29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 11 MART 2021 PERŞEMBE [email protected] OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Sonsuzluk vadisinde TURHAN SELÇUK METIN PEKER KARIKATÜRCÜLER DERNEĞI BAŞKANI Turhan Selçuk, çizgilerle dünya kuran büyük usta, tam on bir yıl önce veda etti bizlere, can bildiği Türkiye’ye ve karikatüre. On bir yıl önce bir on bir mart günü... On bir ve on bir olmuş demek! Demek şimdi dönüp bakınca, bu on birlerde sonsuzluğa, suskunluğa geçmiş o... Suskunluk mudur bu peki? Geride bıraktıkları hâlâ konuşmuyor mu? Eserleri bugün de Türkiye’yi anlamak için bir tür karikatür haritası işlevi görmüyor mu? Evet, ustamız artık yok, ama şunu biliyoruz ki, onun mirasından, o hünerden damlaya damlaya uzayan o elden ‘Osmanlı tokadı’ çıkıyor ve haksızlıkların suratında patlıyor.... Patlıyor simgesel olarak ve hep birlikte “Oh” çekiyoruz yine... Kocaman bir oh hem de! Sanatın esnek, sisle, bulanıklıkla arkadaş aurası bizi arayışlarımızda sınıyor. Varsın sınasın. Sanatın kolaya kaçmayan, gecenin ve gündüzün her türden emeğini talep eden o billur sesini bizler de Turhan Selçuk gibi takip etmeye gayret ediyoruz, edeceğiz.. ‘Rüzgârları kalemiyle çizen ay’ Bundan tam kırk beş yıl önce, isimsiz bir genç olarak “Kök” adlı karikatür albümümü çıkarmaya heveslendiğim vakit, beni cesaretlendiren, dahası, önsözünü yazma yüce gönüllülüğünü gösteren oydu... Kendi kadrajında baktığında, gençleri ümitlendirmenin, desteklemenin bir adımı olarak düşünüyor ve yapıyordu bunu... Yıllar zaman içinde diğer yıllar ile arkadaş oldukça, bizler de yaş alıyorduk... Turhan Selçuk ise ustalıktan, daha ustalığa, büyük ustalığa, en ustalığa geçiş yapıyordu... Bu dönemde de daima Karikatürcüler Derneği’nin Ankara, İstanbul veya yurdun bir başka köşesindeki herhangi bir faaliyeti gözüne iliştiğinde, tevazulu yüreği ile yanımızda olmaktan büyük bir mutluluk duyardı. O yanımızda durunca da, dünya durduğu yerde büyür, hevesimiz açılır, çizgiler bizi büyüler, üstat bizi büyülerdi. Şimdi o dönemler geçti. Peki “Ey mah, o rüzgâr geçti” mi diyeceğiz biz de? Hayır hayır! O, rüzgârları kalemiyle çizmiş bir aydı... Dolunayımızdı... Ülkenin üstüne çöken o mahmur karanlığı, tok ve sıcak rengiyle, kaleminden dökülen siyah mürekkebin kıvraklığıyla ideali yapan, kâğıda döken ay parçamızdı o... Sanatın yozlaşma yokuşundan aşağıya itilmeye çalışıldığı, yahut, iktidarlarca bir stepne derekesine düşürülme oyunu içinde yön kaybetme tehlikesiTurhan Selçuk, Mustafa Ekmekçi (Cumhuriyet gazetesi yazarı), Remzi İnanç (Toplum Yayınevi sahibi), Metin Peker (Karikatürcüler Derneği Başkanı) ile Cumhuriyet Gazetesi Ankara Bürosu’ndalar. (Yıl 1989) ne maruz bırakıldığı bir dönemde bizler sanatın; halktan yana, sanatın kuralları içinde icra edilmesinden yanayız.... Çünkü yaşamdan yanayız. Tıpkı Turhan Selçuk gibi. Çünkü o sanatsal bilmeyi yaşamı bilmeyle, yaşamla eşleştirmişti... Tıpkı İspanya’nın en netameli günlerinde faşistlerin yüzüne “kazanamayacaksınız” diye haykıran bilge yazar Unamuno’nun dediği “Çünkü yaşamak ve bilmek aynı şeydir” sözündeki saklı gerçeklik gibi; o da kuvvet ve anlam katıyordu hayata karikatürüyle ve bilgisiyle... Yol göstermeye devam ediyor Güçlüler iktidar olur. Sertlik hakim olur. Sanırız ki, dünya küçülür. Yapraklar solar. Toprak kurur. Kalplerden kan çekilir. Akıl büzülür... Oysa, sanat, başkaldırır kötümserliğe ve insansızlığa... Sanatçı bayraktarı olur adil bir ülkenin. Düşülke adına bayraktarı olur. Turhan Selçuk’un mezarını bin bir çiçek tohumu getiren rüzgârlar ziyaret edip dururken, onun mezarından el alan rüzgârlar bizlerin inançlarını da ziyaret ediyor, çizgilerimizi de ziyaret ediyor... Dünya gözüyle, dünyaya bir daha, bir daha, daha iyi bakmamızı, özgürlüğün verilen değil, elde edilen bir şey olduğunu söylüyor bize o haber getiren rüzgârlar... Bu “ısrarın” sebebi var... Sanatın toplumsal mücadele için, sanatsal inceliklerden ödün vermeden ama yapılabilir, yapılır bir uğraş olduğunu o öğretti bize... Şimdi onun yokluğunda biz, onun yolundan giderken aslında onun aradıklarını arıyoruz. O arayış, sonsuza yargılı, sonsuza yazgılı bir arayış bunu da biliyoruz... Sanatın esnek, sisle, bulanıklıkla arkadaş aurası bizi arayışlarımızda sınıyor. Varsın sınasın. Sanatın kolaya kaçmayan, gecenin ve gündüzün her türden emeğini talep eden o billur sesini bizler de Turhan Selçuk gibi takip etmeye gayret ediyoruz, edeceğiz... Bunda ısrarın, bize kazandıracağı koca bir ülke vardır. Bunun kazanılacağını da o rüzgârlar bize söyledi. Şimdi Hacıbektaş’ta, sonsuzluk vadisinde cıvıltılı rüzgârlara sürekli bir şeyler söyleyen o bilgenin, çizgileriyle bize her gün yeni ve taze şeyler söylemeye devam ettiğini de unutmayalım... ‘UYGULAMA,UYGULAMA, UYGULAMA...’ AV. M. ZIYA YERGÖK 3Kasım 2002’de Avrupa Birliği’ni önceleyen bir program ve demokratik tüzük ile yola çıkan AKP, Programında “Yasaklar, Yoksulluk ve Yolsuzluk” ile mücadele edeceğinin sözünü vermişti. Ancak, iktidarını sağlamlaştırdığı oranda AB ve demokratikleşme hedeflerinden uzaklaşmış, kısa süre sonra tüzüğünü de değiştirerek uzun iktidarı süresince, yasakçı ve baskıcı bir yönetim oluşturmuştur. Özellikle de OHAL döneminde çıkarılan KHK’lerle sayısız mağdur yaratmış, sadece Sayıştay raporları ile saptanan yolsuzluklar bile önemli boyutlara ulaşmıştır. 2010 ve 2017 Anayasa değişiklikleriyle de yargı tamamen siyasallaşmış, yargı bağımsızlığı ortadan kaldırılmıştır. Güçler ayrılığından uzaklaşılmış, Meclis’in etkinliği azaltılmış böylece hukukun üstünlüğüne değil tek kişinin üstünlüğüne dayanan ve “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” olarak adlandırılan “Tek Adam” yönetimi yaşama geçirilmiştir. Bütün bu süreç, ülkemizin dünya ülkeleri sıralamasındaki yerini de olumsuz etkilemiştir. Hukuk endeksinde, basın özgürlüğü endeksinde, küresel cinsiyet ayrımı endeksinde ve milli gelir dağılımı endeksinde ülkemiz çok gerilere düşmüştür. Daha acısı ise, Freedom House’un 2020 Raporu’na göre Türkiye, son 10 yıl içinde özgürlük ve demokrasi sıralamasında 180 ülke arasında 154. sırada, bir başka deyişle özgür olmayan ülkeler arasında yer almıştır. Beklenti bile yaratmadı Ülkemiz bu ağır koşullar içinde bulunurken, 3 Mart 2021 Çarşamba günü, Cumhurbaşkanı Erdoğan “İnsan Hakları Eylem Planı Tanıtım Toplantısı” düzenlemiş ve burada yaptığı konuşmada, “Geniş kapsamlı bir istişare ve hazırlık sürecinin sonunda İnsan Hakları Eylem Planı, 9 amaç, 50 hedef ve 393 faaliyeti içeren bir belge olarak ortaya çıktı. Eylem Planımızın nihai amacı, yeni ve sivil bir anayasadır” diyerek eylem planını tanıtmıştır. Açıklanan “eylem planı”, iktidar yanlısı çevrelerde coşkuyla karşılanmış, bunun salt bir reform değil “devrim” olduğunu söyleyenler yanında, ayakları yerden kesilip “yıldızlara erişmemizi sağlayacak bir plan” diyenler de olmuştur. İşin ilginç yanı, hak ihlallerinden ve basın özgürlüğü başta olmak üzere özgürlüklerin kısıtlanmasından, öğrencilere ve çocuklara da uzanan haksız gözaltı ve tutuklamalardan, her alandaki adaletsiz ve eşitsiz uygulamalardan şikayetçi olan muhalif kesimler ile muhalefet partilerinde bir umut ve heyecan yaratmadığı gibi ilgi de görmemiştir. Tutarsız ve özeleştirisiz tavır Muhalefet bu ihtiyatlı ve mesafeli tutumunda haklıdır, çünkü AKP’nin 20 yıla yaklaşan bir iktidar pratiği vardır ve bu süre içinde nice “Hukuk Reformu” paketleri açıklamış ve bunlar Meclis’te kabul edilerek yasalaşmış olmasına rağmen uygulamaya yansımamış, aksine uygulamada tam tersi görülmüştür. Bu nedenle ortada iktidara dönük haklı bir güven sorunu bulunmaktadır. Bugüne kadar, AYM ve AİHM kararları ve Anayasanın 90.Maddesi bağlamında iç hukuka üstünlüğü ve bağlayıcılığı olan uluslararası sözleşmelerle ilgili yaklaşım ve uygulamaları da göstermiştir ki, iktidar bu reform adımlarında hiçbir zaman içtenlikli olmamış, bu adımları, toplumsal algı yaratmanın, iktidarını kalıcı kılmanın aracı olarak görmüştür. Söylem ve eylem arasında süregelen bu çelişki iktidara dönük güvensizliğin başlıca nedeni olarak karşımıza çıkıyor. Daha ilginç olanı ise iktidar sahipleri bu çelişkiler ve tutarsızlıklar nedeniyle bir özeleştiride bulunmuyor ve her zaman doğruyu yaptıklarını söyleyerek hep muhataplarını ve muhalefeti suçluyor. Yeri gelmişken anımsatmakta yarar var. Meclis’te bulunduğum ve ardı ardına “Demokratikleşme Paketlerinin” yasalaştığı dönemde,2 Mart 2004 günü Türkiye’yi ziyaret emekte olan Avrupa Parlamentosu Başkanı Pat Cox, TBMM Genel Kurulun’a da hitap etmiş ve AKP grubunca da alkışlanan konuşmasında; “Şimdi her şeyin anahtarı uygulamada. Buradaki yasal ve anayasal reformları hazırladıktan sonra, iş artık bunları uygulamaya gelmiştir; her kültür, her siyasi toplum için bu geçerlidir. Kâğıt üzerinde yasalar değiştirilebilir, bunu yapmak gerekir, bunu yapmak kolaydır, ama davranışları, yaklaşımları değiştirmek için uzun süreye ihtiyaç vardır. Mümkün olduğu kadar işler kâğıttan uygulamaya dökülmelidir. Bir tek kelime söylemem gerekiyorsa, o da uygulama, uygulama, uygulama” diyerek sözlerini tamamlamıştı. Güç birliği şart Aradan geçen 17 yıla rağmen bugün karşı karşıya bulunduğumuz en önemli sorun yine ‘uygulama’ gibi gözükse de sorunun temelinde, “demokrasiyi amaç değil araç” olarak gören bir anlayışın yattığını kabul etmek gerekiyor. İddialı bütün söylemlerine, açıklanan reform paketlerine rağmen görünen odur ki, İktidar kendini hukukla sınırlandırmak istemiyor, mevcut konumunu ve gücünü daha da tahkim etmek istiyor. Bu durumda, güçler ayrılığı, yargı bağımsızlığı, Cumhurbaşkanının yansızlığı ve “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” konusunda kararlı olan muhalefet partileri için tek yol kalıyor: Demokrasi için güç birliği yaparak gelecek seçimleri kazanmak. İmamoğlu’nun tviti: Bir demokrasi hamlesi! Demokrasinin en büyük düşmanları, Temel Hak ve Özgürlükleri sadece kendileri için isteyen, ama bu hak ve özgürlükleri başkalarının kullanmasına karşı olan, azgın milliyetçiler ve softa dincilerdir. HHH İnsanların dini ve milli kimlikleri, doğdukları anda, kendi iradeleri oluşmadan önce empoze edilir. İşte Demokrasiye inanmayan, Demokratik Hak ve Özgürlükleri sadece kendileri için isteyen... İnsanların din ve milliyet kimliklerini siyasal iktidarları için istismar eden... Demagog politikacıların en sevdiği şey: “Kimlikler üzerinden düşman yaratmak” ve yarattıkları bu “muhayyel düşmanlarla” güya mücadele için taraftar toplamaktır. Bu nitelikleriyle, bir ülkeyi istikrarsızlaştırmak isteyen Emperyalistlerin aleti olmaya çok müsait bir yapıya sahiptirler. HHH Türkiye’de Demokrasi karşıtı olan dincilik ve milliyetçilik stratejileri, Demagog politikacıların sürekli olarak, emperyalistlerin de desteğiyle kullandıkları bir yöntemdir: Demirel gibi Özal gibi sağcı/popülist politikacılar, bu her iki ideolojiyi de Sağcı Liberal Demokrasi yutturması içinde kullanmaya çalışmışlardır. PKK, Kürt milliyetçiliğini, teröre ve ayrılıkçılığa kaynak olarak kullanmış... Kürt siyasetinin Demokratik Rejim içindeki temsilcisi olan partiler de zaman zaman PKK etkisinden ve ayrılıkçı söylemlerden kendilerini kurtaramamışlardır. MHP ise Türk milliyetçiliğini, Demokratik Rejimi tahrip eden şiddet eylemlerinin ve cinayetlerin gerekçesi olarak kullanmıştır. Erdoğan/AKP iktidarı, kendisi için yararlı gördüğü dönemde PKK ile masaya oturmuş, sonra MHP ile ittifak kurmuştur. Kürt siyasetinin bugünkü temsilcisi olan HDP ise kendisini terörden ve ayrılıkçılıktan soyutlama çabası içinde Demokratik Rejime bağlılık çizgisine gelmiş bir söylem ve eylem içinde görünmektedir. MHP’den kopan İYİ Parti de, Türk Milliyetçiliğini, Atatürk’ün “Demokratik Milliyetçilik” çizgisine oturtmuş ve Demokratik Rejime inanan, bu rejimi koruyan bir kimliğe bürünmüştür. HHH Ben, bütün bu siyasal değişme ve gelişmelerden önce, daha 2015 yılında, bu sütunda “Gerçek Demokratik Sivil Bir Anayasanın” ancak HDPMHP desteği ve uzlaşmasıyla yapılabileceğini yazmıştım: “Ben, bu Cumhuriyeti birlikte savaşarak kurmuş olan Türklerin ve Kürtlerin milliyetçi ideolojilerinden güç alan MHP ve HDP’nin... Geçmişin karanlık ve kanlı tarihinden beslenmek yerine... Aydınlık ve demokratik bir geleceğin inşası için çalışacaklarına... Türkiye’yi yağmacı ve rüşvetçi bir otoriterliğin pençesinden kurtarmaya öncelik vereceklerine inanıyorum.” HHH Elbette son beş yılda, HDP’nin tüm ülkeyi ve Demokratik Rejimi kucaklamaya dönük söylemleri, İYİ Parti’nin Demokratik Rejim adına MHP’den kopuşu, HDP ile İYİ Parti’nin, CHP ile birlikte “Demokratik Rejim” üzerinde uzlaşmasını daha da olanaklı kıldı. Bu açıdan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tartışma yaratan 8 Mart Kadınlar Günü tvitini “Geleceğin Demokratik Türkiyesi” için “Temel Yapıtaşı” niteliği taşıyan bir katkı olarak görüyorum: “@ekremimamoglu İYİ Parti Genel Başkanı Sayın @meralaksener ve HDP Eş Genel Başkanı Sayın @PervinBuldan’ın nezdinde tüm kadın siyasetçilerin ve Türkiye genelindeki kadın belediye başkanı mevkidaşlarımın 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü kutlarım. ÖS 11.20 · 7 Mart 2021·Twitter for iPhone” HHH Olayın tepkileri hakkında ve “Siyaset ile Medyanın EfendiKöle İlişkileri Üzerine” yorumlarımı yarına yazacağım!
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle