16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 23 NİSAN 2020 PERŞEMBE EDİTÖR: ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR TASARIM: MEHMET AMAN OLAYLAR VE GÖRÜŞLER MİLLİ KURTULUŞUN GAZİ MECLİSİ YÜZ YILLIK ONUR AV. HÜSEYIN ÖZBEK Türkiye Barolar Birliği Başkan Yardımcısı Osmanlı Meclisi Mebusan’ının Milli Mücadele yanlısı tavrı işgalcilerin tahammül edemeyeceği bir şeydi. Mütareke İstanbul’unun kibirli işgalcileri, Saray gibi, Babıâli (hükümet) gibi kendileriyle uyumlu çalışacak bir meclis beklerken Misakı Milli (Milli Yemin) gibi kararlar da neyin nesiydi? İngilizler, 16 Mart’ta Osmanlı Meclisi’ni basıp milletvekillerini tutuklayarak en ufak direnişi bile acımasızca yok etme kararlılıklarını gösterdiler. Birkaç ay yitirildikten sonra Mustafa Kemal Paşa’nın işaret ettiği noktaya gelinmiştir: İşgal bölgesi dışında, Anadolu’nun bağrında emperyalist işgale karşı milli direnişin meşruiyet organını oluşturmak. Sonuna kadar mücadele Mustafa Kemal, yenilgiyi zafere, karamsarlığı umuda, teslimiyeti direnişe çevirmeyi bilen kaderin adamıdır. Onun kitabında vazgeçme ve teslimiyet yok, hangi koşul altında olunursa olunsun sonuna kadar mücadele vardır. Meclisi Mebusan’ın faaliyetinin sona erişinin ertesi günü, 19 Mart 1920’de Temsil Kurulu Başkanı sıfatıyla vilayetlere, sancaklara, kolordu komutanlarına gönderilen tebliğ ile olağanüstü yetkilere sahip bir meclisin Ankara’da toplanması çağrısında bulunacaktır: “Devlet merkezinin de İtilaf Devletleri tarafından resmen işgali, yasama, adli ve yürütme kuvvetlerinden ibaret olan milli devlet kuvvetlerini bozmuş ve bu durum karşısında görev yapmaya imkân göremediğini resmen hükümete bildirerek Meclisi Mebusan dağılmıştır. Şu halde devlet merkezinin dokunulmazlığını, milletin istiklalini ve devletin kurtarılmasını sağlayacak tedbirleri düşünmek üzere millet tarafından olağanüstü yetkiye sahip bir meclisin Ankara’da toplanmaya daveti ve dağılmış olan mebuslardan Ankara’ya gele Milli Mücadele’nin meşruiyet kaynağı Gazi Meclisin Gazi Başkanını, İstiklal madalyalı Gazi vekillerini saygıyla anarken bağımsızlığın, çağdaş demokrasinin, hukuk devletinin temellerini atan Gazi Meclis’in yüz yıllık onurlu mirasını sahiplenmenin tarihsel sorumluluğunu ilgililerine hatırlatmak istiyoruz. bileceklerin de bu meclise iştirak ettirilmeleri zorunlu görülmüştür.” Bundan sonrası, Meclisi Mebusan’ın fiilen kapatıldığı 18 Mart ile Büyük Millet Meclisi’nin açılacağı 23 Nisan arası 36 gün sürecek akıl almaz bir yarıştır. O günün ulaşım ve iletişim olanaklarıyla bu kadar kısa sürede bir yandan yeni milletvekili seçimlerinin gerçekleştirilmesi, diğer yandan kara ve denizyollarının denetlendiği işgal İstanbul’undan çıkış olanağı bulacak milletvekilleriyle Ankara’da yeni bir meclis kurmak olacak şey değildir. Saltanat koltuğunda kaderini işgalcilerin merhametine bağlamış bir halife sultan, Babıâli’nin (hükümet) başında İngilizci Damat Ferit’in olduğu İstanbul’dan hayır yoktur. Neler yapılacaksa Türk milleti ile yapılacaktır! Türkü Türke kırdırmak 19 Mart ile 23 Nisan arası var olmakla yok olmak arasındaki sırat köprüsüdür. Yüzyılların sömürgecilik deneyimiyle İngilizler Anadolu’da beliren tehlikeyi endişeyle izlemektedir. Mustafa Kemal’in örgütlediği direnişin başarısının Birleşik Krallık’a çıkaracağı ağır faturanın, sömürgelerinde yol açacağı depremin farkındadır. Milli direnişi, genişleyip kurumsallaşmadan yok etmek, kaynağında kurutmak için Ankara’nın devreden çıkarılması, meclisin toplanmasının kesinlikle önlenmesi gerekmektedir. En iyisi ve maliyeti düşük olan yöntem, yani Türkü Türke kırdırmak seçilmiştir! Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarını kâfir ilan edip milleti kelle avcılığına çağıran Dürrizade fetvalarının, Anadolu’yu yangın yerine çeviren, Ankara varoşlarına kadar uzanan gerici, bölücü isyanların arka planı budur. Damat Ferit’in Kuvayi İnzibatiye çeteleri, Dürrizade’nin cennet vaatleri, bol keseden dağıtılan İngiliz altınları, Mil li Mücadele’nin meşruiyet dayanağı Millet Meclisi’nin açılışını engelleyemeyecektir. 335 vekilden 115’inin katılımıyla 23 Nisan’da açılan Meclis’le aslında yeni devlet kurulmuştur. Milli iradeyi yansıtan, yasama ve yürütme yetkilerine haiz, hukuk meşruiyetine dayalı TBMM’nin açılışıyla işgal İstanbul’unun güdümlü hükümetlerinin son meşruiyet kırıntıları da tarihin çöp sepetine atılmıştı. Tarihsel sorumluluk 24 Nisan’da oybirliği ile TBMM Başkanı seçilen Mustafa Kemal’in açış konuşması, bir askerin hukuk ve demokrasiye, millet iradesine gösterdiği saygının, verdiği önemin tarihi bir belgesidir. Asker kökenli TBMM Başkanı’nın bu tarihi konuşması, kurulan yeni devletin diktayı, tek adamlığı değil, hukuk ve çağdaş demokrasiyi hedeflediğini göstermektedir: “Meşru olmayan ve sorumlu olmayan kuvvetlerin baskısı ile milletin ve devletin bütün kuvvetlerini birleştirmek mümkündür. Ama bu sonuç devamsızdır. Bu birleştirmenin devamı mümkün değildir. Bu Meclis’in varlığı, her şeyden evvel, meşruluk ve sorumluluk esaslarının, milletçe itibar ve saygı görmesinin şart sayıldığına bir delildir. Şu halde yüksek Meclis’inizde birleşen yüksek millet iradesine dayanmak suretiyle meşruluğun ve yasallığın işlere hâkim kılınması şarttır.” Açılışının 100. Yılında, Milli Mücadele’nin meşruiyet kaynağı Gazi Meclisi, Reis Paşa’sını, İstiklal madalyalı Gazi vekillerini saygıyla selamlayalım. Bağımsızlığın, çağdaş demokrasinin,hukuk devletinin dayanağı Gazi Meclisin 100 yıllık onurlu mirasına sahip çıkmanın, iktidarıyla, muhalefetiyle bu gün çatısı altında bulunan vekillerin, yeminlerinin gereği olduğu kadar vicdani borçları olduğunun altını çizelim. 23 Nisan 1920, Türk devriminin temelidir “Türk Devrimi” iki süreçten oluşur: Kurtuluş Savaşı ve Atatürk Devrimleri (Reformları). Bu iki süreçten oluşan “Türk Devrimi”nin birkaç dönüm noktası vardır. 19 Mayıs 1919: Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşı’nı başlatmak üzere Samsun’a çıkışı. 23 Nisan 1920: Meclis’in açılışı ve böylece düşmana boyun eğmiş olan Osmanlı’nın aile egemenliğinin bağımsızlık savaşı yapan millete aktarılması; Osmanlı İmparatorluğu’ndan Cumhuriyete geçişin siyasal, felsefi, hukuki ve ahlaki temellerinin atılması. 13 Eylül 1921: Sakarya Meydan Muharebesi’nin kazanılarak Yunan ordularının Ankara’ya ilerlemesinin durdurulması. 30 Ağustos 1922: Dumlupınar Başkomutan Muharebesi’nin kazanılarak Yunan ordularının denize dökülmesi. 24 Temmuz 1923: Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanması ve Ankara Hükümeti’nin temsil ettiği yeni Türkiye Devleti’nin bağımsızlığının uluslararası camia tarafından siyasal ve hukuksal olarak kabulü. 29 Ekim 1923: Cumhuriyetin ilanı. HHH Hiç kuşkusuz Türk Devrimi askeri bir zafere dayanır: Çünkü bu askeri zafer, hem işgal edilen ve siyasal olarak paylaşılan bir İmparatorluğun küllerinden yepyeni bir bağımsız devlet yaratmış... Hem de bu zaferin başkomutanına, bir Din/Tarım Toplumu’nu, Çağdaş Endüstriyel Topluma dönüştürebilecek, karizmatik bir güç kazandırmıştır. Türk Devrimi hakkında hiç unutmamamız gereken iki gerçek vardır: 1) Bugünkü “Bağımsız, Laik ve Demokratik, Sosyal Hukuk Devleti” olan Türkiye Cumhuriyeti bu halkın/milletin dökülen kanlarıyla kurulmuştur. 2) Bu Cumhuriyet, çöken Osmanlı İmparatorluğu’nun kurtuluşunu, Din/Tarım Dönemi aşamasında patinaj yapan bir toplumu Endüstri Dönemi aşamasına dönüştürmekte gören Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kafasındaki siyasal/ideolojik/toplumsal/kültürel çarenin siyasal modelidir. Türk Devrimi, hem bu devrimin temeli olan askeri zaferi kazandığı, hem de topluma “çağ atlatan” reformları gerçekleştirdiği için Atatürk’ün eseridir. HHH İşte 23 Nisan 1920, “Türk Devrimi”nin en zor anlarında, Kurtuluş Savaşı’nın yeni başladığı bir dönemde, Şeyhülislam Dürrizade’nin 11 gün önce verdiği fetvayı Padişah Fermanı’na dönüştüren Vahdettin’in idam kararını boynunda taşıyan Mustafa Kemal Paşa’nın, bu Devrim’in temelini attığı tarihtir. Çünkü çöken İmparatorluğun kurtuluşunu, toplumu Tarım Dönemi’nden Endüstri Dönemi’ne doğru dönüştürmekte gören Atatürk, “Türk Devrimi”ni, siyasal egemenliği Osmanlı ailesinden millete aktararak başlatmıştır. Başta saltanatın kaldırılması ve Cumhuriyetin ilanı olmak üzere, bütün öteki Atatürk Devrimleri (Reformları) hem siyasal hem de hukuksal açıdan, millet egemenliğine dayalı olarak gerçekleştirilmiştir. O nedenle 23 Nisan 1920 “Türk Devrimi”nin temelinin atıldığı tarihtir. Tek adam düzeni Sümerlilerde yoktu PROF. DR. TÜRKKAYA ATAÖV Mezopotamya’nın ilk büyük devletini kuran Sümerliler dünyada ilk parlamentoyu oluşturmuştu. Kral, hatta (gök, yer ve suyu simgeleyen Anu, Enlil ve Ea adlı) üç tanrıları da vardı, ama kararları veren kurum bir genel kuruldu. Başkentleri olan Sümerce “Urbillum”, yani bugünkü Türklerin yoğunlaştığı “Erbil” dünya tarihinin en eski kentiydi. Bu bilgiyi Harvard Üniversitesi’nin gelmiş geçmiş en ünlü tarih profesörü William L. Langer de onaylar. Bu yorum Alman tarihçi Dr. Karl Ploetz’den bu yana gelişmiştir. Mezopotamya’da ve özellikle Sümer’de siyasete en fazla eğilmiş olan Thorkild Jacobsen’dir. Bu konuda Yale Üniversitesi’nin bastığı bir kitabı vardır ve 1943’teki makalesi de eski Mezopotamya’da “demokrasi”yi anlatmaktadır. Reza Aslan da “Tanrı” adlı kitabında bu kaynağa göndermeler yapar. Muazzez İlmiye Çığ’ın Sümerlileri uygarlığın kökeni olarak alan kitaplarına da bakılmalıdır. Tanrıların da meclisi vardı Sümerliler tüm çağdaşlarından, örneğin yakınlarındaki Mısırlılardan üstündüler. Firavunlardan bin yıl önce tekerlekli savaş arabaları vardı. Tekerlek, yelkenli tekne ve tarımcılığı geliştiren sulama kanalları onların buluşlarıdır. Uzak diyarlarla ticaret yaparlardı, bir tür bankacılık uygulamaları da bulunuyordu. Ağırlık ve uzunluk ölçülerine sahiptiler. Saat dilimleri 360 dairelik daire onlara aittir. Kuralları yasa olarak yazıya geçirenler de onlardı. Çivi yazısını da onlar buldu. O sayede elimizde şimdi bir hazine var. Antlaşmaları yazıya bağlarlar, altlarını parmak biçiminde yuvarlak mühürlerle imzalarlardı. Lawrence Rothfield’in “Mezopotamya’nın Irzına Geçilmesi” adlı kitabında belirttiği gibi, o mühürlerin beş binini Amerikan askerleri Bağdat Müzesi’nden çalıp her birini milyonlarca dolara New York’ta satmışlardır. Sümerlilerde ya da Mezopotamya uygarlığının başlarında yeryüzünde ilk ve tek karar yeri, binlerce yıl önce kralda ya da tek adamda değil, kent devletinin özgür erkeklerinden oluşan büyük genel kurulundaydı. Altını çizerek belirteyim ki bu örnek dünya tarihinde ilk demokrasi girişimidir. Saygıdeğer Batılı ve Doğulu tarihçilerin yeterince bilgili olanları şimdi böyle diyorlar. Onların kralı seçme ve gerektiğinde iktidardan düşürme yetkileri de vardı. Savaş açma yetkisi onların elindeydi. Öteki kent devletleriyle anlaşmazlıklar olursa görüşmelere girişen, kendi kararlarını aktaran, ısrarlı davranan, anlaşamazlarsa ne yapacağını bilen de o kuruldu, kral değil. Kimi zaman mahkeme gibi de çalışırdı. Tarafları dinler, suçluyu bulmaya çalışır, gerektiğinde ceza kararını açıklardı. Bir tür meclis genel toplantısıydı ve onların üstünde kralın veto denebilecek bir gücü de yoktu. İsa’dan binlerce yıl önce ve başkenti Erbil olan Sümer toplumu böyleydi. Bizdeki dâhi asker Mustafa Kemal bile Sakarya Zaferi’nden önce başkomutanlık geçici yetkilerini Birinci Meclis’ten ancak uzun ikna çabalarıyla alabilmişti. Sümerliler, tanrılarını da anladıkları demokrasi biçiminde düzenlemişlerdi. Tanrıların da bir “meclisi” vardı. Onların her şeyi orada tartıştıklarına inanırlardı. Konuşurken yiyip içer, gök sorunlarını tartışarak karara bağlarlar diye düşünürlerdi. “Atrahasis” efsanesi gibi kendilerine özgü efsaneleri bu meclisli toplantılarını da anlatıyor... Magna Carta öğretisi İngiltere’de baronlar, artık gözü açılmış olan halk desteğini de arkalarına alarak, daha 1215’te Kral John’a imzalattıkları “Magna Carta” ile (Madde 39’a göre) onlara sormadan kimseyi yakalattırıp tutuklayamayacağını, süremeyeceğini ve başka dilediğini bundan böyle yapamayacağını kabul ettirdiler. Ayrıca özel mülke el koymayacak, mahkemelere karışmayacak, özgür seçimi engellemeyecek, ormanları aklına estiği gibi kesip yok ettirmeyecekti. Bugünkü Lordlar ve Avam Kamaralarının başlangıcıdır. Taht hele 1688’den sonra yalnızca bir simge olmuştu. İkinci Abdülhamit meclis kapatan sultan/halife diye tarihe geçti, Vahdettin de Britanya zırhlısıyla kaçan tek adam özentisi diye. Sümer yönetiminde, kadın eksikliği de olsa, bir tür halk meclisi yönetimi ve tekadama karşı ilk demokrasi deneyiminden sonra 805 yıl önceki Magna Carta adımı da birçok ülke için öğreticidir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle