19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
8 8 EYLÜL 2019 PAZAR PAZAR YAZILARI Batan başkenti taşımak... Geçen günlerde dünya basını Endonezya’nın başkenti Cakarta’nın taşınma haberleriyle doldu taştı. Peki neden böyle bir karar alındı... Bataklık bir alan üzerine kurulu olan Cakarta 10 milyon insanı barındırıyor, tıklım tıklım dolu, dolmaya da Gülseren Tozkoparan Jordan devam ediyor. Tecrübeyle sabit yaşaması çok da kolay olmayan bir şehir! Deprem riski bir yana özellikle son yıllarda artan trafik, hava kirliliği, içme suyu sorunu, altyapı yetersizlikleri ve artan nüfus Cakarta’yı yer değişikliğine zorlayan başlıca nedenler olarak gösteriliyor. Yapılan araştırmalara göre, kentin bazı kesimleri her yıl 25 cm. batıyor. Halihazırda yüzde 40’ı deniz seviyesinin altına inmiş bile. O yüzden her şiddetli yağmurda birçok mahalle, ev sular alında kalıyor. Böyle giderse 2050’de şehrin üçte birinin su altında kalacağı hesaplanıyor! Dünyanın en hızlı batan şehri unvanını kaptırmıyor! Maliyet 32 milyar dolar... Başkan Sukarno’nun ortaya attığı, sonra da bir hortlak misali ortaya bir çıkıp bir kaybolan konuyu seçim çalışmaları sırasında tekrar göndeme getirdi, vaadi ilan etti. Konuyu geçen 17 Ağustos Bağımsızlık Günü’nde de noktaladı. Yeni başkente ev sahibi olacak bölgeyi/adayı müjdeledi. “Yeni başkent Kalimatan Adası’nda, görece az gelişmiş Kutai Kertanegara ve Kuzey Penajam Paser bölgeleri arasında inşa edilecek!” Bir adalar birliği olan ve irili ufaklı 17 bin adadan oluşan Endonezya’da Sumat Atık suların sadece yüzde 4’ünün arıtıl ra, Cava, Sulawasi, Kalimantan, Papua dığı başkentte, temiz su dağıtımında ye başlıca büyük beş adadır. Cakarta’nın terli altyapı yok, halkın çoğu şebeke su içinde olduğu Cava Adası bunların en kü yuna güvenmeyip kendi imkânlarıyla yer çüğü olmasına karşın en kalabalık olanı altı sularını çekiyor ve bu da büyük bir dır. Refik Halit Karay’ın Nilgün adlı ese alanda toprak kaymasına neden oluyor. rinden de tanıdığımız Cava’da 260 mil Ne yazık ki bu uygulamaya yönelik ön yon olan Endonezya nüfusunun 160 mil lem alınamamış. Trafik ise başlı başına yonu toplanmıştır. Sunduğu iş olanakla bir sorun ve her yıl milyonlarca dolarlık rı ile İstanbul gibi sürekli göç almaktadır. zarara neden olduğu hesaplanmış. Yeni başkentin yarısı Malezya’ya ait olan Başkan Joko Widodo, namı diğer Joko ve o tarafta kalan kısmına Borneo deni wi uzun yıllardır, taa Endonezya’nın ba len, daha çok orangutanları ile tanınan ğımsızlığını ilan ettiği 1945’ten beri ilk ve dünyanın en büyük kömür rezervlerini barındıran Cava’dan çok daha geniş ve yalnızca 14 milyon nüfusu olan Kalimantan Adası’na taşınması bu sebeple adil bir karar gibi görünmektedir. Ancak bir başkentin taşınması dile bile kolay gelmiyor! Sebepleri mutlaka çok geçerli ama bir hayli de meşakkatli! En önemlisi ise taşınmak tek çözüm mü! Epey maliyetli olacağı da su götürmez bir gerçek ki, bunun 32.79 milyar dolar olacağı açıklandı. Yapım çalışmalarına 2021’de başlanacak. 2024’ten itibaren bazı resmi dairelerin taşınması planlanıyor. Başkan Jokowi, Kalimantan Adası’nın heyelan ve doğal afetler açısından daha az riskli olduğunu, aynı zamanda bölgenin gelişmesine de büyük katkı sağlayacağını savundu. Ya ormanlar... Diğer taraftan taşınmaya sıcak bakmayanlar görüşlerini Coconats Jakarta portalında yayımlanan bir araştırmada dile getirmişler. Sonuca göre Cakartalıların yüzde 95.7’si taşınmak istemiyor. Kimi uzman, başkenti taşımanın kolaya kaçmak olduğunu, onun yerine var olan problemleri çözmeye odaklanmak gerektiği görüşünde. “Ülkenin büyük kısmında suya, elektriğe, sağlığa, eğitime erişim gibi temel ihtiyaçlar bile karşılanmazken o kadar masrafla hükümet başkenti taşımak istiyor” eleştirileri de var. Başkentte çalışan birçok devlet memurunun aile ve çevresini bir çırpıda bırakıp gitmeye gönüllü olmayacakları da başka bir konu. Kalimantan Adası, Cava’ya göre ulaşılması daha zor bir yer. Önemlisi de barındırdığı yağmur ormanlarıyla nesli tükenmekte olan birçok canlı türüne evsahipliği yapıyor. İnşaat aşamasında yok edilecek ormanlarla orada yaşayan bütün canlı türlerinin hayatının tehlikeye gireceği, yersiz yurtsuz kalacakları büyük bir kaygı yaratmakta. Araştırmacı Andi Haswidi, “Cakarta batıyor ve sermayenin yerini değiştirmek daha adil bir ekonomik kalkınmayı sağlayabilir” diyor. Ancak aynı zamanda da kalkınma için “güçlü liderlik, hukukun üstünlüğü, kuvvetli bir maliye politikası” gerektiriyor” diye de ekliyor. Deutche Welle’den Monique Rijkers “Endonezya’nın yeni bir başkente ihtiyacı olmadığını, asıl ihtiyacı olan şeyin daha çok sayıda büyük şehir ve ülkenin tamamına yayılmış sağlam altyapı” olduğu görüşünü aktarıyor. Başkentin taşınmasında son karar Temsilciler Meclisi. Onaylanırsa başkenti taşınacak ilk ülke Endonezya olmayacak! Mesela komşusu Malezya 1999’da Putrajaya’yi idari başkent yaptı. Böylece trafik sorununu hafifletti ama Kuala Lumpur resmi başkent olarak kaldı. Yine Myanmar, Pakistan, Kazakistan, Nijerya, Brundi, Brezilya da başkentlerini çeşitli sebeplerle değiştiren ülkeler arasında yer almakta. Sabah ola hayrola! [email protected] Bulaşıkçılıktan patronluğa Carl Laemmle 1884 yılında Laupheim’daki baba evini terk ettiğinde on yedi ya şındaydı. Ufak tefek, ba kışları cin gibi delikan lı yürekliydi. Tek amacı okyanus ötesine gitmek, AHMET ARPAD orada başarıya ulaşmak tı. Genç Carl, doğup büyüdüğü kasabayı terk ederken tek başına değildi. Hamburg’da 1858 yapımı “Neckar” göçmenler gemisine binerken arkadaşı Leopold Hirs chgeld de onunla beraberdi. İkisinin ortak arkadaşla rı Isidor Nathan Landauer de bir yıl önce Amerika’ya ayak basmıştı. Laupheim’lı “üçlüyü” bir yıl sonra Sa muel Moritz Einstein takip etmişti. Dördü de yeni kıta daki ilk yıllarını bulaşık yıkamakla, ayak işlerine koş makla geçirmişlerdi! Stuttgart’a bir saat uzaktaki Laupheim o yıllar da Hıristiyanlarla Yahudilerin 1730’dan bu yana hu zur içinde ortak yaşam sürdürdüğü bir kasabaydı. Ya hudiler iş sektöründe ve politikadaki girişimleriy le Laupheim’ın toplum yaşamında hep önemli rol oy namıştı. Endüstrileşmenin ilk adımlarının atıldığı 20. yüzyıl başında yeni dünyada şanslarını arayan yüz bin lerden dördü olan Laupeim’lı hırslı ve çalışkan deli kanlılar ceplerinde beş kuruşsuz yerleştikleri ABD’de değişik dallarda başarıya ulaşmayı becermiştir. Bir sü re New York’ta her işi yapan Laemmle’nin ikinci du rağı Şikago’dur. Ancak orada da çok kalmaz, Alman göçmenlerin çoğunlukta olduğu Oshkosh’a geçer ve bir tekstil fabrikasında iş bulur. Yenilikçi girişimleriyle birkaç yıl içinde fabrikanın müdürlüğüne yükselir. Film yapımcılığında yükseliş Laemmle, ABD’de nasıl modern bir işadamı olunacağını ve başarıda doruğa çı kabilmek için reklamın önem li olduğunu çabuk kavrar. Aradan çok geçmeden de o güne dek kazandığı tüm serveti ni Şikago’da bir sinemaya ya tırır, 1906’da bir film dağıtım şirketi kurar.1908 yılına gelindiğinde bu şirket ABD’nin en büyüğü olur. Laemmle o yıl Laemmle larda 50 sinema salonuna da sahiptir. Ufak tefek, kurnaz, cin gibi Laemmle 1910’da kurduğu Independent Moti on Picture’la film yapımcılığında en büyük adımı atar. 1912’de bazı küçük filmcileri de şirketine katar, böylece Universal Motion Picture Manufacturing Company (bugünkü Universal Studios) ortaya çıkar! Laemmle Amerikalıların “bulaşıkçılıktan milyo nerliğe” düşünü gerçekleştirmiştir. Dev Universal Studios’un kuruluşu aynı zamanda Hollywood’un da başlangıcıdır. “Drakula”, “Operadaki Hayalet”, “Mumya” ve “Frankeştayn” klasikleri onun başarısı dır. Laemmle sadece “Tom Amcanın Kulübesi”ni yapmaz, yeni ünlenmeye başlayan savaş karşıtı Alman yazar Erich Maria Remaque’ın ilk romanı “Batı Cephe sinde Yeni Bir Şey Yok”u da (Türkçesi: Burhan Arpad) beyazperdeye uyarlar. İki Oscar ödülü alan film o günlerde Almanya’da güç kazanmakta olan Nazileri de öfkelendirir. Remarque’ın romanı ateşlerde yanarken Laupheim’lı (“Küstah Yahudi sinemacı”) Laemmle’nin filmi Almanya’da yasaklanır. Meraklı, maceracı, araştırmacı, ileri görüşlü, hoş görülü ve sorumluluk yüklenmekten kaçınmayan bi ri olması Almanyalı bu Yahudi’nin başarıya ulaş masının baş nedenleriydi. Zenginliğini başkalarıyla paylaşmayı da severdi. I. Dünya Savaşı’nda fakirleşen Laupheim’ın insanlarına çok destek vermiş ti. 1930’ların başında Almanya’da nasyonal sosyalist lerin güçlenmeye başlaması üzerine ülkedeki tanışlarının dikkatini, onları bekleyen büyük tehlikeye çeker, 1933’ten sonra da Laupheim’lı üç yüz Yahudi’nin Amerika’ya kaçmasını doğrudan destekler. Laemmle’nin yaşamı ilginç bir filme konu olabilir! Küçük kent Laupheim 24 Eylül’de, ölümünün 80. yılında onu değişik etkinliklerle anmaya hazırlanıyor. [email protected] KRİZE DANSLI PROTESTO Arjantin’de halk siyasi belirsizlikle iyice derinleşen ekonomik krizi protesto etmek için önceki gün meydanlara çıktı. Eylemciler dans ederek kemer sıkma politikaları nedeniyle eleştirilerin merkezindeki Devlet Başkanı Mauricio Macri’ye istifa çağrısı yaptı. Arjantin’de geçen ay yapılan başkanlık ön seçimlerini Macri’nin rakibi muhalefetteki merkez sol Herkesin Cephesi adayı Alberto Fernandez kazanmıştı. Genel seçimlerin gelecek ay yapılması planlanıyor. Kuzey Denizi’nde sörf Kuzey Denizi sahilindeyim. Yağmuru yeni dinmiş, serin, nem li ve kasvetli bir havada, kül ren gi göğün altında uçurtma sörfü için rüzgârın oturmasını bekliyorum. Sabah yirmibeş deniz mili esen gü ney batılı rüzgâr yorulmuş. Uçurt ma sörfçüsü birkaç arkadaşımla, plaj restoranının camından bakı yoruz, gözümüz ikide bir Zandvo ort sahilinin çamur rengi serin su larında. Deniz şaha kalk zı ellerimize alıyoruz. Pas mış, hırçın görünüm lı sarı renkteki kadifem lü... Daha dün bu de si kumların üzerinden niz değil miydi kar denize doğru adımlarımı şımızda usulca pa ELİF GÜNSEL sıklaştırıyorum. Acele rıldayan... Sığ Kuzey ci ayaklarım rüzgârın sa Denizi’nde dalga pe vurduğu kum tanecikleri riyotları kısa ve frekansı ise düzen nin hedefinde. Uçurtmama dolan siz. Farklı bir parkurda sörfe çık sağanak rüzgâr ile ayaklarımın di madan önce denizi gözlemlemek bine vuran deniz aynı ana denk ge ve dalgaları okumak şart. Birinci liyor. Çevreme bakıyorum, waters kuralı hatırlayalım; deniz ile doğaç tart (sudan yapılan kalkış) için uy lama oynanmaz. gun bir anı seçiyorum. En az dok Rüzgârın telaşı da bizim telaşı san dakika sürmesini planladığım mız gibi zaman geçtikçe daha artı mutluluğun başlangıcı, işte tam da yor. Köpüklü sular, 3 metreyi bulan bu an. Sözcüklerle anlatılması zor dalgalar biraz sonra bizler için eğ bir his... Suda aniden beliren kö lenceli bir su parkına dönüşecek. püklere doğru hızlıca kaymak ve Bugüne değin uçurtma sörfüne da ardı arkası kesilmeyen dalgaları bi ir ne kadar deneyim edindiysem bu rer birer aşmak... Nihayet suyun parkurda kullanmam gerek. Heye üstündeyim ve sahilden hayli uzak canlı hatta belki de biraz gerginim. laştım. Karaya dair ne varsa his Suyun sıcaklığı ise yazın sonuna settiğim, şimdilik geride kaldı. Asıl doğru 20 dereceye yaklaşıyor. Dı olan şu anda sadece ben ve deniz. şarısının sıcaklığı 19 derece olduğundan fazla üşümemek adına bi Denizi seviyorsan... raz kalın olsa da 5/4 mm kalınlığın Dalgalar 3 metreye kadar yük daki balıkadam dalış giysisi tercih seliyor, bazıları kırılıyor bazıla ediyorum. rı kırılmadan yoluna devam edi Uçurtma sörfü tutkunlarının ha yor. Zamanlamayı doğru yapamaz vada birer kelebek gibi süzülen sam dalga üzerime kırılır. Korku rengârenk uçurtmaları, fırtınaya lacak bir durum yok. Kuzey Deni rağmen sahile canlı bir atmosfer zi dalgaları Güney Afrika’ya kıyas kazandırmış. Deniz ile kucaklaşma la çok daha insaflı. Sonuçta oyna ya hazırım. Teker teker uçurtma dığımız oyunda, kuralları koyan üs larımızı kaldırıp, sörf tahtalarımı tadın kim olduğu belli. İşte büyük bir dalga geliyor! Hızım dalgayı aşmaya yetecek mi? Sanmıyorum... Kabaran deniz ile gökyüzü birleşiyor ve her yanımı sarıyor. Dalga şiddetle üzerime kırılıyor, içinden çıkan beyaz köpükler her yanımı sarıyor. Suyun içinde dönüyorum. Ne tuhaf! Arada bir gördüğüm manzara deniz mi gökyüzü mü? Şu ileride beliren büyük dalga bari biraz önceki gibi üstüme kırılmasa da, biraz soluklanmama müsade etse. Suyun içinde beklerken dalgalar ne kadar göz korkutucu, hepsi birer birer duvar gibi üzerime kapanıyor. Bunca şey anlık olup biterken ‘’umarım uçurtmam suya düşmez’’ diye içimden geçiriyorum. Yarım dakikada içinde bulunduğum durumdan beni çekip çıkaran yine havada asılı duran biricik uçurtmam oluyor. Tekrar suyun üzerinde dalgalar ile dans etmeye devam ediyorum. Ruhum deniz üzerinde daha fazla vakit geçirmek istiyor ancak kaslarım beynimden gelen komutlara tam zamanında karşılık veremeyecek kadar yorgun. Artık sörf seansını bitirme zamanı. Zaman büyülü bir çabuklukla geçmiş. Dalgalar ile boy ölçüşüp boyumun ölçüsünü de almışım, önüme duvar gibi örülen dalgaları tam yerinde bir hamleyle dize getirmişim de. Tıpkı hayattaki gibi. Sınırlarımı zorladığım seans sonunda yaşamımı renklendiren minnet dolu bir mest olmuşluk hali yaşarken, Friedrich Nietzsche’nin dizeleri hatırımda. “Denizi seviyorsan dalgaları da seveceksin, uçmayı seviyorsan düşmeyi de seveceksin.’’ [email protected] Para mı? O da ne? Başımdan ge çen olay yeni değil. OSMAN İKİZ Modern ka felerde ön ce ödemeyi yapıp, ısmarladığınız kah veyi tezgâhın ilerisinden alıyorsunuz ya, ben de espressomu ısmarlayıp parasını uzattım. Delikanlı boynunu büküp, yüzüme gülümseyerek bak tı, “Para yok maestro” dedi. Devamlı müşteri olduğum için çocuklar bazen “Maestro’” derler, bazen “Sir”, hatta sıkça olmasa da ikramda da bulunur lar. Aslında İsveç’te pek olağan bir şey değildir ikram ama; her nedense bu çocuklar beni sevdiklerini davra nışlarıyla ve böyle ikramlarla göster mek istiyorlar sanki. Neyse lafı uzat mayayım. Marcus, o gün “Para yok maestro” deyince gene ikram ediyor sandım. O ise boynunu bükmüş ba karken parmağıyla kasanın yanında ki uyarı yazısını gösteriyordu. Uyarıda “Para kabul edilmiyor. Sadece kredi kartı” yazılıydı. Kredi kartını sadece yüklü alışverişlerde kullanmaya alışık olduğumdan, alt tarafı üç kuruşluk kahve parasını kredi kartıyla ödeme yi saçma bulmuştum ama yapacak bir şey yoktu. Tabii ki kartı kullandım. Aklıma gelen bütün küfürleri içimden sıralayarak. Yayılıyor... Kart uygulaması kısa sürede yaygınlaştı. Ortalıkta para diye bir şey kalmadı. Sokak tuvaletlerinde bile ödeme kartla. Anlayacağınız kartı olmayanın hali duman. Kart yüzünden cüzdanımdaki paralar aylardır olduğu gibi duruyor. Parayı birdenbire tedavülden kaldıracaklar, cüzdanımdakiler kâğıttan ibaret kalacak diye ödüm kopuyor. Bankaya gidip hesabıma yatırmaya kalksam, “Bu parayı nereden buldun” diye soracaklar... Oğlum, dışardaki makinelerden hesabıma yatırabileceğimi söylüyor ama o işi becerebileceğimden emin değilim. Berberim bile para kabul etmiyor. Üstelik o, kredi kartından daha pratiğine geçmiş. Swish kullanıyor. Bana da o öğretti. “Abi akıllı telefonun var mı” diye sordu. “Var ama benim aklım bu telefonun aklına yetmiyor” dedim. Aldı telefonumu swish için bir uygulama indirdi. Swish’i benim banka hesabıma bağladı. Ondan sonrası kolay. Swish’e basıp ödeme yapacağım kişinin telefonunu yazıyorum. Ödeyeceğim miktarı, sonra şifreyi yazıp tıklıyorum. Berbere ödeme için tıkladım bir saniye sonra telefonu çınladı. “Tamam abi geldi” dedi. Yani para harcamak bu kadar kolaylaştı. Daha önce dilencileri yazmıştım. Onlar bile ellerinde bir kâğıtla dolaşıyorlar. “Ödemenizi swish ile yapabilirsiniz” yazıyor kâğıtta. Bu swish İsveç buluşuymuş. Bakalım daha neler bulacaklar. İşler kolaylaşıyor ama teknik gelişmeyle nasıl baş edeceğim kara kara düşünüyorum. Çok düşünmekten olsa gerek bir gece kâbus bile gördüm. İnsan kartlı ödemeler yüzünden ne kadar harcadığının hesabını tutamadığından, harcama limitini aşmışım. Gittiğim her yerde rezil olmuşum hissine kapıldım. Sonunda sokak tuvaletinin önüne gelince ter içinde uyandım. Bu gidişle parayı unutacağız. Bugün doğan çocuklar ise parayı tanımadan büyüyecekler. Para deyince, “Para mı? O da ne” diyecekler. İsveç başı çekiyor Artık parasız, daha doğrusu nakitsiz yaşama doğru hızla ilerliyoruz. Bu konuda yol alan ülkelerin başını İsveç çekiyor. Arkadan Belçika, Danimarka, Norveç geliyor. İsveç Merkez Bankası, nakit paranın kaybolmakta olduğunu açıkladı. Bankamatiklerden para çekenler yüzde 20 azalmış. Ekonomide nakit para kullanımı yüzde 1’e düşmüş. Bu oran Avrupa’da yüzde 10, ABD’de yüzde 8. İsveç’teki bankaların yarısı nakit para kabul etmiyor. Bu yüzden banka soygunlarının azaldığı söyleniyor. Azalan bir başka şey daha var; o da banka çalışanların sayısı. Bankalardaki memurların sayısı azaldığı gibi, marketlerdeki çalışanlarının sayısı da azalıyor. Bazı marketler kasaları kaldırdı. Müşteri otomatik kasalarda aldığı her şeyi tartıp, ödemeyi kredi kartıyla yapıyor. Doğrusu bu bana çok zor geliyor. Söz konusu marketin önünden bile geçmiyorum. Mahallede kasiyer kullanan markete gidiyorum. Ama bir süre sonra oradaki kasiyerlerin kalkacağını da biliyorum. Kapitalizmin geldiği bu aşamada yaşlılara adeta safra muamelesi yapılıyor. Emekliler derneği yaşlılara teknolojiye yetişebilmeleri için kurslar düzenliyor ama bu da bir çare değil. İnsanı merkezden atan paraya tapan bu düzen böyle devam edemez. [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle