09 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
8 28 EYLÜL 2020 PAZARTESİ DİZİ BÜYÜK BARİYER: BİAT VE İTAAT T arikatlar ve cemaatler kendi içine kapalı yapılardır. Dergâhlarda, tekkelerde, kapalı kapılar arkasında neler yapıldığı dışarıya sızmaz. Ayinleri, zikirleri, sohbetleri her zaman kendi içinde yaşanır. Onun için de ortaya çıkan Uşşaki tarikatı şeyhi Fatih Nurullah’ın iki kız çocuğuna cinsel istismarı toplumda tepki ve öfke uyandırdı. Özellikle toplumlarda güven verici olarak kabul edilen din adamlığı gibi, öğretmenlik gibi işlerde çalışanların karıştığı cinsel istisGiderek erkek ve kız çocuklarının kimi zaTARİKATLAR, man yatılı okullarında, yatılı kurslarında yaşanan bu tür nefret uyandıran olaylar neCEMAATLER VE ÇOCUK İSTİSMARI den din gibi kutsal bir perdenin arkasında yaşanıyor? Neden bu hacısı, hocası, şeyhi kızların kaç yaşında evlenebileceği ile bu denli ilgili? Dr. ERDAL ATABEK 1 Neden 10 yaşında, 12 yaşında kızlarla evlenilebileceği bu çevrelerin sürekli derdi oluyor? mar olaylarının nefret uyandırdığı açıktır. Toplumu sarsan bu olaylar “tek tük olan Ama elbette bu ilk değildi. sapıklıklar mı” yoksa yaygın bir toplumsal ahEnsar Vakfı’nda yaşanan cinsel istismar lak çöküntüsü mü? olayları unutulmadı. Üzerinde durulması gereken de bu. Çocuk “açıklama tehdidiyle” ya da korkutularak susmaya zorlanıyor! İstismara uğrayan çocuk asıl kendini suçlar. Böylece, cinsel istismar çocuk için kalıcı bir travmaya dönüşür. Çocuk içine çekilir. Arkadaşlarından uzaklaşır. Önceden ilgi duyduğu şeylere ilgisini kaybetmiştir. Uykuları bozulur, neşesizdir, keyifsizdir, okulda aldığı notlar düşer. Doğal bir içgüdü olan cinsellik çocuk için bir karabasana dönüşür. Susmaya zorlanır YASAKLANAN CINSELLIK YOLUNDAN SAPAR Cinsel içgüdü, her insanın doğuşundan başlayarak gelişen bir yaşam kaynağı. Üç temel içgüden birisi. Korunma içgüdüsü, beslenme içgüdüsü, çoğalma içgüdüsü. İlk ikisi hayatta kalmayı, üçüncüsü ise türün devamını sağlayan içgüdüler. Cinsel içgüdü doğuşta var ama cinsel gelişim ergenlikle ortaya çıkıyor. Ergenlerin cinsel uyanışla tanışması onun için sancılı. Karşı cinsle artık daha farklı bir konuma gelen ergen, beğenilmek istiyor. Erişkin ise artık cinselliğini fark etmiş, onu nasıl yaşayacağını öğrenmiş olmalı. Bütün uygar ülkelerin küçük yaşlardan başlayarak “cinsel eğitim” vermeleri bu geçişi kolaylaştırmak için. Bu eğitimden yoksun erişkinler, cinselliği tabu gören, yasaklayan toplumlarda cinsel dürtülerini kontrol edemiyor. Bu nedenle de tacizler, tecavüzler, sapkınlıklar yaşanıyor. Çocukların cinsel istismarı da bu sapkınlıkların en nefret uyandıran alanında yer alıyor. Psikiyatri terimi olarak “pedofili”, iyi bilinen bir sapkınlık. Bir erişkin tarafından cinsel obje olarak kullanılan erkek ya da kız çocuğu, ne olduğunu kimi zaman anlamayarak, anlasa da karşı çıkmaya cesaret edemeyerek olayı yaşıyor. Çoğu kez bu olayı yaşayan çocuk, “açıklama tehdidiyle” ya da korkutularak susmaya zorlanıyor. Olayların suskunlukla kapalı kalması bu yollarla sağlanıyor. Eğer bu taciz, güvenilen bir kişi tarafından yapılıyorsa çocuk için açıklamak daha da zorlaşıyor. Bir hoca, bir şeyh, bir eğitmen toplumun saygı duyduğu bir kişidir. Tarikatlarda, cemaatlerde ise çoğu kez çocuğun ailesi de o çevrenin içindedir. Çocuk, bu çevrede uğradığı tacizi açıkladığı zaman karşılaşacağı tepkiden de çekinir. Bu olaylarda çocukların yakın çevreleri tarafından suçlandıkları çoğu kez görülür. Çocuk bu olayda asıl kendini suçlamaktadır. Böylece, cinsel istismar çocuk için kalıcı bir travmaya dönüşür. Çocuk içine çekilir. Arkadaşlarından uzaklaşır. Önceden ilgi duyduğu şeylere ilgisini kaybetmiştir. Uykuları bozulur, neşesizdir, keyifsizdir, okulda aldığı notlar düşer. Doğal bir içgüdü olan cinsellik çocuk için bir karabasana dönüşür. Bu olayları yaşayan çocukların Uşşaki tarikatı şeyhi Fatih Nurullah’ın iki kız çocuğuna cinsel istismarı toplumda tepki ve öfke uyandırdı. tam bir sosyal ve psikolojik desteğe gereksinmesi vardır. Çocuk için bu destek verilmezse olay kalıcı hasara dönüşür. Çocuğun sosyal hayatı zarar görür, cinsel hayatı sakatlanır. Cinselliği tabu kılan, yasaklayan bütün sistemler, onun normal yolundan sapmasına neden olur. Kiliselerdeki koro çocuklarına yapılan rahip tacizleri de bu nedenledir. Normal cinsel hayatı yasaklanan rahipler, ergen yaştaki koro çocuklarına karşı bu sapık ilgiyle benzer olaylara yol açarlar. Bu olayların kitapları yazılmıştır, filmleri çekilmiştir. Bizim kapalı kültürümüzde ise bu olaylar, çoğunlukla saklanır, kapalı kapılar arkasında kalır. İstismara uğrayan çocuklar da her türlü destekten yoksun kendi trajedilerini yaşarlar. BILINENDEN DAHA ÇOK Cinsel istismar olaylarının aslında ortaya çıkandan çok daha fazlasının yaşandığı bir gerçek. Çocukların maruz kaldığı cinsel istismarlar olsun, erişkinlere yapılan tecavüzler olsun çok kere yaşayanların açıklayamadığı suçlar. Açıklarsa kendisinin suçlanacağı korkusu bu olaylara uğrayanları suskunluğa yöneltiyor. Aile içinde yaşananlar, bütün ailenin zarar göreceği korkusuyla kapatılıyor. Ensest. Yani cinsel ilişki kurması yasak olan yakınlar arasında yaşananlar bilinenin çok üstünde olduğu halde suskunlukla kapatılıyor. Tarikatlar ve cemaatler gibi kapalı yapılarda yaşananlar da çoğu kez ortaya çıkmadan kapatılıyor. Bu yapıların öğretisindeki “biat itaat” ekseni, yaşananlar açıklamanın önündeki büyük bariyer. Temelinde “kutsallık” bulunan, yapılan işleri “kutsala hizmet” olarak niteleyen öğreti, bu işlerin başındaki kişileri de “kutsal rehber” kabul ettiği için dışarıya taşınan her şikâyet “kutsala saygısızlık” içine giriyor. Cinsel istismar olaylarının gizli kalmasında en büyük pay bu öğretinindir. “Kutsallık” olgusu sadece tarikatların, cemaatlerin içinde kalmayacak, siyasete de taşınacaktır. Sağda siyaset yapan bütün partilerin zaman zaman gizli, zaman zaman açık ilişkiler kurduğu tarikatlar ve cemaatler bu parti liderlerine “kutsallık” atfederek kendi topluluklarını etkileyeceklerdir. Bu “kutsallık” kavramı, aslında pek çok olayı açıklar. GÜÇLERİ GIZLILIKLERINDE Bu kapalı yapıların bütün gücü “gizliliklerinde” yatar. Ruhani sırlar sadece tarikatın cemaatin en üstünde yer alan “mürşit” tarafından bilinir. O büyük şeyh, müritlerine sadece bilmeleri gerekeni açıklar. Kıdemliler derece derece şeyhe yakınlıklarına göre konumlanırlar. Kıdemsiz dervişler sadece soru sormadan hizmet etmekle yükümlüdür. Bu yapılarda “ruhani sır” öğretinin odağıdır. “Sır” aslında bilinmeyendir. Tarikatların, cemaatlerin müritleri, bu sırrı bilen “şeyh hoca mürşit”in peşinde giden kullardır. İşte bu “kulluk kölelik” olgusu, bu gizlenen bilgilerin, ruhani sırların koruyuculuğunda dayanır. Osmanlı İmparatorluğu’nun her döneminde etkili olan tarikatlar ve cemaatler hep bu “gizli gücün koruyuculuğu” ile varlıklarını sürdürmüşlerdir. Kuran’ın Türkçeye çevrilmesi de bu gizliliğin korunması için engellenmiştir. Hatta 1726’da kabul edilen matbaa ancak Kuran’ın basılmaması koşuluyla izin alabilmiştir. Gizlilik, saklanan bilgi, ruhani sır tarikatlarla cemaatlerin temel gücüdür. Bilgi açıklığı, paylaşılan bilgi, laik eğitim onun için tarikatlarla cemaatlerin düşman saydığı işlerdir. Çünkü bu yolla ellerindeki yönetme gücünü kaybedeceklerdir. BIZIM ASIL FELAKETIMIZ Bizim asıl felaketimiz, Batı toplumlarının ortaçağda yaşadıkları “dogma egemenliği”ni günümüzde yaşamaya zorlanmamızdır. Batı, ortaçağda kiliselerin dogmalarının egemenliğini yaşadı. Galile gibi akılcı bilginin temsilcileri engizisyon mahkemelerinde hesap verdi. Giordiano Bruna yakılarak öldürüldü. Ama Batı uygarlığı Rönesans ve Aydınlanma ile bu engelleri aştı. Laik yaşamın, laik eğitimin değerini anladı. Çağdaş, uygar toplumlar yaratmayı başardı. Ne yazık ki biz bugün bu ortaçağ zihniyetini kabule zorlanıyoruz. Tarikatlar ve cemaatler yaşamın her alanına egemen kılınıyor. Onları koruyan, besleyen, büyüten siyasal iktidar bu ortaçağ karanlığını ülkeye egemen kılmak için var gücüyle desteğini sürdürüyor. Bizim asıl felaketimiz, Batı’nın yüzyıllar önce yaşadığı karanlıklara bizim bugün sürüklenmemizdir. ELBETTE BUNU KABUL ETMEYECEĞIZ Bu toplumda bunu kabul etmeyecek güçlerimiz de var. Aydınlanma ile özgür aklın rehberliğini anlamış, ülkenin çağdaş uygarlık yolunda yürümesi için azmetmiş milyonlarımız var. Elbette tarikatlarla cemaatler de bunu biliyorlar. Çocuklara yönelik Kuran kursları yoluyla, hafızlık eğitimiyle yapmaya çalıştıkları işte bu Aydınlanma ilkelerini etkisiz kılmak, kendi öğretilerinin egemenliğini sağlamak. Ama yaratmaya çalıştıkları bu yeni Ortaçağ, tarihin doğal akışıyla başarısız kalacaktır. Belki bir zaman kaybı olacak, bu da toplum deneyiminin öğretici bir örneği olacaktır. Tarihin bütün bağnaz din yönetimleri ortadan kalkmıştır. Aklın gücünü temsil eden toplumların önünde hiç bir engel tutunamaz. Bunu bizim toplumuzda da göreceğiz. Yeter ki bilelim, anlayalım ve kararlı olarak hedeflerimize yürüyelim. YARIN: CİNSEL İSTİSMARA GİDEN YOL Ayrıntılar Entelektüel Edward Sait yaşamöyküsünün adını “Yersiz Yurtsuz” koydu. O, adanmış bir entelektüel/aydındı. Elinde taşla, Filistin’e saldıran İsrail ordusuna karşı dövüşmekten kaçınmamıştı. Kafasını kuma gömen, kâğıt kalem içinde kaybolarak aslında sorumluluktan kaçan geveze okuryazarlara isyan halindeydi. “Entelektüel” adlı başyapıtında şöyle diyor: “Nabza göre şerbet vermek, konuşulması gereken yerde susmak, şovenist kabadayılıklara, tantanalı dönekliklere ve günah çıkarma törenlerine rağbet etmek bir entelektüelin kamusal rolüne en çok gölge düşüren tavırlardır.” Hele de adına vatanseverlik dedikleri, zerre kadar hakikate dayanmayan, yapay, popülist söylemlerle kafa karıştıranlara şöyle sesleniyor: “Düzenin adamları belli çıkarları gözetirler, oysa entelektüeller şovenist milliyetçiliği, şirketleşmiş düşünce müsveddelerini ve sınıf, ırk, toplumsal cinsiyet imtiyazlarını sorgulayan kişiler olmalıdırlar.” HHH Ergenekon, Balyoz günleriydi. FETÖ saldırıyordu herkese. Ali Tatar intihar etti, aşağılık iftiralar karşısında onuru zedelendi. Arkasında kimler, nasıl durdu(!) gördük. Ağabeyi Ahmet Tatar’ı yayına almıştım. Kimselerden çıt çıkmıyordu, korkudan kafalar kuma gömülmüştü. Anlattı ne varsa yüreğinden geçen. Bir gün telefonum çaldı, arayan Mehmet Ali Çelebi’nin babasıydı. “Enver Bey artık gücüm kalmadı. Elimde emekli maaşımdan başka bir şey yoktu, o da tükendi” dedi. Artık evladını görmeye gelemeyecekti: “Mehmet Ali sizlere emanet” dedi. BirGün’de “Genelkurmay başkanı Çelebi olmalı” diye yazmıştım. Ordunun başında duranlardan biri Dolmabahçe’de teslim olmuştu, verdiği muhtıra da siyasal İslamcılara hayat öpücüğüydü. Biri silah arkadaşlarını ziyarete bile gidemiyordu: “Kasaptaki ete soğan doğramam” demişti. Sonrasında “Kozmik Oda”yı açanları da gördük. Çelebi mahkemede “Mustafa Kemal’in askeriyim” diyordu, hakkıdır. Ben boyun eğmeyene saygı duyarım. HHH Yine muhbir vatandaş günlerindeyiz. İktidarın arkasına yurtseverleri dizmek için her numara çekiliyor. Kitaplar yazılıp fişleme yapılıyor; yetmiyor, sosyal medyadan ihbarlar ediliyor. Şaşırmıyorum, fikri, vicdanı olmayan, yalnız başına kalmayı göze almayan, sanal şöhret için deliren, iktidardan pay kapmak isteyenler bunu hep yapar. Zor günlerde ekranda oldum, Berkin Elvan öldüğü gün babası Sami Ağabey yayına gelmişti, elinde ekmek vardı. Masaya koymuştu, ne soracaksın ki! Gözyaşlarımı tutamamıştım, evladını toprağa koyup yayına gelmişti. Bir kere aşağılık olmaya alışınca insanlar, kolayca iftira atar, dediler ki: “Reytinge babayı alet ettin.” Oysa yayına çıkmak isteyen Sami Elvan’dı, “Evladımın katillerine seslenmek istiyorum, esirgeme bunu benden” demişti. Köşeler, ekranlar babamızın malı değil. Burada kalem oynatacaksak, ekranda söz söyleyeceksek “hakikat” olmalıdır bu. Suya sabuna bulaşmadan emekli olunacak meslek değildir yaptığımız. HHH Entelektüel kendini “yertsiz, yurtsuz” sayar; dünyanın neresine giderse gitsin vicdanı onunladır! Yığınların alkışını almak için kalemini kirletmez entelektüel, ırkçı hezeyanlara pabuç bırakmaz, memleketi de tanrısı da vicdanıdır. Aynı gün hem faşistler saldırır hem liberaller, mesela buna şaşırmaz. Güçtür görevi, bunu bilir de itiraz etmez! Türk, Kürt, Suriyeli çocuktan birinin gözyaşını tercih etmez entelektüel! O yaşın akmasına neden olan düzeni sorgular, nefesi de tükenmez! Son ana dek görünen/ pusuya yatan düşmanla mücadele eder. İkinci baro tartışması İstanbul’da ikinci baro kurulması için yapılan başvuruya Türkiye Barolar Birliği (TBB) Yönetim Kurulu’nun imzaları kontrol etmeden onay verdiği ileri sürüldü. 7’ye karşı 4 oyla onay verildiğini söyleyen TBB Yönetim Kurulu Üyesi Asude Şenol, “Başvurular, başvurucunun kendi imzasını taşıyıp taşımadığı, çalıştıkları kurumun İstanbul ilinde görevli olup olmadığı, İstanbul’da bulunduğu ileri sürülen kurum avukatlarının geçici görevle İstanbul’a gönderilip gönderilmediği gibi konular araştırılmadan aceleyle karar verildi” dedi. Avukatlık Kanunu’nda değişiklik yapılarak ikinci baro kurulmasının önünün açılmasının ardından İstanbul 2 No’lu Kurucular Kurulu 24 Eylül’de 2 bin imzayla TBB’ye başvurmuştu. TTB Yönetim Kurulu başvurudan bir sonraki gün sabah toplanarak, 2 No’lu Baro’ya genel kurul yapmak için yetki vermişti. Anka’da yer alan habere göre, TBB Yönetim Kurulu Üyesi Asude Şenol, 7’ye karşı 4 oyla 2 No’lu Baro’ya yetki verildiğini belirterek, kendisinin karşı oy kullandığını söyledi. Şenol, başvurunun üzerinden 24 saati bile geçmeyen süre içinde 2 bin 53 imzayı incelemenin imkânsız olduğunun altını çizerek, “2053 başvurunun yasal şartları taşıyıp taşımadığının incelenebilmesi mümkün olmadığı gibi başkanlıkça da daha önce başvuruların TBB tarafından doğrudan alınması için UHAP’taki butonun (yönetim kurulu kararı ile açılmayan ancak yönetim kurulunun oybirliğiyle alınan kararla) kaldırıldığı için yapılamadığı ifade edildi” ifadelerini kullandı. l Haber Merkezi
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle