08 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KÜLTÜR 13 12 OCAK 2021 SALI ‘Büyük Kadın’dan ‘Büyük tartışma’ doğdu YAZGÜLÜ ALDOĞAN Bu tartışma bir yılbaşı armağanı ile başladı. AkSanat’ın İngiliz editörler tarafından hazırlanmış “Büyük Kadın Sanatçılar” başlıklı bir kitabı telif ödeyerek alıp, yurtdışında bastırıp yayımlayarak hatırlı kişilere yollaması, kitabı görme olanağı olan kadın sanatçılarda eleştiriye neden oldu. Kitapta yer alan seçilmiş kadın sanatçıların çoğunun Avrupa ve ABD’li olmasının yanında Zeid dışında hiç Türk kadın sanatçı olmaması da bu eleştirilerden biriydi. Kitabın tanıtım yazısını hazırlarken Hasan Bülent Kahraman’a da AkSanat aracılığıyla sorular yönelttik ama söylediğine göre kendisine iletilmediği için yanıtları da gelmedi. Ama bu çerçevede, çağdaş sanatta kadının yeri, sanata ayrılan kaynakla hazırlanan yayınların niteliği, kurumların sanata bakışı gibi değişik konular sanatçılar tarafından tartışıldı, değişik görüşler dile getirildi. Kahraman’dan pazar akşamı aldığım epostadan bu tartışmaya dahil olmak isteyen yazısı çıktı. Bir tür savunmadan çok, keşke olmasaydı, tartışanları çok da zarif olmayan biçimde “popülist yaklaşımla linç yapmakla” suçlayan bir yazı. Ayrıca başka kitaplarının da savunusu yapılıyor. Cumhuriyet gazetesi, fikir özgürlüğüne saygılıdır. Anlaşılıyor ki Türk sanatçıların çağdaş sanatın neresinde olduğu, kadın sanatçıların konumu, sanat kurumlarının kimler tarafından nasıl yönetildiği ve aslında nasıl yönetilmesi gerektiği, sanata ve sanatçılara yakışan bir düzeyde ve bilimsellikte tartışılmaya muhtaç. Bu bağlamda bu yazı da yayımlanacak, bu tartışmalar da sürmeli ve sanatçılar sürdürecek. ‘Popülist kültür ‘Eleştirenler ne söylediklerini ayağa kalkıp kendileri yanıtlasın!’ anlayışıyla patolojik linç’ Cumhuriyet gazetesinin Büyük Kadın Sanatçılar kitabına gösterdiği ilgi önemli ama değerlenKONUK YAZAR HASAN BÜLENT KAHRAMAN dirmeler keşke kitap okunarak yapılsaydı. Popülizmi yani bilginin ve gerçeğin yok sayılıp, hayatın sanılarla biçimlendirilmesini politikacı tavrı olduğunda kınıyoruz. Oysa bilmenin biçimi herkesi etkiliyor: körleşme kitap adı değildir, gerçektir. Entelektüel sorumluluğum gereğince bazı noktalara değineceğim. Bazıları “kadın sanatçı yoktur, sanatçı vardır” diyor. Bu iddiayı andığım kitap bağlamında öne sürüyorlar. Maalesef optik körlüğünün ta kendisi. Çünkü kitabın iddiası tam da o “kadın sanatçı” yoktur, “büyük sanatçı” vardır. Kitabın kompozisyonu bile bu doğrultuda hazırlanmış. “Kadın” sözcüğünün üstü çizilmiş. Kadın kelimesini çıkın, geriye “büyük sanatçılar” deyimi veya tanımlaması kalıyor. Yani, kadın sanatçı değil, büyük sanatçı vurgusu var o görsellikte. Ama bazıları kapak ve sırttaki görsel düzenlemede “kadın” sözcüğünün üstü neden çizili diye bir “engizisyon sorusu” çıkarıyor ortaya. Vah vah! Yayıncıların kadın sözcüğünün üstünü kadın kimliği bağlamında çizdiğini düşünmek delirmekle eşanlamlı ama literatür, popülizmle “delirium” (Can Yücel’in muhteşem deyişiyle “deliriyorum”) halinin iç içe geçtiğini saptadı. Nedeni belli Kitap kadını “yoksama” tarihinin ne kadar zorlu olduğunu gösteriyor. Ama sanki dünyanın en büyük suçu işlenmiş gibi kitap günlerce sürdürülen bir kampanyanın öznesi. Nedeni belli: Popülist kültürün beslediği patolojik linç anlayışı. Geçmiş olsun. Hepimize. Bir de iş yapalım ama işgüzar olmayalım, çok şey bilelim ama bilgiç olmayalım değil mi? Fakat bir “kadın sanatçı” realitesi var. Bu kavram ikincilleştirme, ayrımHasan Bülent Kahraman: “Hakkımda söylenenleri cevap verecek önem ve değerde bulmuyorum.” cılık kastıyla kullanılıyorsa reddedilir. Kimlik, beden, kamusallık dediğimiz alanların paydasında norm kurucu ve bozucu bir etken olarak, evet, kadın kimliği mevcuttur. O zaman gene bazılarına literatürde bin yıldır yeri belli yanıtı da verelim: Hayır, kadın sanatçı olmak mutlaka feminist olmayı gerektirmiyor. Yapısalcılık sonrası anlayışın bilince getirdiği tanımla söyleyelim: Kadının bizatihi varlığı bir muhalefetin, bir sökümün göstergesidir. Kadınların yaptığı sanatın iç dinamikleri onları öncü konumuna yükseltir. Tartışılan kitap tam da bunu söylüyor. Eleştirenler ne söylediklerini ayağa kalkıp kendileri yanıtlasın. Üstelik “kültür” dünyamızda şimdi yeni bir kavram olarak ele aldığımız bu olgu 1990’larda yerli yerine oturtuldu. “Sanat tarihi” kavramı madunların, eril ve beyaz adamın mitolojisi dışında kalanların, dışlanmışların “tarihleri” olarak yeniden yazıldı. Bugün “sanat tarihleri” var. Kadınlar sadece bu planın oluşmasında değil, bilinç durumlarının, zihniyet yapılarının, yerleşik tüm kategorilerin sökülmesinde, “bakış” kavramından başlayarak temsil politikalarına kadar kurucu rolü oynadılar. Dil ve bilinç bunlardan biri. Ama ne yazık ki bazen kadın konusuna taraf olurken hâlâ terk edilen bazı “söylemler” ayrımsanmadan içselleştirilmiş olarak kullanılıyor. “Söylem” kavramının zorlu yanı bu. Herkes bu iç bükülmeden payına düşeni alıyor. Mevcut eleştiriler tam da burada duruyor. Biraz yazık biraz ayıp. Şoven bir yaklaşım Anlaşılan elimize aldığımız kitaplara içinde Türkiye’den ne var diye bakıyoruz. Yoksa ne yapalım, her çevirdiğimiz kitap için yayınevlerine, “bir Türkiye bölümü ekler misiniz” diye soralım mı? Aklın alacağı şey değil. Oysa bunu istiyor eleştiri kervanı. Epey şoven bir yaklaşım. Ürkütücü. Peki, o durumda kimler alınacaktı kitaba? Türkiye’den kitapta daha çok kadın sanatçı olmamalı mıydı? Niçin olmasın? Türkiye’de Çağdaş Sanat: 19802000 isimli kitapta kurduğum bir iddia var ve ilk kez sanırım orada dile getirildi: Güncel/çağdaş sanatı Türkiye’de kadın sanatçılar hazırladı. İddia bugün de daha ileri çalışmaları bekliyor. Adını sayacağım onlarca kadın sanatçımız evrenseldir, dünya çapındadır. Ama dünya edebiyatı kitabında sadece Orhan Pamuk yer alıyor. Yaşar Kemal? Melih Cevdet? Fazıl Hüsnü? Orhan Kemal? Ve daha kimler kimler. Tamam, yayınevlerine yeni bölüm eklemelerini söyleyeceğiz. Zeid’in kitapta yer almasının nedeni besbelli: Tate retrospektifi. Tekrarlayayım: Türkiye’de güncel sanatın en önemli eksiği evrensel yayınevlerinin bastığı sanatçı monografilerinin olmamasıdır. Ama Zeid’in “Türklüğü” konusu bana bir dönem bazılarının Nâzım Hikmet’in “Türklüğünü” tartışmasını anımsatıyor. Ürpertici değil mi? Cevap verecek önemde bulmuyorum Kitabın odağını yitirmiş eleştirilerine getireceğim açıklamalar bunlar. Hakkımda söylenenleri ise cevap verecek önem ve değerde bulmuyorum. Küratörlük etkinliğini 2010 sonrasında gösterenler 2010’da biten bir kitapta niye yer almadıklarını soruyorsa ve bunu hemen başka ayıplı ithamlarla açıklıyorlarsa bilsinler ki 2010 sonrasını yazdığımda onlara zevkle yer vereceğim. Üstelik onlarla eğitim kurumlarında sanat kurumlarında beraber çalışmışlığım var, hem de uzun süre. Türkiye’de Çağdaş Sanat isimli kitabı hiç görmeden, “arkadaşları haber verdiği için” duyanlar ve onu (ah, ne kadar hazin bir durum) “küratörlük/küratörler hakkında” bir kitap sananlar gene bilsin ki değindiğim kitapta bana küfretmiş olanlar da kişisel ilişkimin en uzak olduğu isimler de edimlerinin gerektirdiği övgüyle anlatılıyor. Bu da benim övüncüm olsun. Son: Dünyanın en derin noktasını da en yüksek noktasını da metreyle ölçtük. Çağdaş sanattaki derinliği veya çapı ölçecek metrik henüz elimizde yok. Bulununca bildiririm. Şimdilik sezinlediğim, derinliğin mesela hiç kuramsal yazı yazmamış olmakla ilgili olduğu. İdareciliğim ise besbelli zayıf ki bu iddiaları öne sürenleri idare edememişim. Ama onların iyi idareciler olduğu anlaşılıyor. İşte böyle... Yetkin Dikinciler, ‘1984’ü seslendirdi Oyuncu Yetkin Dikinciler, George Orwell’ın en önemli eserleri arasında yer alan 1984’ü Storytel için seslendirdi. Can Yayınları tarafından Celâl Üster çevirisiyle yayımlanan 1984’te, bireyselliğin yok edildiği, zihnin kontrol altına alındığı, insanların makineleşmiş kitlelere dönüştürüldüğü totaliter bir dünya düzeni, inanılmaz bir hayal gücüyle, en ince ayrıntısına kadar kurgulanıyor. Yetkin Dikinciler “Eser, deyim yerindeyse ‘sarsıcı’, hatta adeta ‘zihnimi ve ruhumu silkeledi’ desem, abartmış olmam. Aslında, ‘ben böyle düşünüyorum’ dediğimizde, varsaydığımız, zannettiğimiz bir ‘ben’den bahsediyor olabileceğimiz kuşkusunu, ürpertisini düşürüveriyor içimize” diyor. Kültür ve sanat hayatımıza çok sayıda katkı sunan Onat Kutlar’ı özlemle anıyoruz ONAT KUTLAR UNUTULMADI İstanbul Film Festivali’nin kurucularından ve gazetemiz yazarı Onat Kutlar’ın ölümünün üzerinden 27 yıl geçti. Onat Kutlar, 30 Aralık 1994’te PKK’nin İstanbul’da bir kafeye bıraktığı bomba sonucu ağır yaralandı. 11 Ocak 1995’te 58 yaşında aramızdan ayrıldı. 1960 yılında Türk Dil Kurumu ödülüne değer görüldü. 19651976 yılları arasında, Türkiye’ye dünya sinemasının kapılarını açan Türk Sinematek Derneği’ni yönetti. Aynı zamanda Sinema Yazarları Derneği onur kurulu üyeliği yaptı. 1985’te Berlin Film Festivali’nde jüri üyeliği görevini üstlendi. Fransa’dan ödüller aldı. Öyküleri, şiirleri, denemeleri ve seneryoları sanat hayatımıza unutulmayan katkılar sundu. Onat Kutlar EFLATUN NURI KARIKATÜR YARIŞMASI’NA ÖDÜL TÖRENI Pehlivan: Gerçeği yazmaya devam 4.Eflatun Nuri Ulusal Karikatür Yarışması Ödül Töreni pandemi şartlaCHP İzmir Milletvekili Atilla Sertel ise Çalışan Gazeteciler Günü’nün rı nedeniyle bu yıl çevrimiçi düzenlendi. 19611971 yılları arasında bayram 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü’nde olarak kutlandığını, daha sonra gayapılan törende kazanan karikatüristlezeteciler gününe dönüştüğünü ve re ödülleri canlı yayında, sembolik olagazetecilerin haklarının ise giderek rak verildi. Siyasetçilerin, usta gazeteciazaldığını dile getirdi. lerin ve Türkiye’nin sevilen kalemlerinin Nuhsal Işık’a üçüncülük ödülünü katıldığı çevrimiçi törene, “basına özgürveren Gazeteci Barış Pehlivan, ödül lük” mesajları damga vurdu. törenindeki konuşmasında, her şeSoyer: Umut her zaman var İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, “Haber alma hürriyeti, beslenme barınma gibi insanın temel haklaYarışmada eserleri dereceye giren karikatüristlere ödülleri sembolik olarak takdim edilirken, yapılan konuşmalara 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü mesajları damga vurdu. Yarışmanın birincisi Orhan Öztürk’e ödülünü duayen gazeteci Uğur Dündar verirken, yarışmanın ikincisi Engin ye rağmen umut edilmesi ve korku duvarlarının aşılması gerektiğinin altını çizerek “Gerçekleri yazmamız gerekiyor ama insanlara umut da aşılamamız gerekiyor. Son dönemrındandır. Sekteye uğradığında ağır tah Selçuk’a ödülünü Müyesser Yıldız verdi. Üçüncü olan Nuh de gazeteciler dayanışmada iyi bir ribat ve son derece üzücü, kırıcı bir tabsal Işın ise ödülünü Barış Pehlivan’dan aldı. sınav verdi. Korksak da daha cesur lo ortaya çıkıyor. Ama bu tablonun deolmalıyız, gerçeği yazmaya devam ğişeceğine dair umudu her zaman korukatür evrensel bir dil ve zekânın, yaratıcılıetmeliyiz” dedi. duk. Bugünkü bu buluşma, bu ödül töreni, ğın, özgür düşüncenin evrensel bir buluşma Yarışmada ikinci olan Engin Selçuk ise hayatın akacak bir damar bulduğunu, umu alanı. Bugün yarışmaya katılan ve ödül alan ödülünü gazeteci Müyesser Yıldız’dan aldı. du korumamız gerektiğini gösteriyor. Kari tüm yarışmacıları kutluyorum” dedi. l İZMİR / Cumhuriyet Sanat, özgür düşünce ve Boğaziçi Üniversitesi A lain Touraine “Modernliğin Eleştirisi” adlı kitabında, modern kültürel yapının sanatçıyı özgür ve yaratıcı birey olarak özümsemesine değinir. Aslında, özgür düşüncenin sınır tanımaz gücü her çağda toplumlar üstünde hâkimiyet kurmak iddiasında olan baskıcı yönetimleri rahatsız etmiştir. Böylesi ortamlarda özgür düşüncenin savunucusu olan sanat ve sanatçı çeşitli baskı ve sansür mekanizmaları ile hesaplaşmak durumunda kalmıştır. Örneğin Schiller, dünya sahnesinde özgür düşünce uğruna güçlü karakterlerin verdiği mücadeleden söz eder. Voltaire, düşüncesini özgürce söylediği için kapatıldığı Bastille’de yazdığı “Hernande”de yine düşünce özgürlüğünü savunmuştur. Sir Philip Sydney sanatın düşünme yetisini geliştirdiğini ileri sürmüştür. Sanata baskı Yüzümüzü bizden örneklere çevirecek olursak; Muhsin Ertuğrul Hocamız “Tiyatroda bir piyesin oynatılması ‘emir’ veya ‘yasak’ edilemez! Böylesi, bizim fikir hürriyeti anlayışımıza tamamen zıttır” * derken ne kadar da haklıdır. Aynı şekilde, hukuk insanı Selahattin Hakkı Esatoğlu’nun “Sanata Baskı” başlıklı yazısında, sanatçının hiçbir etkiye boyun eğmeden yaratıcı gücünü ortaya koyması gerektiğini okuruz. Otoriter rejimlerin sanatçıya bu özgürlüğü çok gördüğünü ve baskı yaparak onu kendi istedikleri yöne doğru çekmeyi amaçladıklarına dair ipuçları ediniriz.** Haldun Taner’in “Sansür Üzerine” yazısı da her dönemde korur güncelliğini. Sanatı ve sanatçıyı belli kalıplara sokmak isteyen yöneticileri, yönetimleri eleştirir: “Gerçek sanatçı toplumun en uyanık, antenleri en keskin öncü kişisi olarak sınır, gelenek, kalıp, ideoloji, siyasal gerek, idari görüş gibi ölçüler tanımaz. Onların dışına, üstüne, çok ötesine taşar. Zaten yeryüzünde varlığının bir sebebi bunları aşması, toplumu da aşmaya zorlamasıdır” *** der. Buralardan yol alırken; sanata/sanatçıya dair söylemlerin hiç birinin Recep Tayyip Erdoğan’ın geçen günlerde Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri törenindeki konuşmasında yaptığı “sanatçı” tanımına uymadığını bir kez daha görürüz. Uyamaz da zaten. Çünkü, sanatın ve sanatçının özüne aykırı bir diktedir o konuşmada söz konusu olan. Sanatın toplumları uyarıcı evrensel özünün sindirilmesi her zaman insana ve özgür düşünceye saygılı bir yapılanmanın önünü açmıştır, açacaktır. İnsan hakları ve Boğaziçi’nde yaşananlar Geçen günlerde tepeden inme bir biçimde Boğaziçi Üniversitesi’ne dışarıdan bir rektör atandı. 2016 yılından bu yana başka üniversitelerde de aynı uygulama yapılmış ama böylesi bir tepki gelmemişti! Söz konusu Boğaziçi Üniversitesi gibi köklü bir eğitim kurumu olunca ve de öğrenciler ve hocalar kurumlarına sahip çıkarak bu atamaya sessiz kalmayınca, özgür düşünceye kelepçe vurmak için yine harekete geçildi. Zaten, bu arada, fiziki olarak da vuruldu kelepçe üniversitenin kapısına! Bu olay dünyada yankılandı. Öğrencilerin kampusta polis tarafından yerlerde sürüklenmelerinin ötesinde gece yarısı evlerinden alınarak tutuklanmaları, terörist muamelesi görmeleri ve türlü şiddet olaylarına maruz kalmalarının izah edilir bir yanı yoktur. Bu utanç verici gelişmeler beni yine sanat dünyasına götürdü. 2006 yılında, İKSV 15. İstanbul Tiyatro Festivali’ne davet etmiş olduğumuz, William Forsythe imzasını taşıyan “Human Rights/Human Writes” (İnsan Hakları/İnsan Yazıyor) adlı gösteri 1948 yılında kaleme alınmış olan İnsan Hakları Bildirgesi’nin kimi ülkelerde bugün de nasıl ihlal edildiği gerçeğini vurguluyor ve kâğıt üzerine sıralanmış maddelerin yazılı sözcükler olmaktan öteye geçemediğinin altını çiziyordu. Dansçılar sürekli yazmaya çalışıyorlardı kocaman beyaz kâğıtlar üstüne bildirgeden bölümler, sözcükler, harfler... Sürekli engelleniyorlar ve sürekli mücadele ediyorlardı yılmadan... Ünlü koreografın bu çalışmasında temel amaç insan haklarının, özgürlüklerin hayata geçirilmesi konusunda yaşanan sorunların beden diliyle paylaşılmasıydı. Hepimizi içine alan bir paylaşımdı bu. Şöyle bir düşündüm de günümüze, Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşanmakta olanlara dair çok şeyler söyleyen bir çalışma aslında Forshyte’in “İnsan Hakları/İnsan Yazıyor” adlı yapıtı. * Muhsin Ertuğrul, “Tek Çıkar Yolumuz”, Türk Tiyatrosu, OcakŞubat 1964 ** Selahattin Hakkı Esatoğlu, “Sanata Baskı”, Ulus, 23 Aralık 1966 *** Haldun Taner, “Sansür Üzerine”, Kent Oyuncuları Dergisi 29 Ocak 1962 Tarihçi Filiz Çağman yaşamını yitirdi Topkapı Sarayı’nın eski müdürü, tarihçi, el yazması ve minyatür sanatı uzmanı Dr. Filiz Çağman yaşamını yitirdi. Çağman, 19972005 yılları arasında Topkapı Sarayı Müze Müdürü olarak görev yaptı. Çağman görev yaptığı dönemde, sarayın büyük onarımını ve yeFiliz Çağman niden yapılandırılmasını da sağlayan isimlerden biri olmuştu. Edirne’de yaşamını yitiren Çağman, 81 yaşındaydı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle