27 Aralık 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 4 MAYIS 2021 SALI gorus@cumhuriyet.com.tr OLAYLAR VE GÖRÜŞLER SAĞLIK OCAKLARINDAN aile sağlığı merkezlerine PROF. DR. AYŞE YÜKSEL HALK SAĞLIĞI ÖĞRETIM ÜYESI Yıllar geçerken devletler, koruyucu sağlık hizmetlerinden yavaş yavaş uzaklaşıp tedavi edici sağlık hizmetleri için büyük yatırımlar yapıyor, maliyet yükseliyor, borç artıyor. Bu durumda da herkes hasta olsun, sektördeki firmalar para kazansın, vatandaş borç ödesin durumu ortaya çıkıyor. Pandemi döneminde, hepimiz koruyucu sağlık hizmetlerinin ve özellikle aşının önemini öğrendik ama hâlâ öğrenmemekte ısrar edenler var ne yazık ki... Covid19 şüphesi duyduğumuzda aile hekimimizi aradık, bizi yönlendirmesi ile hareket ettik, aşı zamanı gelince randevu aldık aşımızı olduk. Tüm bu süreçlerde sağlıkçılarımız canla başla çalıştı. 21. yüzyılda doğal olarak çok şey değişti ama sağlık ocakları çalışma modeli, bilim ve teknoloji ile geliştirilip herkese, kişisel ve çevresel koruyucu hizmetleri sağlayabilirdi. Gönlümden geçen de o güzel sistemin yeniden canlandırılması. Aradaki fark bariz Tüm bu süreçte görüldü ki 1 Ocak 2012 tarihinde ülkemizde uygulamaya başlanan yeni yasa, eskiden sağlık ocaklarında olduğu gibi kapsamlı koruyucu sağlık hizmetleri verilmesini sağlamıyor. Sağlık ocakları dönemine yetişmiş bir halk sağlığı öğretmeni olarak aradaki farkı çok net görüyorum ve biliyorum. İlk defa 1963 yılında Muş ilinde uygulamaya konan, 224 sayılı “Sağlık Hizmetlerinin Sosyalizasyonu Yasası”, her yıl başka illeri de kapsayarak 1983 yılında tüm ülkede uygulanmaya başlandı ve günümüze kadar da yürürlükte kaldı. Sağlık ocaklarının anlayışı Neydi bu yasanın özü dersek öncelikle eşit, ücretsiz ve ulaşılabilir mesafede sağlık hizmetinin sunulması diyebiliriz. Özellikle kırsal alanda kurulan sağlık evleri ve sağlık ocakları ile bölge nüfusuna çok yönlü hizmet sunan bir ekip çalışması vardı. Sağlık evinde çalışan ebeler sağlık ordusunun en kahraman üyeleri idi. Tek başlarına 2 bin nüfuslu bölgelerinde başta bebek, çocuk ve kadınlar olmak üzere herkese koruyucu sağlık hizmeti götürüyor, aynı zamanda da toplumu eğitiyorlardı. Köy ve kasaba kadınları ebelerimizin arkadaşı, can yoldaşları idi. Ebe onların her sorununu bilir ve çözümler üretirdi. Kadınlar da ebeyi evlerinin bireyi gibi görür, pişirdikleri ekmeği, sağdıkları sütü onunla paylaşmadan edemezlerdi. Ebenin bağlı olduğu sağlık ocağı hekimi, hemşiresi ve diğer çalışanları ona her gereksinim olduğunda destek verirlerdi. Sağlık ocağı, bulunduğu bölgede, kişiye ve çevreye yönelik bütün koruyucu sağlık hizmetlerini uygulamaktan sorumlu idi. Bütün nüfusu tanır, ev ya da köy ziyaretleri yapar, sağlık hizmetlerini halkın ayağına taşırdı. Her yıl haziran ayında yapılan ev ziyaretleri sonucu gerçek nüfus, yaş grupları, cinsiyet vb. veriler toplanır ve bu bilgiler ışığında gereksinimler tespit edilir ve uygulama planlanırdı. Böyle olmazdı Aşılama bu çalışmalardan en önemlisi sayılırdı. Özellikle bebekler Sağlık Bakanlığı aşı takvimine göre zamanında aşılanır, bulaşıcı hastalıklardan korunur, böylece geçmişte yaşanan kızamık ölümleri de önlenmiş olurdu. Günümüzde bebek, çocuk aşıları, aile sağlığı merkezlerinde elbette tam zamanlı yapılıyor ama sadece kayıtlı olanlara yapılıyor. Oysa sağlık ocağı ekibi, aşılama haftasını planlar, köy köy, mahalle mahalle dolaşır, duruma göre o sırada kayıtta olmayan ve bölgeye misafir gelen çocukları da aşılar ve hedefin üzerinde aşılama yapılabilirdi. Böylece aşılama fırsatı kaçmamış olurdu. Bütün bunları neden anlattım? Ülkemizin kırsalında yaşayan 60 yaşında bir kadın tanıdığımın, beni telefonla arayıp “Bana aşı ne zaman yapacaklar” diye sorması sonrasında anlatma gereği duydum. “Senin sıran geldi, aşı olmadın mı?” dediğimde yanıt olarak “Kimse bize gelmedi, beni de çağırmadı” dedi. Eğitimi olmayan, internet kullanmayan bu kadınımız gibi çok sayıda yurttaşımız var. Onlar internetten randevu almaları ya da aile sağlığı merkezine gitmeleri gerektiğini bilmiyorlar. Aile sağlığı merkezine sordum, “Pandemi döneminde aşıyı randevu alanlara yapıyoruz” dediler. “Hizmet vermekle yükümlü olduğunuz yaş gruplarına aşı sırası geldiğinde, kayıtlardan bakıp randevu almayan, gelmeyenler için ne yapıyorsunuz?” dedim, “Bir şey yapmıyoruz” yanıtını aldım. Aşı karşıtları için Sağlık Bakanlığı ikna ekibi oluşturmuş, ziyaretler ile aşı yapılmasına gayret ediliyor ama habersiz olanlara ise hâlâ ulaşılmıyor sanırım. İş işten geçmiş değil Sağlık ocağı döneminde sağlık çalışanları, sorumlu oldukları nüfusu iyi tanıdıkları, kayıtları iyi tutup iyi takip ettikleri ve de sağlık ocağında yeterli aşı stokları olduğu için bana telefon eden kadınımıza mutlaka ulaşır, aşı için davet ederler ya da ev ziyareti yaparak aşı uygularlardı. 21. yüzyılda doğal olarak çok şey değişti ama sağlık ocakları çalışma modeli, bilim ve teknoloji ile geliştirilip herkese, kişisel ve çevresel koruyucu hizmetleri sağlayabilirdi. Gönlümden geçen de o güzel sistemin yeniden canlandırılması. TürkiyeABD arasında 1934 Antlaşması Sevgili dostum emekli Büyükelçi Süha Umar, Avrasya İncelemeleri Merkezi, AVİM’in https:// avim.org.tr/Yorum/ adresinde yayımlanmış bir makaleyi yolladı. Türkiye ile ABD arasında imzalanan bir anlaşma ve bunun sonuçları hakkında ilginç bir yazı. Bu yazıdaki bilgileri kısaltarak okurlarıma aktarıyorum. Yukardaki adresten orijinal metne ulaşılabilir. HHH Bilindiği üzere BakalianDavoyan davaları Birinci Dünya Savaşı sırasında Anadolu’da yaşayan ve sonradan Amerikan vatandaşı olan Ermenilerin mallarına el konulduğu iddiasıyla Türkiye Cumhuriyeti ve Türk makamlarına karşı açılan tazminat davalarıdır. Bu davalar ABD’nin Kaliforniya eyaletinde görülmüş olup yaklaşık dokuz yıl sürmüştür. Davalar sonucunda yerel mahkeme ve üst mahkeme her ne kadar farklı gerekçelerle de olsa her iki aşamada da davaların reddine karar vermiştir. Şüphesiz bu ret kararları hukuki anlamda çok önemli kazanımlardır ve emsal teşkil edeceklerdir. Ancak bu emsal davaların yanı sıra 25 Ekim 1934 tarihli TürkiyeABD Antlaşması işbu davaları hukuki yönden konusuz bırakacak nitelikte bir antlaşmadır. HHH ABD’de görülen bu tazminat taleplerine ilişkin davaların yasal dayanağı Kaliforniya Eyalet Meclisi tarafından 2000 yılında çıkarılan SB1915 sayılı yasadır. Bu yasa uyarınca, 19151923 yılları arasında Anadolu’da yaşamış olan ve Osmanlı Devleti’nin haksız uygulamalarından zarar gördüğünü iddia edenlerin ve/veya zarara uğrayanların alt soylarının Türk makamları aleyhine Kaliforniya mahkemelerinde tazminat davaları açmasının yolu açılmıştır. HHH Lozan görüşmelerinde Türk ve Amerikan heyetleri arasında tehcir ve savaş nedeniyle Anadolu’dan ayrılarak ABD’ye yerleşen ve ABD vatandaşı olan kişilerin tazminat taleplerinin giderilmesi konusu gündeme gelmiş ve heyetler bu konunun Lozan Antlaşması sonrası dönemde görüşülmesine karar vermiştir. 24 Aralık 1923’te oluşturulması kararlaştırılan komisyon ancak 15 Ağustos 1933’te İstanbul’da toplanabilmiştir. Taraflar arasında aylarca süren verimli görüşmeler neticesinde 13 taksitte olmak üzere 1.300.000,00 USD’nin Türkiye tarafından tazminat taleplerine karşılık ABD’ye ödenmesi hususunda anlaşma sağlanmıştır. Bu antlaşma aslında günümüzde görülen ve birçok tartışmayı da beraberinde getiren Ermeni asıllı ABD vatandaşlarının tazminat taleplerinin ne denli haksız ve yersiz olduğunu da ortaya koymuştur. Resmi adı “Metalibin Tesviyesine Mütedair İtilafname” olan antlaşma 25 Ekim 1934 tarihinde Türkiye ve ABD tarafından imzalanmıştır. Söz konusu antlaşma 2 Ocak 1935 tarihli ve 2896 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Tazminat Antlaşması metni Amerikan Kongresi’nde de 22 Mart 1935 tarihinde onaylanmıştır. Tazminat antlaşması sadece Ermeni asıllı Amerikan vatandaşlarına yönelik değil, 19151923 yılları arası Osmanlı vatandaşı olan ve tazminat almaya hak kazanan Rum, Ermeni ve Yahudileri de kapsamaktadır. Komisyon’da ABD adına antlaşmayı imzalayan Fred Kenelm Nielsen’in de belirttiği üzere antlaşma bir ülkenin vatandaşlarının diğeri aleyhinde halihazırda açılmış bütün tazminat davalarına son veren bir mahiyet taşımaktadır. Raporlar uyarınca, Komisyon tarafından 33 talep tazminat almaya hak kazanmıştır. Bu 33 talebin toplam bedeli ise 899.338,09 Amerikan Doları’dır. Görüldüğü üzere, bu miktar esas olarak belirlenen 1.300.000,00 dolardan da azdır. Bu gelişmeler çerçevesinde 1923 yılından başlayan TürkiyeABD arasındaki tazminat sorunu 1934 Antlaşması ile herhangi bir şüpheye yer vermeyecek şekilde sonlanmıştır. Dolayısıyla, ABD’nin Kaliforniya Eyaleti’ndeki SB1915 sayılı yasanın esasen ABD’nin imzalamış olduğu bir uluslararası antlaşma ile çeliştiği belirtilmelidir. ABD’nin hiçbir eyaletinde Türkiye ve Türk makamları aleyhine 19151923 yılları arasında doğduğu iddia edilen bir tazminat talebinin dava konusu yapılamaması uluslararası hukukun gereğidir. I. C lt 13,5x21 cm 488 Sayfa II. C lt 13,5x21 cm 504 Sayfa
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle