02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 1 MART 2021 PAZARTESİ [email protected] OLAYLAR VE GÖRÜŞLER İleriye dönük öneriler DR. ENGIN ÜNSAL 15. DÖNEM CHP İSTANBUL MILLETVEKILI AKP iktidara geldiği 2002 yılından bu yana ekonomide, yargıda, dış politikada, sağlıkta, eğitimde çok olumsuz tablolar yaratmış ve hukukun üstünlüğünü, Cumhuriyetin temel ilkelerini yok ederek benzeri olmayan bir Başkanlık Sistemi kurarak yönetimin tüm yetkilerini tek şahısta toplamıştır. Fransa Kralı 14. Loui’nin,”ben devletim” söylemi ülkede yaşama geçirilerek bir Şahıs Devleti kurulmuştur. Şahıs Devleti kamu ihaleleri ile beş şirketi sınırsız zenginleştirirken, halkın büyük çoğunluğu fakirlik girdabında boğulmaktadır. Bunun doğal sonucu olarak AKP sürekli seçmenin desteğini kaybetmektedir ve telaştadır. Seçmen kararsızdır ve iktidara getireceği kendi partisini de aramaktadır. Sosyal Demokrasinin Evrimi Sosyal Demokrasinin kökleri 1869’da Almanya’da Karl Marx, Friedrich Engels ve August Bebel’in teorik ve pratik katkıları ile kurulmuş Alman Sosyal Demokrat partisi ne (SPD) dayanır. SPD’nin yürürlükte olan programının “Tarihsel Köklerimiz” başlıklı bölümünde Marx’ın “Tarih ve Toplum” öğretisinin Alman sosyal demokrasisinin temel dayanakları arasında olduğu belirtilmiştir. Alman sosyal demokrasisi hareketi, başlangıçta işçi sınıfı hareketinin bir ürünüydü ancak zaman içinde, uzun siyasi tartışmalar sonunda, değişim geçirdi. Sınıfsal esasa dayanan eski görüşlerini terk etti, Parlamenter sistem çerçevesinde mücadeleyi benimsedi ve parti İşçi Partisinden bütün halkın partisine dönüştürüldü. Avrupa’daki diğer sosyal demokrat partilerle beraber, birsömürü sistemi olarak kabul ettikleri kapitalizmi toptan kaldırma hedefinden vazgeçtiler.1989 SPD’nin programı şu sözleri içermektedir “... adil bir toplum içim mücadele ediyoruz. Biz korunmaya değer olanı korumak, yaşamı tehdit eden tehlikeleri uzaklaştırmak istiyoruz” (Osman Bahadır, Nasıl Sosyal Demokrat Olunur? 27 Ocak 2013 Cumhuriyet s.7) Siyasi Partiler çağların değişen sosyoekonomik koşullarına uyum sağlamak için zaman zaman tüzük ve programlarını değiştirmek zorundadır. Halk dilinde bir deyim var: derisini değiştiremeyen yılan ölür. Siyasi partilerde zaman içinde kenCHP’ye çok iş düşüyor. Ekonomi o kadar kötü yönetildi ki halk gelecek korkusu yaşıyor. Liyakat o kadar ihmal edildi ki, CHP ülkenin sorunlarına çözüm üretmek zorunda kalacak kadrolarını şimdiden belirlemek zorunda. dilerini yenilemek zorundadır. Yoksa tarih olurlar. CHP 37. Kurultayında 13 maddelik bir manifesto, yeni bir hedefler bildirgesi kabul edildi ama o konuda da etkin adımlar atılmasını bekleniyor. Kıbrıs Barış Harekâtından sonra ABD Başkanı Johnson’ın yazdığı mektup ve dönemin CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’nün “yeni bir dünya kurulur Türkiye de yerini alır” yanıtından sonra Ecevit, sonraki yıllarda, parti için orta sol politikalar oluşturmanın ve bunun da işçi, esnaf, memur, tarım emekçileri öncülüğünde olabileceğinin gergefini işlemeye başlamıştır. İşçi Büroları kuruldu, partinin üye profili değişti ve CHP 1973 seçimlerinden birinci Parti ve koalisyon büyük ortağı olarak çıktı. Günümüz CHP’si ülkemizde yaşanan değişiklikleri programına yansıtmak ve yeni şeyler söylemek zorundadır. Televizyonlarda ki konuşmalar CHP'yi iktidar yapmayacaktır. CHP halkın partisi olmak zorundadır CHP Ecevit’in yaptığı gibi, bugüne kadar olamadığı halkın partisi olmak zorundadır. Bugün ülkemizde SGK kapsamında dar gelirlilerden oluşan 60 milyonun üzerinde halkın önemli bir bölümü var. Bunlar CHP’nin oyunu kazanmak zorunda olduğu insanlardır. CHP bunlar için hangi yenilikleri getirecektir? 4857 sayılı İş Kanunu, 6356 saylı Sendikalar Kanunu,4447 sayılı İşsizlik Sigortası kanunu 5510 sayılı Sosyal Güvenlik ve 6331 sayılı İş Sağlığı Kanunları eskimiştir CHP'nin bu yasalarda ne gibi değişiklikler öngördüğü, esnafa, küçük işletmelere ve tarıma hangi desteği vereceği halk tarafından bilinmemektedir. Daha önce de yazdık; CHP yeni siyasal düzende TBMM de işlevsiz bırakılan milletvekillerine görev vererek çalışma yaşamı ve tüm ekonomiyi ilgilendire konularda çalıştaylar düzenlemek ve yeni bir program hazırlamakla görevlendirilmelidir. Bu milletvekillerinde ve parti kademelerinde iktidar heyecanı yaratacaktır. CHP’nin bu konularda yapacağı çalışmaların CHP'ye iktidar yolunu açacağı kanısındayız. Kendini yenilemek zorunluluğu Bir Sosyal demokrat Parti tüm halkı kucaklamak ama önceliği yokluk sınırında yaşayan halkın sorunlarına öncelik vermek zorundadır. Tabanını Başkanlık Sisteminin ezdiği insanlardan oluşturmak zorundadır. Hazırlayacağı yeni programını sendika ziyaretleri ile, milletvekillerinin fabrika kapılarında durarak işçilere, kahvelere ve Kadınlar Kolları aracılığı ile evlere giderek halk için başka bir dünyanın kurulabileceğini halka duyurmalıdır. Sendika yöneticilerinin yetki konusunda yaşadıkları korkular nedeni ile uzak durdukları sendikasiyaset ilişkileri konusunu CHP ele almalı ve yeni programının işçiye getireceği faydaları, on milyonluk işsizin nasıl bataktan kurtulacağını, satılan devlet kuruluşlarının yeniden devletleştirilerek işsizlere iş bulunacağını sade bir dille anlatılmalıdır. Halk oy vereceği kendi partisini aramaktadır. CHP iktidarının yolu, halkın umudu olmaktan ve halka güven vermekten geçecektir. Bunu da ancak halkın beklentilerine çözüm üretmekle yapabilir. CHP’ye çok iş düşüyor. Ekonomi o kadar kötü yönetildi ki halk gelecek korkusu yaşıyor. Liyakat o kadar ihmal edildi ki CHP ülkenin sorunlarına çözüm üretmek zorunda kalacak kadrolarını şimdiden belirlemek zorunda. Geçmişte bu Kadro hazırlıksızlığı nedeni ile bozkurt dövmeli insanları emniyet müdürü yapıldı. Her Bakanlıkta kimlerin çalışma yapacağı şimdiden belirlenmeli. Aksi takdirde bir Amerikan filminde olduğu gibi hazırlık yapmadan seçine giren ve seçimi kazanan adayın etrafına dönüp “şimdi ne yapacağız" şaşkınlığını yaşamamak için CHP hızla program ve kadro çalışması yapmalıdır. “İçtenlikliydi ve her türlü yapmacıktan uzaktı. Bilginin temeline inerdi” Bedia Akarsu 100 yaşında MUSTAFA GÜNAY Uzun yıllar İstanbul Üniversitesi (İÜ) Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü Felsefe Tarihi Kürsüsü’nde ve Türk Dil Kurumu’nda (TDK) Prof. Dr. Macit Gökberk ile çalışmış olan Prof. Dr. Bedia Akarsu 27 Ocak 1921 tarihinde doğdu. Aydınlanmacı dünya görüşünün önemli bir temsilcisi olan, ardından birçok eser ve değerli bir kütüphane bırakan Bedia Akarsu’yu 26 Şubat 2016 tarihinde kaybettik. Akarsu, 1943 yılında İÜ. Felsefe bölümünü bitirdi. Ernst von Aster’in yanında başladığı “Wilhelm von Humboldt’ta DilKültür Bağlamı” adlı doktora çalışmasını hocanın ölümü üzerine yeni bir yaklaşımla J. Ritter’in yanında tamamladı.(1953) Bu çalışma daha sonraki çalışmalarının, özellikle dil felsefesi ve kültür felsefesiyle ilgili araştırmalarının da temelini oluşturdu. 195658 yılları arasında, Heidelberg Üniversitesi’nde Hans Georg Gadamer’le çalıştı. 1960’da “Max Scheler’de Kişilik Problemi” adlı teziyle doçent ve 1968’de profesör oldu. Özellikle ahlak, kültür, dil ve tarih felsefesi konularında dersler veren Akarsu, 1984’de Felsefe Bölümü Başkanı iken kendi isteğiyle emekliye ayrıldı. Akarsu, 20 yıl boyunca (196383) üyesi olduğu TDK’nın yönetim kurulunda görev aldı. Kamuran Birand’dan sonra ikinci kadın felsefe profesörümüz olan Akarsu, emeklilik sonrası Çukurova Üniversitesi’ne davet edildi. Felsefe Grubu Eğitimi Bölümü’nün kuruluş çalışmalarına katıldı, ders programını hazırladı ve Prof. Dr. Uluğ Nutku’yu da davet ederek birlikte yöreyi de kapsayan çalışmalar yaptı. Akarsu’nun Felsefeye Bakışı Felsefe alanında çevrileri, gazete ve dergilerde yazıları bulunan Akarsu’nun “Wilhelm von Humboldt’ta DilKültür Bağlantısı”; “Max Scheler’de Kişilik Problemi”; “Modern Toplumda Kadın”; “Atatürk Devrimi ve Yorumları”; “Ahlak Öğretileri”; “Çağdaş Felsefe” ve “Felsefe Terimleri Sözlüğü” isimli kitapları bulunmaktadır. Doğan Özlem ve Betül Çotuksöken editörlüğünde yayımlanan “Bedia Akarsu’ya Armağan” (2000) kitapta Oktay Akbal şöyle yazmıştır, “Bedia Akarsu içtenliklidir,her türlü yapmacıktan uzaktır. Düşünce açıklığı, dürüstlüğü, çevresine bilginin ışığını yaymaktaki alçakgönüllülüğüyle saygı toplar.” Adnan Binyazar ise, “Akarsu, yazılarında, bilimsel çalışmalarında, bireysel sorumluluk 20 yıl boyunca (196383) üyesi olduğu TDK’nın yönetim kurulunda görev alan Akarsu, Kamuran Birand’dan sonra ikinci kadın felsefe profesörümüzdür. Bedia Akarsu yüklendiği tüm alanlarda, bir ağacın, kendi kökündeki beslenme kaynaklarını ararcasına, bilginin temeline inme eğilimi gösterir” diyerek çalışma metoduna dikkat çekmiştir. Felsefe tarihine ve geçmişteki filozoflara sırt çevrilerek, felsefe yapılamayacağını ve felsefenin yalnızca mantığa indirgenemeyeceğini belirten Akarsu’ya göre, “henüz çözülmemiş sorunlar üzerinde düşünmedir felsefe. Bu sorunları çözecek olan da bilimdir sonunda. Felsefe bilimlerin sonuçlarına, verilerine toptan bir bakıştır aynı zamanda. Bilim tavır almaz, yalnızca araştırır. Oysa felsefe araştrılanların sonuçlarını da düşünür; bilimler arası bağlantılar kurar; onları değerlendirir.” Felsefenin bütünü içinde ahlak felsefesinin, bilgi felsefesi ile aynı ağırlıkta olduğunu belirten Akarsu’ya göre, “Felsefe sözcüğünün kökeninde ahlakla ilgili öğe var: philosophia, sophia düz bir bilgi değil, bilgelik anlamında, bilgelik de erdeme götüren bilgiden başka bir şey değil. Felsefenin görevi de yalnız bilgi değil, erdeme götüren yolu da bulmadır.” Kant ve Scheler’in ahlak felsefelerinin etkilediğini belirten Akarsu, “Kant insana saygıyı, Scheler sevgiyi öğrettiği için. Saygı ve sevgi ahlak felsefesinin temel kavramları olduğu gibi, insan olmanın da temel nitelikleridir” der. FelsefeDil İlişkisi ve Türkiye’de Felsefe Türkçenin zengin ve olanakları geniş bir dil olduğunu belirten Akarsu’ya göre, “Türkçe ontolojiden, varlık felsefesinden çok, oluş felsefesi olmaya elverişli bir dil” dir. Türkiye’deki felsefe çalışmalarının durumu ve geleceği konusunda iyimser olan Akarsu, Cumhuriyet döneminde nitelikli bir birikim oluştuğunu ve Türkçe’nin bir kültür dili olarak geliştiğini söyler. “Günümüzde felsefe sorunları Türk dili içinde rahatlıkla ele alınıp geliştirilebiliyor. Birtakım sorunların Türkçede dile getirilemeyeceğini öne sürenler bunu kendi dil yetilerinin yetersizliğinde ya da kendi düşünme tembelliklerinde arasınlar.” Gelecek konusunda da karamsar olmayan Akarsu, “Genelde, Türkiye’nin gidişi bakımından, her alanda olduğu gibi felsefe alanında da hiçbir zaman kötümser olmadım, yozlaşmaları da görmeme karşın” der. Aydınlanma Mirası ve Çağa Bakış Akarsu, Rönesans ile ortaya çıkan ve Aydınlanma ile yayılan Batı düşüncesinin temelinde “akıl”ın bulunduğunu belirtir: “Akıl derken her türlü otoriteden bağımsızlaşarak, özellikle de din otoritesinden bağımsızlaşarak, insanın kendi aklını kullanması var. Bilimsel düşünüşün temelinde de yatan budur. Sorup soruşturarak, araştırarak, sorgulayarak doğrulara varmak.” Avrupa’yı “aydınlanma mirası”na sahip çıkma konusunda eleştiren Akarsu, Avrupa ülkelerinin çoğunun politikalarının, başka ulusların uyanmasını engellemek doğrultusunda olduğunu belirtir. Bunun nedenini Avrupa’nın kendini ayırmak istemesi, kendi üstünlüğünü kimseyle paylaşmaya yanaşmamasında görür. Atatürk’ün 1920’lerde “Bu dünya yeni baştan düzenlenmeli ve her ulus eşit haklarla bu yeni evrensel dünya üzerinde yer alamalıdır” dediğini hatırlatan Akarsu, “Bir devletin ya da bir devletler topluluğunun dünya egemenliğini kurması başka şeydir; bütün devletlerin eşit haklarla evrensel bir dünya içinde yer alması ve yine çeşitli kültürlerin evrensel kültür içinde yer alarak ona katkıda bulunması başka şey” dir. Akarsu’ya göre, Atatürk Devrimi bir ulusal egemenlik devrimi olması yanında bütün “mazlum” uluslara seslendiği için aynı zamanda bir insanlık devrimi olmuştur. Bedia Akarsu’nun felsefi çalışmalarının temelinde Cumhuriyetin kurucu değerlerine bağlılık ve devrimci bir ruh yer alır. Onun aydınlanma mirası felsefi yorum ve değerlendirmesi önemini korumaktadır. Hayatını felsefeye, Türkçenin gelişimine, Cumhuriyet değerlerine adamış bir felsefeci olarak Akarsu’yu, saygıyla anıyorum. ‘Sınırsız’ açlık!.. 2020 yılının mart ayıydı... Dünya yeni bir virüsle sarsıldı. Çin’in Wuhan kentinden başlayan Covid19 salgını hızla yayılmaya başladı. Yeni ve bilinmeyen bu virüs, tüm dünya gibi Türkiye’yi de derinden etkiledi!.. Resmi rakamlara göre yitirdiğimiz insanlarımızın sayısı 30 bine dayandı... Uzmanlar, “Bu rakamı ikiyle, üçle çarpın” diyor!.. Yazıişleri mutfağına her gün yoksulluk ve açlık sınırıyla ilgili rakamlar geliyor... Pandemiyle birlikte ekonomik krizin emekçiye, işçiye yıkıcı etkisi sokaklara yansıyor. İki gün önce “İşte halkın gündemi” manşetiyle çıktık... Erdoğan’ın ağzından Albayrak övgüsünü duyan piyasalar doları, Avro’yu artırıyor... CHP’nin raporu, “AKP iktidarında intiharların yüzde 48 arttığını” yazıyor... Dün yazıişleri masasına oturduğumuzda Fotoğraf Servis Şefimiz Uğur Demir, foto muhabiri arkadaşımız Kurtuluş Arı’nın fotoğraflarını gösterirken bir kez daha “yıkılıyoruz...” Pazartesi röportajı için Derin Yoksulluk Ağı’ndan Hacer Foggo’yla İstanbul’un en yoksul mahallelerinden Çekmeköy Taşdelen’e giden Yazıişleri Müdürümüz İpek Özbey, bugün manşetimize taşıdığımız fotoğrafı anlatıyor: “Saat 13.30’da bir süpermarketin önünde duruyoruz. Market çalışanı sebze, meyve reyonunda bozulmuş, buruşmuş patatesi, muzu, portakalı, soğanı, yeşilliği, kiviyi çöpe atıyor. Hemen ardından birkaç kişi geliyor, çöpe kafasını sokuyor ve torbasını dolduruyor. Gülcan, gencecik bir kadın, iki çocuğuyla geliyor buraya. Oğlunu kucağına alıyor, konteynırın içine bırakıyor, eline de bir torba iliştiriyor. Çocuk alışmış; patatesi, muzu, soğanı dolduruyor. Dolduruyor derken, dikkatimi çekti, her gelen az az alıp gidiyor, sanki başka bir aç insanın hakkını yemek istemiyor. Bozuk olan taraflarını kesip atıyor, geriye artık ne kalırsa onu yiyorlar…” HHH Ne yoksulluk sınırı ne de açlık!.. İktidarın gerçekleri başka, sokaktaki Türkiye gerçeği başka!.. Pandemi öncesi durum vahimdi; bir yıldır bu vahim tablo daha da ağırlaştı... Cumhuriyet iki önemli günü bu gerçekler ışığında hazırlanan yazı dizileriyle karşılayacak. Yazıişleri Müdürümüz Olcay Büyüktaş, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü için “Metal sektörünün çelik kadınları”yla konuştu. Kimisiyle sabah yedide, kimisiyle gece on birde!.. Çoğunluğu üç vardiya çalışıyordu... Kimi 25 yaşında kimi 45!.. Kendilerini en sevdikleri de olsa anne/baba ya da eşlerinin insafına bırakmayan kadınlar... Kimi lise mezunu kimi lisans... Onlar pandemi ile çalışmanın yanı sıra evdeki iş yükleri artan kadınlarımız... 7 Mart’tan itibaren dört gün gazetemiz sayfalarına, evlerinize konuk olacaklar!.. Bu yazı dizisinin hemen ardından yazarımız Dr. Erdal Atabek Türkiye’de ilk Covid vakasının görüldüğü 11 Mart 2020 tarihinden itibaren toplum olarak hangi aşamalardan geçtiğimizi kaleme alacak. Bir yandan hastalık bir yandan ağır ekonomik krizin topluma, aileye yansımalarını Atabek’in kaleminden okuyacaksınız!.. Atabek bir yılda yapılan yanlışları da gözler önüne serecek... HHH Yazarımız Mustafa Balbay dün köşesinde gazetemizin gerçek sahibi olan okurlarımızdan gelen bir mektubu paylaştı. Kayseri Talas’tan Cumhuriyet okuru Saim Bey şunları yazıyor: “İnsanı bu yozlaşmış, kokuşmuş dünyada hayata bağlayan birkaç unsurdan birisidir Cumhuriyet gazetesi. Gelin elimizden hiçbir şey gelmiyorsa bile bu kör topal demokrasi, laiklik ve Cumhuriyet için ve bu yağma düzenine itiraz için her gün bir Cumhuriyet gazetesi alıp okuyalım...” Mart ve nisan ayıyla birlikte değerli okurlarımıza, Saim Bey’e sürprizlerimiz olacak. Her gün daha iyi bir Cumhuriyet için çalışacağız... Ağabeyimiz Uğur Mumcu’nun dediği gibi, “Her gün bir ekmek bir Cumhuriyet...” Sevdiklerinize, kendinize, özel tasarım Kupa kupaları... Kupa Orhan Veli Cumhuriyet
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle