18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
8 9 ŞUBAT 2020 PAZAR TASARIM: İLKNUR FİLİZ PAZAR YAZILARI Göçmen işçi hak arayışında Lübnan’daki gösterilerde kadınların etkili, aktif bir şekilde ön saflarda yer aldığını gördük. Adalet isteyen, yolsuzluklara, haksız yeni vergilere ve çürümüş sisteme isyan edenlerin başında kadınlar var. Ancak bu kadınların bazıları evlerine geri döndüklerinde bir nevi “modern köle” olarak adlandırabileceğimiz göçmen ev çalışanlarına bazen en temel hakları reva görmüyor. Hemcinslerin dayanışmasını ümitle bekleyen çoğunluğu Etiyopyalı, Bangladeşli, Taylandlı kadınlar da bu çifte standardın sona ermesini diliyor. Üç yıl önce Lübnan’a taşındığında 21 yaşında olan Elsa, memleketi Etiyopya’yı daha iyi fırsatlara sahip olacağını düşündüğü Lübnan için geride bıraktı. Beyrut’ta göçmen ev işçisi olarak kazanacağı maaşı düşük olsa da, ailesinin çok ihtiyaç duyduğu parayı Beyrut’ta kazanıp Addis Ababa’ya gönderebileceğini düşünüyordu. Ancak iyimserlik duygusu kısa sürede kâbusa dönüştü. Yanında çalıştığı evin erkeği ona şiddet uyguluyordu. Elsa bir süre sonra evin erkeğinin kendisine cinsel şiddet de uygulamaya başladığından bahsederken sesi titriyor ve gözleri uzaklara kilitleniyordu. İşvereninin zulmü ve tacizinden kurtulmak için tek yolu o evden kaçmaktı. Tartışmalı sistem... Ne yazık ki, Lübnan’daki “Kefalet Sistemi” altında yaygın bir uygulama çerçevesinde işvereni Lübnan’a ayak basar basmaz pasaportuna el koymuştu. Elsa kaçtıktan sonra, işvereni onun pasaportunu polise teslim ederek tüm sorumluluklarından kurtulduğu gibi uyguladığı taciz ve eziyet de yanına kâr kalmıştı. Şu anda Elsa, Lübnan yasalarına göre bir kaçak. Pasaportu olmadığı ve Lübnan’a gelmesine NALAN YAZGAN sponsor olan işveren ai le çalışma iznini iptal et tiği için, ne yasal olarak kalması mümkün ne de sınırdan geçerek ülke si Etiyopya’ya gitmesi. Polisten yardım isteme Lübnan’da yönetim karşıtı eylemlerde kadınlar ön planda. si zaten söz konusu bile değil. Yetkililerin onun bu yasadışı durumunu anlamaları halinde, Lübnan’ın ha kiben kalkınmayı hızlandırmak için yabancı işçi kabulüyle başladı. pishanelerinden birinde uzun süre kilitli kalması an meselesi. Elsa, Lübnan’da çalışanların haklarından mahrum bırakıldığı ve tamamen işverenlerine bağımlı hale getirildiği “Kefalet Sistemi”nin kurbanı olan on binlerce göçmen ev işçisinden sadece biri. Bu sisteme göre, sponsorunun izni olmadan iş değiştirmesi veya ülkeyi terk etmesi yasak. “Kefalet Sistemi” ile Uluslararası Af Örgütü’nün verilerine göre, Lübnan’da çoğu Afrika ve Asya’dan gelen yaklaşık 250 bin yabancı çalışan var. Büyük bölümü kadınlardan oluşan bu kişiler daha çok evlerde çalışıyor. Lübnanlı işveren ile yabancı işçiyi bir araya getiren ajansların sayısı oldukça fazla. İşveren sponsor olup yabancı işçiyi getirirken hazırlanan sözleşmeye imza atan işçilerin çoğu okumayazma bilmiyor. Özellikle Körfez ülkelerinde yaygın olan “Kefalet Sistemi”ne göre çalışan bu insanlar birçok ülkede olduğu gibi Lübnan’da da haklarından yoksunlar. Bu göçmen ev işçileri, Lübnan İş Kanunu’nun dışında tutuluyor. “Kefalet Sistemi” 1950’lerde, Ortadoğu ülkelerinde petrolün keşfedilmesini ta Sömürüye yol açıyor Yabancı işçilerin ülkede istihdam edilip ikamet etmeleri için bir vatandaştan sponsorluk gerektiren bir istihdam yöntemi haline geldi. Ne yazık ki sponsorun “sahip”, çalışanın ise “köle” durumuna düştüğü bu sistem; işçi ve işveren arasında kötüye kullanımı kolaylaştıran çok büyük bir güç dengesizliği yaratıyor. Bu iş ilişkisinin sona ermesi durumunda, istismar söz konusu olsa bile, işçi çalışma iznini kaybedebiliyor. Bu, işverenin işçiyi sömürücü çalışma koşullarını kabul etmesi için zorlamasına olanak sağlıyor. Yabancı işçiler eğer önceki işveren onay vermez ise iş bulsa dahi işverenini değiştiremiyor. Bir yatılı göçmen ev işçisi, bu koşulları reddederse ve işverenin evini onun rızası olmadan terk etmeye karar verirse, işçi ikamet statüsünü kaybetme ve dolayısıyla tutuklanma ve sınır dışı edilme riskiyle karşı karşıya kalıyor. Göçmen işçilerin karşılaştıkları sorunların başında; aşırı çalışma saatleri, dinlenme günlerinin olmaması, hareket ve iletişim özgürlüğü konusunda ciddi kısıtlama lar, yiyecek yoksunluğu, uygun konaklama eksikliği, sözlüpsikolojik istismar ve fiziksel şiddet geliyor. Lübnan İş Kanunu’na göre yabancıların, sendika temsilcisi olarak seçme veya seçilme hakkı da yok. 29 Aralık 2014’te, altı Lübnanlı işçi Çalışma Bakanlığı’na yabancı ev işçileri için sendika kurma talebinde bulundu. Ancak Bakanlık talebi reddetti. Göçmen ev işçilerinin örgütlenme özgürlüğü ve toplu iş sözleşmesi hakkı üzerindeki bu kısıtlama, ülkenin “herkesin örgütlenme özgürlüğü hakkına sahip olacağını” öngören Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 22 maddesine ters düşüyor. Lübnan’daki göçmen ev işçileri, hükümetin “Kefalet Sistemi”ni kaldırmasını ve kendilerinin Lübnan İş Kanunu’na dahil edilmesini kabullenip sessizce beklemiyor. Lübnan’daki bazı sivil toplum kuruluşlarının da desteğiyle örgütleniyorlar. Düzenli olarak yürüyüşlerde ve mitinglerde haklarını istiyorlar. Oluşturdukları farkındalık sayesinde bu eylemlere katılanların sayısı her defasında artıyor ve haklarını kazanmaya adım adım yaklaşıyorlar. Lübnan’da üç aydan fazladır devam eden gösteriler sırasında göçmen ev işçilerinin durumuna dikkat çeken birkaç eylem olduysa da fazla ses getirmedi. Jana Traboulsi’nin çizdiği, “Madam haklarını istiyor” yazan bir pankartı tutan bir göçmen ev işçisinin resmedildiği karikatür ise Twitter’da biraz ilgi gördükten sonra unutuldu. Meydanlarda kendi hakları için gösterilere katılan birçok Lübnanlı, eve döndüklerinde kendi çalışanlarının haklarını göz ardı etmeye devam ediyor. Bu, biraz da insanı insan yapan ikilem ve tutarsızlıkların çok çarpıcı bir örneği olsa gerek... [email protected] Sağlık sigortası kâbusu... ABD’de savunma gibi sağlık, ilaç sektörü de tartışmalı, büyük bir hacmi içeriyor. Araştırma TEVFİK DALGIÇ geliştirme kısmını da içine alırsanız sektörün büyüklüğü yaklaşık 3.6 trilyon dolar civarında. Kimi uzmana göre, milli gelirin yüzde 17.7 sağlık harcamalarına gitmekte. Bu sanayileşmiş ülkeler arasında kişi başına düşen en büyük sağlık harcaması demek. Norveç, Fransa, İsviçre ve İngiltere’nin yaklaşık iki katı... Ancak bu kadar yüksek oranda harcamaya karşın ülke sağlıkla ilgili alanlarda birçok gelişmiş ülkenin gerisinde. 50 milyon sigortasız ABD’de 65 yaşın altındakilerin çoğu sağlık masraflarını doğrudan veya çalıştıkları şirketlerce özel sağlık sigortası üzerinden öder. 65 yaş üstü ya da şartnamelerde yer alacak ölçütlerde engelli, organ nakli geçirmiş daha genç yaştakiler, Tıbbi Korunma Sistemi (Medicare) yoluyla da sigortalanır. Bir de düşük gelir grubundakiler, engelliler için devleteyalet tıbbi yardım sistemi olarak da tanımlanabilecek Medicaid vardır. İstatistiklere göre, ABD’de kişilerin özel sağlık sigortalarının yüzde 49’u işverenler üzerinden ödenmekte. Yüzde 16’şarlık kesim ise Medicaid ve Medicare sistemleri çerçevesinde. Küçük bir kesim bireysel olarak doğrudan ödeme yapıyor. İşin vurucu kısmı ise yaklaşık 329 milyon nüfuslu ülkede yaklaşık 50 milyon kişininki bunların 8 milyonu çocuk hiçbir sağlık sigortasının bulunmaması. Sağlık sigortası olmayanlar haliyle pek çok zorlukla, hayati tehlikeyle yüz yüze kalıyor. Öte yandan çalıştıkları süre içinde sosyal sigortaya para yatırıp 65 yaş üstündekilere sağlanan Tıbbi Yardım SistemiMedicaid de hastaların gerekli masraflarını karşılamaktan çok uzak. Değişik isimler altında alınan katılım payı, ilave sigorta ve primler yılda yüzlerde hatta binlerce doları bulmakta. Tıbbi yardımı alacakların kimler olacağı ise başka bir tartışma. Koşullar eyaletten eyalete değişebiliyor. Bir eyaletteki yoksulluk sınırı diğerinde yoksulluk sınırının üstünde sayılıyor. Özel sağlık sigortasına sahip olmada toplumdaki etnik gruplar arasındaki derin ayrışmalar da dikkat çekici. Beyazlarla kıyaslandığında siyahilerin ve Latin kökenlilerin çok daha azının sigorta çerçevesinde tıbbi destek alabildiği birçok araştırmada yer alıyor. Kimi çevreler, Amerikan sağlık sisteminde aşırı bütçelerin nedenleri arasında hastanelerin ve doktorların yüksek rakamlara ulaşan ücretlerini de gösteriyor. Hastaneler, doktorlar, ilaç firmaları özel sağlık sigorta şirketleri ile özel anlaşmalar yapıyor. Örneğin bir ilacın 30 tabletten oluşan kutusu sigortalıysanız 35 dolara kadar düşerken sigortanız yoksa size maliyeti 500 doları bulabiliyor. İki gece hastanede yattınız diyelim, eğer fatura sigortanız yoksa 25 bin dolarları bile bulabilirken sigortalıysanız bu 1200 dolar civarı oluyor. Ameliyatları, uzun soluklu tedavi süreçlerini varın siz düşünün!.. Eğer sağlık sigortanız yoksa Amerikan rüyası bir korku filmine dönüşür algısı pek de yanlış olmuyor... [email protected] MACARISTAN’A SIĞINMACI TEPKISI Macaristan’da aşırı sağcı Başbakan Victor Orban hükümetinin sertlik yanlısı göçmen politikası eleştirilerin merkezinde. Sivil toplum örgütü Macaristan Helsinki Komitesi, Macar yetkililerin sığınmacıları aç bıraktığı yönündeki suçlamaları, bir sığınmacının şikâyeti üzerine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşıdı. Mahkemenin Komite lehine karar verdiği belirtildi. Helsinki Komitesi ve bazı diğer insan hakları savunucuları tarafından sınırlardaki mülteci kamplarında iltica başvurusu yapan insanların aç bırakıldıkları, en az 28 vaka olduğu iddiaları daha önce de gündeme gelmişti. Öte yandan Batı Avrupa’ya geçmek isteyen yaklaşık 500 sığınmacının Sırbistan’a ulaşması üzerine geçen perşembe sınır kapısını kapatan Macaristan, önceki gün kapıyı tekrar açtığını duyurdu. Macaristan, sığınmacı akınını durdurma gerekçesiyle Sırbistan ve Hırvatistan sınırlarına dikenli tel örgü çekmiş, yasadışı geçişler için uygulanan cezaları artırmıştı. ‘İyi niyetler’ şehrine dönüş Haftalar geçti ve sonra da aylar... Ve ben en nihayetinde Afrika kıtasının en güney ucundaki Cape Town’a doğru ilerleyen Güney Afrika (Cape Town) ELİF GÜNSEL lü fok balığına ev sahipliği yapıyor. Fokların etrafında onlarca büyük be bir uçağın içindeyim. Gökyüzün yaz köpekbalığı... den yeryüzüne bakıyorum. Afrika sıca Körfezin bittiği yerde yer alan Muizen ğının rengini iyice soldurduğu açık sarı, berg Plajı’nda neredeyse her gün köpek yarı çöl toprak yapısı uzanıyor gözümün balığı alarmı veriliyor. Dalga sörfçüle önüne. Güneşin hareketiyle yer değiş ri için Ümit Burnu Yarımadası’nın en dü tiren gölgeler arasında antilop, ceylan, zenli, en uzun kırılan dalgaları için göze zebra, mirket ve sırtlan sürülerini düş alınması gereken küçücük bir risk! İtiraf lüyorum. Göremesem de orada olduk edeyim, bugüne kadar bölgede yaşanan larını biliyorum. Güney Afrika’nın res ne bir köpek balığı saldırısı duydum, ne mi dili Afrikaanca’da “Karoo” deniliyor, de uyarılardan dolayı Cape Town’a yapa Namibya’nın güney bölümleri ile Güney cağı seyahati iptal eden bir sörfçü. Afrika Cumhuriyeti’nin batı ile orta kı Uçağın kapısının açılmasıyla yavaş sımlarını kapsayan bu bölgeye... yavaş uçağı terk ediyoruz. On bir saat Cape Town sevdalısı süren yolculuktan sonra yere ayak bastığım için memnunum. Havalimanını Koskoca bir kıtayı uçarak boydan bo şehre bağlayan N2 karayolunun iki ta ya katettik. İlk önce Yengeç Dönence rafına kurulmuş, sefaletin ve suç dün si, sonra Ekvator çizgisi ve sonunda Oğ yasının hüküm sürdüğü “township” (te lak Dönencesi geçildi. Hayali enlemler neke evlerden oluşan gecekondu ben birbiri ardına geride kaldı. Eski bir dost zeri yerleşimlere verilen yerel ad) bölge la kucaklaşmayı sabırsızca bekleyen Ca sinde değişen bir şey yok. İleride Tab pe Town sevdalısının gö le (Masa) Dağı’nın zü ise devamlı uçuş hari arka yüzünün ka tasında. Yıllar önce kar ranlık gölgesi be şıma çıkan rastlantıyı ka liriyor. Yol kısalı bul etmekle ne kadar ye yor, sabırsızlığım rinde bir karar vermişim... artıyor. Benguela Cape Town’ın güzelliği ve akıntısının Güney onunla eşdeğer keder Kutbu’ndan taşıdı li hikâyesi mi acaba beni bu şehre bağ ğı bereketli serin suların, Afrika kıtası layan? Tabiatı ile büyüleyen, yakın tarihi nın en güney ucundaki kıyıları yalayarak ile içimi burkan, insanlığa karşı umudu geçerken havaya kattığı serin esintiyi mu hem yeşertip hem solduran bambaş hissetmek istiyorum artık. Batı Cape kı ka bir coğrafya olması mı? yı şeridinin eşi benzeri olmayan kokusu Yavaş yavaş alçalan uçağım, Fransc dur bu... Atlantik Okyanusu’nun sığ su hhoek ve Stellenbosch üzüm bağları larında, su altı ormanlarında yetişen bü nın yer aldığı vadilerin üzerinden uçuyor. yük kahverengi “‘kelp” ağaç yosunu ile Güney Kutbu’ndan gelen serin Benguela iyot karışımı vardır formülünde. akıntısının taşıdığı taptaze okyanus esintisinin, kadim topraklarla birleştiği işte ‘Ana Şehir’... tam bu bölgede, dünyaca ünlü Güney Af Cape Town yıllardır Mother City (Ana rika şarapları üretiliyor. Geçen seneler Şehir) olarak anılıyor. Nedeni konusun de tüm Batı Cape bölgesini etkisi altına da muhtelif açıklamalar mevcut. Coğrafi alan kuraklıktan eser kalmamış. Üzüm konumu olarak, Güney Afrika’nın en es bağlarını besleyen göletler su dolu, vadi ki yerleşimi olarak kurulan şehir 1652 ler ise yemyeşil. yılında Hollanda menşeili Doğu Hindis Uçak iniş için piste doğru son manev tan Şirketi’nin Doğu Asya’ya baharat rasını yaparken dünya üzerinde büyük seferine giden veya dönen gemilerin ih beyaz köpekbalığı nüfusunun en fazla ol tiyaçlarını giderecek bir liman olarak duğu False Körfezi’nin üzerinde kısa bir planlanmış. Şehrin misyonu zor koşul tur atıyor. Adanın tam ortasına konuş larda hayatta kalan denizcilere kucak lanmış Fok Adası, yüzlerce Cape kürk açması, sığınacak liman olması, kay nak suları ile serinletmesi ve bir ana gibi iyileştirmesi. Bir başka sebebi de bölgenin fırtınalar burnu olarak bilinmesi. Rüzgârın hızı 100 deniz mili (knot) 10 metreye ulaşan dalgaları ile fırtınaların yurdu olarak biliniyor. Şehrin mottosu Latince’de “Bona Spes”, bir diğer deyişle “‘İyi Niyetler” olması. Görmüş geçirmiş, yeri gelmiş sömürülmüş, yeri gelmiş kanatılmış, sırf çocukları daha iyi gelecek yaşasın diye kendini feda etmiş cefakâr bir kadın Cape Town. Her zaman en doğrusu elinden gelemese de, imkânları doğrultusunda en iyisini yapmayan çalışan, niyeti iyi, dirençli ve çevik bir “ana” benim gözümde. Robben Adası ve Mandela Nihayetinde bütün bir kışımı geçirmeyi planladığım Bloubergstrand bölgesine varır varmaz okyanus kenarına koşuyorum. Birkaç gündür üst üste esen Cape Doktor rüzgârı deniz suyunun sıcaklığını 10 dereceye kadar düşürmüş. Cape Town sakinleri güneydoğu yönünden esen fırtına kıvamındaki rüzgârın havayı temizleyip, şehirden bulaşıcı hastalıkları uzak tuttuğuna inandığından bu rüzgara Cape Doktor adını vermiş. Cape Town’da su sıcaklığının yıl boyunca 16 dereceyi geçememesi dalış kıyafeti giymeden denize girmeyi neredeyse imkânsız kılıyor. Müdavimi olduğum kafenin terasına oturuyoruz. Masa Dağı’nı gören en öndeki masaya servis yapan Zimbabwe’li Simba ile hal hatır sorduktan sonra dünya üzerinde sadece Batı Cape’de Ceres Dağlar’ında yetişen “Roobois” çayı ısmarlıyorum. Yorgunluk çayımı yudumlarken karşımda bulunan Robben Adası’na bakıyorum. “Mücadele benim hayatımdır. Hayatımın sonuna kadar siyahların bağımsızlığı için mücadele edeceğim” diyen, ırkçı beyaz yönetimin 1964 yılında ömür boyu hapis cezasına çarptırdığı Nelson Mandela’nın 27 yıllık hapis hayatının 18 yılını küçücük bir odada, diğer mahkumlarla birlikte kireçtaşı kırarak geçirdiği adaya... Alacakaranlık bastığında ise müzeye dönüştürülmüş Robben Adası Hapishanesi’nin ışıkları yanıyor, Masa Dağı’na bakan yöndeki deniz feneri denizi tararcasına yol gösteriyor. [email protected] Stuttgart’taki tartışmalı tren projesine tepkiler sürüyor. ‘Ben bildiğimi yaparım!’ Stuttgart’lı mimar Prof. Paul Bonatz, İkinci Dünya Savaşı yılların da Türkiye’ye sığınan Alman profesör lerinden biriydi. 1943 yılında kaçar gi bi Türkiye’ye gelmesinin tek nedeni, Hitler’e sunduğu yeni Münih tren istas yonu projesini kendi ka fasına göre değiştirip dev bir istasyon yapma yı düşleyen “ben bildiğimi yapa rım” kafa ya pılı Führer’le anlaşmazlığa düşme AHMET ARPAD siydi. Anıt kabir projesinde uluslararası jürinin başkanlığını yapan Bonatz, yaşamı nı 1954 yılına kadar Türkiye’de sürdür dü. Ünlü mimarın Ankara Saraçoğlu Mahallesi, Sergievi’nin tiyatro ve ope ra binasına dönüştürülmesi gibi birçok önemli projenin altında imzası vardır. Kent plancısı Bonatz, İstanbul Teknik Üniversitesi’nde dersler verdi, 1946 1954 yılları arasında mimari proje öğ retmenliği de yaptı. Paul Bonatz adı Almanya’da yir mi yıldır dillerden düşmüyor. Onun en önemli eserlerinden biri kabul edilen Stuttgart’ın 100 yıllık tarihi tren istas yonunu kısmen yıktılar. Bugünkü 16 peronlu istasyonda her saat 40 tren durup kalkıyor. Bonatz’ın yapısı bir asır sonra da Almanya’nın en dakik tren is tasyonu olarak ünlü! Toprağın altına inşa edilecek yeni istasyon ise sadece 8 peronlu! Yerüstündeki raylar kalkın ca boşalacak araziye milyonerlerin sa tın alabileceği lüksün lüksü sayısız ya pı kondurulup projenin milyarlık ka zanç kaymağını birilerinin yemesi sağ lanacak! Böyle bir projeye karşı çıkan binlerce insan 2010’dan bu yana ara lıksız her pazartesi akşamı sokaklarda. Aynı yıl Stuttgart’ın büyük parkında, iki yüze yakın tarihi çınar yeraltı istasyo nuna yer açmak için yok edildi. Çimen lere oturarak ağaç kesimini engelle mek isteyen çoğu yaşlı insana karşı bi nin üzerindeki polisin aşırı kaba kuvvet kullanması sonucu 450 kişi yaralan mış, üç kişi görme özürlü olmuştu. 3 Şubat Pazartesi akşamı Bonatz İstasyonu’nun önünde toplanan inat çı 4 bin Stuttgart’lı 26 Ekim 2009’dan bu yana aralıksız sürdürdükleri “pa zartesi nümayişleri”nin 500’üncüsü nü gerçekleştirdi! Çünkü proje 25 yıl sonra da anlamsız, gereksiz! Ancak başta Başbakan Angela Merkel olmak üzere Berlin’in üst düzey politikacıla rı da inatçı! Ekonomik olmadığı çok tan kanıtlanan devasa projeden vaz geçmiyorlar! “StuttgartMünih ara sı trenle 30 dakika kısılacak”, diyor lar. Kentin altına ve Ulm yönündeki dağlara toplam 60 kilometrelik tünel ler açılacak, ancak yöre arazisinin bü yük bir bölümü, suyla karıştığı anda kabarıp şişen kireçtaşı karışık toprak lardan oluşuyor. Uzmanlar uzun tünel lerdeki yangın riskini de bir türlü orta dan kaldıramıyor! Budapeşte’den son ra Avrupa’nın ikinci büyük kaplıca ken ti olan Stuttgart’ta, tamamı toprağın altında gerçekleşen bu projeyle şifa lı yeraltı suları da büyük tehlike altın da. 1995’te 2.4 milyar Avro’ya çıka cağı söylenen projenin gideri Alman Sayıştayı’nın son açıklamasına göre 10 milyar Avro’yu buldu! Almanya ta rihinin “en ünlü ve adıya kötüye çık mış” bu büyük devlet projesinin teme li 15 yıllık bir ön çalışmanın ardından 2 Şubat 2010’da atıldığında “2019’da bitireceğiz” demişlerdi. Şimdi ise 2026’dan söz ediyorlar! İnsanlar politikacılardan soğudu... Bu “çılgın düş” son yıllarda insanları politikacılardan iyice uzaklaştırdı. Bonatz’ın tarihi istasyonunu kanatsız bir kuşa çevirmekte, altından kalkması gerçekten çok güç bir projeye olmayan milyarları yatırmakta inat edenler kenti ikiye böldü, gruplar oluştu, insanlar politize oldu. Hakkını arayan, kimi şeylerin en son ana kadar kendilerinden gizlenerek tepeden inme yapılmasına karşı koyan, önerdikleri yeni projeler Berlin’deki burnu büyük otoriterler tarafından anında reddedilen Stuttgart’lılar bir ilki başardı sayılır! Son on yıldır Almanya’nın değişik yörelerindeki projelerde: “Ben bildiğimi yaparım” diyen, şeffalıktan kaçan yönetenlere karşı çıkan toplum hareketleri oluşmaya başladı. Seçmen artık kuklalaşmak niyetinde değil. Yönetenlerin, sonunda uyguladıkları acımasız “buldozer politikası”nın altında kalma riski giderek artıyor! [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle