08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
8 23 ŞUBAT 2021 SALI SÖYLEŞİ EMEKLI ORGENERAL ÇETIN DOĞAN’DAN ESKİ BAŞBAKAN YILDIRIM’A CEVAP: Binali Yıldırım’ın metin yazarları prompter’ı güncellemiyor Gökçek’li yıllar: Ankara Ankara olalı böyle zulüm görmedi! İki kitabı tesadüfen arka arkaya okudum. İkisi de Ankara ile yakından ilgili. Ankara’da doğup büyüdüğüm, tüm eğitim hayatımı orada tamamladığım için, başkentle ayrı bir bağım var. Okuduğum kitaplardan ilki, mesleğimizin yüz akı temsilcilerinden gazeteci Murat Ağırel’in “Parsel Parsel” adlı yeni kitabı. Ağırel, Ankara’yı 19942017 arasında 23 yıl yöneten Melih Gökçek’in ibretlik öyküsünü kaleme almış! 1994 yılında Gökçek, Refah Partisi’nin adayı olarak seçime girip Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı olduğunda Ankara’da yaşıyordum. 27 Mart seçimlerinden önce kapı kapı dolaşıp Melih Gökçek’in neden seçilmemesi gerektiğini anlatmaya çalıştık. Seçim günü annem, babam ve ben, aynı okulda farklı sandıklarda müşahittik. İlk sonuçlar açıklandığında SHP adayı Korel Göymen kazanmıştı. Ama sevinç uzun sürmedi. Gökçek sonuca itiraz edip Yüksek Seçim Kurulu’na başvurdu, oylar yeniden sayıldı ve Gökçek’in oy oranı yüzde 21.7, Göymen’inki yüzde 21.38 olarak açıklandı. O akşam başkentte epey gerginlik yaşandı. Sonradan yol kenarlarında, çöplerde sayılmamış oy pusulaları bulundu. Bizim görev yaptığımız okulun çatısında bile kullanılmış oyların olduğu sandıklar çıktı. Bunlara itiraz edilse de sonuç değişmedi; Gökçek sadece 6 bin 473 oy fark ile Ankara Belediye Başkanı oldu. Oysa SHP ile CHP bölünmüş olmasa, Korel Göymen ile Ali Dinçer’in aldığı toplam oylar tek bir adayda birleşse, Gökçek seçilemiyordu. Aynı olay, 1999’da Murat Karayalçın ve Doğan Taşdelen ayrı ayrı aday olunca yaşandı ve Ankara yine Gökçek’e hediye edildi. “Parsel Parsel”i okuyunca, 1990’lı yıllarda Gökçek’in seçilmemesi için verdiğimiz mücadeleyi hatırladım ister istemez. Sadece siyasal İslamın temsilcisi bir partiden aday olması bile ona karşı durmak için yeterliydi elbette ama Ankaralılar kendisini Keçiören Belediye Başkanı ve Ankara milletvekili olarak da tanıyordu. Ağırel, kitabında benim de bilmediğim olayları titiz bir çalışmayla ortaya çıkarıp tarihe kaydediyor. Mesela Gökçek’in Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürü olduğu dönemde, 1990 yılında Milliyet gazetesinde hakkında çıkan bir haberin başlığı: Şeriatçı müdür… 1998’de DGM Savcısı tarafından evinde gözaltına alınan Gökçek hakkında iddia edilen suç: “Cürüm işlemek için teşekkül oluşturmak ve belediye ihalelerine fesat karıştırmak.” Bu iddialardan nasıl ve kimlerin yardımıyla kurtulduğunun, akçalı işlerde dönen dolapların ayrıntıları kitapta! Kışlalı Hocamızın anısını yaşatan önemli bir katkı Okuduğum ikinci kitap, Mustafa Balbay’ın kaleme aldığı “Kemalizmin Centilmen Devrimcisi Ahmet Taner Kışlalı”. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nde okurken siyaset bilimi derslerini aldığım değerli hocamın hayatını, başından o acı sona kadar anlatmış Balbay. Benim de ilk kez duyduğum özel hayatından anılar, kitaba adeta roman tadı vermiş. Dostları ve aile üyelerinin de anlattıklarıyla hocamızın bilmediğimiz yönlerini de açığa çıkarmış. Kitabı yazarken benimle de temas etti Mustafa Balbay; anılarımı, düşüncelerimi sordu. Hocam anısına geçen yıl düzenlenen bir etkinlik için konuşma hazırlamıştım. Ancak son anda rahatsızlanınca gidememiştim. Balbay’a o konuşma metnimi gönderdim; hiç kısaltmadan yer vermiş. Bundan ayrıca mutluluk duydum. Bir gün siyaset bilimi dersinde, din üzerinden Atatürk’e eleştirilerde bulunan birine, Kışlalı Hocamın gazetede de yazdığı bu cümleyi söylediğini işitmiştim: “Eğer Türkiye’de bir din devleti kurmak istiyorsanız, Mustafa Kemal’e saldırmanız elbette ki tutarlıdır.” Prof. Kışlalı, “Atatürk’e evet, Kemalizm’e hayır” diyen zihniyetin karşısındaydı. “Demokratik Toplumcu Çağrı” başlıklı metni, 26 Nisan 1998’de Cumhuriyet’te yayımlanmıştı. Orada yazdığı gibi, 1923 Devrimi’nin liberalizmden, Fransız Devrimi’nden, sosyalizmden ve toplumculuktan esinlenen çerçevesini anlatıyor, “Kemalizm, demokratik toplumculuğun Anadolu koşullarında oluşan ve gelişmekte olan ülke gereksinmelerini de karşılayan, özgün bir modeldir” diyordu. Akit isimli dinci yayının, Ahmet Taner Kışlalı’ya “dokuz sütun” ayırıp “Zorba Kemalist gemi azıya aldı” diye manşetten hedef gösterdiği hocam, faşist katiller tarafından alçakça öldürüldü. Ama geride bıraktığı eserleriyle, daima yaşayacak. Mustafa Balbay’ın kitabı da onun anısını yaşatmak için önemli bir katkı. Dün Cumhuriyet’te yayımlanan Orgeneral Çetin Doğan’ın 28 Şubat davasının sahte belgeleriyle ilgili açıklamalarına bugün de devam ediyoruz. Başka sahte belgeler de sunan Doğan, 28 Şubat’ın asıl hedefinin TSK olmadığını belirtiyor, “Hedef medyayı satın almaktı” diyor. Org. Doğan’a eski Başbakan Binali Yıldırım’ın Edirne il kongresindeki “Balyoz’lar, Ergenekon’lar... Bunlar yalan mıydı, elbette bunlar vardı” sözlerini de sordum. n Söyleşimizin dünkü bölümünde çok önemli bir belge paylaştınız. Bugün paylaşacağınız öteki belgenin konu bölümünde “Batı Harekât Konsepti’ yazıyor ve 28 Şubat dava dosyası ek klasöründe yer aldığı belirtiliyor. Bu belge de mi sahte? Evet, bu sahte dijital belgeye gerekçeli kararda 246 kere atıfta bulunulmakta ve kararın 170. sayfasında şöyle bir değerlendirme yer almaktadır: “Anayasada belirtilen milli iradenin üstünlüğü esasına aldatmaca denildiği, demokratik seçimlerle iktidara gelindikten sonra demokratik yollarla iktidardan gidilemeyeceğini, demokratik yollar dışında iktidarın görevden uzaklaştırabileceği şeklinde ön kabuller yapılarak anayasa ve yasalara aykırı olarak demokratik sistemlerin evrensel ilkeleri ile bağdaşmayan tespitler yapıldığı görülmüştür. Ciddi ve köklü tedbirler ve müdahale etme şeklinde beyanlar İPEK kullanılarak anayasa ve yasalaÖZBEY ra aykırı olarak askeri müdahale imkânının kalmayacağı açıkça vurgulanmıştır.” Islak imza taşımayan bu belge sahteliğinin ortaya çıkmasını önlemek amacıyla bilgisayarda taranarak 5 No’lu CD’ye kaydedilmiştir. n Avukatlar CD’yi Genelkurmay’a sormadı mı? Tabii ki sanık avukatları bilgi edinme kapsamında CD’nin seri numarasını vererek akıbeti hakkında Genelkurmay Başkanlığı’ndan bilgi talebinde bulunmuşlardır. Genelkurmay Başkanlığı’nın cevabi yazısında, söz konusu CD’nin 18 Haziran 2007 tarihinde Genelkurmay Bilgi Sistemler Başkanlığı deposundan sorumlu personel tarafından çıkarıldığının tespit edildiğini, ancak kime teslim edildiği konusunda bilgi bulunmadığı ifade edilmiştir. Bu husus 28 Şubat davasındaki sahte delillerin Balyoz davası için üretilenlerle aynı zaman diliminde üretildiğini kanıtlamaktadır. Ama bitti sanıyorsanız, yanılıyorsunuz... Üçüncü bir sahte belge de var... Batı Eylem Planı... n Orada ne deniyor? Gerekçeli kararın 580 sayfasında adı geçen bu belgenin, mahkeme heyetince, Esasa İlişkin Değerlendirme bölümünde “Suçun sübutuna ilişkin kanaatin oluşmasında esas alınan en önemli delil” olduğu belirtilmektedir. Öncelikle alıntısını yaptığımız “Belge aslı emanetin 2012/ 75 sırasında kayda alınmıştır” ifadesinin tamamen yalan olduğu, emanete alınanın belge aslı değil, CD5’ten çıktısı alınan dijital belgenin fotokopisi olduğu duruşmada kanıtlanmıştır. Söz konusu belgenin iki ayrı adrese gönderilmiş nüshalarının da “belgenin aslı olarak nitelendirilen” Genelkurmay Adli Müşavirliği’nce gönderilen nüshalarının imzaları da dahil CD5’ten çıktı alınarak kopyalandığı ortaya çıkmaktadır. Gerekçeli kararda 580 kere Batı Eylem Planı’na atıfta bulunmaktadır. Cumhurbaşkanı’yla aynı safta mağdur! n Geçenlerde Binali Yıldırım’ın Balyoz konusun nıklarının bireysel müracaatına, AYM nihayet 18 Hazida açıklamaları oldu ve büyük tartışma yarattı.... ran 2014 tarihinde “hak ihlali” kararını verdi. Bu konuda ne diyeceksiniz? l Anadolu 4. Ceza Mahkemesi’nde yeniden görüAnlaşılan Sayın Binali Yıldırım’ın melen Balyoz davasında bütün sanıklar mahkemenin 31 tin yazarları yeterli bilgi sahibi olaMart 2015 tarihli kararı ile beramadıkları prompter’ı güncelleştirKumpas davalarının at etti. miyorlar. Okuyanları şaşırtacağına emin olduğum Balyoz davasının bitmemiş serüvenine ilişkin günceleski savcı ve hâkimlerini, yargılandığı l Gel gör ki bu karar Anadolu Cumhuriyet Başsavcı Vekili Mehmet Aydın tarafından 9 Haziran leme yapalım. Kamuoyunda Balyoz kamu davasında ben ve 2015 tarihinde 7 kişi için temyiz davasının kapandığı, adaletin yerini bulduğu yolunda genel bir algı oluşmuştur. Oysa Osmanlıca deyimi ile silah arkadaşlarım ile Sayın Cumhurbaşkanı edildi. İşin ilginç yanı, benim dışımda temyiz edilen silah arkadaşlarımın ayrı ayrı garnizonlarda (iki tüm“Kazayei Anha” yahut halk deyişi ile aynı safta resmen general, iki tuğgeneral ve iki albay) “kazın ayağının hiç de öyle olmadığını” dava üzerinde siyasetin gölge ve müdahalesinin sürdüğünü, satırmağdur/müşteki/katılan sıfatları ile yer alıyoruz. görevli olmaları ve hiçbirinin 1. Ordu Karargâhı’na mensup olmamalarıdır. Bu subaylar, hiyerarşik kobaşları ile açıklayalım. Yapacağımız Bunun yanı sıra ben, muta zinciri bakımından da 1. Ordu açıklama, kişisel bir yakınmanın ötesinde ülkemizde yaşanan “adalete ilişkin sorunlara” çare üretmek için aynı zamanda FETÖ üyesi aynı hâkim ve savcıların Komutanlığı’nın ast birlikleri olan kolordu komutanlarına doğrudan bağlı idiler. Haklarındaki suçlama atılması gereken öncelikli adımın iddia ve hükümleri ile sadece jenerik bir senaryonun tarne olması gerektiğini tekrar hatırlatmak, cambaza bakmaktan kaçındırmak içindir. sanık sıfatını taşımaya devam ediyorum. Ve tışıldığı seminerde yaptıkları konuşmalardır. l Temyiz tarihinden 1.5 yılı bil 9 Ekim 2013 tarihinde Yargı bilir misiniz, 80 yaşını raz aşkın süre sonra cumhuriyet tay 9. Dairesi, Balyoz davası sanıklarına Özel Yetkili İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin verdiği devirmiş birisinin 10 yılı aşkın süredir savcısı Süleyman Keleş tarafından 24.6.2016 tarihinde imzalı tebliğname Yargıtay 16. Ceza Dairesi’ne kararı oybirliği ile onadı. “sağır sultanlara” sesini ve sanıklara gönderilmiştir. l Bu kararın ardından “paylaşım” sorunundan kaynaklı siyasi iktidar ile F. Gülen Cemaati araduyurmak için bile bile havanda su döverken l Yine işin ilginç yanı, “tebliğnameyi” Yargıtay Başsavcı Vekili yerine imzalayan Sayın Süleyman sındaki gerginlik, süratle tırmana sevdiklerini birer birer Keleş’in, imza tarihinden bir hafrak 17 Aralık 2013 tarihinde yapılan “Rüşvet ve Yolsuzluk” operasyitirişinin acısını... ta önce (17 Haziran 2016 tarihinde yayımlanan 548 sayılı Adli Yargı yonu ile fiili bir çatışmaya döndü. Kararnamesi ile) İzmir Bölge İdare l Başbakan Erdoğan’ın siyaMahkemesi 2. Ceza Dairesi’ne üye si başdanışmanı Yalçın Akdoğan, 24 Aralık 2013 hâkim olarak atanmış olmasıdır. tarihli Star gazetesindeki köşesinde Gülen Cemaatil Anadolu 4. Ceza Mahkemesi’nin verdiği berani “Kendi ülkesinin milli ordusuna, milli istihbaratına, at kararından tam 6 yıl, duruşma talepli tebliğnamemilli bankasına, milletin gönlünde yer edinen sivil ikti nin tebliğinden 4.5 yıl geçmesine rağmen hâlâ Yükdarına kumpas kurmakla” suçladı. sek Yargıdan bir ses çıkamadı. Buna karşılık iş bilir sil Balyoz davası sanık yakınları ve başta sevgili Şu yasetçilerden ve yardakçılarından hâlâ “Bal gibi Balle Nazlı Erol olmak üzere avukatları, Anayasa Mahke yoz vardı” yolunda kamuoyunu aydınlatıcı (!) yargıyı mesi (AYM) önünde “Adalet Nöbetine” başladı. Sayın ikaz edici nakaratlarını duymaya devam ediyoruz. KoAkdoğan’ın Star gazetesindeki yazısı, ilgili çevrelerde nuyu son olarak eşi pek görülmemiş ibretlik bir ironi siyasi iradenin işaret fişeği olarak algılandı. Balyoz sa ile noktalayalım: ASIL HEDEF MEDYAYI SATIN ALMAKTI n Ergenekon, Balyoz ve türevi davalardan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin çok önemli darbe aldığı yadsınamaz. Bu noktada akla gelen soru şu oluyor: 28 Şubat davasının sizce kurgulanma amacı neydi? 28 Şubat davası açıldığında TSK’nin belirttiğiniz davalarla tam teslim alındığını söyleyebiliriz. Bu nedenle kotarılan davanın asıl hedefinin TSK olmadığı kanısındayım. n Kimdi peki? Esasen ben dahil sanıkların bir bölümü, Balyoz davasının da sanıklarıdır. 28 Şubat davasında siyaseten bir dönemin rövanşını alma ve iktidarın dayandığı çelik çekirdek tabanı tatmin etme istemi olsa da asıl hedef medyayı teslim almaya yöneliktir. Bu konuda basın mensuplarının ve bazı siyasilerin eski cumhuriyet savcısı Bilgili tarafından soruşturmaya dahil edilmesi üzerine dönemin Başbakanı’nın 29 Eylül 2012 yılında verdiği demeci hatırlatalım: “Sadece medya sahipleri değil, bazı köşe yazarları çağrıldı. Çağrılmayanlar da var. Bana göre onların da çağrılması lazım. Bazı yerlere çağrıldılar, onlardan komut aldılar, orada bunlara neler söylendi. Bunları anlatmaları lazım. Patronların, gizli kalan gerçekleri söylemeleri lazım. Bugün söylemezlerse yarın muhakkak yine söyleyecekler, yine önlerine gelecek. Çünkü bu defter açıldı, kolay kolay kapanmaz. Bu gerçekler önümüze gelecek ki aydınlık geleceğimizi görelim.” Gerçekten de defter kapanmadı ama “Demokles’in Kılıcı” eğreti bir şekilde basının ve işadamlarının üzerinde sallandırılarak “yandaş medya” ve “yandaş işadamları” türetildi. Themis’in kılıcı ele geçirildi, hoyratça kullanılıyor n Sonuç? Ülkemiz dünyada basın özgürlüğü açısından 197 ülke arasında 134. sıraya yerleşti. Yargı erkinin siyasal kontrolü basının susturulmasında en etken rolü oynamaya hâlâ da devam etmekte. Canlı örneği halen Yargıtay aşamasında olan 28 Şubat davasının 13 Nisan 2018 tarihli gerekçeli kararında basının “Davanın Şerikleri” olarak nitelendirmesidir. Aşağıda gerekçeli karardan alıntı yaptığımız ifadeler adaletin simgesi Themis’in elindeki kılıcın kimler tarafından ele geçirilip hoyratça kullanıldığının kanıtıdır: “Meslek ilkelerini askıya alarak 28 Şubat darbesinin gerçekleştirilmesine sınırsız lojistik destek veren, çok sayıda görüntülü sesli yazılı medya kuruluşu ve medya mensubu, Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanlarının taleplerine ve talimatlarına uygun haberler ürettiler. Gerçek olmayan haberler yayımladılar, gerçek olan haberleri gizlediler, sanal irtica haberleriyle gündem oluşturmaya çalıştılar.” “28 Şubat darbesinin gerçekleşmesinde, Hürriyet Gazetesi Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, Sabah Gazetesi Yayın Yönetmeni Ergun Babahan, Yazıişleri Müdürü Erdal Şafak, Milliyet Gazetesi Yönetmeni Halil Derya Sazak başta olmak üzere, çok sayıda gazeteci, radyo ve TV program yapımcıları çok önemli bir rol oynadı. Eğer medya desteği olmasaydı 28 Şubat darbesi gerçekleşmezdi. Bu darbe sürecinde, komutanların talimatıyla manşetler atanlar, haberler yapanlar, anayasayı ilga ve hükümeti düşürme suçlarının şerikleridir.” Gerekçeli kararda 21 kişiye müebbet hapis cezası verilirken yukarıdaki alıntıda söz konusu edilen talimatlara ilişkin tek satır gerçek bir belge bulunamadığını da belirtelim.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle