08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 12 OCAK 2021 SALI [email protected] OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Bulutoğlu’nun ardından Kenan Bulutoğlu PROF. DR. YAKUT IRMAK ÖZDEN ATATÜRK KÜLTÜR VAKFI BAŞKANI 2020’nin son ayında yitirdiğimiz ve vasiyetine uygun olarak Samsun Çarşamba’daki aile mezarlığında toprağa verilen eski eşim, değerli bilim insanı ve dürüst devlet adamı Prof. Dr. Kenan Bulutoğlu 15 Haziran 1931’de Çarşamba’da doğmuştu. Babası Hüseyin Bey, sıra dışı çalışkanlığı ve kararlılığıyla, bir yandan o yıllarda Çarşamba’nın sıtmadan kırılmasına yol açan, öte yandan bölgenin tarımını olumsuz yönde etkileyen geniş bataklıkların büyük kısmının kurutulmasında öncelik etmişti. Daha yakından tanıma fırsatını bulduğum annesi Rabia Hanım, Cumhuriyet öncesi eski alfabeyle okumayazma öğrenmiş olan az sayıda kadından biriydi. İleri yaşlarında, ciddi bir çabayla yeni Türk alfabemizi de öğrenmiş olan Rabia Hanım, bu çabasının nedenlerini şöyle açıklardı: ‘’Oğullarım çoğu zaman uzaktalar, onlarla mektuplaşabilmeliyim; ayrıca her gün gazetemi de okuyabilmeliyim...’’ Nitekim bizimle yaşadığı zamanlar erkenden uyanıp sabah namazını kıldıktan sonra, bizler kalkıncaya kadar Cumhuriyet’i satır satır, en küçük ayrıntısına kadar okumuş olurdu. Kendine özgü dindarlığı ve içten iyilikseverliği bende hep saygı uyandırmıştır... Kendisine yeni bir manto alınsa, derhal bir ihtiyaç sahibi arar ve “dışarıda üşüyen insanlar varken ikinci bir manto dolabımda asılı durmamalı’’ derdi. Yetkin ve saygın profil Kenan Bulutoğlu, İstanbul Erkek Lisesi’nden sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirir ve yayımladığı bir bilimsel çalışmayla Tahir Taner Vakfı ödülünü kazanır. Söz konusu vakfın desteğiyle doktorasını Fransa’da yapma olanağını bulan Bulutoğlu, bu ülkeye doğru yola henüz çıkmışken, gemide geçirdiği bir solunum yolları kanamasından, basit bir bronşit sanılan rahatsızlığının aslında tüberküloz olduğu anlaşılır ve kendini Paris Üniversitesi yerine Grenoble’da bir sanatoryumda bulur. BuKenan Bulutoğlu görev yaptığı her üniversitede hep çok yetkin ve saygın bir hoca olarak bilinmesinin yanı sıra, tüm meslektaşlarıyla olduğu kadar, asistan ve öğrencileriyle ilişkilerinde de sükuneti, kibarlığı ve herkese eşit davranmasıyla da tanınırdı. Ezberci eğitime her zaman karşı olan Kenan Hoca, maliye bilimini ekonomi kökenlerine oturtan “Kamu Ekonomisine Giriş”, “Vergi Hukuku” gibi eserleriyle Türkiye’de bu alanda öncülük etmiştir. rada aylar süren ama neyse ki kendi iradesinin de katkısıyla tam bir iyileşmeyle sonuçlanan tedaviden sonra Paris’e gider ve doktorasını başarıyla tamamlar. Türkiye’ye dönüşte İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nin Maliye Bölümü’nde asistan olarak göreve başlayan Bulutoğlu, aynı bölümde profesörlüğe yükselerek tamamladığı akademik kariyerini ileriki yıllarda Boğaziçi Üniversitesi İktisat Bölümü Başkanı olarak da sürdürmüştü. Kenan Bulutoğlu görev yaptığı her üniversitede hep çok yetkin ve saygın bir hoca olarak bilinmesinin yanı sıra, tüm meslektaşlarıyla olduğu kadar, asistan ve öğrencileriyle ilişkilerinde de sükuneti, kibarlığı ve herkese eşit davranmasıyla da tanınırdı. Ezberci eğitime her zaman karşı olan Kenan Hoca, maliye bilimini ekonomi kökenlerine oturtan “Kamu Ekonomisine Giriş”, “Vergi Hukuku” gibi eserleriyle Türkiye’de bu alanda öncülük etmiştir. Öte yandan, Bulutoğlu’nun her zaman, bilimsel birikimini piyasa için değil, akademik ilişkiler ağı içinde öğrencilerine ve topluma aktarmak amacıyla çalıştığını söyleyebiliriz. Yön’ün ilk imzacılarından Fransa’dan ülkesine döner dönmez, Türkiye’nin toplumsal ve siyasal sorunlarıyla da yakından ilgilenmeye başlayan Bulutoğlu, 1961’de YÖN bildirgesini ilk imzalayan aydınlar arasında yer aldı. Bir dönemi her açıdan etkileyen YÖN hareketinin içinde yer alan ve 196167 yılları arasında Yön dergisini yayımlayan bu aydınlar, Atatürk devrimlerine sahip çıkıyor ve Türkiye’ye özgü bir sosyalizm düşüncesiyle yeni bir akım yaratmayı hedefliyorlardı. Burada bir parantez açarak, bu aydınlar arasında beni daha sonra eşim olacakKenan Bey’le tanıştıran çocukluk arkadaşım (şu anda tanınmış bir ekonomist olan Daron Acemoğlu’nun babası) Doç. Dr. Kevork Acemoğlu’nun da bulunduğuna değinmek isterim. İlk ve tek İşletmeler Bakanı Prof. Dr. Kenan Bulutoğlu, politikaya hem ideolojik yaklaşımı hem de kişisel dostluğuyla yakın olduğu Bülent Ecevit’in saflarında 1970’li yıllarda atıldı ve önce (1977) Samsun Senatörlüğü, sonra da Türkiye’nin ilk ve son İşletmeler Bakanı görevlerini üstlendi. Bu son görevinde kendisine bağlı kamu iktisadi teşebbüslerine özyönetim getirmeye çalıştığından ve her zamanki dürüstlüğüylebu kurumlara “adam yerleştirme’’ uygulamalarına karşı çıktığından, kendi partisinin içindeki bir gruptan tarafından bile kendisine yönelik bir gensoru verildi. Bulutoğlu, 1980 askeri darbesinden sonra siyasi hayattan çekildi. Gerçek bir Türk aydını Bulutoğlu siyasetten ayrıldıktan sonra önde gelen bir uluslararası kuruluş olan Dünya Bankası’nda uzunca bir süre üst düzey uzman olarak çalıştı. Bu görevine bağlı olarak, dünya ülkelerinin önemli bir bölümünü yakından tanıma fırsatını bulan Kenan Hoca, yaşamının bu dönemine ait anılarını “Dünya Kazan Ben Kepçe” başlıklı bence hem keyifle hem de çok şey öğrenerek okunacakbir kitapta topladı. Bu yazımı, gerçek bir Türk aydını, değerli bir bilim ve dürüst bir devlet adamı olan Prof. Dr. Kenan Bulutoğlu’nun yaşamının bir bölümünü eşi olarak paylaşmış olmaktan her zaman onur duyduğumu belirterek noktalamak istiyorum. Işıklar içinde yatsın. Sorun sadece Boğaziçi değil, sorun anayasa ve yök! Üniversite özerkliği ve özgürlüğü 12 Eylül Askeri Darbesi ile ortadan kaldırılmıştır. 12 Eylül Darbesi, ABD’nin de etkisiyle, 1961 Anayasası’nın son kalıntılarını da temizlemek için yapıldı. Askeri Darbe, Türkiye’deki her türlü sol, demokratik, özgürlükçü oluşumu engelledi... Bu arada, özellikle ABD’nin etkisiyle, İslamcılığın önündeki laikliği ve antiemperyalizme kaynaklık ettiği için Atatürkçülüğü de bastırmak için her türlü önlemi aldı. 12 Eylül Yönetimi bu bağlamda, haksız bir biçimde anarşi kaynağı olarak suçladığı üniversiteleri cezalandırmak ve denetim altına almak için İhsan Doğramacı’nın önerisiyle YÖK’ü kurdu. Böylece üniversite özerkliğini ve her türlü akademik özgürlüğü yok etti. Ben, hem Doğramacı bana YÖK Başkan Vekilliği’ni önerdiği hem de YÖK yasası aleyhine yayımlanan ilk eleştiri yazısını yazdığım için olayın birinci elden tanığıyım. YÖK Yasası 1982 Anayasası’ndan bir yıl önce 6 Kasım 1981’de kabul edildi... Doğramacı’nın etkisiyle, Anayasa Komisyonu Başkanı Prof. Orhan Aldıkaçtı’nın karşı olmasına rağmen, Anayasa’nın bütün maddelerine de eklemlendi. Rektörleri YÖK aracılığıyla Cumhurbaşkanı’nın ataması, “DoğramacıEvren YÖK Yasası”nın Anayasa’ya eklemlenen maddelerinden biriydi. O sırada televizyonlarda (aynen bugün olduğu gibi) adlarının önünde profesör unvanı olan bazı askeri darbe dalkavukları “Harba darba karar veren böyüklerimiz, rektörleri mi seçemeyecek” diye propaganda yapıyorlardı. Doğramacı da atama yöntemini “Rektörleri öğretim üyeleri seçerse, rektör kendisini seçenleri nasıl denetler” diye gerekçelendiriyordu. Oysa 1971 Askeri Darbesi’nden önce, benimle birlikte, Hacettepe’de ve başka üniversitelerde yapılan açıkoturumlarda, üniversitelerin sadece öğretim üyeleri eliyle değil, öğrencilerin de katılımıyla yönetilmesini savunuyordu. Zaman içinde YÖK’ün üniversitelere müdahalesi ve rektör seçimi yöntemi, siyasal iktidarın eğilimlerine göre küçük bazı değişmeler gösterdiyse de bugüne kadar 12 Eylül Anayasası’nın koyduğu temel ilkelerle geldi. HHH Boğaziçi öğretim elemanlarının ve öğrencilerinin başkaldırdıkları bugünkü rektör ataması, üniversite özerkliğine ve özgürlüğüne karşı olan bir askeri darbenin yaptığı anayasa hükmüne dayalıdır. Oysa bu anayasa hükmü yanlıştır: Ülkenin bütün kaderini belirleyen yöneticilerin, 18 yaşını bitiren herkes tarafından seçildiği demokratik bir rejimde, öğretim elemanlarının kendi yöneticilerini seçme hakkının olmayışı kabul edilemez. Ne yazık ki bugüne kadar bu yanlış anayasa hükmüne göre yapılan, (eski milletvekili, parti yöneticisi gibi) pek çok partizan atama, sessizce kabul edilmiştir. Dolayısıyla, Boğaziçililerin bugünkü haklı isyanı ve barışçı direnişi, iktidar tarafından rahatlıkla “teröristlikle” suçlanabilmiştir. HHH Türkiye bugün, demokrasinin temel mantığına aykırı olan halkoylamalarıyla yargının iktidar emrine verilmesi sonunda, demokratik rejimin kurumlarının içlerinin boşaltıldığı, kurallarının ise yozlaştırıldığı bir “Sivil Darbe” dönemi yaşamaktadır. Boğaziçi’nden yükselen protesto sesleri, bu otoriter uygulamalara karşı, en azından akademik hayat için, bir özerklik ve özgürlük özleminin ifadesi olarak düşünülebilir. Not: Boğaziçi Direnişi konusunda, dün de internet sitemin “Güncel” bölümünde olayı farklı açıdan ele alan bir yazı yayımladım. Meraklısı www.kongar. org adresinde ona da bakabilir. DAYANIŞMA Basın İlan Kurumu’nun belgeli haberleri nedeniyle Cumhuriyet Gazetesi’ne uyguladığı resmi ilan kısıtlamasını kınıyoruz. Basın özgürlüğünü yok sayan kararı protesto ediyoruz. Haber alma özgürlüğümüz için C’in yanındayız. İTÜ İNŞAAT FAKÜLTESİ 1973 YILI MEZUNLARI (1968 YILI GİRİŞLİLER) 40 kitaptan oluşan “Bütün Yazıları” dizisinin ilk 5 kitabı Savcı oluyorlar, yargıç oluyorlar, mimar oluyorlar, mühendis oluyorlar, bakanlıklarda daire başkanı ve genel müdür oluyorlar. Bir tek eksikleri imam hatip okulunu bitirenlerin Harp Okullarına kayıt olamamaları... Bu eksiği de bu gidişle nasıl olsa giderirler. Uğur Mumcu Cumhuriyet, 11 Haziran 1987, Tersini Düşnelim (Laiklik Ruhuna Fatiha, syf. 272) Laiklik Ruhuna Fatiha 6. Baskı, 344 syf. Haram Düzeni 12. Baskı 232 syf. Ata’m İzindeyiz 15. Baskı 326 syf. Hukuk Devlet Aşiret 11. Baskı 344 syf. Sevr mi Lozan mı? 5. Baskı 384 syf.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle