17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
14 8 MART 2020 PAZAR TASARIM: SERPİL ÜNAY HABER/yorum ‘Melankoli’... Bu işi bitir! Efendim, 1998 OR2 adını taşıyan bir asteroid (küçük çaplı gezegen) büyük bir hızla Dünya’ya doğru yaklaşıyormuş. Çarparsa Dünya bir anda yok olacakmış. Haber beni gülümsetti ve altı yıl önce seyrettiğim bir filmi anımsadım. Filmin adı Melankoli, yönetmeni Lars von Trier. Filmde, “Melankoli” adı verilen bir yıldızın dünyaya çarpması bekleniyordu. Filmi izlerken sıkıldığımı, hatta “aman artık şu çarpma gerçekleşse de çıksak” diye düşündüğümü anımsıyorum. Allah Allah tamam bir haber okudum ama bana ne oluyor, durup durup filmi düşünüyorum. Nedenini düşündüm, buldum sonunda, dünyamızın hali bir yıldızın çarpmasını bekler gibi. Tüm bilgiler, tüm öğrendiklerimiz, tüm değerlerimiz tarumar olmuş, hiç söylenmeyecek sözler, hiç akla gelmeyecek durumlar her yerde. Yolda, pazarda, kahvelerde ve dost topluluklarında öylesine tuhaf sohbetler ediliyor ki, her an bir yıldız çarpmış gibi oluyoruz. Ve çağımızın vahşi kapitalizmi öylesine katmerli krizler yaratmaya başladı ki, bize doğru yaklaşan 1998 OR2’ye biz ona Melankoli diyelim bu işi kökünden halledecek diye gizli gizli seviniyoruz. Şöyle bir bakın çevrenize, sürekli bir can sıkıntısıyla dolaşıp duruyoruz. Çok mutlu, kahkahalarla gülenlerin bile yüzlerinde bir donukluk var. Sanki ilaçlanmış gibiyiz. Sanki yaptığımız işler anlamsız, yazdığımız yazıları okuyanlar yok, yaptığımız filmler kendimize sürekli bir ayna tutuyor. Kaybedenler kulübü üyeleri gibiyiz. Melankoli, az sonra çarpacak ya ve ben bir gün içinde dolaştığım yerlerde duyduğum sözleri şöyle bir toparladım. Kırklarında bir adam, dedesi, babası ve kendisi iyi okullarda okumuş, kültürlü biri ve araba alıp satıyor. Dehşet içinde, öfkeli, “Ben bir an önce Amerika’ya kapak atmalıyım” diyor. “Ben buraların adamı değilim. Yahu ben de soygunlardan pay almak istiyorum ama nereye başvuracağımı bilmiyorum. Yedirilen olmadığım için her zaman yitiriyorum. Ben Amerika’ya gitmeliyim.” Genç adamı yatıştırmaya çalışanlar var. “Bu böyle gelmiş böyle gidecek” diyenler var. O zaman genç adam daha da köpürüyor. “Bırakın be! Korkaklar, yerinize mıhlanıp kalmışsınız. Üç kuruş paranız gitmesin diye iktidara oy veriyorsunuz. Söyleyin bakalım, kaçınızın bankalara borcu ne durumda? Korkuyorsunuz değil mi, eviniz, arabanız elinizden gidecek diye. Korkun! Olacak bu, olacak!” Kahvedeki herkes tedirgin. Nereden düştü bu buraya? Ama doğru da söylüyor, “Allah kahretsin, kime inandım da ev almaya kalktım. Bir evim vardı, yazlığa ne gerek duydum ki, karımın aklı işte. Yazlığı olacakmış, torunlar yazın onun yanına gelecekmiş. Sefa sürecekmiş. Ne sefası be. Cefa cefa...” Melankoli çarptı çarpacak, dostlarımdan biri bir 68’li, “yahu” diyor, “hani yaşadık yaşadığımız kadar, ne olduk, şeytan diyor, kalk git Suriye’ye ve savaş. Ölüm geldi gelecek, bari oralarda ölelim. Kendi ülkemizde hep yenildik, bir kez yenelim.” Dolaşıyorum, yolum lüks mağazaların olduğu bir caddeden geçiyor. Bir büfenin önünde oturup bir şeyler atıştırıyorum. Yanımda iki genç anne, çocuklarını okuldan almışlar. Çocuklara telaş içinde bir şeyler yedirmeye uğraşıyorlar. Çünkü aceleleri var, kız baleye oğlan da basket okuluna yetişecek. Çocuklara bakıyorum, öyle yorgun ve bitkin görünüyorlar ki, dehşete düşüyorum. Belli ki, sabahın köründe kalkıp, sıkışık servislere binerek, uykulu uykulu okula gitmişler. Beş saat ders yapmışlar şimdi haydi baleye, haydi baskete. Annelerin telaşı çocuklarda yok. Ellerinde cep telefonları oyun oynamaya çalışıyorlar. Birden çocuklar için üzülüyorum. Büyük ihtimalle, baleden ve piyano çalmaktan nefret edecekler. O sırada bu caddede her adımda dilenen Suriyeli çocuklar etrafımızı sarıyor. Anneler dehşete kapılmış, çocuklarını dilenen çocuklardan uzaklaştırmaya çalışıyorlar. Tuhaf bir manzara, “Melankoli” çaptığında her şey kül olacak. Bütün bu manzaralar da! Bir yandan yürüyor bir yandan da neşe nerelere saklandı diye çevreme bakınıp duruyorum. Kimseler gülmüyor, kimseler aşktan, sevgiden söz etmiyor. Yanımdan tuhaf bir görüntü geçiyor. Genç mi, yaşlı mı, kadın mı, erkek mi olduğunu anlamadığım bir insan. Resmen mavi bir yatak çarşafını başından aşağı geçirmiş. Her yeri kapalı, sadece gözleri açık. Herkes hayretle bakıyor ve birden çarşafın içinden bir erkek sesi ortalığa yayılıyor, “Ne bakıyorsunuz, koronadan korunuyorum!” Hay Allah, nasıl unuttum bir de korona var. Gezi olayları sırasında epeyce bir para verip aldığım Alman malı bir gaz maskem var, ben de onu mu takıp dolaşsam? Aman boş ver nasılsa “Melankoli” iyice yaklaştı. Acaba “Melankoli” çarpmadan önce, kendim için anlamlı ne yapabilirim? Bu soru bile anlamsız geliyor. Korona değil ama melankoli bana fena halde bulaştı. Bu hafta PKK’ye yardım ve yataklık ettiğim iddiasıyla hakkımda 7 yıl hapis cezası istenen davadan beraat ettim. Sevinemedim çünkü aynı gün Barış Terkoğlu ve Hülya Kılınç tutuklandı. Ey “Melankoli” çarpacaksan çarp artık! 8 MART 2020 SAYI: 34486 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına ALEV COŞKUN Genel Yayın Yönetmeni Aykut Küçükkaya Yayın Koordinatörü Serkan Ozan Yazıişleri Müdürleri İpek Özbey / Olcay Büyüktaş Akça (Sorumlu) Hakan Akarsu (Ek Yayınlar) Görsel Yönetmen Münevver Oskay Reklam Genel Müdürü Ayla Atamer Törün l Haber Merkezi: Murat Hantaş l Gece: Ayça Bilgin Demir l Dış Haberler: Mine Esen l Ekonomi: Jale Özgentürk l İç Politika: Ali Açar l Kültür Sanat: Yazgülü Aldoğan l Fotoğraf: Uğur Demir l Spor: Sami Gürel l Ankara Temsilcisi: Sertaç Eş Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 l Ege Bölge Temsilcisi: Tuncay Mollaveisoğlu Halit Ziya Bulvarı 1352 sok. 2/3 Pasaport İzmir. Tel: (0232) 441 12 20 Yayın Kurulu: Alev Coşkun (Başkan), Ali Sirmen (Bşk. Yrd.), Aykut Küçükkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Kemal Işık Kansu, Orhan Bursalı, Mine Kırıkkanat, Miyase İlknur, Ataol Behramoğlu. l Mali ve İdari İşler Müdürü: Osman Selçuk Özer Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: [email protected] Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: [email protected] Yaygın süreli yayın Baskı: İleri Basım Mat. Amb. Reklam Tanıtım Yay. ve Teknik Hiz. Tic. A.Ş. Yenibosna Mah. 29 Ekim Cad. No:11A/41 Bahçelievler İstanbul Tel: (0212) 454 32 55 Dağıtım: Turkuvaz Dağıtım Pazarlama A.Ş. Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. NAMAZ VAKİTLERİ İmsak Güneş Öğle İkindi Akşam Yatsı İstanbul 05:56 07:20 13:20 16:33 19:10 20:29 Ankara 05:41 07:04 13:04 16:19 18:55 20:12 İzmir 06:05 07:26 13:27 16:43 19:18 20:34 16 Şubat 1992. Doğu Perinçek ve İP’nin dergisi “2000’e Doğru”, “Hizbullah’ı Çevik Kuvvet mi eğitiyor?” başlığıyla çıkıyor. Haberi yazan ve görüntüleyen, derginin Diyarbakır muhabiri Halik Güngen. 18 Şubat 1992. Gazeteci Halit Güngen öldürülüyor. 20 Eylül 1992. Gazeteci Musa Anter öldürülüyor. 22 Ocak 1993. Gazeteci Uğur Mumcu, “İmam Subay” başlıklı ve sonuncu olacak makalesinde, “Dinsel ticaret 12 Eylül 1980 müdahalesinden sonra parasal kaynağa da kavuşarak devlet içinde de köşe başlarını tuttu. 1983 yılında Milli Eğitim temel yasasını değiştirdiler, bugün Harp Okulları yasasını. İmam hatip olarak yetiştirilenler Emniyet müdürü, savcı, yargıç, kaymakam olacaklar, bu yasa değişikliği TBMM’den geçerse subay da olacaklar” diye yazıyor. 24 Ocak 1993. Gazeteci Uğur Mumcu öldürülüyor. 17 Şubat 1993. Org. Eşref Bitlis, organize bir uçak kazasında ölüyor. 2 Temmuz 1993. Sivas’ta Alevi derneklerin düzenlediği Pir Sultan Abdal Şenlikleri’ne katılan 33 aydın, yakılarak öldürülüyor. Madımak Oteli’ni ateşe veren Sünni mürteciler, yangından kaçanları linç etmeyi beklerken “Cumhuriyet Sivas’ta kuruldu Sivas’ta yıkılacak/Şeriat gelecek zulüm bitecek/Kahrolsun laiklik” diye haykırıyorlar. 27 Mart 1994. Necmettin Erbakan başkanlığındaki Refah Partisi, İstanbul ve Ankara dahil 22 ilde yerel seçimleri kazanıyor. 19 Nisan 1994. Necmettin Erbakan konuşuyor: “Geçiş dönemi sert kanı Tansu Çiller, Susurluk’ta ortaya çıkan “faili meçhul” eşkıyalığı, “Dev let için kurşun atan da yiyen de şerefli dir” sözleriyle savu nuyor. Türkiye’de CİA’set (2) 11 Ocak 1997. Başbakan Necmettin Erbakan, 51 adet tarikat ve cemaat mi olacak, yumuşak mı? Kanlı mı şeyhine başbakanlık olacak, kansız mı? 60 milyon buna konutunda iftar yemeği veriyor. karar verecek...” 8 Mayıs 1997. Refah Partisi Şan 10 Kasım 1994. Ankara’dan lıurfa Milletvekili İbrahim Halil Çe Anıtkabir’e saldıran “meczup” hay lik, “Ben kan dökülmesini istiyorum. kırıyor: “Sizleri Kuran’a davet ediyo Demokrasi böyle gelecek, fıstık gibi rum!” olacak!” diyor. 11 Ocak 1995. Yazar ve şair Onat 17 Temmuz 1998. İslamcı femi Kutlar öldürülüyor. nist yazar Gonca Kuriş, Mersin’deki 9 Ocak 1996. Bir gün önce göz evinin önünden silahlı üç kişi tarafın altına alınan Metin Göktepe, polis dan kaçırılıyor. lerce dövülerek öldürülüyor. İş insa 13 Mayıs 1999. Akit gazetesi, baş nı Özdemir Sabancı, Haluk Gör sayfadan “Halkı köpeğe benzetti” gün ve Nilgün Hasefe, Sabancı ve “Zorba Kemalist gemi azıya al Center’a yapılan terörist baskında dı” başlıklarıyla hedef aldığı Prof.Dr. öldürülüyor. Katillere kapıyı açan te Ahmet Taner Kışlalı’nın fotoğrafı rörist işbirlikçi Fehriye Erdal’ın, eski nı, üzerine çarpı işareti koyarak ya İstanbul Emniyet müdürü yardımcısı yımlıyor. Hüseyin Kocadağ’ın “ricasıyla” işe 21 Ekim 1999. Ahmet Taner Kış alındığı söyleniyor. lalı öldürülüyor.* 28 Temmuz 1996. Kumarhaneler * İkinci bölümün sonu. Devamı Kralı Ömer Lütfü Topal öldürülüyor. gelecek haftaya. 3 Kasım 1996. Bir Mercedes’le bir kamyon çarpışıyor, içinden Hü Durdurulamayan yıkım seyin Kocadağ, Abdullah Çat Seri suikastlar, tıpkı seri cinayet lı ve Gamze Öz’ün ölüsü, DYP milletvekili ve Kürt aşiret reisi Sedat ler gibi tümevarım yöntemiyle çözülür, değerli okurlarım. Katilleri ve az Bucak’ın dirisi, ama bagajından po mettirenleri; her biri organize cinalitikacı/mafya/kontrgerilla işbirliği çı yetten ibaret suikastların zaman ve kıyor. Susurluk skandalı patlıyor. 26 Kasım 1996. Zamanın Baş mekândaki ortak noktalarından yola çıkarak belirleyebilirsiniz. bakan Yardımcısı ve Dışişleri Ba Biraz sabredin. Yukarıdaki tabloyu tamamladığımda, siz de Türkiye’deki suikastların ortak noktasını görecek, cinayet ve katliamların ne işe yaradığını ve azmettirenlerin kim olduklarını anlayacaksınız. Türkiye’nin hâlâ omuzlarında, giderek daha çok sallanarak durduğu dürüst ve ülkesine yararlı insanların en büyük zaafı, zararlıların eseri bu meşum kronolojiyi durduramamak oldu. Ne şahmerdan darbeleri bitti, ne cinayetler, ne de kumpas tutuklamalar. İki Barış, bir Murat’a selam olsun! Oğullarım gibi sevdiğim, araştırmacı gazetecilik başarılarını hayranlık ve takdirle izlediğim Barış Terkoğlu, Barış Pehlivan ve Murat Ağırel, doğdukları ülkenin aydınlarını ve özgür düşünceyi yok etmek üzerine kurulu vahşi tarihçesine rağmen var oldular, sindirilemediler, dik durdular, mücadele ediyorlar... Meşum kronoloji bugüne uzatıldığında, son halkasında iki Barış’ın ve muhabir arkadaşları Hülya Kılınç’ın tutuklanması; aslında son kitabı Sarmal yüzünden hedef gösterilen Murat’ın adli denetim koşuluyla serbest bırakılması var. Bu son halka, yine uğursuz günlerin habercisi. Ancak... Gerçekleri gizlemek için gerçekleri söyleyen ve yazanları FETÖ usulü, yargı eliyle taciz ve cezalandırmaya kalkanlar, suikastçı jargonuyla söylemek gerekirse, artık “kendi ayaklarına sıkıyorlar”. Artık kimse güvende değil, Türkiye’de. Güvenliğimizi yok edenler de dahil. Yanlıştan dönmek en büyük erdem. AKP’nin Reyiz’i erdem bağımlısı. Yanlış yapıp yapıp, yanlışından dönüyor. Şehitler Tepesi hiçbir zaman boş kalmayacak diyor. Dört gün geçmeden gidip ateşkes mutabakatı imzalıyor. İyi de yapıyor. İtibar gibi, erdemden de tasarruf olmaz. HHH Parti toplantısında, adını vermeden Esad’a sesleniyor: “Belirlediğimiz sınırlar dışına çıkılmazsa, omuzların üstünde baş kalmayacak!” Abovv.. Omuzdan baş almak, dehşetengiz bir eylem. Teknik donanım, büyük bir organizasyon gerektiriyor. Fransızların sesten hızlı Concorde uçaklarından önceki icatları “giyotin” idi. Fransız Devrimi’nde seri halde kullanıldı. Aleti üne kavuşturan Kral 16. Lui ile “Ekmek bulamıyorsa pasta yesinler” diyen Kraliçe Marie Antoinette’in kesilen kelleleriydi. Giyotin iki asır boyunca (17921981) aralıksız Fransızların resmi idam aleti olarak kullanıldı. Bakmayın siz gözü dönmüş IŞİD’in ve eli kanlı şeriatçıların da kelle kesmesine; “omuzdan baş almak” aslında alafranga bir gelenek. Çok şükür bu hevesten çabuk vazgeçti. HHH Savaşıyor görünsek de, Suriye’nin toprak bütünlüğünden yanayız. Yoksa 4 milyon (?) Suriyeliyi ülkelerinin hangi parçasına göndereceğimizi şaşırırız. Zaten bir ülkeyi insanından, insanını da omuzları üstündeki başlarından, vücut bütünlüğüne zarar vermeden ayırmak mümkün değil. Buna ne öteki damadın İHA’ları elverişli, ne Amerikalıların F35’leri ve ne de Rusların S400’leri! Macron’la anlaşıp binlerce gi ‘Monşer’siz diplomasi yotin sipariş etmek, o giyotinleri İdlib’in M4 yol güzergâhına dizmek, sonra da “rejim unsurlarını” yakalayıp tek tek kellelerini de omuzlarından almak gerekiyordu. İşin meşakkatini çok şükür çabuk fark etti. Zaten randevu vakti de gelmişti. Putin’le görüşmek için Moskova’ya uçtu. Oradaki manzarayı canlı yayınlarla ve dünyayla birlikte gördük, yaşadık. Hassas bazı ruhlar Reyiz’in kalabalık tayfasının ezik büzük, ayakta bekleşen hallerine bakıp üzülmüşler. O kuru kalabalığa ne gerek vardı diyenler oldu. Cumhurbaşkanı Sözcüsü İ.Kalın zaten orada. Yetmedi İletişim Başkanı F. Altun. MİT Başkanı Hakan Fidan, Damat elbette en önde. Soran sorana: “Reyiz oraya yoksa parti başkanı olarak mı gitti? Ki hem AKP Sözcüsü Ömer Çelik de orada AKP Başkan Yardımcısı Mahir Ünal heyette?” Bir de şu soru: “Bu zengin heyette ilaç için bir tek diplomat yok!” Yok çünkü, “monşer” diye hepsi taburcu edildi. Yerlerine “ehveni şer” diye imam hatipliler dolduruldu. Çok da iyi oldu. Allah’lık bir dış politikayı monşerler eliyle yürütecek halimiz yoktu. HHH Reyiz’den utanmaz, savcılardan korkmaz çevrelerin bir yakınma KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK sı da şu: “Hava savunmasından yok sun, yurtdışına savaşmak için 10 bin Mehmetçik göndermenin bedelini onlarca şehit ile ödedik. Acaba Moskova’ya müzakereye giden ekipte deneyimli bir tek büyükelçinin bulunmayışının bedelini kim bilir ve nasıl ödeyeceğiz?” Haktanır Salıncak LondraKahire Büyükelçisi, Dışışleri Müsteşarı Korkmaz Haktanır, Reyiz ile hiç yakın çalışmadı. Ama 10 yıl önce arkadaşlarıyla birlikte yaptığı ortak açıklamada bugünlere işaret ediyordu: “Dış politika, günü kurtarmaya yönelik, kendisiyle çelişki içinde ‘perakende’ açılımlarla, diplomatlara karşı küçük düşürücü ifadelerle yürütülmez. Yürütülmeye kalkışılırsa bedeli ağır olur. Bu bedeli de sadece bu hesapsız, kitapsız, yüzeysel tutumları benimseyenler değil, tüm ulusumuz öder.” (18.06.2010) Menemen’de doğmuştu. Laik Cumhuriyete olan duyarlılığı biraz da bundandı. Kendi kendisiyle sohbet edercesine arada şiirler yazıyordu. Geçen yıl 14 Mayıs’ta kaybettik. Eşi Handan Hanım bu şiirleri, “Salıncak” adlı kitapçıkta topladı. İşte kitaptan “Sürgün Anıları”: “Kaç kez sürüldük biz değil mi baba? / Yoksa Sarıkamış’ı ben ne bilecektim / Kurt inen köylerini Seyitgazi’nin / Harput’u ben nereden görecektim?/ Kaç kez sürüldük değli mi baba? / Yoksa tadı mı olurdu bu garip havaların? / Hiç aklıma gelir miydi ağustosta / Yere indiği güneydoğuda ayın /(..) Uzadıkça uzuyor, şimdi günler sen gittin gideli / Onca yılın ardından zorlasa da sormak beni / Söylesene bana, sence baba, / Bizi süren o beyler kimlerdi acaba?” H Reyiz, “dostum” anlamına geldiğini bilseydi, yine de “monşer” der miydi? [email protected] MUĞLA DEPREM ÇALIŞTAYI Prof. Dr. Naci Görür Deprem 7 şiddetinde olur Muğla Büyükşehir Belediyesi’nin düzenlediği “Deprem Çalıştayı”nda sunum yapan Prof. Dr. Naci Görür, Muğla’da en büyük depremin 7 şiddetinde olabileceğini, bu şiddette bir depremin Muğla’ya çok zarar vermeyeceğini söyledi. Muğla Büyükşehir Belediyesi Tarım, Maden ve Orman çalıştaylarının ardından son günlerde ülke gündemini meşgul eden deprem konusunda da çalıştay düzenledi. Çalıştayda konuşan Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Osman Gürün, Muğla’daki yapılaşmanın dikey değil yatay olarak sağlandığını, bu nedenle Bodrum depreminin şehri etkilemediğini söyledi. Türkiye nüfusunun yüzde 95’inin deprem riski taşıyan bölgelerde yaşadığını bu nedenle depremin bir felaket olmaması için ülkenin tüm paydaşlarıyla depreme hazırlıklı olunması gerektiğini belirten Başkan Gürün, “1/25 binlik planlarımız oybirliğiyle 100 bine uygun yapılmıştır. İlçelerimizle 5 bin artı binliği yapmak için belli bir bölgeye ayırdık ve geleceğe bir yerleşim yaratmak için disiplinli bir çalışma yapıyoruz. Depremlere önlem almazsak ülkemiz birçok acıyı aynı anda yaşayabilir. Bu nedenle imar planları, kentsel dönüşüm gibi konularda büyük çaba harcanmalı” dedi. Prof. Dr. Naci Görür, Muğla’nın kendi fay hatlarının hareketleri dışında Kıbrıs, Balıkesir ve İzmir gibi komşularının fay hareketlerinden de etkilendiğini söyledi. Naci Görür, “Muğla deprem konusunda şanslı. Çünkü burada en büyük deprem 7 şiddetinde olacaktır. Eğer Muğla kentsel dönüşümü ciddi yaparsa depremlerden yıkılmaz” dedi. l İZMİR/Cumhuriyet ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI UMUT ORAN’DAN YENİ ÇALIŞMA CHP gerçeklerle yüzleşmek zorunda [email protected] Eski CHP İstanbul Milletvekili Umut Oran, CHP kurultayı öncesinde “CHP Gerçeklerle Yüzleşmek Zorundadır” başlıklı son çalışmasını yayımladı. Yapısal dönüşümün gerekliliğine işaret eden Oran, “Kendimizi avutacak cümlelerden uzaklaşarak Türk milletinin kurtuluşu için gerçeklerle yüzleşmek zorundayız” dedi. “CHP ömür boyu ittifak yapma zorunluluğundan kurtarılmalıdır” diyen Oran, “Gerekliyse sadece Cumhurbaşkanlığı seçiminde yapılabilir ya da yerel seçimlerde ilgili örgütün görüşü alınarak il/ ilçe bazında ittifak yapılabilir. CHP, Cumhuriyet’in temel felsefesine bağlı olan her siyasi partiyi/ seçmeni ‘Ne Mutlu Türküm Diyene!’ ittifakı altında birleştirmeyi hedeflemelidir. Bu MHP tabanını ‘gayri milli AKP’den koparacaktır” ifadelerini kullandı. Hazırladığı kitapçıkta parti içi demokrasiye de vurgu yapan Oran, “Son dönemde giderek sorunlu bir hal alan ‘tek aday dayatması’, ısrarla öne çıkarılan ‘blok liste’ uygulamaları ve kongreleri yönetecek divan başkanlarının dahi Ankara’dan saptanması gibi uygulamalar kaygı vericidir. Bütün bunlara ‘ittifaklar bahane edilerek önseçim yapılmaması’ da eklenince ortaya çıkan tabloda CHP tabanı kendisini hem kapana kısılmış hissetmektedir hem de önemsenmediği duygusuna kapılmaktadır” dedi. l İç Politika
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle