23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
HABER 9 24 EYLÜL 2020 PERŞEMBE Atatürk’ü anlamak ve ÖZÜMSEMEK n Baştarafı 1. sayfada Kenan Evren: ‘Kendinden menkul Atatürkçülük’ Atatürkçülüğü hiç anlamamış, 12 Eylül askeri cuntasının başı Kenan Evren’in Atatürkçülüğü “kendinden menkuldür”, “kendi kendine verilmiştir”, tutarsızdır. Bu nedenle gerçek Atatürkçü Nadir Nadi, “Ben Atatürkçü değilim” yazısını yazdı. Ancak Atatürk ismini kullanmaktan da hiçbir zaman geri durmadı. 16 Aralık 1965 günü bir yazısında aynen şöyle demişti: “... Böylece büyük kahramanın ömrü boyunca nefret ettiği ve bütün gücü ile bizi kurtarmaya çalıştığı dogmacılığı şimdi gericiler onun adına sığınarak tam anlamıyla hortlattılar...” Nadi, böylece “dogmacı” Atatürkçülere de karşı çıkıyordu. Bu günlerde hiçbir değeri olmayan 40 yıl önceki Kenan Evren’e gönderme yaparak ve sebep göstererek Atatürk adını kullanmak istememek, kendini ve karşısındakileri aldatmaktan öteye bir anlam taşımaz. Bu davranışlar; Türk devriminin sosyolojik gelişimini anlayamamış, sözü edilen ayrımın da bir emperyalist tuzak olduğunun ayırdına varamamış, “entel takıntılar”dır. Sınıfsal açıdan değerlendirme Gerçek sosyalistler, Mustafa Kemal, Gazi Mustafa Kemal Paşa ya da Atatürk isimlerini kullanmakta bir sakınca görmezler. Bundan bir ayrıcalık yaratma yoluna gitmezler. Sosyalistler, gerek kurtuluş gerekse kuruluşu ele alırken temelde eleştirel yaklaşırlar. Kurtuluş ve kuruluş döneminde yapılanları, günümüz emekçi sınıflarının işine yarayacak düşünce modeli çerçevesinde değerlendirirler. Atatürk’ün antiemperyalist liderliğini daima üstün tutarlar. Bu nedenle, sosyalist düşünce sahiplerinin bu tutumu önemlidir ve saygıyla karşılarız. Dinciler ve ‘İkinci Cumhuriyetçiler’ Radikal dinciler, kutsal din duygularını her zaman siyaset rantı için kullananlar, Atatürk’ten nefret ettikleri için numaracı solcular da her fırsatta Türk toplumunda tartışma yaratma zeminini kullanmak istedikleri için bu ayrıma sarılmak isterler. Bu girişten sonra konuya daha somut noktalardan bakmalıyız. Kendisine unvan vermedi Atatürk, kendisine hiçbir zaman isim ve unvan vermedi. Onun isimleri ya öğretmenleri ya da meclisler tarafından verildi. Mustafa idi, ortaokulda öğretmeni tarafından kendisine Kemal ismi verildi ve Mustafa Kemal oldu. Anafartalar’da savaş kahramanı olarak Mustafa Kemal ismini tarihe geçirdi. Yabancı askeri strateji uzmanlarının kitaplarına genç Yarbay Mustafa Kemal ismi, askeri bir deha olarak girdi. Muş ve Bitlis’i kurtardı Çanakkale savaşlarındaki başarılarından sonra Diyarbakır’a kolordu komutanı olarak atandı. Generallik rütbesini Diyarbakır’da Nisan 1916’da aldı. Henüz 35 yaşındaydı. Kolordu komutanı olarak ilk girdiği savaşta Çarlık Rusyası’nın işgalci ordularından 78 Ağustos 1916’da Muş ve Bitlis’i kurtardı. Böylece Mustafa Kemal Paşa ismi savaş tarihi kitaplarına işlendi. Acaba bu tarihi gerçeği dinciler, kendilerini yerli olarak tanıtanlar ve “İkinci Cumhuriyetçiler” biliyorlar mı? Kuvayı Milliye örgütçüsü 19 Mayıs 1919’da Anadolu’ya ayak bastı ve sadece 80 gün sonra tüm rütbeleri elinden alındı, ordudan tart edildi ve apoletleri söküldü. Tarih 8 Temmuz 1919’dur. Ve o tarihten sonra “Kuvayı Milliye” önderi olarak sivil örgüt çalışmalarına başladı, Erzurum ve Sivas kongrelerini gerçekleştirdi, 23 Nisan 1920’de Meclis’i açtı. Meclis başkanı olarak ve tartışmalarda demokrasiyi koruyarak dünyanın en acımasız emperyalist işgaline karşı antiemperyalist bağımsızlık savaşını yönetti. Sakarya Savaşı’ndan önce Meclis’in kararıyla Başkomutan oldu. Ancak bu karar nedeniyle asker elbisesini yeniden giydi ve savaşı yönetti. Sakarya Savaşı’nda “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır” diyerek dünyanın binlerce yıllık savaş stratejisini tersyüz etti. Tüm dünyada, antiemperyalist savaşların temel ilkelerini belirledi. Sakarya savaşının zaferle sonuçlanması sonunda Meclis tarafından kendisine “Gazilik” unvanı oybirliğiyle verildi. Mazlum milletlerin önderi 30 Ağustos 1922 bir saldırı savaşıdır. Türklerin son 200 yıldır yenilerek ve toprak kaybederek gerilemelerinden sonra ilk kez yaptıkları bir savaştır. Her şeyden önce emperyalist işgalcilere karşı bir saldırı savaşıdır. Mazlum milletlere cesaret veren bir zaferle sonuçlandı. İşte bu nedenle 30 Ağustos zafer haberini alan ve İngiliz sömürge yönetimi altında yaşayan Gandi şu açıklamayı yapıyordu: “Bu zafer, mazlum ve tutsak uluslara ilk kez bağımsızlık düşüncesini kavrattı.” (8 Eylül 1922) Bizim ayakları yere basmayan “İkinci Cumhuriyetçi” solcular Gandi’nin bu sözlerini kavrayabiliyorlar mı, anlamını algılayabiliyorlar mı? Bu zaferin tüm dünyadaki tutsak halkların üzerindeki etkilerini değerlendirebiliyorlar mı? Antiemperyalist başarı Kuvayı Milliye ordularının, 9 Eylül 1922’de İzmir’e girişleri, vatanın işgalci emperyalistlerden temizlenişi sadece Türk milletinin bağımsızlık yolundaki temel sınır taşı değil, tüm bağımsız milletlerin emperyalistlere karşı zaferidir. Yeni bir evrene giriş Bundan sonra, Mustafa Kemal yeni bir evrene giriyordu. Zaferden sadece 50 gün sonra, 1 Kasım 1922’de saltanat kaldırıldı. 29 Ekim 1923 Cumhuriyetin ilanıdır. Sadece bu iki tarih Ortadoğu ve tüm İslam dünyası açısından çok büyük iki devrimdir. Hemen ardından 1500 yıllık halifelik ilga edilerek (kaldırılarak) din devleti yıkılıyordu. Bundan sonra aydınlanma hareketi başlıyordu. Çağdaş bir toplumun inşası, adım adım yaratılması başlıyordu. Alfabe reformu, Türklerin yüzyıllardır süren ve Araplaştırılmalarına son veren büyük devrimin adıdır. Tekke ve zaviyelerin kaldırılması, mahalle mekteplerinin kapatılması, eğitim birliği yasasının kabul edilmesi ardından alfabe devriminin kabul edilmesi, kadın haklarının verilmesi, hukuk devrimi, kimilerinin sandığı gibi üstyapı değil, sosyolojik açıdan toplumbilimi yönünden tamamen altyapı devrimleridir. Ekonomide devletçilik Cumhuriyetin ilanından sonra ekonomiye de önem verildi. Ülkenin nüfusu 13 milyon, genç kesim savaşlarda yitirilmiş, Osmanlı Devleti’nden çok büyük borç yükü devralınmış; işte bu koşullarda ülkenin dört bir yanında yabancıların elinde bulunan tüm demiryolları millileştiriliyor, tüm limanlar kamulaştırılıyordu. 1930’lardan sonra planlı ekonomiye giriliyor, kamu iktisadi girişimleri yaratılıyordu. “Yetmez ama evet”çi liberaller, 1923’te başlayan bu sol görüşlü ekonomi politikalarının önemini ve anlamını ne yazık ki kavrayamıyorlar... Karl Marks ve Avrupa aydınlanması Karl Marks, Avrupa aydınlanma devriminin ürünüdür. 400 yıl süren karanlık ortaçağ, Rönesans ve Reform, büyük Fransız İhtilali derinlemesine özümsenmeden Atatürk devrimlerinin sosyolojik nedenleri de anlaşılamaz. Karl Marks’ı Avrupa aydınlanma devrimlerinin temel bağlamından kopararak okumaya kalkanlar, ne kapitalizmi ne de sosyalizmi anlayabilirler. Marks’ı aydınlanma devrimlerinin bağlamından kopararak Atatürk’ün yaptıklarını anlayabilmek olanaksızdır. Aydınlanmayı bilmeden olmaz Sol düşünce ile Atatürk’ü bağdaştıran, Atatürk’ün temelde sol düşünce metodolojisi içinde değerlendirilmesi gerektiğini savunan İlhan Selçuk’un bir yorumunu anımsatalım. İlhan Selçuk, ayakları yere basmayan, Atatürk’ün yaptığı büyük dönüşümü küçümseyen ve anlayamayan kimi sol liberaller için şöyle diyordu: “Onlar, Avrupa’daki gelişmeleri, Fransız İhtilali’ni, aydınlanmanın büyük yazarlarını (J. Locke, Voltaire, Kant gibi) okuyup özümsemeden Karl Marks’ı okudular. Marks’ı aydınlanmanın bağlamından kopardılar, bu nedenle Atatürk’ün yaptığı büyük devrimin boyutlarını anlamalarına olanak yoktur.” “Gardırop Atatürkçülüğü” tabirini kullanan İlhan Selçuk, bu gibiler ve burjuvalar için şöyle yazmıştı: “Türkiye’de hiç kimse gardırop Atatürkçüsü kadar Atatürkçülüğe zarar vermedi.” Atatürk, Mustafa Kemal’in devamıdır Mustafa Kemal olmasaydı, aydınlanma devrimcisi Atatürk olamazdı. Atatürk, Mustafa Kemal’in devamıdır. Atatürk, yüzlerce yıl ümmet olarak yaşamış bir topluma vatandaşlık bilincini vermek istedi. Atatürk devriminin temeli; ümmetten ulusa, kulluktan vatandaşlığa geçiştir. Kadının ikinci sınıflıktan eşit vatandaşlığa taşınmasıdır. Atatürkçülük, eleştirel aklın öne çıkarılmasıdır. Atatürk, “En gerçek yol gösterici ilimdir” diyen bir devrimcidir. Bu nedenle Atatürk, Gazi Mustafa Kemal’in devamıdır ve birbirinden ayrılamaz. Demokratik devletin hazırlanışı Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk on beş yılı kendini kabul ettirme ve dış kaynaklı iç isyanların bastırılma dönemidir. Yönetim modeli otoriterdi, ancak Kurtuluş Savaşı’nın başından itibaren sivil örgütlenme ve demokratik meşruluk temellerine dayanılmıştır. Cumhuriyetin kuruluşundan sonra karizmatik lider Atatürk, Avrupa’da 400 yıllık bir süreç sonucu ortaya çıkan aydınlanma hareketini Türk toplumuna getirerek devrimci ve aydınlanmacı bir yol izlemiştir. Dünyaca ünlü siyasetbilimci Duverger, 1930’lar CHP’sini şöyle değerlendiriyor: “...Faşist rejimlerde her gün rastlanan otorite savunuculuğunun yerini, Kemalist Türkiye’de demokrasi savunusu almıştır... ...Türk tek parti sistemi, hiçbir zaman bir tek parti doktrinine dayanmamış; tekele resmi bir nitelik vermemiş, liberal demokrasiyi ortadan kaldırma arzusuyla meşrulaştırmaya çalışmamıştır. Sahip olduğu tekelden daima rahatsızlık, utanç duymuştur.” (M. Duverger, Siyasi Partiler, s.364) Bir simge Atatürk adı bir simgedir ve Gazi Mustafa Kemal’e Meclis kararıyla soyadı olarak verilmiştir. Almanya’da Hitler, İtalya’da Mussolini general üniformalarını giyerek Nazi ve faşist diktatörlüklerini kurarlarken Atatürk; askeri üniformasını dolabına koyarak, Türk toplumunun çağdaşlaşması yolunda devrimlerini gerçekleştiriyor, aynı zamanda bir muhalefet partisi kurulmasının girişimlerini de yapıyordu. Bizim “İkinci Cumhuriyetçiler”, esip gürleyen, kimi noktalarda ego şişkinliği yaşayan ancak ayakları yere basmayan ve kendileri için sol etiketini yapıştıran sol liberaller, tüm bu büyük değişimi, devrim niteliğindeki dönüşümü anlayabiliyorlar mı? Bunları değerlendirebiliyorlar mı? Bu gelişmeleri dünya tarihi, Ortadoğu tarihi ve Türkiye tarihi açısından ele alıp makro düzeyde özümseyebiliyorlar mı? Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, “Anadolu aydınlanması”nın devrimci önderi Atatürk adı, kimi “entellerin takıntılarını” tatmin etme alanı ve oyun sahası olmamalıdır. Kumpasta ilk tutuklanan subay olan Yüzbaşı Eren’in davası 18 Kasım’a ertelendi ‘18 Kasım’da beraat umuyoruz’ Kumpas davalarından Atabeyler Davası’nda tutuklanan ilk subay olan ve 14 yıldır yargılaması devam eden Pilot Yüzbaşı Murat Eren’in duruşması dün görüldü. Heyet, bir sonraki duruşmayı 18 Kasım’a erteledi. Eren’in avukatı Muhammet Sarıkaya, “Kasım ayında yapılacak bu SENA duruşmanın karar duruşYAŞAR ması olacağını, on dört yıldır devam eden bu hukuksuzluğa beraat kararı ile son verileceğini umuyoruz” dedi. Yüzbaşı Murat Eren’in davası, Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmeye devam etti. Heyet, duruşmadaki “kapalılık” kararını devam ettirerek, duruşma salonuna yalnızca Eren ve avukatı Muhammet Sarıkaya’nın alınmasına karar verdi. Mahkeme Başkanı, dosyadaki eksiklerin tamamlanması için Eren’in duruşmasını 18 Kasım 2020’ye erteledi. Avukat Muhammet Sarıkaya, duruşmanın ardından Murat Eren Cumhuriyet’e yaptığı açıklamada, şu değerlendirmelerde bulundu: “2006 yılında tüm kumpas davalarında olduğu gibi isimsiz bir ihbar epostası ile başlayan Murat Eren hakkındaki davada tüm zorluklara rağmen aldığımız yargılamanın yenilenmesi kararı neticesinde, Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi bugünkü (dünkü) 6. celsede önceki savunmalarımız ve beyanlarımız doğrultusunda ilgili bir makama müzekkere yazılmasına karar vererek duruşmayı 18 Kasım 2020 tarihine erteledi. Gelinen aşamada, müvekkilimin uzun süredir devam eden yargılama sürecinin ve almış olduğu cezaların, tamamen FETÖ kumpası olduğunu tüm delilleriyle ortaya koyduk. Tek dileğimizin Murat Eren’in adil yargılanması olduğu davada, mahkemenin de Türk adalet sistemine uygun biçimde adil ve etkili bir yargılama yapmasından son derece mutlu ve umutluyuz. Kasım ayında yapılacak bu duruşmanın karar duruşması olacağını, on dört yıldır devam eden bu hukuksuzluğa beraat kararı ile son verileceğini umuyoruz.” Virüs nedeniyle ertelenmişti Mahkeme heyeti, geçen aralık ayında yapılan bir önceki duruşmada, “Eren’in kapatılan askeri mahkemede yargılamasını yapan hâkimlerin ve dosyada görev alan bilirkişiyle ilgili herhangi bir FETÖ soruşturması olup olmadığının Milli Savunma Bakanlığı ve Jandarma Genel Komutanlığı’na sorulmasına” karar vererek duruşmayı 25 Mart 2020’ye ertelemişti. Ancak koronavirüs önlemleri kapsamında yargılamalar durdurulduğu için Eren’in 25 Mart’taki duruşması yapılamamış, 23 Eylül’e ertelenmişti. l ANKARA Ve AKP güvenle de oynadı! En son güven endeksiyle de oynayıp 20 puan yükselttiler ya artık diyecek bir şeyimiz yok. Güven, bir kullanımlıktır. Yitirdiniz mi, geri gelmez. Nâzım diyor ya “Arkadaşlık ağaca benzer, kurudu mu yeşermez artık”... Güven de kayboldu mu, yerine koymanız mümkün değildir. AKP, veriler konusunda güveni çoktan kaybetti. Her gün açıklanan salgın verilerinin ortalama tahminle üçte bire indirildiği düşüncesi hâkim. Son olarak güven verilerine olan güveni de sarsacak bir adım atıldı. Tüketici güven endeksi, Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) temel durumu dikkate alarak hazırladığı bir veri. Eylül ayı verileri açıklanmadan önce 4 başlıktan 2’si değiştirildi. Bunlar, “işsizlik beklentisi” ve “tasarruf ihtimali”! Bunlar çıkınca ağustos ayına oranla güven 3.2 puan artmış 82 olmuş. Bu değişiklikler olmasaydı 62’de kalacaktı. TÜİK, “AB Komisyonu Ekonomik ve Finans İşleri Genel Müdürlüğü böyle istedi” diyor ama işi istedikleri yerden tutuyorlar. 82 puan sanki 100 üzerindenmiş gibi veriliyor. Oysa güven endeksi 0200 aralığında. 100’ün altı, güvenin eksi olduğu anlamına geliyor. Oynanmış hali 82! HHH Güven tüy dikti ama ekonomi deyince akla gelen bütün rakamlar “hileli”... Milli gelirden başlayalım. Geçmişe yönelik haberlere bakınca en çok şu başlık çıkıyor: “Hesaplama yöntemi değişti, milli gelir yükseliyor!” Örneğin 2008’de hesaplama değişince birden 2 bin dolar daha fazla gelirimiz oldu; 9 bin dolara çıktı. 2014’te bir oynama daha yapıldı, 10 bin doların üzerine çıktı. Devletin harcamalarını gelecek planlarıyla çarp, üstüne emeklilik fonlarını koy, onu tüketim kredileriyle katla, al kökünü; al sana beş haneli milli gelir! İşsizlik mi? O da sorun mu canım... İşsizlik yüzde 10 ya var ya yok. Bilemedin yüzde 15. Son 3 ay içinde resmi bir kuruma başvurup iş aradığını bildirmezsen, işsizden sayılmıyorsun! Bu durumda rakam yüksek mühendisi ordinaryüs profesör sayın TÜİK diyor ki: “Kardeşim bu kişi gelip iş istemediğine göre, demek ki iş aramıyor. İşe ihtiyacı da yok. Sonuçta işsiz değil!” Enflasyonla mücadele de yine bu bağlamda başarıyla yürütülüyor. Şubat 2020’de enflasyon sepetini değiştirdiler, temel tüketim mallarının ağırlığını azalttılar. Böylece enflasyon da azmamış, azalmış oldu! Bütçe açığı mı? Kolay... Merkez Bankası’nın “kefen parasını” koy, en azından makas daralsın. İktidar ölümsüz olduğuna göre kefen parasını kasada tutmanın ne gereği var? HHH Bütün bunların sonunda ekonomiden sorunlu bakan son durumu şöyle müjdeledi: “Tüketici güven endeksi aylık bazda yüzde 3.2 yükseldi. Ekonomi güçlü yükseliş mesajı verdi... Yılı tahminlerden iyi bir noktada tamamlayacağız...” Tahmin ne? Onun iyisi ne? Belli değil ama asıl olan ekonominin şahlanışı... Bu tabloda halk mı? Arpa, saman zamlanınca “Buldum” demiş Nasreddin Hoca. Her gün biraz azaltırım arpayı, Ne yapalım bu da eşeğin payı. Gel zaman git zaman Hoca payı azaltmış muntazaman. Bir sabah ahıra inmiş, Ne görsün karakaçan nalları dikmiş. “Yazık oldu” demiş, “tam açlığa alışacaktı, Midenin iki yakası buluşacaktı...” Erol Mütercimler’e iddianame Eski Haliç Üniversitesi öğretim üyesi Erol Mütercimler’in katıldığı bir televizyon programında imam hatip lisesi mezunları hakkında söylediği sözler nedeniyle başlatılan soruşturma İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Basın Suçları Bürosu’nca tamamlandı. Hazırlanan iddianamede Mütercimler’in, “Halkın bir kesimini sosyal sınıf din, mezhep, cinsiyet ve bölge farklılığına dayanarak Alenen aşağılama” suçundan 9 aydan 1.5 yıla kadar hapsi istendi. İddianamede Bilal Erdoğan’ın da aralarında olduğu 16 kişi ve kurum, müşteki sıfatıyla yer aldı. Erol Mütercimler, katıldığı bir televizyon programında, imam hatiplileri kastederek “Ama sonuca bakın, o imam hatipten mezun olmuş olanlar karşımıza bakın ne olarak çıkıyor; cinsi sapık, sahtekâr, ahlaksız...” ifadelerini kullanmıştı. Mütercimler’in ifadelerinin ardından aralarında Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank ve Bilal Erdoğan’ın da bulunduğu 16 kişi İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Şikâyetin ardından Mütercimler hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Basın Suçları Bürosu tarafından soruşturma başlatıldı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle