05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 30 MART 2021 SALI [email protected] OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Anadolu’da bir kızım var PROF. DR. AYŞE YÜKSEL ÇYDD GENEL BAŞKANI Yıl 1997, Türkân Hocam ile beraber mülki idare amirleriyle birlikteyiz. Öğreniyoruz ki Pervari’de kızlar liseye devam etmiyor. Nasıl olur! Üstelik o yıl Cumhuriyetin önemli kazanımlarından biri gerçekleşmiş, ilköğretim zorunlu olarak sekiz yıl olmuştu. Kırsal alanda yaşayan birçok ailenin zorunluluktan haberi olmayabilirdi, kızlarını altıncı sınıfa göndermeyebilirlerdi. Liseye gidebilmek için önce altı, yedi ve sekizinci sınıfa gitmek gerekiyordu. Okullulaşmalarında, eğitim bursu vermek kızlarımızı güdüleyebilirdi. ÇYDD olarak, o yıl eğitimöğretim dönemi başlarken Pervari’de, 6. sınıfa devam eden, burs verdiğimiz on yedi kız öğrencimiz oldu. Yıl boyunca onlarla mektuplaştık, başarılarına tanık olduk. Küçük bir eğitim bursu kızlarımızda heyecan, istek oluşturmuştu. Kendi kendine yetebilen genç kadınlarımız, kendileri, aileleri ve çevreleri için iyi örnek, rol model olarak, Atatürk Cumhuriyeti’nde barış içinde, İstanbul Sözleşmesi’nin varlığının önemini savunarak, 21. yüzyılın gereksinimlerini öğrenmeye çalışarak kendi ayakları üzerinde duruyor. Türkân Hoca’nın emeği Ertesi yıl, Tunceli Valiliği’nden gelen 200 kız öğrenci evrakı ile “Tunceli’de Bir Kızım Var Öğretmen Olacak” hayaline, başka ilçelerde burs bekleyen kızlarımızı da katarak ve başka destekçiler de bularak 417 öğrenciye burs verebildik, üçüncü yılda 700’e yaklaşmıştık. 2000 yılının şubat ayında, bursiyer kızlarımızın bir kısmı ile tanışmak istedik, derneğimiz adına yola çıktım. Karlı kış günlerinde Ardahan, Kars, Ağrı illerinde burs alan kızlarımızla tanıştım, heyecanlarını gördüm, yaşadıkları zorlukları fark ettim. Dönüşte, Türkân Hocama, kız öğrencilere burs desteğinin çok kıymetli olduğunu anlattım, o da hayal kurdu “Bu yıl 5 bin öğrenciye burs veriyoruz” deyiverdi. Şaşırmıştım, çok büyük bir sayı idi, büyük bir bağış gerekiyordu, nasıl bulabilirdik! Türkân Hocam, her zamanki kararlılığıyla bu projeye emek verdi ve bağışçı bulundu. Çok sevinmiştik. Bağışçı kurum ile çalışmaya başladık. Kalkınmada öncelikli illeri belirledik, kız öğrenci sayılarını hesapladık, 5 bin bursu 33 ilin 138 ilçesine paylaştırdık. Valilere mektup yazdık, projeyi anlattık, katılmak istedikleri takdirde istenen evrakı listeledik. Postacılar, her gün evrak zarfı taşıyorlardı, henüz bilgisayarımız yoktu, her işi elle yapıyorduk. Haftanın üç günü, evrak, burs paralarını hazırlıyor, diğer iki günü burs dağıtım törenleri için bağışçı kurumla birlikte illere gidiyorduk. Vali, kaymakamlar, milli eğitim müdürleri, veliler ve bursiyer kızlar bir arada çok heyecanlı törenler yapıyorduk. Çalışmalarımız basında da yer alıyordu, ülkemizde heyecan ve mutluluk dalgası başlamıştı; ekonomik yetersizlikler nedeni ile okuyamayan kız çocukları için bir çözüm bulunmuştu. Meslek sahibi kadınlar Yıllar içinde, başka başka kurumlar da bu projeye destek oldular. Burs verilen kız öğrenci sayısı arttı, yıllar içinde de bireysel bağışçılar kız öğrencileri okutmak için seferber oldular. Liseyi bitiren kızlarımız üniversiteyi kazandıkları takdirde bursları devam ediyordu. Onların mezuniyeti ile seviniyor, doktor, öğretmen, mühendis kısaca meslek sahibi kadınlar yetiştiriyorduk. Halk sağlığı sorunu Yaptığımız değerlendirmede, liseli kızlarımızın üniversiteye yerleşme başarısı yüzde 20’yi geçmiyordu. Bu çok düşüktü, başka bir destek daha gerekiyordu. Lise son sınıf öğrencilerine üniversite sınavına hazırlık desteği vermeye karar verdik. Uzmanlardan görüş aldık, kurumsal bir çalışma olabilmesi için Sarıyer Akademi ile görüştük, bu konuda gönüllü desteği sağladık, mezun öğretmenlerimize ulaştık, her birinin takip edeceği öğrencilerimizi belirledik, kız öğrencilerimizi üniversite sınavında destekleyici programa başladık. Gönüllü bir seferberlik başladı adeta. Kızlarımızın bu destek ile hayal ettikleri bölümlere yerleştiklerini gördüğümüzde biz de çok sevineceğiz. Ne yazık ki ekonomik koşulları yetersiz bölgelerde ortaeğitime devam eden öğrencilerimize yaptığımız deneme sınavında başarı notu açısından hemen hemen hepsinin kötü durumda olduğunu gördük. Bu da bize, ülkemizde eğitime verilmesi gereken önemi gösterdi bir kez daha. Destek çalışmalarının başarıya ne ölçüde katkı vereceğini önümüzdeki deneme sınavlarında göreceğiz. Derneğimizin eğitim bursu ve kişisel gelişimine katkıları ile mezun olan, kendi kendine yetebilen genç kadınlarımız, kendileri, aileleri ve çevreleri için iyi örnek, rol model olarak, Atatürk Cumhuriyeti’nde barış içinde, İstanbul Sözleşmesi’nin varlığının önemini savunarak, 21. yüzyılın gereksinimlerini öğrenmeye çalışarak kendi ayakları üzerinde duruyor. Şiddet çok önemli bir halk sağlığı sorunudur, önlenmesi için İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlükte olması şarttır. Cumhuriyet’in burcundaki baykuş GANİ AŞIK E. CHP KAYSERİ MİLLETVEKİLİ/MÜFTÜ Başlıktaki baykuş, Yunan mitolojisinde Minerva diye anılan, baştanrı Zeus ve hikmet tanrıçası Metis’in oğlu Athena’nın sembolü, Sinan süslemesi, imgesel anlamlar içeren baykuş değil, halk kültüründeki uğursuzluğun simgesi baykuştur. Anadolu’da mazlum, zalime “Ocağında baykuş ötsün” der. Halkın hayra yormadığı baykuş, yazıda dinin siyasileşmesi/siyasetin dinileşmesi, yolsuzluklar, yargıdaki güven sorunu, eğitimin medreseleşmesi, Gazi Meclis’in yetki ve itibar kaybı yanında iktidarın, tarikatlar ve milli bekamızla ilgili planlarının sembolü olarak anlaşılmalıdır. Toplumsal zemindeki sarsıntı Dinle siyasetin iç içeliği, kudsiyetinde ve ilahi itibarında yıkıcı tahribatlara yol açar. Türkiye bunu yaşıyor; İslamın hikmet ve sevgi kaynakları kurutuldu, birleştiriciliği zaafa uğratıldı. Yeni nesil, “Müslümanlık bu mu?” ikilemi yaşıyor. Türkün büyük talihi Atatürk, Diyanet’i, İslamın taassuptan arındırılması ve din yolu ile toplumsal birliğin sağlanması beklentisi ile kurdu. Kurumun görev tanımını yapan hukuki düzenlemeler de bu doğrultuda. Uygulamada ise Diyanet, devletin ve kendisinin kurucusuna, siyasi İslam modasına uygun olarak Sibirya iklimi gibi soğuk, Emevi/İhvan çizgisindeki iktidarın hizmetinde. Bu, kanayan yaramız. Eğitimin “milliliği” laik temelde anlam kazanır. Batı, ulaştığı uygarlık düzeyini, cennet borsası kuran papa ve papazlara 300 yıl önce bayrak açmasına borçlu. Bizde, CumhuriyeTürk ulusunu, ortaçağ karanlığına sürükleyerek tarih sahnesinden silecek bu pervasızlığı demokratik yollarla püskürtmek için İsrafil’in suru üflemesi daha ne kadar beklenecek? tin ilanı ile yeraltına inen tarikatlar, 100 yıl sonra, eğitimi de devleti de kontrolüne alabildi. Amiral’in, tarikat dergâhındaki hazin görüntüleri, güneşin batıdan doğması gibi dehşetengiz. Aman Allahım!.. “Mülkün Temeli Adalet”in, yargı üzerinden baskılanması, Osmanlıcı iktidarın Cumhuriyetle hesaplaşmasını kolaylaştırıyor. Yargıtay’ın AYM’ye üye seçiminde Saray’la uyumluluğu ve Danıştay’ın, ırkçılık barındırmayan ANDIMIZ’a ilişkin kararı, Yüksek Yargı ile ilgili kaygıları derinleştirdi. HSK’nin, iktidarın “ilgilendiği” davalarda, yasa ve vicdani kanaatleri doğrultusunda hüküm veren hâkim ve savcılar üzerindeki vesayeti ciddi bir sorun. Hırsız müminler (!) Tunceli’nin “haram yemez” komünist belediye başkanından da utanmıyorlar. Başkan “İhale ile belediyemize 1.5 milyon TL’ye mal olacağı hesaplanan işi, kendi imkânlarımızla 600.000 TL maliyetle yaptık” dedi. 180 kez değiştirilen ihale yasası ve ekleri ile soygun, tufana dönüştü. Bu yağma yanında, Nuh Tufanı (Hud Suresi, 4044) yaz yağmuru. Cumhuriyeti kuran kadroların cenazelerini belediyeler kaldırmıştı. Vefatlarında ceplerinden 5, 10 lira çıkıyordu. Bu altın neslin bir kısmı da Hazine’nin başındaydı. “İslamcı” iktidar dönemi zenginlerine kıyasla Karun’a fitre/zekât verilebilir. “Gazi Meclis” unvanına sahip milli iradenin kâbesi, bütçe yapamayan, güvenoyu veremeyen, hükümeti sorgulayıp gerekirse düşüremeyen, bakanlara (sekreteryaya) yönelttiği sorulara yanıt alamayan, devlet harcamalarına mercek tutamayan dekora dönüştürüldü. Darbeci Evren’in kapattığı 16. dönem parlamentosunda bakanlar, milletvekillerine ceket iliklerdi. O talihsiz Meclis’in sadece 39 aylık üyesi olarak, 40 yıldan beri bahtiyarlık ve hüzün, çileli bağrımın barınağında. Devlet nereye? AKP, Milli Mücadele’ye karşı, Atatürk ve silah arkadaşlarına ölüm fetvası verenleri kutsadı. TSK’nin subay ve astsubay okullarını irticaya açtı. Bu adım, yanlış yorumların tersine “üç beş oy için” değil, Türk ordusunun milli damarını kurutmak içindir, yirmi yıldır yaptıkları ve bilinen hedefleriyle de uyumludur. Ata’nın ismi kurumlardan, birtakım Arap şeyhleri istediği için silueti madalyalardan silindi. Haçlı madalyadan değil de Atatürk’ten rahatsızlıkları, laik Cumhuriyetimiz yüzünden. Soydukları tebaaları da böyle bir rejim isterse halleri nice ola... Hz. Muhammet’in komuta ettiği savaşlarda görünmeyen melekleri, Atatürk’ün dehasını gölgelemek için Çanakkale Savaşı'nda çarpıştırdılar, Milli Mücadele’yi önemsizleştirdiler. Kendisine, muhterem annesi ve ailesine soysuzların saldırılarını saklı bir mutlulukla izlediler. İstanbul Sözleşmesi’nin hukuksuz iptali, Montrö, AİHM ve Lozan’ı akıllarına getirdi. Halkın uyku mahmurluğu ve sabahın alacakaranlığında minarelerden yükselecek coşkulu salalar eşliğinde “Laiklik kaldırıldı, Türkiye İslamla yeniden buluştu” naraları, nefes egzersizlerine başladı, “dava”ları budur. Türk ulusunu, ortaçağ karanlığına sürükleyerek tarih sahnesinden silecek bu pervasızlığı demokratik yollarla püskürtmek için İsrafil’in suru üflemesi daha ne kadar beklenecek? AKP’nin laik devleti bitirme yeteneğine benzer hünerleri olan “Kara İmam” lakaplı Lütfüllah Hoca için çocukluğumda söylenen “Kardeşlerli kara imam / Her marifet onda tamam / Çavdar eker buğday biçer / Essalatü vesselam” şiirini anımsayarak şiirini anımsayarak “Cumhuriyet elden gitti, gidiyor vesselam” demekten üzgünüm. Kanal İstanbul: Katmerli ihanet! Çevre ve Şehircilik Bakanı Kurum, bir açıklama yapmış: “Kanal İstanbul projesine ilişkin daha önce 1/100 bin, 1/5 bin ve 1 bin uygulama imar planlarını askıya çıkarmıştık. Vatandaşlarımızdan gelen talepler, belediyelerimizden, kamu kuruluşlarından gelen talepler doğrultusunda yapılan itirazlar doğrultusunda bu itirazları değerlendirdik. 1/100 binlik planımızı geçen hafta itibariyle askıya çıkardık. 1/5 bin ve 1 bin uygulama imar planlarını da itirazları değerlendirmek, vatandaşlarımızın sorunlarını problemlerini çözerek İstanbul’umuza değerine değer katacak. Kanal İstanbul Projesi için artık imar planlarını onaylamış ve askıya çıkarmış bulunuyoruz. Bu çerçevede inşallah adımlarımızı da hızlı bir şekilde atmak suretiyle güzel İstanbul’umuza, Kanal İstanbul projesini de kazandırıyor olacağız.” Bu açıklamanın, son iki cümlesi hariç, gerçeklerle hiçbir ilgisi yok. Özellikle “Vatandaşlarımızdan gelen talepler, belediyelerimizden, kamu kuruluşlarından gelen talepler doğrultusunda yapılan itirazlar doğrultusunda bu itirazları değerlendirdik” cümlesi gerçeklere tümüyle aykırı: ÇÜNKÜ GEREK İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ VE GEREKSE İSTANBUL HALKI, “KANAL İSTANBUL” DENİLEN PROJEYE KARŞI OLDUĞUNU AÇIKÇA BELİRTMİŞLERDİR. İstanbul Büyükşehir Belediyesi: Doğayı ve tarihsel dokuyu tahrip eden, ekolojik ve meteorolojik dengeleri bozan, Karadeniz’i ve Marmara’yı olumsuz etkileyen, su kaynaklarını kurutan, deprem ve tsunami risklerini artıran, Türkiye’nin Boğazlar üstündeki egemenlik hakkını belirleyen Montrö’yü tartışılır hale getiren, kentin bir kesimini öteki kesiminden ayıran, vatandaşları yerlerinden yurtlarından eden, hem nüfus ve trafik yoğunluğunu, hem ulaşım masraflarını, hem vergi yükünü, hem de hayat pahalılığını artıran, toprak yağmasını teşvik eden ve bunu yabancılara pazarlayan, çevre ve şehircilik açısından tümüyle yanlış olan, maliyeti inanılmaz derece yüksek olan ve bu maliyet dolayısıyle ülkenin kıt kaynaklarıyla yapılabilecek pek çok hizmetin önünü kesen… Bu projeye karşı olduğunu açıkça ilan etmiştir: İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, hemşerilerinin duygu ve düşüncelerini dile getirerek “Kanal İstanbul” projesini “İstanbul’a katmerli ihanet projesi” olarak nitelemiştir. Çünkü İstanbul halkı da büyük bir çoğunlukla bu projeye karşıdır. Artıbir Araştırma Şirketi’nin yaptığı araştırmaya göre İstanbulluların yüzde 72.4’ü Kanal İstanbul’un yapılmasına karşıdır. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) düzenlediği “Kanal İstanbul Anketi” sonuçlarına göre de İstanbul halkının yüzde 64.2’si projeye karşıdır. Dolayısıyla, Bakan’ın açıklamasında vatandaşlardan ve belediyelerden gelen talep ve itirazların değerlendirildiği iddiası gerçeklere aykırıdır! HHH İstanbul’a, çevreye ve ülkeye, çok büyük ve geri döndürülmesi olanaksız zararlar verecek bu “Kanal İstanbul” projesinin çok başka iki yönü daha var: Birinci olarak, bu projeyle, iktidarın çok iyi bildiği toprak yağması ve ihale rantı, bugüne kadarki yağma ve ihale rant sınırlarını çok aşan, çok büyük boyutlara ulaştırılmış ve üstelik Katarlılara da pazarlanmış olmaktadır. İkinci olarak, yararlı hizmetler için kullanılabilecek ülke kaynaklarını çok büyük oranda çarçur edecek olan bu proje, dış politika konusunda da bir sorun yaratacak ve Montrö’yü tartışmaya açacaktır. Meclis Başkanı Şentop, CB’nin “Kadına Yo¨nelik S¸iddet ve Aile İçi S¸iddetin O¨nlenmesi ve Bunlarla Mu¨cadeleye Dair Avrupa Konseyi So¨zles¸mesi”nden Türkiye’yi tek başına tek bir kararla çekmesi konusunda: “Belki bugünkü Cumhurbaşkanı olmaz da bir başkası gelip Türkiye’yi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden de, Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nden de çekebilir mi” sorusuna yanıt verirken: “Evet, yapabilir. Bunu sadece bizim cumhurbaşkanımız ya da bakanlar kurulumuz değil, Almanya da yapabilir, Amerika da yapabilir” demiş… Ve bu konudaki tartışmayı yeniden gündemin başına oturtmuştur. Her ne kadar Montrö konusunda söylediklerini “Ben herhangi bir anlaşma, sözleşme ismi zikretmedim. Soruyu soran gazeteci arkadaşımız iyi niyetiyle bazı anlaşmaları zikrederek sordu. Ben de iç hukuktaki düzenlemelerden bahsettim. Bunun Montrö dahil bazı anlaşmaların nasıl tartışma konusu olduğunu sorguluyorum. İşin hukuki boyutuyla insanlar iş yapmazlar. Hukuk tekniği bakımından konuştuk” diyerek geri atmışsa da… CB’nin tek başına, tek bir kararla, Meclis’in oybirliğiyle kabul ettiği bir sözleşmeden ülkeyi çekebileceğini belirtmesi, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarihine büyük bir leke olarak geçmiştir. Ama bu yazının konusu TBMMCB ilişkileri olmadığı için, Şentop’un bu yorumu üzerinde şimdilik fazla durmayacağım. “Kanal İstanbul” ile Montrö’nün nasıl etkileneceği ve Türkiye’yi bu konuda bekleyen tehlike ise perşembe günü üzerinde duracağım apayrı bir uzmanlık konusudur. Klasikler
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle