07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 25 NİSAN 2021 PAZAR [email protected] OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Mehmet’in zaferine işgalciyi ortak etmek AV. HÜSEYIN ÖZBEK TÜRKIYE BAROLAR BIRLIĞI BAŞKAN YARDIMCISI Birinci Dünya Savaşı’nın galibiyet ödülü Osmanlı İmparatorluğu’nun enerji zengini coğrafyası olacaktı. İngilizFransızRus bağlaşıkları “Hasta Adam” dedikleri Osmanlı’nın parçalanıp bölüşümü konusunda nihayet anlaşmışlardı. Boğazların ve İstanbul’un vaadi Rusları ikna etmeye yetmişti. Bağlaşıklara sonradan İtalya ve Yunanistan’ın da katılmasıyla Osmanlı’nın karadan ve denizden kuşatılması tamamlanmış oluyordu. 18 Mart 1915, Türkleri savaşın başında saf dışı bırakma senaryosunun saha uygulaması olarak tasarlanmıştı. Çanakkale Boğazı’nın iki yakasındaki müstahkem topçu mevzilerini susturan bağlaşık donanması İstanbul’a ulaşacak, başkenti düşen Türkler, büyük savaşın ilk aylarında devreden çıkarılacaktı. Yanlış hesap Çanakkale Boğazı’ndan geri dönecek, Mehmetler karadan toplarıyla denizden mayınlarıyla kibirli düşmana yol vermeyecektir! Anzakların kaderi 25 Nisan 1915 ikinci denemedir. Çanakkale’yi denizden geçemeyen düşman karaya yönelmiştir. Gelibolu’ya çıkarak Türk yığınaklarını söküp atacak, boğazı güvenceye aldıktan sonra donanmaya tam yol İstanbul diyecektir. İskenderiye ve diğer toplanma merkezlerinden gemilere doldurulan dilleri, dinleri, renkleri farklı bağlaşık ordusu 25 Nisan 1915’te karaya ayak basacaktır. Kumkale, Saros ve Beşige’ye yapılan çıkarma gösterileri Türkleri yanıltmaya, asıl çıkarma noktalarını perdelemeye yöneliktir. Bağlaşıkların bütün güçleriyle yüklenecekleri iki ana bölge Seddülbahir ve Arıburnu’dur. Seddülbahir’e çıkan 29. İngiliz Tümeni’nin ilk hedefi Alçıtepe, Arıburnu’na çıkan Anzak Kolordusu’nun ilk hedefi Kocaçimen’dir. Bu stratejik tepeler ele geçirildikten sonra ikinci ve üçüncü gün karaya çıkacak Fransız ve İngiliz piyade tümenlerinin de katılmasıyla Seddülbahir grubu güneyden, Anzaklar kuzeyden Eceabat’a yürüyeceklerdi. Plan gerçekleştiğinde Gelibolu’nun güneyi ele geçirilmiş olacak, topçu mevzilerinin de işgaliyle Boğaz, donanmanın geçişine hazır hale getirilecekti. Kâğıt üzerinde mükemmel görünen plan sahada bozulacaktır. İngilizlerin “kaderin Bu satırları yazmak zorunda kalmamızın nedeni, son dönemlerde ülkesini savunan Mehmetlerle işgalcileri eşitleme hastalığının yaygınlığıdır. Gelibolu Yarımadası’nı aylarca cehenneme çeviren, Mehmetlerin üzerine bomba yağdıran işgalciler, postmodern Troya seferine çıkmış Agamemnonlar, Odesiyuslar, Aşiller olarak neredeyse kutsanmakta; ülkemizi teşrifleriyle onurlandıran kahramanlar olarak selamlanmaktadır. adamı” olarak tanımladıkları genç Türk kurmayının inisiyatif ve iradesi ile Mehmetlerin süngüsü, Alçıtepe ve Kocaçimen’i, Gelibolu muharebelerinin sonuna kadar bağlaşıklar için ulaşılması imkânsız birer seraba dönüştürecektir! Bağlaşıklar, çıkarmanın ilk günü stratejik hedeflerine ulaşabilselerdi hiç kuşkusuz kısa sürede kazandıkları zaferle tarihe geçeceklerdi. Mehmetlerin imanı ve inancıyla kaderin adamının üstün sevk ve idaresi buna izin vermeyecek, Gelibolu’yu işgalciler için utanca dönüştürecektir! 25 Nisan sabahı Arıburnu’na çıkan Anzak birlikleri, sahildeki zayıf Türk savunmasını kırarak Kocaçimen’e yöneldiklerinde karşılarına, taarruzu değil ölmeyi emreden kaderin adamı çıkmasa idi, 57. Alay parıldayan süngüleriyle üzerlerine atılmasa idi hiç kuşkusuz tarih başka türlü yazılabilirdi! Ama o gün orada tarihin akışını değiştirecek kaderin adamıyla karşılaşmak Anzakların kaderiydi! Utanç dolu kaçış 25 Nisan’da Bigalı’da konuşlu 19. İhtiyat Tümeni Komutanı Yarbay Mustafa Kemal’in, süreç içinde Anafartalar Grup Komutanlığını üstlenerek, rütbesinin çok üstünde birliklere komuta etme ve inisiyatif kullanma yetkisine sahip olması muharebelerin sonucunu belirleyecek önemdedir. Kaderin adamının Anafartalar, Conkbayırı muharebelerindeki sevk ve idaresi, düşmanın zafer beklentisinin son kırıntılarını da yok edecektir. Ağustostaki kanlı çatışmalardan sonrası aralık sonuna kadar sürecek karşılıklı siper muharebeleridir. Ocak ayının ilk haftası ise gece karanlığında ayaklarının ucuna basan hırsız misali sessiz bir utanç içinde Gelibolu’yu boşaltma ve kaçıştır! ‘Kurtuluş’un önsözü Açığı olsun örtülüsü olsun Mustafa Kemal düşmanlarının ortak iddiası, Çanakkale Muharebelerinde etkisi ve inisiyatifi sınırlı küçük rütbeli bir subayın rolünün sonradan resmi tarih tarafından abartılmış olduğudur. O zaman bir başka ülkenin, üstelik hasım tarafın, üstelik Çanakkale Muharebelerine katılmış İngiliz tarihçi General Aspinall Oaglender’e kulak verelim: “Bir tümen komutanının üç ayrı yerdeki krize zamanında müdahale ederek sadece oradaki harbin gidişatını değil, bütün bir milletin kaderini, geleceğini değiştirmesi ve etkilemesini tarih çok nadiren kaydeder.” Mehmetler 4 yıllık savaş boyunca Arap Yarımadası’nda, Irak, Sina, Filistin, Suriye’de Kafkaslarda, Galiçya’da ölümüne vuruşurlar. Fakat bu muharebeler içinde Çanakkale’nin özel bir yeri vardır. Çanakkale için Kurtuluş Savaşı’nın önsözü denir. Çok doğrudur. 1912 Balkan yenilgisinin utancı Çanakkale’de silinmiş, gelecekte verilecek Kurtuluş Savaşı’nın lideri burada ortaya çıkmış, ülkenin ve milletin geleceği konusundaki genel karamsarlık burada giderilmiştir. Dilinden, ruhundan anlayan komutanların sevk ve idaresinde olduğu zaman Mehmetlerin neler yapabileceği, olmazları nasıl oldurabileceği de burada kanıtlanmıştır. Çanakkale Zaferi, Türk milletine ve onun üniformalı evlatları Mehmetlere aittir. Yine Çanakkale’nin onuru ve şerefi Mehmetlerin, yenilgisi ve utancı işgalcilerindir. Çanakkale ile ilgili tarihsel, kültürel, sanatsal, sinemasal çalışmaların çıkış noktası bu bakış açısı olmalıdır. Hiçbir ülke ve millet, ülkesini işgale kendisini köleleştirmeye gelmiş işgalci askerlerini kutsayacak, celladını mazur gösterecek ölçüde bilinç kaybı içinde olamaz. Tehlikeli algı Bu satırları yazmak zorunda kalmamızın nedeni son dönemlerde ülkesini savunan Mehmetlerle işgalcileri eşitleme hastalığının yaygınlığıdır. Gelibolu Yarımadası’nı aylarca cehenneme çeviren, Mehmetlerin üzerine bomba yağdıran işgalciler, Postmodern Troya seferine çıkmış Agamemnonlar, Odesiyuslar, Aşiller olarak neredeyse kutsanmakta, ülkemizi teşrifleriyle onurlandıran kahramanlar olarak selamlanmaktadır. Yine, ülkesinden, ailesinden uzak kalmış centilmenlerin trajik öyküleriyle mazur gösterilmekte, Mehmetlerle tütün konserve takası üzerinden sonuçta beraat ettirilmektedir! Kuşkusuz her kişinin kendine özgü bir trajik öyküsü, romantik düşleri olabilir. Düşünülmelidir ki Mehmetler Çanakkale’de bu centilmenlere yol verseydi, 1915’te İstanbul düşecek, Türkler esir alınıp ülkeleri işgal edilecek, Kurtuluş Savaşı verebilme olanağı yakalanamayacaktı ve Batılı beyaz efendinin sömürge kervanına katılmak zorunda kalacaktık. Barışa evet, algıya hayır Milletler arasındaki düşmanlığın kalıcılaştırılarak kuşaktan kuşağa aktarılması hiç kuşkusuz doğru değildir. Bunun yerine barışçıl bir söylem ve barışçıl ilişkiler tercih edilmelidir. İtirazımız, tarihsel gerçekliği tersyüz ederek Mehmetlerin analarının ak sütü gibi helal zaferine karşı tribünden ortaklar yaratmaya yönelik psikokültürel şırıngayadır. İtirazımız, halkı kolektif bilinç kaybına uğratıp mankurtlaştıracak yazılı, görsel, sinemasal toplum mühendisliğinedir! 106. yılında süngüleriyle Çanakkale Zaferi’nin yolunu açan Mehmetlere ve ebedi komutanları kaderin adamına saygıyla. Seni düşman göreni savunmanın zorluğu İnsanları bir araya getiren, grupları kaynaştıran, kitleleri seferber eden en önemli duygu, “korkudur”. Daha açık bir deyişle, “düşman korkusudur.” Dolayısıyla iktidarlar, siyasal/ideolojik gruplar ancak “ortak düşman” yaratarak ayakta kalırlar. Düşmanlıklar için kullanılan kimlik farklılıkları, aslında somut olarak çıkar çatışmalarına dayalıdır! Yani “düşmanlık” kimliğe dayalı, kimlikler arasında gibi görünür ama esas olarak “ortak çıkar çatışmalarından” “menfaatı paylaşma kavgalarından” kaynaklanır. (Son AKPFETÖ örneğinde olduğu gibi.) HHH “Düşman” kavramı, dünya üzerindeki sömürü ilişkilerini sürdürmekte çok önemli bir role sahiptir: Sovyetler çökmeden önceki “Komünizm” kimliğinin “birleştiriciliği”, “ayrıştırıcılığı” ve Türkiye’de de yaşanan “düşman belirleyiciliği” bunun en güzel örneklerinden biridir. Bu “kimlik savaşları” ve “düşman yaratma” süreçleri, bir ülkedeki çeşitli siyasal/ideolojik gruplar ve/ veya iktidarlar tarafından da aynı biçimde kullanılır: “Vesayet rejimi”, “Jüristokrasi”, “Darbeciler”, “Hainler”, “Dinsizler” adı altında düşmanlar yaratılır ve böylece grubun birlikteliği güçlendirilir. HHH Sevgili okurlarım, ben ömrüm boyunca, gerek genel olarak, din, dil, ırk ve siyasal/ideolojik kimliklerinden dolayı, gerekse özel olarak, bana yaptıkları haksızlıklardan, hainliklerden, attıkları kazıklardan dolayı, kimseyi düşman bellemedim. Ama beni düşman belleyen, ne yaparsam yapayım, ne kadar dostça davranırsam davranayım, onların da haklarını ve hukuklarını ne kadar korursam koruyayım, bana karşı düşmanlıktan vazgeçmeyen, beni sürekli olarak düşman gibi gören ve öyle davranan çok kişi ve grupla karşılaştım. Daha da kötüsü, kendilerini benimle aynı kimliğe sahip görenler tarafından, beni ve benim gibileri düşman görenlerin de haklarını, hukuklarını savunduğum için ağır biçimde eleştirildim, hatta suçlandım. Bütün bu eleştirilere karşı daima Demokrasiye, Hukuk Devleti’ne ve Tarihsel Gerçeklere sığındım: Ben kişilerle, insanlarla uğraşmam; ne kimseyi suçlarım ne de kimseyi savunurum: Sadece Demokrasiyi, Hukuk Devleti’ni ve Tarihsel Gerçekleri savunurum. HHH Demokrasi ve Hukuk Devleti bağlamında, Türkiye’nin, AİHM ve AYM kararlarına uyması gerekliliğini savunuyorum. Ne Ahmet Altan’ın ne Selahattin Demirtaş’ın ne de Osman Kavala’nın avukatıyım... Ama her üçü hakkındaki AİHM kararlarının uygulanmasından yanayım, çünkü Demokrasiyi ve Hukuk Devleti’ni savunuyorum. AİHM kararlarına Ahmet Altan konusunda uyulurken, Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş konularında uyulmaması yanlıştır. Onların da derhal tahliyeleri gerekmektedir. HHH Ermeni soykırımı iddialarının tarihsel gerçekler açısından yanlış olduğunu düşünüyorum. Bunu da uzun uzun “Tarihimizle Yüzleşmek” adlı kitabımda anlattım. Olay bir soykırım değil, Ermeniler ile Müslümanlar (Türkler ve Kürtler) arasında yaşanmış olan, kökü yüzyıllara dayanan bir karşılıklı kırım (mukatele) niteliğindedir. Aman dikkat edelim: Türkiye’deki Ermeniler bizim kardeşlerimizdir ve azınlık oldukları için, hakları, canları, malları, güvenlikleri, özel bir dikkatle korunmalıdır. Hrant Dink olayının acısı hâlâ yüreklerimizde çok tazedir. HHH Sevgili okurlarım, ben, beni düşman görenlerin haklarını da savunurken, onlardan aynı davranışı görmeyeceğimi bilecek kadar da deneyimliyim; üstelik hem ülkemi hem de insanları iyi tanıyorum. KHK’lilerin haklarını savunurken, Fethullahçıların bana saldırmalarını gayet doğal karşılıyorum. Ahmet Altan’ın düzgün yargılanması gerektiğini savunurken, Birinci Silivri Trajedisi Dönemi’nde, iftiralarıyla binlerce kişinin hayatını karartan, Cumhuriyetin en önemli kurumlarını çökerten, pek çok değerli kişinin ölümüne neden olan FETÖ’cülerin ve onlara destek veren İkinci Cumhuriyetçilerin (sözde liberal solcuların) beni düşman bellediklerini ve bana karşı düşmanca davrandıklarını biliyorum. Çünkü biliyorlar ki onların da haklarını, onlardan yana olduğum için değil, tam tersine, onların yıktıkları Hukuk Devleti’nden yana olduğum için savunuyorum. HHH Özetle, benim hiçbir gruptan, hiçbir kimlikten, hiçbir beklentim yok: Sadece Demokrasiyi, Hukuk Devletini, Tarihsel Gerçekleri savunuyorum. Bunlara karşı çıkanların ve bana saldıranların kendi mahallelerindeki siyasal/ideolojik sapmaların kurbanları olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle beni herkes de eleştirse, bu tutum ve davranışımı değiştirmeyeceğimi biliniz! Performansı kanıtlanmış TPO membran sistemi. Sosyal, ticari, kamu yapıları ve sanayilojistik tesislerin çatıları için.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle