir bakanınız veya bizzat kendiniz vb. mesela diyelim, bir yabancı muhatabı ile görüşüyor. Muhatap, ülkenin ve yönetimin durumunun, komikliğinin farkında; gülecek, gülemiyor; ciddi şeyler söyleyecek ama dudaklarının kenarında belli belirsiz sırıtmalar! Trajik kısmına gelince, panik atak durumu sürdükçe, yanlış, hatalı kararlar birbirini izler; ülkeye, insanına ciddi travmatik zararlar vermeye başlar. Boşlukta serbest düşüş İktidara kontrolü kaybettiren, karşı karşıya olduğu ve bizzat kararlarıyla derinleştirdiği yıkılış tablosudur. Evet, çöküş... Yüzde 30 gibi seyreden parti oyu, hem MetroPoll hem de dün Cumhuriyet’te İpek Özbey’in duyurduğu iki araştırma onaylıyor, yüzde 27’de seyrediyor. Aldıkları kararlar, birer panik atak halini dışa vuruyor. Hangi sağlıklı akıl, türbenin önünde ellerini arkasına bağladı ve saygısızlık yaptı diye Ekrem İmamoğlu hakkında soruşturma açtırır? Cumhurbaşkanına bağlı CİMER’e ve İstanbul Başsavcılığı’na şikâyet edilmiş. İçişleri işin içinde, CİMER işin içinde başsavcılık işin içinde! Bunun akıl tutulması ile ilgisi yok, hepsinin panik halinde boşlukta serbest düşüşün yarattığı panik atak içine hapsolmayla ilgisi var. Ayakkabı bağı yasağı, çünkü... Paniğin başka bir göstergesi de içki yasağı ve arkasından zuhur eden tarak, ayakkabı bağı, elektronik eşya vb. gibi gıda ve temizlik malzemeleri dışındaki her şeyin marketlerde satışının yasaklanması. Yahu marketleri açık tutuyorsun, herkes giriyor çıkıyor, şunu alamazsın yasağı da ne oluyor? Bunun tek mantıki açıklaması şudur: Yasadışı bir içki yasağı koydular, millet isyan etti, Tekelciler kafa tuttu, bu da ilk kez oluyor; yasağı geri alma cesaretleri sıfır, içki yasağı Danıştay’a götürüldü, keyfi, kanunsuz yasağın iptali gündemde. Bu iptali önlemek için yasağı yaygınlaştırdılar; sadece içki değil, bakınız neler yasakladık... diye Danıştay’a ret gerekçesi sunuyorlar! Yerseler tabii.. Bence ayakkabı bağcılar, tarakçılar, elektronikçiler hepsi dava açmalı, kulaklık satın almanın pandemi ile ne ilgisi var diye... HHH İktidar, muhalefeti milletin tabanına iyice nasıl “yayarım”lara örnekler sergiliyor. Şikâyetim yok, iyi iyi derim! HHH Şimdi sıra geldi, “128 milyar dolar nerede”nin yanına, bir de Ruhsar Hanım’ı bakanlığa kim getirdi kampanyası açmaya.. Olay çoook büyük! CHP’li Erdoğdu’ya Erdoğan’dan dava Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, CHP İstanbul Milletvekili Aykut Erdoğdu hakkında 250 bin TL’lik tazminat davası açtı. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı da Erdoğdu hakkında “cumhurbaşkanına hakaret” suçundan soruşturma başlattı. Erdoğdu, iktidara yakın ATV ve Sabah grubunun kendisini hedef göstermesinin ardından sosyal medyadan açıklamalarda bulunmuş, ATV ve Sabah grubundan muhabirlerin, yakın çevresinde olan kadın arkadaşlarını arayıp bir ilişkileri olup olmadığını sorduklarını dile getirmişti. Erdoğdu, “Sayın Erdoğan kurduğunuz düzeninizin bu alçak sorularına cevap vererek siyasi şantajınıza prim vermeyeceğim. Benim tek muradım bir gün sizin yargılanabileceğiniz tek suç olan vatana ihanet suçuyla yargılanmanız. Siz milyonlarca insanı mağdur eden ve vicdanın kırıntısı bile olmayan bu canavar düzenin kurucusunuz. Siz bu suç örgütünün bir numarasısınız” demişti. l ANKARA
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle