27 Nisan 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SÖYLEŞİ 9 12 NİSAN 2021 PAZARTESİ NEDEN PROF. DR. EVREN BALTA? Lisans derecesini Ankara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden aldı. Yüksek lisansını ODTÜ Sosyoloji Bölümü’nde tamamladıktan sonra Columbia Üniversitesi School of International and Public Affairs bölümünde ikinci bir yüksek lisans yaptı. Doktorasını CUNY The Graduate “Rusya ve Türkiye’de Devlet Kapasitesi ve İç Çatışma” başlıklı tezi ile siyaset bilimi alanında aldı. Çeşitli uluslararası ve ulusal dergilerde yayımlanmış makalelerinin yanı sıra Türkiye’de Devlet, Ordu ve Güvenlik Siyaseti, Tedirginlik Çağı gibi kitapları var. Araştırmaları Fulbright, Mellon Vakfı, Social Science Research Council, American Association for University Women ve TÜBİTAK tarafından desteklendi. Darbe tartışmaları, öne çıkan korkular, bir yanda virüs ölümleri, ekonomik kriz, siyasetin çıkmazları önümüzde dururken bize de çalışmaları siyasal şiddet, güvenlik ve ulusötesi siyaset alanlarında yoğunlaşan Özyeğin Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Balta’ya sormak kaldı. Yaratılan krizler kutuplaşmanın sınırlarını yeniden çiziyor 4 AKP’yi iktidara taşıyan, iktidarını sürdüren, ideolojik omurgası diyebileceğimiz en temel şeylerden biri askerin dilsiz olması. 4 Askerlerin iktidarın sözüne karşı bir söz söylemesi hem gerçek bir korkuyu tetikliyor hem de siyasi olarak çok kullanışlı bir alan. 4 Mevcut iktidar, otoriterliğin askeri vesayet boyutuna dikkat çekip demokrasiyi buradan kurdu. Ama bu, otoriterliğin sivil alanda yeniden kuruluşunu mümkün kıldı. n Evren Hanım, her sabah güne başka bir tartışmayla başlıyoruz. Biz uykudayken gece yarısı Merkez Bankası başkanı değişiveriyor. Bir bakmışsınız 128 milyar dolar buhar oluyor. İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçiyoruz, amirallerin açıklaması “buram buram darbe kokan bildiri” damgasını yiyor. Sürekli olağandışılığın hüküm sürdüğü bir şok politikasıyla karşı karşıyayız. Bu noktada ülkenin fotoğrafıyla ilgili genel bir değerlendirmede bulunur musunuz? Genel olarak çoklu bir kriz dünyasında yaşadığımız söylenebilir. Küresel bir salgının ortasındayız. Ama aynı zamanda hem kurumsal hem siyasi hem de ekonomik bir krizin içinden geçiyoruz. Bu krizlerin pek çoğu sistemsel ve küresel. Mevcut iktidarlar bu krizlere ellerinde uzun dönemli bir reçete olmadan, günü belki en çok o ayı kurtarmaya çalıştıkları kısa vadeli yanıtlar veriyor. Bu, gündelik yanıtlar ise mevcut krizleri çözmek bir yana, onu derinleştiriyor. Kriz her yerde var. Ancak güçlü kurumları olan ülkeler bu krizlerin bir kısmından daha az yara alabiliyor. Türkiye’nin en önemli dezavantajı ise bu çoklu kriz dünyasına ciddi bir kurumsuzlaşma sürecinden geçerek girmiş olması. Kurumsallaşmanın erimesi yönetimsel rasyonalitenin de kaybolması anlamına geliyor. Kurumsallaşmanın en fazla eridiği alanlar, örneğin ekonomi yönetimi gibi, krizi daha derin yaşıyor. Türkiye’nin salgın yönetimi de bir miktar böyle. Tüm iktidar enerjisi, krizin o anlık hasarını atlatmaya, krizden kendisi hasar almadan çıkmaya yönelmiş durumda. Krizle yönetmek bir yönetişim taktiği n Çoklu kriz ortamı dediniz. Önümüzde gerçek bir sorun var: Salgın. Geri kalana baktığımızda iktidarın her konuda bir inatlaşması söz konusu. Kanal İstanbul, İstanbul Sözleşmesi ve laiklik tartışmalarından faize... Bu inatlaşma iktidarın davranış biçimiyle ilgili ne söylüyor? Krizi sadece dışsal bir olgu olarak görmemek gerekiyor. Bir yandan evet, bütün dünya büyük bir dönüşüm sürecinProf. Dr. Evren Balta VEDAT ARIK HİÇBİR SUSKUNLUK KALICI DEĞİL n Müthiş bir yoksullaşma ve yoksunluk var. Belirsizlik hüküm sürüyor. Yarın kestirelemiyor, öngörülemiyor.. Bu, iktidara bir alan açıyor mu? Ne yapıyor toplum, güce “gözünü üzerimden ayırma” mı diyor? Artık bütün kolektif güvencelerimizi kaybetmiş bir toplumsallıktan geçiyoruz. Sadece Türkiye de değil. Ne kariyerlerimiz hayat boyu, ne evliliklerimiz, ne arkadaşlıklarımız… Her şeyin sürekli değiştiği bir toplumsallıktayız. Üstelik hiçbir şeyi kadere havale etmiyoruz. Bu anlamda dindar olalım ya da olmayalım, aslında hepimiz seküler davranıyoruz. Bir taraftan kalıcı olan her şey yok oluyor, ama öte taraftan da büyük bir kontrol arzumuz var. Ama kontrol edebilme kapasitemiz çok düşük. İşte o aradaki boşluğu dünyanın her yerinde karizmatik liderler dolduruyor. Üstelik bu liderlerin başına kötü şeyler geldikçe, örneğin iktidarı kaybedince, itiraz edildikçe pek çok insan kendi hayat öyküsüyle o siyasal liderlerin hayat öyküsü arasında bir benzerlik kuruyor. Belki de kendi hayat öyküsünü onun siyasi öyküsünde aklıyor, temize çekiyor. Bu çoklu kriz ortamında bu liderler geçici de olsa, yanıltıcı da olsa bir şekilde bir güven duygusu tesis ediyor. Nitekim dünyanın her yerinde temel bütün kurumlara yönelik çok ciddi bir güven kaybı da var. O güven kaybının yarattığı boşluğu bu liderler dolduruyor. n Herkesin susturulmaya çalışıldığı bir ortamda düşüncelerimizden vazgeçeceğimiz bir suskunluk sarmalına mı kapılırız sonunda? Yoksa tersi mi? Bize kendi ömrümüz içinde çok haklı olarak çok uzun gelen dönemler, aslında çok uzun bir dönemin çok küçük bir parçası; insanlık tarihinin bize öğrettiği gibi, hiçbir siyasal sistem kalıcı olmadığı gibi, hiçbir suskunluk da kalıcı değil. den geçiyor. Ama öte yandan krizler aynı zamanda yaratılan ve icra edilen süreçler. Krizle yönetmek bir yönetişim taktiği de aynı zamanda. Nitekim her kriz, o krizi yaratanın arzu ettiği biçimde siyasi tartışmanın şartlarını belirliyor. Farklı siyasi aktörleri iktidarın çerçevesini çizdiği bir oyuna ortak ediyor. Kriz performansı bütün popülist iktidarların ortak özelliği. Ancak tabii bu yaratılan krizlerin ne olacağını siyasal iktidarın temel siyasal referansları büyük oranda şekillendiriyor. Bizde bu krizler hep üç eksen üzerinden ilerledi; dinin, ordunun ve kadınların toplumsal hayattaki rolü. Bu üç aktörün toplumsal ve siyasal rolleri hem toplumsal fay hatlarını harekete geçiriyor ve hem de üçü de çok doğrudan iktidarın ideolojik bagajı ile ilişkili. n Amirallerin gözaltında tutulması, açıklama yayımlanır yayımlanmaz “Aynı FETÖ taktiği”, “28 Şubat’ı hatırladık” yollu açıklamalar, hiçbir şekilde 27 Mayıs’ı bile konuşamamak... Darbe paranoyasının seçmende bir karşılığı var mı, yoksa bu stratejinin sonuna geldik mi? Aslında bu bir önceki sorunuzla çok doğrudan ilişkili. Yaratılan krizlerin bir karşılığının olması gerekmiyor. Bu krizler iktidarın siyasal referansları üzerinden toplumsal kutuplaşmanın sınırlarını yeniden çiziyor, tehlikenin hâlâ orada olduğunu, kaybolmadığını kamuya hatırlatıyor. Mevcut iktidarın rasyonalitesinin en temel unsurlarından biri askerin dilsizleştirilmesi. AKP’yi iktidara taşıyan, iktidarını sürdüren, belki de onun ideolojik omurgası diyebileceğimiz en temel şeylerden biri askerlerin/ordunun tamamen dilsiz olması. İktidarın temel demokrasi söylemi de esasen askerin dilsizleşmesi ve seçilmiş sivil otoriteye tamamen tabii olması üzerinden ilerledi hep. AKP seçim kazandıkça ve iktidarını sağlamlaştırdıkça da Türkiye demokrasinin en büyük ve hatta tek sorunu asker olarak kodlandı. Üstelik 15 Temmuz bu kehaneti büyük oranda doğruladı. Dolayısıyla askerlerin, emekli ya da değil, iktidarın sözüne karşı bir söz söylemesi hem gerçek bir korkuyu tetikliyor hem de siyasi olarak çok kullanışlı bir alan. Otokratikleşmenin tek bir kaynağı yok n Askeri dilsizleştirirken, güvenlik politikalarına bu kadar abanmak bir çelişki değil mi? Ben burada bir çelişki görmüyorum. Bilakis şöyle bakmak lazım: Otokratikleşmenin tek kaynağı yok. Askerin gücü otoriter sistemlerin bir boyutu. Bir diğer boyutu ise güçlü, merkezi ve denetlenmeyen bir yürütme aygıtı olması. Türkiye’de otoriterlik hep bu iki kanaldan ilerledi. Mevcut iktidar otoriterliğin askeri vesayet boyutuna dikkat çekip demokrasiyi buradan kurdu. Ama tam da bu, otoriterliğin sivil alanda yeniden kuruluşunu mümkün kıldı. Çünkü sivil otorite çok güçlü gördüğü askeri otoriteyi yenmek için her seferinde halka döndü ve daha fazla yetki istedi. Bu, güçlü ve denetimsiz yürütmenin meşruiyetinin ana kaynağı oldu. Türkiye’de güçlü ve denetimsiz yürütme aygıtı inşasının bir diğer meşruiyet kaynağı ise “güçlü ve yükselen Türkiye” sloganı. Bu üst anlatı, iktidarın farklı siyasi kimlikleri ve farklı çıkar gruplarını kendi projesine ortak edebilmesinin yolunu açtı. Yani esasen iktidar, ordunun dilsizleştiği bir ülkenin kabuğuna çekilen bir ülke olmayabileceğini, hatta sivil iktidarın çok daha güvenlikçi olabileceğini gösterdi. Şunu unutmayalım ki Türkiye’de güvenlikçi politikalar konusunda iktidarın kendi tabanını aşan çok geniş bir uzlaşma var. TEMEL TEDIRGINLIK: YARIN AÇ KALACAK MIYIM? n “Tedirginlik Çağı”nın yazarı olarak söyler misiniz, Türkiye’de insanı en çok ne tedirgin ediyor? Tek bir tedirginlik yaşıyoruz diyemem. Yaşadığınız tedirginliği büyük oranda sahip olduğunuz kaynaklar belirliyor. Toplumsal sınıfınız belirliyor. Bu, siyaset biliminde çok kullandığımız klasik bir çerçeve aslında. Gelir düzeyi düştükçe ana endişe ekonomi; gelir düzeyi yükseldikçe temel endişeler daha değerlerle ilgili olmaya, nasıl bir dünyada yaşamak istediğiniz ile ilgili olmaya başlıyor. Bu gerilim, demokrasinin temel gerilimlerinden birisi. Örneğin salgın döneminde işinizi kaybettiyseniz, ekonomik kriz döneminde işinizi/gelirinizi kaybedeceğinize dair bir endişeniz var ise maddi hayatınız temel kaygınız tabii ki. “Yarın aç kalacak mıyım” sorusu neredeyse evrensel bir biçimde, tarihin her döneminde temel tedirginlik kaynağı. Bazı toplumlar, örneğin güçlü refah devletlerinin olduğu toplumlar, bu endişeyi gidermede daha başarılı. O toplumlarda demokratik değerler de daha iyi köklenebiliyor. Hepimiz yoksullaşıyoruz n Yani salgından ötürü “Yarın ben ölür müyüm” değil, “Yarın aç kalır mıyım” sorusu öncelikli... Belirli gruplar için sadece Türkiye’de değil, dünyanın her yerinde öyle olduğunu düşünüyorum. Yani ekonomi böyle devam ederse çalışma yaşındaki bir insanın işsiz kalma olasılığı çok yüksek ama Covid olup ölme olasılığı çok yüksek değil. İşini kaybetme riski ile karşı karşıya kalan biri “Evin temel geçim kaynağıyım, işimi kaybedersem hepimiz aç kalacağız, öleceğiz” diye düşünüyor. Daha üst sınıflara geldikçe, gelir düzeyi yükseldikçe, işini kaybetme kor Pek çok kaynağı var. İlki ekonomi kusu daha çok yerini hastalık korkusu yönetimindeki sorunların dışsallaştırılna bırakıyor. Özellikle beyaz yakalıların ması. Diyor ki iktidar “Ekonomiyi iyi habüyük bir kısmı evden çalışmaya geç le getirebilirim ama faiz lobisi gibi birtiği için bunu söylemek mümkün. Ora takım güçler bunu yapmama izin verda bir sınıfsal çatışma var. O çatışma miyor.” Bu, sorumluluğun sürekli dışyı pek çok hükümet teşvikler, ekono sallaştırılması durumu, hemen her mik paketlerle çözmeye çalışıyor. Ama alanda zaten iktidarın temel söylembu çok ciddi bir ekonomik daralma ve sel stratejisi olduğu için, gerçek olmauzun dönemli işsizlik sorunu ile yüz yü sa bile iktidar tabanı tarafından benimze olduğumuz gerçeğini deseniyor. Bir diğer kaynağı ise giğrlerşliaıaikintnştaolmteiblintmdraıomşesşemınaivnkylreiıeaokıfslnrrbaıri.innuerzMaıdnmfnaeuedhaenvaçlncayğbeuraıöirtnisiekimtiddiakkatHoisdndeaauridrkşsiekpmiictyialeayearSksütnkiiyezszebaütioniçsörrvdeiuzdaibtnerekiu:ndliltBkiaikhlkaie.lreierTsgşkpiüsnıerroukenkibntikyale1oe0d.n’dyadueıeşllreenlkemrbdriçduazeröemihvyyzcacoaleeuukreck,tlgkea.akeikşÇmr“msıiömEzeaezdv.eybneeSbiutnnheiilekaskçerolmtcoeiizedeçigkanöertabilmiş olmasıydı. mayı tercih etti. Diğer tarafı ise ne başka aktör yok.” Salgınla perçinleredeyse vatandaş olmayan olarak n Aslında bugünnen ekonomik kriz, kodladı. Şimdi muhalefet bir or lerde yapılan bazı şimdi bu resmi kök tak iyiden bahsettiği, dilini yu anketlerde de “çöten değiştiriyor... muşattığı, uzlaşmacı bir siya zecekse o çözer” cen Ne değişiyor? set güttüğü zaman, kendi vabına rastlıyoruz. Korku ve güvencesiztabanından tepki Basit gibi gözüken lik toplumu nasıl dögörüyor. ama üzerinden bütün bir nüştürür? siyasal sistemin kuruluşunu Türkiye’de çok ciddi bir ekoanlayabileceğimiz bir cevap bu. nomik daralma yaşanıyor. Çok küçük Çünkü bu cevap seçmenlerin partilerbir azınlık dışında hepimiz yoksullaşı le kurdukları ilişkinin niteliğinden bilgi yoruz. Üstelik göreli bir refah dönemin alma mekanizmalarının şekillenmesine den sonra bunu yaşıyoruz. Klasik ola kadar onlarca değişkeni içeriyor. Ama rak siyaset bilimi alanında biz en çok temel mekanizması kutuplaşma ve parseçmenlerin ekonomik performansa oy tizanlık. Türkiye’nin bugün siyasal sisverdiğini söyleriz. Ama bu performans teminin en önemli özelliği seçmenlerin her zaman görelidir. Yani seçmenler siyasal partiler üzerinden kutuplaşmadaha önceki dönemlere göre ekonomi sı. Kutuplaşma siyasal tercihimizin obnin iyiye gidip gitmediğini değerlendi jektif durum üzerinden değil, sübjekrir. Şimdi iktidar kendi döneminin en tif algılarımız üzerinden şekillenmesine kötü ekonomik performansını sergili olağanüstü katkıda bulunuyor. Siyasal yor ama bu, sandıklara yansımıyor. partilerle kurduğumuz ilişkinin de iki n Yansımamasının akla, mantığa boyutu var. İlki pozitif partizanlık, belirli uygun bir nedeni olmalı.. siyasal partilerle ve/veya liderlerle çok güçlü duygusal bağlar kuruyoruz ve bunun performans üzerinden değişmesine izin vermiyoruz. Bir kere bu bağ kurulduktan sonra neredeyse takım tutar gibi bir ilişki oluşuyor. İkincisi ise negatif partizanlık. Şu an Türkiye’de oy verenlerin önemli bir kısmı, belirli bir partiyle kurduğu pozitif yakınlıktan daha ziyade diğer partilerle kurduğu nefret ilişkisi üzerinden siyasi davranışlarını belirliyor. O yüzden de oy tercihlerinde performansa bağlı geçiş çok kolay olmuyor. Mesela “Ne olursa olsun AKP’ye oy veririm” diyen kitle düşüyor. Yani aslında AKP’den uzaklaşıyor ama “Asla CHP’ye oy vermem” diyen ve negatif kimliklenen kitle aynı kalabiliyor. Geçişkenliklerin artması için negatif kimliklenmenin düşmesi lazım. Kutuplaşma azaltılmalı n Öyleyse bugünkünden farklı tablo beklemek bir hayal.. Farklı bir sonuç yaratabilmek için kutuplaşmayı azaltıcı stratejiler çok önemli. Örneğin son dönemde bazı anket sonuçlarında negatif kimliklenmenin azaldığını gözlemledik. Özellikle muhalif partilere yönelik. Bunu mümkün kılan şey muhalefetin iktidarın söylemsel çerçevesinden çıkmasıydı. Ama yeterli değildi. Kutuplaşma öyle bir noktada ki her grup diğeri kazandığı takdirde ayrıcalıklarını da kaybedeceğini düşünüyor. Özellikle iktidar partisi seçmeni arasında bu korku yaygın. Oyunu değiştirdiği takdirde sahip olduğu ayrıcalıkları, maddi kazanımlarını, siyasal ağlarını kaybedeceğini düşünüyor. Seçim zaferlerinin arkasında bireysel tercihler kadar harekete geçen pek çok ağ var. Hemşerilik ağları, meslek ağları, mahalle ağları gibi... ‘ORTAK IYI’ KURGULANMALI n Seçmenler kaybetmekten korkunca daha mı konsolide oluyor? Tabii ki. Örneğin ekonomiye bakın. Ekonomik büyüme tek başına bir ortak iyi değil. Onu nasıl dağıttığınız, pastayı nasıl bölüştürdüğünüz önemli. Bölüştürülecek pasta daraldıkça o pastadan kimi çıkaracağınız önemli. Özellikle ekonomik kriz döneminde hiç kimse pastadan çıkmak istemiyor. Çıkmaması da kendi çıkarlarını savunduğunu düşündükleri grubun, başarısız bile olsa, iktidarda kalması ile ilgili. Bu da başarısız performans sergilese dahi hükümete olan desteğin çok radikal bir biçimde azalmamasının başka bir nedeni. Burada önemli olan bu sorunlar arttıkça muhalif aktörlerin o pastayı yeniden “ortak iyi” olarak kurgulayabilmesi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle