17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
8 12 TEMMUZ 2020 PAZAR PAZAR YAZILARI Herlinde, Lüsyen ve Keriman 1786 yılında 389 insan ve 982 eşek varmış Schaerbeek’te. Şimdi Josaphat Parkı’ndaki 2 eşek, Camille ve Gribouille temsil ediyor eşekleri. Hafta sonları Brüksel’de yaşayan Türklerin çocuklarını götürdüğü, kadınların çekirdek çitlerken muhabbet ettiği, piknik yaptığı meşhur “eşekli park” tarihten günümüze bir armağan. 26 Haziran 1904’te yapılan Josaphat Parkı adını efsaneye göre Filistin’deki Josaphat vadisine benzemesinden alıyor. Biyoçeşitlilik için bazı alanları doğal haline bırakılıyor. 20 hektarlık çim, orman, gölet ve dinlenme alanlarıyla, birçok Brüksel sakininin en sevdiği yürüyüş noktalarından biri. Schaerbeek’in yeşil akciğeri olan parkta önemli olaylara ya da bölgede yaşayan yazar, ressam, şair vb. sanatçılara adanan anıtlar ve heykeller dikkatinizi çekiyor. Örneğin yaklaşık yarım asır Schaerbeek’te yaşamış olan yazar Georges Eekhoud’e (18541927) adanan heykeli, Joseph Witterwulghe (18831967) tasarlamış. Heykel 26 Ekim 1930 tarihinde dikilmiş. Daha sonra anıttaki kadının kafası yok olmuş. Ben ilk gördüğümde kadın heykelinin özellikle başsız tasarlanmış olacağını düşünüp, sanatsal açıklamalar bulmak için kafa yormuştum. Daha sonradan orijinalinde başın olduğunu arşiv fotoğraflarında görünce öğrendim. Brüksel’de Türklerin yoğun olarak yaşadığı eşekle özdeşleşmiş Schaerbeek Belediyesi’nde bulunan asırlık Josaphat Parkı’ndaki Aşk Çeşmesi ve Herlinde ERDİNÇ UTKU adındaki soylu genç kadın ile sevgilisi Şövalye Theobaldus’un hazin ortaçağ efsanesini mutlaka yazmalıyım bir gün. Başlık da hazır: “Heykeller ve efsaneler arasında yürümek”! Edebiyata yansıyan aşk... Aslında “Türk edebiyatına yön veren Belçikalı kadın” başlığı da ilgi çeker. Zincirlikuyu Mezarlığı’nda kalbini Abdülhak Hamit’e kaptırmış, şairle aşkları romanlara ve kitaplara konu olmuş bir Belçikalı kadının, Lüsyen’in mezarına rastlayacaksınız. Türk edebiyatının önemli imzası Abdülhak Hamit’e esin kaynağı olan ve şairin kaleminden kâğıda şiir olarak yansıyan Belçikalı Lüsyen’den bahsediyorum. 1912 yılında Belçika’da, Türk edebiyatının önemli şairi 60 yaşındaki Abdülhak Hamit ile Brüksel’de üniversiteye hazırlanan on sekiz yaşındaki Lüsyen aşkı tarihe geçmekle kalmayıp edebiyatımıza da yön vermiştir. Abdülhak Hamit ile Lüsyen’in aşkları o devir İstanbul’unun en ilgi çekici konularından biri olur. Babasının ölümü üzerine ailesinin yanına giden Lüsyen, işgal altındaki İstanbul’a dönemez. Bu arada İtalya’ya yaptığı bir seyahatte Kont Soranzo’yla tanışır ve onunla evlenmek ister. Abdülhak Hamit’in onayını almak için geldikleri İstanbul’da evlenirler. Lüsyen ile Kont İtalya’ya dönünce, Lüsyen’in hasretine dayanamayan Abdülhak Hamit de peşlerinden Venedik’e gider, onlara misafir olur. Ayrı kaldıkları yedi yıl boyunca sürekli mektuplaşırlar ve nihayet Lüsyen’in kontu ve kontes unvanını terk ederek Hamit’e dönmesinden sonra 1927’de yeniden evlenirler. Hamit, ömrünün geri kalanını Lüsyen’le geçirir. Lüsyen, Hamit’in 12 Nisan 1937’de ölümünden sonra bir müddet onun emekli maaşını almaya ve kendilerine tahsis edilen Maçka Palas’taki dairelerinde kalmaya devam eder, ancak bir süre sonra maaşı kesilir ve evden çıkmak zorunda kalır. Hamit’ten sonra yazmaya başladığı anılar gazetelerde yayımlanır. Hastalıklarla uğraşan Lüsyen 1966 yılının temmuzunda yapayalnız yaşama veda eder. Hamit’in “aynı mezara gömülmesi” vasiyetine rağ men Zincirlikuyu’da bir başka mezara defnedilir. Dünya güzeli... Yok yok. En iyisi ben Belçika’da tarihe geçen Dünya Güzeli Türk kızını yazayım. İlk Türk Dünya Güzeli nerede seçildi biliyor musunuz? İlk “Dünya Güzeli Türk kızı” Keriman Halis, 31 Temmuz 1932’de Belçika’nın Spa kentinde seçildi ve Belçika’da tarihe geçti. İlk “Dünya Güzeli Türk kızı”nın Belçika’da seçilmiş olması ilgi çekici. Benim için bundan çok daha ilgi çekici olanı Türkiye’nin ilk güzellik yarışmalarının Cumhuriyet gazetesi tarafından düzenlenmiş olması. Keriman Halis 18 yaşında, Cumhuriyet gazetesinin 3 Temmuz 1932 yılında düzenlediği yarışmada Türkiye Güzellik Kraliçesi seçildi. Halis, Türkiye’yi temsilen 31 Temmuz 1932 tarihinde Belçika’nın Spa kentinde 2 bin davetlinin huzurunda yapılan ve yirmi sekiz ülkeden temsilcinin katıldığı yarışmada, “Dünya Güzellik Kraliçesi” unvanını kazandı. Genç Cumhuriyet’in uluslararası arenada Türkiye adına çağdaş kadınını temsil eden Keriman Halis’e yarışmadaki başarısından sonra Atatürk tarafından kraliçe anlamına gelen “Ece” soyadı verildi. Atatürk, Keriman Halis için yayımladığı kutlama mesajında gençlerin de aynı başarıyı farklı alanlarda da göstermesini istemişti. Atatürk, Keriman Halis Ece’ye “O kadar güzel bir iş yaptın ki, tarihe geçeceksin” demişti. O da güzelliğiyle tarihe geçti. [email protected] Sanatın birleştiren gücü Birleşmiş Millet Aslıhan ler (BM), “uluslara Dağıstanlı Aysev rası barış ve güvenli ğin korunması”, merkezi Cenevre olan dünyanın en büyük hükümetler arası kurumu. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından “birlikten güç doğar” felsefe siyle 1945’te kuruldu. İnsan hakları, sürdürülebilir gelişme, uluslararası hukuk gibi konularda faaliyet gösteriyor. 75 yaşındaki BM’nin ev sahibesi Ce nevre ise “multilateralismin” (Çok taraflılık) sim gesi oluşunun 100. yıldönümünde. Yıllar içinde küçük bir yapıdan, 193 üyesiyle dev bir organizasyona dönüşen BM, köklü kurum lara karşı güvensizliğin arttığı günümüzde, “taraf sızlığı” konusunda zaman zaman eleştiriliyor. Ye ni tip koronavirüs (Covid19) ile belirsizliğin ruti ne bindiği, uluslararası seyahatin kısıtlandığı, gü venlik, eşitlik, haklar gibi konuların tarihsel tavan yaptığı bir dönemde peki, insanlığı ne birleştirir? Medeniyetler arasında barışı ve diyaloğu sağla mak için hangi yollar etkilidir? Şüphesiz sanat bu yollardan biri. BM de bu se beple, yeni yaşını, pek çok farklı etkinliğin yanı sıra sanatın birleştirici gücüyle kutlamayı seçti. Alman ya, Rusya, İzlanda, İsrail, İtalya başta olmak üzere çeşitli ülkelerin desteğini alarak “Tout du Monde” (Bütün Dünya) isimli bir sergi ile özel koleksiyonunu sanatseverlerle buluşturdu. 2 bini aşkın eser Ekvador’dan Kazakistan’a farklı tekniklerle çalışan sanatçıların insani değerleri, yorumladıkları 2 bini aşkın eser, pandemi şartlarının iyileştiği, toplu organizasyonların serbest bırakıldığı Cenevre’de, özlenilen günlere de umut olmayı hedefliyor. BM’nin kendi binasının dışına ilk kez çıkarılan koleksiyon, Cenevre’nin kalbindeki D10 Art Space’de sergilenmekte. 23 Haziran’da yapılan açılışta, BM Cenevre Genel Direktörü Tatiana Valovaya’nın sözleri kayda değerdi: “Bu proje sanatın ortak anlayış, çok taraflı diplomasi ve dayanışma açısından ne kadar önemli olduğunu gösteriyor. Geleceğe ortak bir bakış açısıyla yaklaşmamızın önemini çiziyor...” Valovaya şunları da sözlerine ekledi: “Özellikle sıkıntılı bir dönemin ardından, mesafeli olsa da normalleşen Cenevre’deki ilk toplu organizasyonun, BM’nin 75., çok taraflılığın 100. yılına denk getirilmesinin sembolik anlamı da büyük”. Sergide dikkat çeken çalışmalar arasında Robert Rauschenberg’in sürdürülebilir malzemeler kullanarak, bilimden mimariye, müzikten edebiyata 21. yüzyılın insani değerlerini temel alan 21 eserinin sergilendiği bölüm de var. Brezilyalı illüstratör Otávio Roth’un litografileriyle can verdiği insan haklarının 30 maddesi, insanlık gelişiminde kat edilen ve edilmekte olan mihenk taşlarını çarpıcı bir şekilde sunuyor. Diğer bir parça Norveçli gezgin, bilim insanı, diplomat Fridtjof Nansen’in resmedildiği Revold tablosu. Nansen, 1. Dünya Savaşı ardından ülkesiz kalanlar için “Nansen Pasaportu’ diye bilinen ve 50 ülkede geçerli bir sertifika çıkarmış ve 1922’de Nobel Barış Ödülü’ne layık görülmüştü. Mimmo Rotella’nın Pax’i (Barış) ile Günther Ücker’in kaos ve düzen arasındaki ikilemi sorguladığı “çivili” panelleri de diğer çarpıcı eserler arasında. Pek çok sanatçının eserleriyle zengin BM koleksiyonu, insani değerlere farkındalığımızı artırırken tam da bu pandemi döneminde en ihtiyacımız olana işaret ediyor: İnsanlığı kurtaracak bir şey varsa evrensel birliktir. Sanatın varoluş nedeni sadece estetik değerler değildir çünkü. Bir yandan ruhumuzun en derin yaralarına merhem olurken öte yandan yargılarımızı, dogmalarımızı dibinden sarsar. “Kral çıplak!” der. Sanatın, sanatçının varoluş nedeni ırk, dil, din, milliyetler üstüdür. İnsanlığa hizmeti, çok taraflılığın, kültürel çeşitliliğin sembolü ve mirası olmasıdır. [email protected] TDEİNPKMİLİYEOR R ABD’de siyah vatandaş George Floyd’un gözaltı sırasında polis şiddetiyle yaşamını yitirmesiyle patlak veren, dünyaya yayılan ırkçılık karşıtı eylemler hız kesmiyor. Detroit’te 20 yaşındaki Hakim Littleton’ın polis tarafından vurularak öldürülmesi üzerine bir karakol önünde toplanan kalabalık gösteri düzenledi. Sekiz kişinin gözaltına alındığı duyuruldu. Detroit Emniyet Müdürü tarafından yayımlanan video görüntülerinde ise Littleton’ın sol cebinden çıkardığı silahı ile güvenlik güçlerine ateş açtığının görüldüğü belirtiliyor. Yusufçukları bekliyoruz... Alberta’da yaz sivrisineklerle geçiyor; haziranda başlar, temmuz orta ğı gibi alkol yasağı ABD ve Kanada’da sına kadar böyledir. Kanada’da doğal sık sık uygulan yaşam adına haşarat ilaçlaması yapıl mış, 20. yüzyı maz, bizlerden semirip çekirge bü lın ilk yarısında yüklüğüne ulaşan anofel sivriler or MAHMUT ŞENOL mafyanın eline talıkta cirit atar. Ardından, helikop düşen bir sek ter böceği de denilen yusufçuklar çı tör olmuştu; pek kıyor ortalığa, kıran kırana bir savaşın çok can yandı, sahte içkiden. Bir daha ardından galip geliyorlar, ne kadar ha niye olmasın; olur olur. şarat cinsi varsa, sivrisinekler dahil ol Bakan Dr. Hinshaw, virüs ortalıkta mak üzere, tümünü temizleyip bize de kol gezmeye başladıktan sonra alkollü soluk aldırıyorlar. Helikopterleri seviyo içkilerinmüskiratın ikiye katlayacağını rum; buradaki adı Dragonfly. Temmuz biliyor olmalı ama şaşkınlığını açıkladı: sonunda bizim dragonlar işini afiyet Toplam içki satışı virüs öncesine göre le bitirdiği zaman ağustosun başı olu 3 katına erişmiştir. Şimdi, burada, siz yor. Oh, şimdi bahçede oturabiliriz der lere kaç şişe bundan, kaç şişe ondan ken bu sefer kış bastırıyor. Zor bir dün diye rakam sıralamaya kalkışmayalım; ya, hayat nereye gitsen müşkül! bir yararı yok. Ben evimizin arka avlusuna yine de çı kıyorum, komşumla merhabalaşıyoruz Kolonyaya ilgi tahta perdelerin arkasından. Elli yıllık, Tabii şişede durduğu gibi durmayan eski Liverpool göçmeni, İngiliz Mr. Ha müskiratın hem tıbbi hem ruhsal ve en rold da sivrilerden şikâyetçidir ama eşi nihayetinde sosyal sonuçlarından bah Mrs.Thelma’nın bahçe işlerine ait tali setmeye de gerek yok. Kabaca anlatır matlarını es geçemez. Şimdi bahçesine sak, Kanadalıların yüzde 45’i evinde iç elinde bira şişesiyle çıkıyor; Thelma’yı kiye başlamıştır. Şakasını yapanlar da sever, ona kızdığından değildir bu. Öte yok değil: Ağzımızda alkol olunca virüs den beri bira sevdiğini bilirim. Eksik et gelmez düşüncesindekiler ve kolonyayla mezdi akşam saatleri bastırınca. elimizi yüzümüzü silersek virüsten kur Şimdilerde, şu salgın günlerinde, bakı tuluruz diyenler arasında pek fark yok. yorum yetmişlik Mr.Harold vaktini, saati Türk usulü kolonya ikramı da ni karıştırmıştır; elinden bira şişesi eksik Kanada’da gündeme gelmedi deme olmuyor. Geçen hafta biradan şaraba ter yiniz; geldi: CBC radyosunda bir ki fi etmiş gibi, aramızdaki güvenli çit olan tap programına çıkan Etiyopya asıl tahta perdenin arkasından şarap kadehi lı Kanadalı kadın yazar, edebiyatçı Ma ni de kaldırıp, şerefe yaptı; güpegündüz. za Mengiste’nin, salgından nasıl koru Şarapçıların Ömer Hayyam tebessümüy nuyorsunuz gibi bir soruya, “Osmanlı le, sanki “Boş ver, bir daha mı geleceğiz Türk egemenliği zamanından kalma ge dünyaya!” diyordu; haklıdır. Mr.Harold vi leneksel alışkanlığımız sabah akşam li rüsten epeyi korkmuş olanlardan, bunun mon kolonyası dökünmektir, zannede için ayrıca haklıdır. rim virüsten böyle korunuyoruz” dedi Alkol tüketimi arttı ğini radyoda dinledik; pek sevindik. Fakat alkol artışına ait sayısal veriler kar Liverpool’lu, 60’ların eski Beatles şısında sevinemiyoruz. “Virüs böyle hayranı Harold’a şaşırmamalı, salgın yaptı biz n’apalım” diye günâh keçisi başlayıp herkes evine kapanınca alkol ni şişelere yüklemek şimdi Kanada’nın lü içki satışları tavan yaptı, Harold iç önünde, yağmurdan kaçarken doluya miş çok mu! Fakat durum biraz endişe yakalanmak gibi ciddi bir sorun olarak vericidir: Kamu Sağlığı Bakanı Dr. De görünüyor. ena Hinshaw, basın toplantısına çıktı Sağlık Bakanı’nın uyarısı aynı zaman ğında yüzü asıktı, şarapçıların, burada da marihuanaesrar satışlarının da pat rakıcı olmadığından viskici ve biracıla ladığı yönündedir; sahi sigara paketleri rın eyvah dediği bir yüz; aman, yoksa ne durumda, bunun hesabı da tutulmu yasaklamasınlar da. Zira hatırlanaca yor herhalde. Bildiğiniz gibi Kanada’da belli miktarda esrar satışı yasal ve serbesttir. Alkol ve uyuşturucu da başı çeken eyalet ise Alberta! 4 milyon nüfuslu eyaletin içki sofrasında başa geçmesinin nedeni, mavi yakalı diye adlandırılan, mesleki eğitim almış uzman işçilerden oluşan nüfusa sahip olmasında aranıyor. Nispeten gelir seviyesi yüksek, o yüzden proleter değil hatta kısmen şahsi iş sahibi bir emekçi kitle; parası da var. Üstelik içki fiyatları dünya pazarlarına göre ucuz sayılabilir; hükümet, vergileri sık sık artırsa bile, burada Fransa’dakinden daha ucuza şarap alması mümkün. Zam yapıp tüketiciyi hizaya getirmek, haddini bildirmek gibi zaptiye uygulamalar burada imkânsız, fakat başka ülkelerde yaygındır. Böylesi müdahale beklenmediğinden, hazır virüs de bahaneyken, vatandaşın içki hürriyetine el uzatılmaz. Fakat, Kanada’nın alkol denizinde yüzen aysberglerin görünmez kısmı artık ciddiye alınmaktadır. Sağlık Bakanı başta olmak üzere kamu sağlığıyla ilgili yetkililer virüsü kovalayıp başımızdan defettikten sonrasını düşünmektedir. Karaciğer nakilleri gündeme gelmesin de! Kanada’nın güneyindeki komşusu, kuzen ABD’de ise vaziyet daha fecidir. Geçen yıla göre içki satışında artış yüzde 65’e yaklaşıyor; bu haberi de CNN ekranlarından izliyoruz. Türk romanının şahikası, gazete yazılarının ustası Refik Halid Karay’ın İçkiye Vesile başlıklı yazısını anımsatmadan bir yere gidemeyiz. 1940’larda yazıyordu: “İçki muhiplerinin böyle iklimden ve mevsimden, havadan ve sudan, öfkeden ve neşeden, saadetten ve felaketten, manzaradan, talihten ve bahtsızlıktan tutturarak kadehe el atmak için buldukları bin bir vesileyi dinlerken başımı sallar, tasdik ederim.” Ben de bu tavsiye icabı, Mr.Harold’ın şarap kadehine baş selamı gönderdim; elim boş, gündüzleri âdetim değildir. Sonra aklıma Timur Selçuk’un “İspanyol Meyhanesi” adlı, artık klasik olmuş eski şarkısı geldi, dilime takıldı; sabahtan beri gitmek bilmiyor: “Yeter, yeter! Öleceksek ölelim! Haydi vur kendini şaraba, daha içelim daha içelim..” [email protected] Duvarlarda renk coşkusu Mercedes Benz Müzesi’ne, Mercedes Benz Arenası’na, Mercedes Benz genel merkezine, Neckarpark futbol sahalarına, iki konser salonuyla bir spor salonuna, panayırların, sirk lerin AHMET ARPAD kurulduğu büyük çayıra giden kavşağın altı koskocaman bir alan. Kent belediyesi burasını grafiti sanatçılarına teslim etmiş. Günün hangi saati giderseniz gidin, orası ellerinde değişik spreyler duvardan duvara giden gençlerle dolu. Uzunlukları 500 metreye yaklaşan değişik duvarlarda, üzerindeki dev kavşağı taşıyan kalın sütunlarda renk coşkulu çizimler... Birileri buraya spreyi gönlü elverdiğince sıkmış! Çizimlerin tümü hareketli ve canlı. Kimileri vahşi, güldürücü, düşündürücü, kimileri de karşılarında durup uzun uzun baksanız da içinden çıkamadığınız ışıldayan motifler. Koskoca harfler, komik, küfürlü İngilizce sözler, kıvrılan bir dev yılanı andıran çizgiler, iç içe kadınlar, erkekler, hayvan figürleri, insanı gülümseten tuhaf yüzler... Uzun bir duvarda bir fil, mor renginde, ağzını açmış bağırıyor, başına pembe dev bir fare oturmuş, gülümsüyor. Hemen yanında bir heykel, alçıdan, bıyıkları kalın, iri yarı, güçlü bir ortaçağ savaşçısı. Elinde sprey kutusu önünden her geçen onu gönlünce boyamış! Mağaralardan günümüze Çoğunlukla bu “sanata” yeni atılanların özellikle hafta sonlarında doldurduğu “yeraltı alanı”nı kent belediyesi grafitiçilere bırakmış. Stuttgart’ın belirli banliyö istasyonlarının duvarlarını, merdivenlerini de kullanmaları mümkün. Kimi caddede binaların duvarlarını kaplayan dev tablolar da dikkat çekiyor. Onlar sipariş üzerine yapılmış! Varlıklılar, şirketler, dernekler sahibi oldukları binaların ön veya yan cephelerini profesyonel grafiticilere açıyor. Belediyenin bazı otobüs ve tramvaylarında da eserlerini görmek mümkün. Artık bu “sanattan” geçinenler var. Grafitiçileri doğum günlerine, okullara, ev partilerine çağırmak mümkün. Bunlardan biri de otuz dokuz yaşındaki Stuttgart’lı Christoph Ganter. Çoğu Art Nouveau tabloları andıran dev boyutlarda çizimleri kentin değişik duvarlarını kaplıyor. Bir metro istasyonunun peronlara inen merdivenlerdeki dev panoya “Golden FutureAltın Gelecek” adını vermiş. Kırmızı, iri balıklar, uğur böcekleri, domuz yavruları, filler, tavşanlar, yoncalar, kırmızı mantarlar karmakarışık, iç içe, şen, büyüleyici... Ganter, 2019 sonunda mesleği olan lise öğretmenliğini bırakmış. “Şimdi kendimi çok özgür hissediyorum”, diyor. Bir zamanlar aklına geleni geceyarıları gizlice duvarlara çizen, polislerden kaçan Ganter günümüzde profesyonel çalışan bir “street art sanatçısı”. İlkçağ insanlarının mağaralara çizdiği duvar resimleri grafitinin başlangıcı olarak kabul ediliyor. İleriki çağlarda Antik Yunan’da, Efes’te, Pompei’de, Mısır’da benzerlerine rastlanıyor. Grafitinin yeniden doğuşu 1970’li yıllarda New York’ta özgür gençlerin kent duvarlarına, metrolara çizdikleriyle başlamış. Duvarlardaki renk coşkusu önüne geçilemeyen bir tutku... [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle