17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
14 16 TEMMUZ 2020 PERŞEMBE EDİTÖR: ÖZNUR OĞRAŞ ÇOLAK TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN KÜLTÜR Adalet Ağaoğlu, doğduğu şehir olan Ankara’da dün son yolculuğuna uğurlandı Ağaoğlu’na son veda Adaletsiz ülkenin Adalet’i... Çağdaş Türk edebiyatına verdiği büyük eserlerle damga vuran yazar Adalet Ağaoğlu, Ankara’da son yolculuğuna uğurlandı. Fikrimin İnce Gülü, Bir Düğün Gecesi ve Ölmeye Yatmak’ın da aralarında bulunduğu birçok roman, öykü ve oyunun yazarı olan Adalet Ağaoğlu, önceki gün İstanbul’da tedavi gördüğü hastanede 91 yaşında yaşamını yitirmişti. Ağaoğlu için Kocatepe Camisi’nde öğle namazından sonra cenaze namazı kılındı. Cenaze namazına CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Kuşoğlu, CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, eski Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, AKP Ankara Milletvekili Nevzat Ceylan, sevenleri, edebiyatçılar ve yakınları katıldı. Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, İYI Parti Genel Başkanı Meral Akşener ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ise cenaze törenine çelenk gönderdi. Törende taziyeleri Ağaoğlu’nun yeğeni Fuat Sümer kabul etti. Kılınan cenaze namazının ardından Ağaoğlu’nun naaşı Cebeci Asri Mezarlığı’nda toprağa verildi. l ANKARA/ Cumhuriyet Cenaze namazına CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, eski Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk ve CHP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Kuşoğlu da katıldı. ‘EDEBIYATIMIZIN BÜYÜK KAYBI’ l TÜRKİYE YAZARLAR SENDİKASI: “Uzun süredir yoğun bakımda yaşam mücadelesi veren edebiyatımızın ‘ince belleği’, romancı Adalet Ağaoğlu’nu yitirdik. ‘Edebiyatımızın ince belleği’ dedik; çünkü bizim gibi ülkelerde ‘yazı insanı’ olmak sadece ‘yazmak’ demek değil. Adalet Ağaoğlu bunu en iyi bilen kuşaktandı. O, yazının hemen her alanında kalem oynatırken aynı zamanda ülkesinin toplumsal tarihini de kayda geçirdiğinin bilinciyle yazdı. Hem roman yazdı, hem düşünce üretti hem de eylem içinde oldu, hiç çekinmeden düşüncelerini söyledi. Bu yüzden bizim için sadece Fikrimin İnce Gülü’nün, Ölmeye Yatmak’ın, Hayır’ın yazarı ölmedi, aynı zamanda örnek bir yazar, örnek bir aydın, örnek bir insan da öldü. Büyük üzüntü içindeyiz. Anısı önünde saygıyla eğiliyoruz.” ‘Cesur, atak ve gözü kara’ l BUKET UZUNER: Adalet Ağaoğlu, modern Türk edebiyatının en önemli kadın yazarlarından biridir, kendinden sonra gelen yazarları etkilemiştir ve eserleri kültürümüzün hazine sandığına mirastır. Cesur, atak ve gözü kara bir kadın yazardır Adalet Hanım. 1996’da geçirdiği feci trafik kazasından sonra iki yıl hastanede yatmak zorunda kalan Adalet Ağaoğlu’na onu çok seven kocası Halim Ağaoğlu bir ziyaret defteri açmıştı. Hastaneye o deftere yazmaya gittiğimde onlarca değerli yazarı orada beklerken gör müş ve bu kadirşinaslık Adalet Hanım’a “Sen tan mutlu olmuştum. Türkiye’nin en güzel Adalet Hanım hastanede kazasısın!” demişti ve yatarken hakkında öldüğü daha sonra Feridun ne dair bazı söylentiler çı Andaç bu cümleyi ad kıyordu. Yıllar sonra bana, yaptığı bir Adalet Ağa ‘Keşke ölseydim, o zaman oğlu nehir söyleşi kita kahraman olurdum!’ demiş bı hazırlamış, yayımla ti. Üzülmüştüm ama hak Buket Uzuner mıştı. Şimdi bir kez da sız da değildi, bizim toplu ha okunmalı. muz, kendi içinden yetiştirdiği de Adalet Ağaoğlu edebiyatımızın ğerli insanlara onlar yaşarken de kraliçelerinden biridir, benim kuşa ğil, öldükten sonra alkışlamak gi ğım yazarların pek çoğunun önünü bi tuhaf, sanki “ölü sever” bir ağ açan, etkili bir edebi dil kurmuştur. lak yanımız yok mu? Teşekkürler Adalet Hanım, Hastane yıllarında Can Yücel, uğurlar olsun! Camın içindeki “T ürkiye Cumhuriyeti’nin temeli adalettir”. Siz de şu yukarıdaki tümcenin doğruluğuna inanarak yetişen kuşaktansanız, şimdilerde çok acı çektiğinizi biliyorum. Çünkü nicedir Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli adalet değil... Adalet Ağaoğlu, son zamanlarda keşke bu kadar çok yaşamasaydım, keşke bugünleri görmeseydim derken bunu kastediyordu... (Eğer anı kitaplarını, günlüklerini okuduysanız o temelin, o adaletin peşinde ne çok koştuğunu bilirsiniz...) ‘Kurtuluşu sezdirmek’ “Sanatçının görevi, gerçeği nesnelliği ile ortaya koyarken kurtuluşu sezdirmek, var olan düzenin sürekliliğinden insanları kuşkuya düşürmektir.” Böyle demişti. Yıl 1975. Adalet Ağaoğlu, o yıl Sait Faik Hikâye Armağanı’nı kazanmış. Sanat Dergisi’nin o haftaki (o zaman haftalıktı) sayısını kapaktan başlayarak bu konuya ayırmışız. Seçici kurula bakar mısınız: Adeta Türk edebiyatının bir panoraması: Vahit Turan, Behçet Necatigil, Rauf Mutluay, Tahsin Yücel, Haldun Taner, Oktay Akbal. (Şimdi fark ettim: çoğu, Cumhuriyet’e de yazan kalemler...) Yukarıdaki “Sanatçının Görevi” alıntısı o röportajdan. Ne çok, ne çok anımız var... Sanat Dergisi’ne yazıyla katkıda bulunması... TÜYAP Kitap Fuarı’nda onur yazarı olduğunda bitmeyen sohbetler... “Yazarlığımın iç çamaşırları” dediği Yapı Kredi Galerisi’ndeki sergi Her fotoğrafta ayrı bir değişken güzelliği... (Şimdi herkes anılarını dökmeye kalksa ciltler oluşturur...) Benim en sevdiğim anım “Kurtuluşu sezdirmek için”, 12 Eylül Anayasası’na ilk ve en açık en korkusuz biçimde “HAYIR” diye haykırması... Faşizmin üzerimizden silindir gibi geçtiği günlerde, sadece hapistekilerin değil, herkesin, daha doğrusu düşünen her insanın tutsak olduğunu vurgulaması... Ah evet, sonradan “son enayiliğim” dediği “Yetmez ama evet”çilere katılması hepimizin yüreğini acıttı. Ama yanıldığını defalarca ifade de etti... Ve ben yaraları kaşımak yerine, okşayarak iyileştirmekten yana olduğumdan, o seçimin nedenini de yukarıdaki alıntıda bulabiliyorum: Yani “Var olan düzenin sürekliliğinden insanları kuşkuya düşürme” çabasında... DÜNYA! ‘Bu hatadan dönülsün’ Uluslararası Plastik Sanatları Derneği’nden açıklama: ‘Ayasofya’nın ibadete açılma kararı üzüntü yarattı...’ Uluslararası Plastik Sanatları Derneği’nden yapılan açıklamada, “Ayasofya’nın ibadete açılması” kararının üzüntü yarattığı bildirildi. Açıklamada, “UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası listesine de dahil olan Ayasofya, ülkeler ve dinler arası dostluğun bir simgesi olarak müze statüsünü dünya var oldukça korumalıdır” denildi. Açıklamada şu ifadeler kullanıldı: “Hepimizin bildiği gibi, ‘Ayasofya’nın ibadete açılması’, sürekli olarak siya si oy çıkarları için yıllar içinde gündeme getirilen bir konu olmuştur. Yakın geçmişte Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan da bu konuyu gündeme taşımanın gereksizliğini, mantıksızlığını, siyasi ve diplomatik uluslararası gerekçelendirmede yeri olmayışını en anlaşılır sözlerle kamuoyumuza açıklamıştı. Bundan 86 yıl önce, 1934 yılında, çağdaş, önyargısız, hoşgörüye dayalı, çoğulcu bir demokrasiyi, bu temelde bir insanlık anlayışını ülkemize, toplumumuza aşılamış olan Mustafa Kemal Atatürk’ün Ayasofya’nın ‘tüm insanlığa açık bir müzeye dönüştürülmesi’ yönünde attığı muhteşem adımından bugün vazgeçilmiş olmasını, ne anlamak ne de hazmetmek mümkündür... En kısa zamanda Türkiye’nin bu hatadan dönmesi en büyük dileğimizdir ve inanıyoruz ki yüce Türk ulusunun hoşgörü ve barış dolu tarihi perspektifine uyan tavır budur.” Kamil Akmanov, Tataristan ve Rusya Sanatçılar Birliği üyesi, Kazan Mimarlık Akademisi Mezunu sanatçı, küçük kil heykel yapımıyla başladığı sanat yolculuğuna “eritme” füzyon tekniği kullanarak yaptığı vitraylarla devam ediyor. Çift eritme, çok katmanlı çizim, kabartma, kontur gibi çeşitli teknikler uygulayarak yarattığı eserleriyle başta Rusya ve federasyonun çeşitli cumhuriyetlerinde olmak üzere pek çok sergiye katıldı. Yazarımız Ataol Behramoğlu’nun kitaplarından esinlenerek yaptığı İstanbul konulu vitraylarını sergilemek üzere İstanbul’a gelen Akmanov, pandemi sürecine yakalanınca 4 aydır hayran olduğu kentte, kendisi de sanatçı ve küratör olan kızında kaldı. Kızı Aygül Okutan, babası karantina günlerinde sıkılmasın diye ağaç kütükleri bularak eve getirdi ve babası onları da heykele dönüştürdü. Yeni normal yaşantımızda Kamil Akmanov’un vitrayları Galata Camekan Sokak’ta Bereketzadeli Sanat Galerisi’nde 12 Eylül’e kadar görülebiliyor. Yazı dünyasında köşe yazısını kısa yazmak, çok önemli. Çünkü genel kanı şudur: Gazete okuru, uzun yazıyı pek sevmez, okumaz, okusa da isteksiz ya da zorla okur. Yazının okura çekici gelmesi için önce kısa yazmak, güncel konulara değinmek gerekir. Kısa yazmaksa zordur! Yazının ustalarından Tarık Dursun K. anlatmıştı. Cumhuriyet öncesi gazetecilerimizden Ahmet Mithat Efendi’nin bir ölçütü varmış. Ahmet Mithat ki “Mithat” adını ünlü devlet adamı Mithat Paşa’dan alan, romandan ansiklopediye 250 dolayında kitapta imzası olan büyük bir yazar. Yazmadığı, bilmediği konu yok. Çok sayıda gazete kurmuş, yönetmiş, bunlarda köşe yazarlığı yapmış kişi. O, gazete değiştirmelerinde sıra ücrete gelince dermiş ki kısa yazacaksam sözgelimi 10 mecidiye, uzun yazacaksam 5 mecidiye! Nedeni sorulunca da kısa yazmak zordur, dermiş. Bunu neden mi anlatıyorum, çünkü geçen haftaki konum yolculuktu ve okunması gereken 20 dolayında yolculuk kitabından söz etmiştim. Oysa onlarca değil yüzlerce, binlerce yolcu Kısa yazmak... luk kitabı var edebiyatımızda. Dahası belki de her yazarın yazı yolculuğunda bir yolculuk kitabı gizli. Bunun türü ne olursa olsun. Şiir de yazsa, deneme de yazsa, böyle bir izleği bulunabilir. Bu nedenle sitem eden kimi dostların çok sayıda kitapları olsa da adlarını benim yazıda görememiş olmalarının nedeninin yalnızca sayfadaki “köşe”yle ve kısa yazma isteğiyle ilgili olduğunu bilmelerini isterim. Gerçekten kısa yazmak, zor! ‘Biz insanlar bir garip gemide yolcuyuz’ Her yazarın bir yolculuk kitabı vardır derken, örneğin bu yıl doğumunun 100. yılı nedeniyle anılan Sabahattin Kudret Aksal için birkaç gün önce Sabahattin Kudret Aksal’a Armağan adlı bir kitap yayımlandı (VeYayınevi, Temmuz 2020). Kitapta çok sayıda yazar, Aksal’ın yazı yolculuğunu değerlendiriyor. Örneğin İlhan Selçuk şöyle diyor: “Sesini yükseltmeden fikrine sahip çıkan; düşünür biçemiyle konuşan, ‘efendi adam’ dedikleri türden; gölgede kalmasını bilen; kadınlara hoş gelen; dostluklara dönük dünyası edebiyat ve sanat; İstanbul şairi.”(s.262) Ne güzel! İşte İstanbul şairi için şair, yazar Adil İzci’nin hazırladığı bu armağan kitapta, hem unutulmadığı ortaya konuyor, hem de çok yönlü sanatçılığı, yaşamın içindeki kimliği, kendi sözleriyle kişiliği ve ölümünün ardından yazılanları, geniş bir fotoğraf albümüyle sunuluyor. Önsözü Doğan Hızlan ve Selim İleri tarafından yazılan kitapta Fethi Naci de yazısını Aksal’ın “Gün Işığı” şiirinden bir dizeyle bitiriyor: “Biz insanlar bir garip gemide yolcuyuz”. Evet, aslında hepimiz yolcuyuz. Ne var ki son yolculuk bazen Sabahattin Kudret Aksal’da olduğu gi bi, ne yazık ki beklenmedik ve erken gerçekleşiveriyor! Yaşamayı sevmek Erken son yolculuğa karşı koymanın çaresi yok mu? Yanıtını Can Yücel, “Doktor” şiirinde veriyor: “Çaresiz dertlere düştüm / Yok mu bunun çaresi? / Var: / Yaşamayı ölecek kadar sevmek.” Yolculukları ve yolculuk okumalarını “yaşamayı ölecek kadar” seversek son yolculukları erteleriz, ayrıca da dünyanın başına çöken koronavirüs belasını da kolay yeneriz. Çünkü her şey, önce “Yaşama Dair” yolculuğumuzla biçimlenmiyor mu? Ne diyor büyük şair Nâzım Hikmet; “Yaşamak şakaya gelmez, / büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın” diyor ve “Davet” şiirinde de çerçeveyi çiziyor: “bir ağaç gibi tek ve hür / ve bir orman gibi kardeşçesine”... Böylesi bir yaşamı seven Sabahattin Kudret Aksal’ı doğumunun 100. yılında sevgiyle anıyorum. Onun kısa kısa şiir, öykü, deneme ve oyunlarındaki yaşama coşkusu, düşler dünyasına yolculukları, hepimize ayrı bir umut olsun... ‘İntihar etmeyeceksek içelim bari’ “Ölmeye Yatmak”, “Bir Düğün Gecesi” ve “Hayır”... Bu üçleme, Türkiye’nin gerçeklerini, bireysel ve toplumsal alanda irdeler... Cumhuriyet kuşağının aydınları... Bilinçlenmeleri, sorgulamaları, birbirlerini etkilemeleri... Kadının özgürleşme çabası... Kadın olmakla aydın olmak; Batı değerleriyle geleneksel ideoloji çelişkisi... Toplum baskısı... Çok katmanlı kültürel karmaşa... Ve aydının kendiyle hesaplaşması.... “Bir Düğün Gecesi”nde Aysel’in kız kardeşi şöyle der: “İntihar etmeyeceksek içelim bari”... Türkiye gerçeğinde kimi genç aydınlar intihar etti, kimi içti... Ama birçoğu da baskıyla, hapislerle, idamlarla, sokak ortasında vurulmalarla, işkenceyle, zulümle yok edildi... Adalet Ağaoğlu, oyunlarıyla, romanlarıyla, öyküleriyle bize bizi anlattı. Düşünceyi ve söyleyeceği sözü edebiyatın gücüyle ve büyüsüyle bize sundu. Yine bir konuşmasında, hayatın takvimi zamanı, günlerle, aylarla, yıllarla sıraya sokar; oysa yazarın aklı sırayı bozar, ayıklar, seçer, yeniden kurgular ve yarını özlediği gibi oluşturur/hazırlar demişti. (Tırnak içine almadım, çünkü konuşmayı bulamadım, aklımda kaldığı gibi yazdım.) Dün sonsuzluğa göçtüğünü duyunca, ilk bu sözü geldi aklıma... Bir de benden kısa bir görüş isteyenlere şunları söyledim. Burada tekrarlıyorum: Adalet Ağaoğlu: Cumhuriyet kadını, Cumhuriyet devriminin tanığı, usta yazar, Türkçenin güçlü kalemi... Romanlarıyla, oyunlarıyla, öyküleriyle, denemeleriyle edebiyatımıza, tiyatromuza ve yaşantımıza değer katan insan... Her yeni kitabını heyecanla beklediğim yazar... Çocuk merakı, öğrenme tutkusu, serüvenciliği, nüktedanlığı, risk almaktan korkmayan kişiliği... İyi ki onca yazdı. İyi ki okuduk. İyi ki var. Işık içinde uyusun... Trump Sahne önlemlerle açılıyor Koronavirüs salgını nedeniyle 17 Mart’ta gösterilerine ara veren Trump Sahne, 18 Temmuz’da perdelerini açıyor. Doğaçlama tiyatronun önemli temsilcilerinden Mahşeri Cümbüş, 18 Temmuz Cumartesi günü saat 21.00’de Trump Sahne’de tiyatroseverlerle buluşacak. Mahşeri Cümbüş; Burak Satıbol, Ayhan Taş, Dilek Çelebi, Ayça Işıldar Ak, Özlem Türay ve Yiğit Arı gibi oyuncularla izleyici karşısına çıkıyor. 500 kişilik Trump Sahne’de izleyiciler, birer sıra atlayıp üçer koltuk boş bırakarak oyunu izleyecekler. Girerken ateşleri ölçülecek olan tiyatroseverler, dezenfekte edilen salonda oyunu maskeli olarak seyredecek.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle