17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 8 MART 2020 PAZAR EDİTÖR: ÇAĞDAŞ BAYRAKTAR [email protected] TASARIM: SERPİL ÜNAY OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Moskova’da yapılan Suriye zirvesinin düşündürdükleri Onur Öymen EMEKLİ BÜYÜKELÇİ Moskova’da Cumhurbaşkanı Erdoğan’la Rusya Devlet Başkanı Putin arasında varılan mutabakat, sorunların giderilmesinin yolunu açacak mı? İdlib’le ilgili gelişmeler, özellikle çok sayıda askerimizin şehit olmasına yol açan saldırılardan sonra gündemin ön planına çıktı. Aslında Suriye’deki gelişmelerin bir bütün olarak ele alınması gerekiyor. Bölgeyle ilgili bütün devletlerin şimdiye kadar barışçıl bir çözüme ulaşmak arzusundan çok kendi ulusal çıkarlarını gerçekleştirme amacıyla izledikleri politikaları gözden geçirerek ve gerektiğinde özeleştiri yaparak işbirliği yapmaları gerekiyor. İdlib’in son zamanlarda bu kadar önem taşıması bir yandan stratejik konumundan, bir yandan başka bölgelerdeki çeşitli terör gruplarının bu bölgeye sığınarak İdlib’i çatışmaların odağı haline getirmesinden ve bir milyondan fazla insanın Türkiye’ye yönelik göç baskısı yaratmasından kaynaklanıyor. Salam politikası Bu soruna çare bulmak amacıyla oluşturulan Astana ve Soçi süreçleri maalesef bugüne kadar beklenen sonuçları veremedi. Giderek artan çatışmalar askerlerimiz ve bölgedeki sivil halk açısından ciddi güvenlik riski yarattı ve çok sayıda can kaybına yol açtı. 5 Mart tarihinde Moskova’da Cumhurbaşkanı Erdoğan’la Rusya Devlet Başkanı Putin arasında varılan mutabakat bu sorunların giderilmesinin yolunu açacak mı? İşin özüne bakılacak olursa Astana Mutabakatı’nın beklenen sonuçları vermemesi esas olarak orada bir araya gelen üç ülkenin arasında stratejik hedefler ve beklentiler açısından büyük farklılıklar olmasından kaynaklanıyor. Farklı nedenlerle de olsa Rusya ile İran açısında Esad yönetiminin işbaşında kalması yaşamsal önemdedir. Türkiye ise bunun tam tersini, yani Esad’ın ve hükümetinin görevden ayrılmasını öncelikli hedef sayıyor. Bu kadar farklı beklentileri olan ülkelerin kalıcı bir çözümün temellerini atabilmesi zordur. Nitekim uygulamada bunun zorlukları ortaya çıkmıştır. Esad yönetimi, Astana ve Soçi mutabakatlarında kabul edilen ilkeleri ve kararlaştırılan ateşkes kararını bir tarafa bırakmış, Rusya’nın koşulsuz desteğine güvenerek bir salam politikası izlemiştir. Adım adım İdlib civarındaki yerleşim birimlerini ele geçirmiş ve orada aynı ülkelerin mutabakatıyla kurulan Türk gözlem noktalarını kuşatarak birlikleri miz açısından büyük güvenlik riski yaratmıştır. Geçen hafta içinde yaşanan ve birkaç gün içinde 40’a yakın askerimizin şehit olmasına yol açan saldırılar işte bu gelişmelerin sonucudur. Soçi Mutabakatı’yla Türkiye’ye yüklenen sorumluluklar sadece gözlem noktalarını oluşturularak gerçekleştirilebilecek işler sayılabilir miydi? O gözlem noktalarındaki askerlerimizin ulaşım ve ikmal ihtiyaçları o koşullarda güvenlik içinde sağlanabilir miydi? Rusya bir yandan Suriye’nin İdlib’i ele geçirme hedefini desteklerken bir yandan da Türk birliklerinin güvenlik ihtiyaçlarının karşılanması için gereken özeni gösterebilir miydi? Bütün bunlar çok sayıda silahlı grubun çatıştığı bir ortamda sağlanabilir miydi? Sağlanamayacağı yaşadığımız acı olaylarla görüldü. Üstelik bu çatışma ortamında bir milyona yakın sığınmacı evlerini terk ederek Türkiye sınırına doğru göç etmeye başladı. Ortak güvenlik çıkarları Şimdi Moskova’da gerçekleştirilen mutabakat, benzeri güçlüklerin ve sıkıntıların bir daha yaşanmamasını güvence altına alabilecek midir? Geçmiş tecrübeler bunun kolay olmayacağını gösteriyor. Esad yönetiminin son günlerde Libya’daki silahlı muhalif güçlerin lideri Hafter’le Türkiye’ye karşı ortak mücadeleyi amaçlayan işbirliği protokolleri imzalaması sorunun boyutunu daha da genişletmiş ve Türkiye’de Suriye’yle diyalog kurularak çözüm aranmasını savunanları güç durumda bırakmıştır. Moskova’da Suriye’nin bu gibi tehlikeli siyasi manevralarının da ele alınıp alın madığını bilmiyoruz. Rusya’nın bu manevraları önleyecek imkânlara ve niyete sahip olup olmadığı hakkında da bilgi sahibi değiliz. Türkiye’nin Esad yönetimiyle çatışmaya girişmesinin ve Rusya’yla ilişkilerinin gerginleşmesinin Amerika’da memnuniyet yarattığı görülmektedir. Ancak Amerika’nın Suriye’den kaynaklanacak bir füze saldırısına karşı Türkiye’nin Patriot füzeleri konuşlandırılması talebini kabul etmemesi ABD’yle ortak güvenlik çıkarlarımızın geleceği açısından düşündürücü bir durum yaratmıştır. Birlik ve dayanışma havası Öte yandan son günlerde Yunanistan sınırında yaşanan göçmen krizi ve Avrupa Birliği’nin bu konuda Yunanistan’ın izlediği insan haklarını açıkça ihlal eden tutumunu, yıllardan beri savunduğu insani değerleri bir tarafa bırakarak desteklemesi AB ile ilişkilerimizde yeni bir güven bunalımı yaratmıştır. Esasen 2016 yılında imzalanan “Geri Kabul Anlaşması”yla Türkiye’ye ağır koşullar kabul ettiren Avrupa Birliği, uygulamada da yükümlülüklerini yerine getirmemiş ve Türk vatandaşlarının serbest dolaşımını sağlama yolundaki taahhüdünü çeşitli bahanelerle yerine getirmekten kaçınmıştır. Türkiye’nin bütün bu olumsuz gelişmelerin ve sıkıntıların giderilmesini sağlayacak gücü ve birikimi mevcuttur. Ancak bunun için iç politikaya yönelik düşüncelerin, beklentilerin bir tarafa bırakılarak ortak akılla, birlik ve dayanışma havası içinde çalışılması gerekiyor. Şimdiye kadar her türlü fedakârlığı göstermiş olan Türk halkının beklentisi de budur. 8 Mart’ta ‘emekçi’ mahpus kadınlar Başlıktaki “Emekçi” ifadesini ayraç içine aldım, çünkü bence esas olarak bütün kadınlar “Emekçi”dir... Yani bence kadınlar, sadece kadın oldukları için zaten “emekçidir”... Ve bütün toplumlarda da hepsi, çeşitli biçimlerde ezilmektedir! O nedenle “Emekçi” vurgusu, emekçilere, işçilere, çalışan kadınlara, sınıfsal ve haklı bir gönderme yapmakla birlikte... Sanki işçi statüsünde olmayan, çalışmayan kadınların sorunları yokmuş, onlar ezilmiyormuş gibi bir izlenim de vereceği için... 8 Mart’ın bütün kadınları kapsayan bir gün olarak anılmasından yanayım. Nitekim bugün hapisteki, “Mahpus” kadınları yazacağım! HHH Güncel olarak tam sayılara ulaşamadım: Zaten bu sütunu izleyenler bilir, ben “özel haber”, “özel kaynak”, “içeriden sızdırılmış haber” gibi kamuya mal olmamış, alenileşmemiş bilgi kullanmam... Geçen yılın Kasım ayında Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü, TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’nda şu bilgileri vermiş: Cezaevlerinde hükümlü ve tutuklu sayısı yaklaşık 286 bin. Kadın hükümlü ve tutuklu sayısı yaklaşık 11 bin. Tutuklu ve hükümlü olan çocuk sayısı yaklaşık 2 bin 500. Annesinin yanındaki çocuk sayısı 780. HHH Yukarıdaki sayıların çarpıcılığı, 780 çocuğun hapishanede büyüdüğünü belirtmesidir! Yazılı Medyaya, İnternet Medyasına ve Sosyal Medya’ya yansıyarak alenileşmiş haberlerden biliyoruz ki, “mahpus kadınlar” özellikle de “mahpus anneler”, erkeklerden çok daha zor durumda. Bazı kadınların doğum yapar yapmaz, bebekleriyle birlikte, hapishaneye götürüldüğünü duyuyoruz: Elbette bu zulmün sorumlusu, onları götüren değil, yasaları yapan ve uygulatan siyasal iktidardır! HHH Bir ülkenin uygarlık düzeyi hiç kuşkusuz, başta ka dın hakları olmak üzere, insan hakları ile ölçülür... Ama bence gerçek uygarlık düzeyi, adalet sisteminin bağımsızlığı ve hapishanelerindeki koşullar ile belirlenir! Ülkemizde hapishanelerin genel koşullarındaki olumsuzluklar bir yana, kadınlara yapılan haksızlıklar saymakla bitmiyor ki: Bir yandan kadın haklarından söz edeceksiniz, öte yandan dans ederek haklarını savunan kadınların üzerine su fışkırtarak, şiddet kullanarak gösteriyi önleyeceksiniz... Bir yandan kadınları özgürleştiriyoruz diyeceksiniz, öte yandan onları kapatacaksınız... Bir yandan bekârları ve çocuk istemeyenleri aşağılayacak, anneliği kutsayacaksınız, öte yandan loğusaları, bebekleriyle birlikte hapse yollayacaksınız! HHH Cezaevlerindeki genel sorunlar da saymakla bitmez... Mahpus kadınların sorunları ise bu genel sorunlardan daha da vahimdir... Ayrıca, hasta, engelli, loğusa mahkumların sorunlarının genel sorunlardan daha vahim olduğunu da hiç unutmamalıyız: Adalet sistemini yozlaştıran siyasal iktidarların yaptıkları zulmün cezaevlerinde yaşanması, buralarda görev yapanların çok daha duyarlı olmalarını gerektiriyor diye düşünüyorum: Patolojik vakalar ve siyasal takıntılılar dışında, cezaevi savcılarının ve cezaevi personelinin mahpuslara insanca davranmaya çalıştıklarını biliyorum ve onları takdir ediyorum. HHH Haksız ve hukuksuz kararlarla cezaevlerinde yatanları... Siyasal mahkum ve tutukluları... Bebekli, çocuklu kadınları... Hasta, engelli, loğusa olanları... UNUTMUYORUZ: Biliyoruz ki, onlar Türkiye’deki Demokrasi ve Hukuk Devleti sorunlarının kurbanlarıdır... Ve sorunlarının çözülmesi ancak, Demokrasi ve Hukuk Devleti ilkeleri bağlamında olanaklıdır! DAHA ÖZGÜR VE DEMOKRATİK 8 MART’LAR GÖRMEK DİLEĞİYLE! 2 MART 6 MART Barış’a kelepçe Gazetemiz yazarı ve OdaTV Haber Müdürü Barış Terkoğlu, Ergenekon kumpasları benzeri bir operasyonla sabaha karşı dörtte evinde gözaltına alındı. Daha önce haberleştirilmiş ve Meclis’te gündeme gelmiş, şehit olan bir MİT mensubunun cenaze törenini haberleştirdiği için gözaltına alınan Terkoğlu, tutuklanarak 8 yıl sonra yeniden Silivri’ye gönderildi. Manifesto gibi savunmasında, “Gerekirse güneşi bir daha görmeyeceğiz ama çeteye boyun eğmeyeceğiz” dedi. Bir gün sonra OdaTV Genel Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan aynı haber ile ilgili olarak tutuklandı. Yoğun görüşme trafiği Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Putin, Moskova’da biraraya geldi. 6 saatlik görüşmelerde, silahların susmasında, cihatçıların temizlenmesinde uzlaşıldı. Göçmen dramı devam etti Türkiye’nin, Avrupa’ya gitmek isteyen mültecilere kapıları açma kararının ardından Edirne ve Çanakkale’deki tampon bölgede Yunan askerlerinden dayak yiyen, elbiseleri soyularak geri gönderilen göçmenler, objektiflere yansırken sınır kana bulandı. Üç göçmen yaşamını yitirdi, beşi yaralandı. Meclis karıştı TBMM Genel Kurulu’nda, 34 Türk askerinin şehit olmasının ardından toplanan kapalı oturumda yumruklaşmaya varan tartışmalar yaşandı. Erdoğan, grup toplantısında CHP lideri Kılıçdaroğlu’nu “haysiyetsiz, şerefsiz, hain” sözleriyle hedef aldı. CHP’li Özkoç, Erdoğan’a aynı ifadelerle yanıt verdi. AKP ile CHP arasında “tekmeli, yumruklu” kavga yaşandı. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Özkoç hakkında soruşturma başlattı. ‘Korona’da değişen bir şey yok Çin’den tüm dünyaya yayılan koronavirüs, 97 bin kişiyi etkiledi. 3 bin 600’den fazla can aldı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle