18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
EKONOMİ 11 19 EKİM 2020 PAZARTESİ Barem, son koronavirüs araştırmasının ayrıntılarını Cumhuriyet ile paylaştı: En büyük endişe korona BAREM GENEL MÜDÜRÜ SENCER BINYILDIZ: Kısa vadede koronadan kurtulma ümidi yok. Bu dönemde insanlar en çok koronavirüse yakalanmaktan, depremden, işsiz kalmaktan ve geçinememekten korkuyor. Araştırma şirketi Barem, bu ay içinde yaptığı son koronavirüs araştırmasının ayrıntılarını Cumhuriyet ile paylaştı. Yurttaşlar en fazla yüzde 61 ile koronavirüse yakalanmaktan endişe ediyor. İkinci sırada yüzde 42 ile depremden zarar görmekten endişelenen yurttaşın, üçüncü sırada ise yüzde 36 ile işsiz kalmaktan korktuğu ortaya çıktı. Dördüncü sırada yüzde 34 ile yurttaş geçinememekten endişe duyarken, işsizlik ve geçinememeyi topladığımızda aslında en büyük endişenin ekonomik olduğu ortaya çıkıyor. Barem Genel Müdürü Sencer Binyıldız, bu ay içinde Türkiye’yi temsil eden 1000 kişi ile görüşerek yaptıkları araştırmada, “İnsanlar koronavirüsten ortalama 25 ay sonra kurtulabileceğimizi düşünüyor. Yani 2 sene daha birlikteyiz” dedi. Yaptıkları araştırmada, insanların yarıdan fazlasının bulunacak aşıyı, hangi ülke yaparsa yapsın, en azından kısa vadede kullanmak istemediğinin ortaya çıktığını vurgulayan Binyıldız, “Denenmesini beklerim ve hiç olmam diyenler toplamda yüzde 53’lük çoğunluğu oluşturuyorlar” diye konuştu. Binyıldız, geçen yıl yaptıkları araştırmaya göre, Türkiye’de en mutsuz yaş grubunun gençler olduğunu vurgulayarak “Türkiye’de ev kadınları ve işsizler dünyadaki benzerlerine göre çok daha mutsuz ve umutsuz” ifadesini kullandı. Barem Genel Müdürü Sencer Binyıldız ile son koronavirüs araştırmasının ayrıntılarını ve her yıl yaptıkları “Umut ve Mutluluk” araştırmasını konuştuk. Kısa vadede kurtuluş yok n Bu ay başında yaptığınız koronavirüs araştımasında neler çıktı, yakın zamanda kurtuluş ümidi var mı? Öncelikle koronavirüs salgınından kısa dönemde kurtulmayı bekleyen pek kimse yok. Araştırmamızda dünyanın koronadan kurtulması için gereken süreyi sorduk. İnsanlar koronavirüsten ortalama 25 ay sonra kurtulabileceğimizi düşünüyor, yani 2 sene daha birlikteyiz. Aslında korona söz konusu olduğunda insanları altyapısı, yaşadığı yer, bilgi kaynakları, kendinin veya ailesinden birinin riskli grubunda olup olmaması gibi çeşitli kriterlere göre segmente etmemiz gerektiğini düşünüyorum. Aynı korona salgınına karşı farklı segmentlerde çok farklı bilgi, inanç, tutum, davranış ve ruh halleri söz konusu. Aslında korona pandemisi tüm dünya için yeni bir sorun, sürekli araştırma yapılıyor, sürekli yeni ve bazen birbiriyle çelişen bilgiler geliyor. Oluşan kaos ortamı önemli bir endişe kaynağı. n Bu dönemde en çok endişelendiğimiz alanlar neler? Aynı araştırmada insanlarımızı yakın vadede etkileyebilecek olası riskleri saydık ve görüşmecilerden kendileri ve aileleri için endişe ettikleri ilk üç riski sıralamalarını istedik. Koronaya yakalanma, yüzde 61 ile çoğunluğun endişe ettiği ilk üç riskten biri olarak öne çıktı. İkinci sırada yüzde 42 ile depremden zarar görme geliyor, işsiz kalmaktan korkanların oranı ise yüzde 36. Diğer endişelendiğimiz alanlar ise yüzde 34 ile geçinememe, yüzde 34 ile kadına şiddet, yüzde 24 ile savaş, yüzde 22 ile iklim felaketi ve yüzde 19 ile terör şeklinde sıralandı. Sencer Binyıldız YASAKLAR YENIDEN BAŞLAMALI n Son dönemlerde vaka sayıları giderek artıyor, ama hayat da normale döndü, yurttaş normalleşmeyi nasıl değerlendiriyor? İnsanlardan korona günlerinden normale dönüş hakkındaki düşüncelerini de aldık. Görüştüğümüz kişilerin yüzde 50’si normale dönüşü olumlu bulurken, olumsuz bulanlar yüzde 34’te kaldı. Normale dönüşü en çok destekleyen kesim esnaf (yüzde 65), bu çok mantıklı zira herkes evde kalırken esnaf için iş yapma olanağı çok az. Buna karşın kadınların (yüzde 40), gençlerin (yüzde 40), üst sosyoekonomik grubun (yüzde 38), üniversite mezunlarının (yüzde 41) ve maaşlı çalışanların (yüzde 39) normale dönüşe olumsuz bakma oranları ortalamaya göre daha yüksek. Öğrenciler arasında ise normale dönmenin olumsuz olduğunu düşünenler (yüzde 50) olumlu olduğunu düşünenlerden (yüzde 39) daha fazla. n Pandeminin kontrol altına alınması için yeni yasaklara sıcak bakılıyor mu? Araştırmamızda çoğunluk, evde kalmalar dahil daha önce uygulanan çeşitli önlemlere dönülmesi önerilerinin tamamı için olumlu görüş bildirdi. Toplum, özellikle en büyük riski çalışanların işe gidip gelirken aldıklarının bilincinde ve alınacak önlemlere duyarlı. Fabrikalarda vardiya sistemi getirilerek sosyal mesafe için alan yaratılması, kamu kuruluşlarında vardiya sistemi uygulanarak işe geliş gidişlerde ve araçlarda yoğunluk azaltılması, evden çalışabileceklerin evde kalması önermelerine katılım yüzde 90 ve üzerinde. Evde kalmanın bir önlem olarak geçerliliği hâlâ kabul görüyor. Yurttaşlar özellikle korona açısından riskli 65 yaş ve üzeri (yüzde 82) ile 18 yaş altı kişilerin (yüzde 75 ) belirli saatler dışında evde kalmasını ve okulların salgın iyice azalana kadar açılmamasını (yüzde 67) destekliyor. HEMEN AŞI OLMAM n Yurttaş koronadan kurtuluş ümidini nerede görüyor? Pandemide tam normale dönmenin tek yolu olarak etkili bir aşı bulunması ve yaygın olarak kullanılmasından bahsediliyor. Ancak araştırmamız insanların yarıdan fazlasının bulunacak aşıyı, hangi ülke yaparsa yapsın, en azından kısa vadede kullanmak istemediğini gösterdi. Denenmesini beklerim diyenler (yüzde 38) ve hiç olmam (yüzde 15) diyenler toplamda yüzde 53’lük bir çoğunluk oluşturuyorlar. En çok talep yerli aşıya (yüzde 34). Avrupa Birliği’nde üretilecek olan aşı (yüzde 2.2) Amerika Birleşik Devletleri (yüzde 0.7), Çin (yüzde 0.6) ve Rusya’nın (yüzde 0.4) üreteceği aşıların toplamından daha fazla talep görecek gibi görünse de, oranlar çok çok küçük. TÜRKIYE’DE GENÇLER MUTSUZ n Geçen yıl yaptığınız “Umut ve Mutluluk” araştırması ile 2020’ye girerken, dünya nüfusunun yüzde 37’si 2020’nin 2019’a göre daha iyi bir yıl olacağı beklentisi içindeydi. Ancak öyle olmadı. 2021 için ne tür beklentiler hâkim? Mutluluk yaşadığınız bölgeyle sizin doğanıza bağlı bir şey ve olup bitenle çok fazla değişmiyor. Geçen 8 yılda mutluyum diyenlerle mutsuz olduğunu söyleyenlerin arasındaki fark, yani Net Mutluluk Endeksi (NME) ortalaması dünyada + 51 iken Türkiye’de + 32 oldu. 2019 yılı sonundaki araştırmamızda bu endeks dünyada + 48, Türkiye’de ise + 38. Dünyada gençler en mutlu grup ve yaş arttıkça mutluluk azalıyor. Türkiye’de ise en mutsuz yaş grubu gençler (1834 yaş NME 30). Dünyada mutluluk eğitimle artıyor. Türkiye’de ise en mutlu kesim orta ve lise eğitimliler (NME +55). Dünyada en mutlu gruplar öğrenciler ve çalışanlar iken Türkiye’de öğrenciler, ev kadınları ve işsizler dünyadaki benzerlerine göre çok daha mutsuz. 2020 sonunda bu oranların ne olacağını bilmiyorum ama araştırmada mutlu olduğunu söyleyenlerin mutsuzlardan daha çok çıkacağını ve oranların çok fazla değişmeyeceğini öngörebilirim. İşsizler umutsuz n Peki, umut var mı? Umut, sokaktaki vatandaşın gözünden var olan politik ve ekonomik durum ile gelişimin yönünü yansıtıyor. Önümüzdeki yıldan umutluyum diyenlerle umutsuz olduğunu söyleyenlerin arasındaki fark, yani NUE Net Umut Endeksi açısından 2013 yılından itibaren Türkiye’nin dünya ile arası açıldı. 2019 yılında bu fark 13 puana indi. Dünyada Üniversite ve üzeri eğitimliler (NUE=17) oldukça iyimserken, eğitimi ilkokul mezunluğuna kadar olan grup (NUE=1) pek öyle değil. Türkiye ise durum tam tersi; eğitim arttıkça umut azalıyor. Dünyada ve Türkiye’de en umutlu kesim öğrenciler, en umutsuz kesim ise emekliler. Türkiye’de ev kadınları ve işsizler dünyadaki benzerlerine göre çok daha umutsuz. Gündemin hızla değiştiği ülkemizde ve dünyada umut göstergesinde yıldan yıla keskin farklılıklar olabiliyor. Üstelik bu yıl koronavirüs ile birlikte yepyeni deneyimler yaşıyoruz. Çoğunluk gelecek yıl koronadan kurtulmuş oluruz ve her şey iyiye gider derse umut yükselir. Ancak mesela işsizlik daha da artar veya politik çalkantılar ivme kazanırsa umut düşer. CarrefourSA’dan doğru fiyat vurgusu Sabancı Holding ve Carrefour Grup iştiraki CarrefourSA, yeni dönem stratejisini, “üreticinin, ürünün, hizmetin ve fiyatın doğrusu” olarak belirlediğini duyurdu. Yaş sebze ve meyve için Tarım ve Orman Bakanlığı, TİGEM ve TAGEM ile işbirliği yaparak salatalık, domates, sivribiber ve kavunun “en iyisini” getirdiklerini aktaran CarrefourSA Genel Müdürü Kutay Kartallıoğlu, “Gebze’de kurduğumuz Su Ürünleri Platformu yatırımımızla her bir balığı uluslararası standartlarda kontrollerden geçiriyoruz. Mevsiminde 7080 çeşit balığın “doğrusunu”, “en doğru fiyatla” müşterilerimize ulaştırıyoruz” dedi. Kartallıoğlu, besicilere verdikleri destekle de yerli besi kırmızı etleri soğuk zinciri kırmadan veteriner kontrolünde reyona ulaştırdıklarını dile getirdi. Kartallıoğlu, “CarrefourSA olarak 11 bin çalışanımızla Türkiye’nin 52 şehrindeki 670 marketimizden ve CarrefourSA Online Marketi’nden her gün yüzbinlerce müşterimiz için en doğru ürünleri belirleyip bu ürünleri işini özenle yapan doğru tedarikçilerden doğru fiyatlarla temin etmek için uzun yıllardır çalışıyoruz” diye konuştu. l Ekonomi Servisi ARTAN MALIYETLERE RAĞMEN FIYATLAR SABIT KALDI MALİYETFİYAT KRİZİ Tarlada artan maliyetlere rağmen sattığı ürünün fiyatı sabit kalan çiftçilerin kazancı erimeye devam ediyor. Bu durum, hemen her tarımsal ürün için geçerli. İzmir’in Ödemiş ilçesinde hayvancılıkla uğraşan üreticiler, maliyetlerin dövize endeksli olmasından dolayı sürekli zam geldiğini fakat süt fiyatlarının sabit kaldığını belirterek desteğin artırılmasını talep etti. Ulusal Süt Konseyi tarafından belirlenen 2.30 TL’lik fiyatların yeterli olmadığını ifade eden Kaymakçı Kalkınma Kooperatifi Başkanı Raşit Tatlı, “Ya yem fiyatları kontrol altına alınmalı ya da süt fiyatları artırılmalı” dedi. Diğer yandan, domates, patates, limon üreticisi de benzer durumlardan mustarip. Salçalık domateste 55 kuruş olması gereken alım fiyatlarının 33 kuruş olması Bursalı üreticileri zarara uğratmıştı. Sivas’ın Şarkışla ilçesinde de patates hasadı devam ederken patatesin kilogram fiyatının tarlada 75 kuruşa düşmesi çiftçiyi mağdur etti. Mersin’in Erdemli ilçesinde ise hasadın başladığı eylül ayında kilosu 3.5 TL olan limon fiyatları, dalında 1.5 TL’ye kadar düştü. Tarımı yüksek maliyetlere rağmen düşen fiyatların yanı sıra bir de iklimsel etkiler vuruyor. Bursa’da üzerinde dolu izi olan armutları kimse almayınca köydeki 50 hanenin yüzlerce ton armudu dalında çürümeye bırakıldı. Dolunun zedeSüt üreticileri “Ya yem fiyatları kontrol altına alınmalı ya da süt fiyatları artırılmalı” diyor. lediği armutlarına müşteri bulamayan çiftçiler yardım bekliyor. l Ekonomi Servisi Servisler yüzde 10 kapasiteyle çalışıyor Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu (TESK) Başkanı Bendevi Palandöken, esnafın kısmen başlatılan yüz yüze eğitimden umduğunu bulamadığını belirterek “Servisçi, kantinci ve kırtasiyeci gibi eğitim sektöründe faaliyet gösteren esnafımıza acil destek verilmeli” çağrısında bulundu. Palandöken, “Okul kantinleri açılmadı. Veliler çocuklarını kendi özel araçlarıyla okula getirip götürdükleri için okul servis araçları yalnızca yüzde 10 kapasite ile çalışıyor” diye konuştu. l Ekonomi Servisi Uçuş kaçırmaya karşı uygulama Devlet Hava Meydanları İşletmesi (DHMİ) tarafından yerli ve milli olarak geliştirilen mobil uygulama “Uçuş Rehberim” ile havaalanlarında uçuş kaçırma sorununun ortadan kaldırılması hedefleniyor. Kısa bir süre önce kullanıma açılan uygulamayla kullanıcılar, Facebook Messenger’dan, Twitter’dan ve Turkcell Bip üzerinden DHMİ Uçuş Bilgi Sistemi Uygulaması’na mesaj göndererek uçuş bilgilerine ulaşabiliyor. l Ekonomi Servisi Belirsizlik içinde arayışlar hızlandı Finansal kriz (2007/08), neoliberalizmin bir “kriz yönetim modeli” olarak tükendiğini gösteriyordu. Bu modelin yetiştirdiği entelijansiya (üniversiteler, medya IMF ve Dünya Bankası gibi modeli düzenleyen kurumlar, uzun bir süre bu gerçeği kabullenemediler. Son IMFDünya Bankası toplantısı, Covid19 şoku altında artık kabul etmek zorunda kaldıklarını düşündürüyor. Yeni ‘model’ arayışları Şimdi, IMF Dünya Bankası, gelişmiş ülkelerin hükümetlerine bütçe disiplinine takılmayın, borçlanmaktan korkmayın, kamu harcamaları ve yatırımlarıyla toplumun en muhtaç kesimlerini, ekonominin büyüme üzerinde çarpan etkisi yaparak kendi kendini ödeyebilecek sektörlerini, “altyapı” sistemlerini, yeşil ve yenilenebilir enerji yatırımlarını destekleyin diyor. Kısacası IMF Dünya Bankası, neoliberalizmin yerine, 1930’larda “Büyük Bunalım” içinde şekillenen, kapitalizmin II. Dünya Savaşı’nı izleyen “altın çağında” egemen olan modele benzer politikaları, “yeni” kriz yönetim modeli olarak öneriyor. Ancak, bu “yeni” modelin, borçlanharca yöntemiyle krizi yönetir ve ötelerken aynı anda daha da büyütmemesi için, kamu harcamalarının ve yatırımlarının, ekonominin “kronik üretkenlik durağanlığı” sorununu çözmesi (artık değer üretme kapasitesini canlandırması), buna bağlı olarak çalışan kesimlerin tüketim kapasitesini (toplam talebi) artıracak ücret düzeyini ve gelecekte borçların ödenebilmesini güvenceye alması gerekiyor. Kısacası, kriz yönetme modeline ek yeni bir “sermaye birikim rejimi” de gelişemezse, siyasiekonomik sistem (liberal demokrasi ve piyasa ekonomisi) gelecekte çok daha büyük bir borç yüküyle, çok daha büyük bir finansal kriz (tüm toplumsal etkileriyle birlikte) riskinden kurtulamayacak. Kimi gelişmeler var ama… Son yıllarda özellikle bilişim alanında, teknolojik gelişmelerdeki hızlanma, artıkdeğer üretimi biçimlerinde (emek süreçlerinde üretilen malların cinsinde, tüketim tarzlarında) kimi dönüşümlerin başladığını düşündürüyordu. Dijitalleşme, gayri maddi emek biçimlerinin kullanımında, simgesel ürünlerin üretiminde, tüketimin düzenlenmesinde bir seri yenilik getirmişti. Bu gelişmeler üzerinde yeni bir işçi sınıfı şekillenirken geleneksel sanayilerde işçi sınıfı dağılıyor, çalışanların bir kısmı gelişmelere uyum sağlarken bir kısmı da “prekariat” ve “lümpen proletarya” saflarına katılıyordu. İşçi sınıfının bu iki kesimi arasında gelirrefah düzeyi, “realite algısı” arasındaki fark giderek artıyordu. İklim krizi ve Covid19 salgını bu dönüşümleri hızlandırdı. Ağlara bağlı yeni çalışma/üretim biçimleri, (“GİG ekonomisi”), evden çalışanlar ve çalışamayanlar ayrımı, kimi sermaye gruplarının evden çalışmaya, sanal ortamın piyasa koşullarına uyum sağlamaya başlaması; evden çalışmanın “yalnızlaştırıcı” etkilerine karşı yeni yöntemler geliştirme çabaları, “emek süreçlerinde” yeni olasılıklara işaret ederken işçi sınıfı içindeki yarılmayı daha da derinleştirmeye başladı. Diğer taraftan, bu “yeni” kriz yönetim modeli ve emek süreçlerindeki gelişmeler, aşılması zor, potansiyel olarak da “patlayıcı” iki sorunu gündeme getiriyor: 1 Devletlerin kamu harcamalarıyla ekonomide yaratacakları tüketim kapasitesinin, finans kaynaklarının, uluslararası serbest ticaret sistemi içinde ekonomi dışına sızarak başka (hatta rakip) ekonomilerin güçlenmesine hizmet etmesi nasıl önlenecek? 2Dijitalleşmeyle, yeni emek biçimlerinin etkisiyle genişlemekte olan prekariat ve lümpen proletarya kesiminin huzursuz bir “nüfus fazlasına” dönüşmesi nasıl önlenecek? Geçen yüz yılın ilk yarısında, bu iki sorun birleşerek ekonomik korumacılığa, devlet kapitalizmine, merkezi planlamaya, totaliter rejimlere, savaşlara yol açmıştı. Karşımızda, yine “süreç olarak faşizm”, büyük güçler arası rekabetin körüklediği, her an genelleşme potansiyeli taşıyan yerel savaşlar var. Bunlara ek, hızlanarak derinleşen bir “iklim krizi” ve bir Covid19 şoku... Şimdi ya tarih kendini çok daha geniş çaplı, yıkıcı biçimlerde tekrarlayacak. Ya da insanlık tarihi kapitalizmin ufkunun, iklim krizinin, pandemi risklerinin ötesine taşımaya başlayacak. Zaman ise henüz umuttan yana işlemiyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle