28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
HABER EDİTÖR: ALPER İZBUL TASARIM: ECE KURTULUŞ 523 EYLÜL 2019 PAZARTESİ ‘Yönetemiyoruz’ diyeceklerKılıçdaroğlu, kendilerinin değil AKP’nin erken seçim istemek zorunda kalacağını söyledi: Kılıçdaroğlu, AKP MHP ittifakının “Yönetemiyoruz, seçime gidelim” diyeceğini söyledi. CHP lideri, Suriye’de çözümün Esad’la görüşmekten geçtiğini belirtti. “FETÖ borsası” konusunun, Demirtaş’ın tekrar tutuklanmasının adalet ve hukuk sorunu olduğunu vurguladı. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “erken seçim” tartışmaları konusunda kendilerinin bir se çim istemediklerini, ancak AKP’nin Türkiye’yi yönetemediğinin farkına vardıktan sonra “Biz yönetemiyoruz, seçime gitmek zorundayız” diyeceği ni ifade etti. İktidarda yaşanan FETÖ borsası tartışmalarını de ğerlendiren Kılıçdaroğlu, “Erdoğan’ın avukatlarının FETÖ bağlantılı kaç dava mahmut lıcalı aldıklarını ve bu davaların sonuçlarının ne olduğunun izlenmesi lazım. Ada let Bakanlığı izlemeli. O zaman görüle cek ki FETÖ borsasında hangi avukat lar yargı üzerine siyasal baskı kurdu lar ortaya çıkacak” değerlendirmesin de bulundu. Kılıçdaroğlu, eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın tahliye edilmesi gerekirken, “siyasal iktidarın talebi üzerine tekrar tutuk lanmasının bir hukuk faciası olduğu nu” da söyledi. Gazetemiz Cumhuriyet’e gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulunan Kılıçdaroğlu’nun açıklamaları şöyle: l Biz yönetemiyoruz, seçime gi delim diyecekler: (Erken seçim tar tışmaları üzerine) Ben, özellikle ye rel seçim döneminden bu yana, bir er ken seçimi doğru bulmadığımı, par ti olarak bizim de bir erken seçim tale bimizin söz konusu olmayacağını sık lıkla vurguladım. Biz hâlâ aynı nokta da duruyoruz. Bir erken seçim doğru değil. Ancak, erken seçim kararı ala cak olan iktidar bloku açısından duru mu değerlendirdiğimizde, bir süre son ra bunlar başta ekonomi olmak üzere pek çok konuda Türkiye’yi yöneteme dikleri gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalacaklar. Dolayısıyla “Biz yönetemi yoruz, seçime gitmek zorundayız” di yeceklerdir. l Bazı FETÖ’cülere dokunulma dı: (AKP’de yaşanan FETÖ borsası tar tışmaları üzerine) FETÖ borsasının iki ayağı var. Birinci ayağı FETÖ’yle iliş kili pek çok işadamının, sermaye gru bunun mallarına el konulmasıyla il gili. Mallarına el konulanların bir kıs mı yurtdışına kaçtı, bir kısmı tutuklan dı ve hapise atıldı. Bazı FETÖ’cülere ise dokunulmadı. Bu süreçte el konulan malların bir kısmı da pazarlandı. TMSF aracılığıyla satış yapılırken, mal varlık larının listesini eline alıp iş dünyasını gezen bir sürü aracı insan vardı. “Ba na şu kadar para verirseniz, bu malları size şu fiyattan satarım” diyenler var CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun 30 Ağustos 2019’da gazetemizde yayımlanan yazısı, halktan ve edebiyat çevrelerinden büyük ilgi görmüştü. Kılıçdaroğlu’nun, 1981 yılında yayımlanan “Kemalist Öğretide Maliye” başlıklı makalesinin yer aldığı, gazetemizin tıpkı basımını Ankara Temsilcimiz Sertaç Eş kendisine sundu. dı. Bunların içinden o mal varlıklarını alanlar da oldu, “Hayır, biz almıyoruz” diyenler de oldu. Çok uygun koşullar olmasına rağmen “İleride başımız belaya girer” deyip almayanlar da oldu. Bu malların, bazı isimler aracılığıyla pazarlanması, pazarlanmasına göz yumulması FETÖ borsasının bir ayağı. l AKP’den destek alanlar vardı: FETÖ borsasının bir diğer ayağı ise AK Parti içinden destek bulanların FETÖ yargılamalarından kurtulması ya da emsallerine göre çok az ceza alması. Onların mal varlıklarına da dokunulmadı. Bu bağlamda öne çıkan en önemli isim Fettah Tamince. Çünkü soruşturma açılırken aranan bazı temel kurallar vardı. Örneğin “1725 Aralık’tan sonra da FETÖ ile ilişkisi sürüyor olmak, FETÖ liderinin bulunduğu Pensilvanya’ya gitmiş olmak, Bank Asya’ya para yatırmış olmak” gibi... Fettah Tamince’de bu kriterlerin neredeyse tümü vardı. 1725’ten sonra Pensilvanya’ya gitti. 1725’ten sonra Zaman gazetesinin hisselerini aldı. Buna dokunulmuyordu. Tam tersine AK Parti’nin protokol listesinde oturuyordu. Ben bunu söyleyip fotoğrafını gösterdiğim zaman önce bir sessizlik oldu. l Erdoğan’ın avukatları izlenmeli: Ben şöyle biliyorum: Şikâyet edilmesi ve bütün bu gerçekler bilinmesine rağmen savcı dava açmadı. İtiraz üzerine bir başka mahkemeye gitti. O mahkeme de dava açılmamasına karar verdi. Erdoğan’ın avukatları bu davalara bakıyordu. Erdoğan’ın avukatlarının FETÖ bağlantılı kaç dava aldıklarını ve bu davaların sonuçlarının ne olduğunun izlenmesi la zım. Öte yandan Erdoğan’ın avukatlarının hâkim ve savcı atamalarındaki etkilerinin de araştırılması lazım. Kim tarafından? Adalet Bakanı tarafından araştırılması lazım... Çünkü Adalet Bakanı aynı zamanda Hakimler ve Savcılar Kurulu’nun (HSK) da başkanı. O zaman görülecek ki FETÖ borsasında hangi avukatlar yargı üzerine siyasal baskı kurdular. Hangi siyasiler yargı üzerinde baskı kurarak aslında mahkum olması gerekenleri kurtardılar, bunların tümü ortaya çıkacaktır. Bugün olmasa bile mutlaka bir gün ortaya çıkacak. Mahkum olması gereken kişiler hakkında nasıl hiç dava açılmadı ya da nasıl beraat ettiler? İki dürüst, namuslu Adalet Bakanlığı müfettişi görevlendirlirse bütün bu ayrıntıları ortaya çıkarmak mümkün. l Adalet bu kirlilikten arınmalı: Ben şunu da gayet iyi biliyorum: Erdoğan’ın avukatlığını yapıp savcıya, “Kül tablasını verir misin, sigaramın külünü dökeceğim” diyen avukat ve Erdoğan’ın avukatının önüne kül tablasını getiren savcı var. Ben bunu da dillendirdim. Hiç ses çıkmadı. Herhangi bir şey söylenmedi. Şimdi Tamince’yle ilgili bir durum var. Dava açılması suretiyle gerçeklerin ortaya çıkmasını zorunlu kılan bir durum. Ama sorun sadece Fettah Tamince olayı değil. FETÖ borsası dolayısıyla İzmir’de öldürülen bir kişi var. Normalde Adalet Bakanlığı’nın o süreçten itibaren harekete geçmesi gerekiyordu. AK Parti içinde düzgün, adaletli davranılmasını isteyen bir grup da FETÖ borsasından söz etti. FETÖ borsası ne demektir? Para verince kurtuluyor sun, paran yoksa içeridesin. Dolayısıyla dava açılmama kararını bozan karar tek başına yeterli değil. Adalet Bakanlığı onun perde arkasına da girmeli. Adaletteki çürümeyle yani bir grup avukatla, bir grup yargıç ve savcının nasıl yan yana gelip insanları kurtardığını ve bunun hangi çıkarlar karşılığında yapıldığının ortaya konması lazım... Bu benim talebim olmanın ötesinde, bu ülkede vicdanıyla adalet dağıtan tüm yargıçların görevi ve beklentisidir. Adaletin bu kirlilikten arınmaya ihtiyacı var. l Demirtaş’ın tekrar tutuklanması hukuk faciası: (Yargı paketindeki af düzenlemesi tartışmaları üzerine) Adalet Bakanlığı’nın üzerinde çalıştığı bir metin önümüzdeki süreçte parlamentoya gelir. Gelince ancak o zaman düşüncelerimizi söyleyebiliriz. Haksız yere içeride olan çok kişi var. Eren Erdem’den tutun Osman Kavala’ya kadar... Sivil toplum örgütlerinden, askeri öğrencilere ve yazar, çizerlere kadar gereksiz yere yatan birçok insan var. Bunlar haksız yere yatıyorlar. Dünyanın gözü de bu çerçevede Türkiye’ye dönmüş durumda. Adaletin olmadığı bir ülke olarak tanımlanıyor Türkiye. Bir dikta yönetimi var. Bu çerçevede Adalet Bakanlığı belki dışarıdan gelen eleştirileri biraz yumuşatmak için bu çalışmayı yapıyor olabilir... Çünkü Türkiye’de adaletin olmadığını, siyasal baskıların yargıçlar üzerinde de sürdürüldüğünü herkes biliyor. Selahattin Demirtaş’ın tahliye edilmesi gerekirken siyasal iktidarın talebi üzerine tekrar tutuklanması aslında bir hukuk faciasıdır. l ANKARA ‘Ortadoğu’da çözüm var’ l Türkiye Esad ile resmen görüşmeli: (Türkiye’nin Suriye politikası konusunda) Türkiye’nin en az zararla Suriye politikasından çıkmasının yolu Esad ile süratle işbirliği sağlamaktır. Esad da Suriye’nin toprak bütünlüğünü istiyor, biz de Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunuyoruz. Ama Esad’ı karşınıza alıp “Ben, Suriye’de istediklerimi Esad’a rağmen yaparım” diyorsanız; sadece ve sadece Amerikan’ın Ortadoğu politikasına hizmet etmiş olursunuz... Şu bir gerçek; yaşanan iç savaşın galibi Esad’dır. İktidar bu gerçeği kabul etmeli. Türkiye’nin iyi ilişkiler içinde olduğu, Suriye konusunda da işbirliği yürüttüğü Rusya ve İran, Esad ile doğrudan ilişki yürütüyor. Peki, Türkiye neyi bekliyor? Arka kapılar arkasında sürdürdüğü temasları alenileştirmekten mi utanıyor? Örneğin Esad’ın ilan ettiği af. Türkiye, ülkemizde bulunan Suriyelilerin ülkelerine dönmeleri açısından da bu affın takipçisi olmalı. Türkiye’deki Suriyeliler, Türkiye’nin güvencesini de alarak ülkelerine dönebilmeli. Türkiye, Esad ile ilişkileri normalleştirmesinin ardından hızla Suriye’nin yeniden imarı konusunda öncü ülke olmalı. İç savaş tamamıyla bittiği an itibarıyla Suriye, yalnızca inşaat alanında değil, sağlık, eğitim, ulaştırma ve gıda Cumhuriyet Vakfı Genel Sekreteri ve yazarımız Işık Kansu, Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu üyemiz ve yazarımız Mustafa Balbay da ziyarette yer aldı. konularında büyük bir pazar olacak. Türkiye bu pazarın dışında kalmamalı. Olaya sadece ekonomik olarak bakmıyoruz elbette. Bizim Ortadoğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı (OBİT) projemiz vardı. Bu özellikle dört ülkenin; Türkiye, İran, Irak ve Suriye’nin ekonominin yanı sıra barış temelli işbirliğinin de temelini atacak bir çatı örgütlenmesidir. l Ortadoğu’nun tek kaybedeni Türkiye: Özetle, Türkiye’nin Suriye ile olan ilişkilerinin normalleşmesi lazım. Türkiye; Suriye, Mısır, Libya ile ilişkilerini gözden geçirmeli. Eğer Libya, Mısır ve Türkiye işbirliği yaparlarsa Doğu Akdeniz’de en güçlü konuma gelmiş olurlar. Ancak şu anda Suriye’nin içişlerine nasıl müdahale ediyorsak, Libya’nın da içişlerine müdahale ediyoruz. Libya’ya da silah gönderiliyor. Niçin, hangi gerekçeyle? Şu artık acı bir gerçek olarak önümüzde duruyor. Ortadoğu’daki dış politikanın tek kaybedeni Türkiye. Herkes kazandı, ama Türkiye kaybetti. l Süratle büyükelçi atanmalı: Doğu Akdeniz’de de Türkiye yalnız kaldı. Türkiye’nin karşısında ABD, İsrail, Filistin, Katar, Mısır, Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi birlik te hareket ediyor. Türkiye’nin tek güvendiği şeyi, Doğu Akdeniz’den çıkacak olan petrolün, doğalgazın kendisi olmadan Avrupa’ya ulaşamayacak iddiası. Bu doğru bir gözlem... Ancak ilişkiler kopma noktasına gelirse daha farklı çözümler bulacaklardır. O çözümler üzerinde de çalışıyorlar zaten. Dolayısıyla Türkiye kendi bölgesinde büyükelçisi olmayan ülkelere büyükelçi göndermeli, onlarla ilişkileri geliştirmeli. Suriye konusunda Türkiye AB’den sorumluluk almasını talep etmeli. Eğer AB, İran, Irak, Suriye, Türkiye el ele verirse bölgedeki sorunlar büyük ölçüde giderilmiş olacaktır. l Sağlıklı bir açılım ortaya çıkacak: (CHP’nin Suriye konferansı hakkında) Suriye konferansı çok verimli bir konferans olacak. Uluslararası alanda oldukça ilgi uyandırdı. Değişik kesimler konferansta düşüncelerini aktaracaklar. Bu konuda yazı yazmış yazarlar, çizerler, akademisyenler, dış politika uzmanları, eski büyükelçilerin katılımıyla gerçekleştirilecek. Pek çok ülkeden katılım da olacak. Değişik ülkelerden gelen insanlar kendi ülkelerinin görüşlerini yansıtacaklar. Bence Suriye konusunda geleceğe yönelik sağlıklı bir açılımın ana hatları orada ortaya çıkacaktır. Parti devletine dönüşüyoruz Saray’ın devleti ayrı Türkiye devleti ayrı: (Cumhurbaşkanı ile bakanların açıklamalarının çelişkili olması konusunda) Türkiye’de aslında iki ayrı devlet var şu anda. Bir Saray devleti, bir de Türkiye Cumhuriyeti devleti. Saray devleti “Lale Devri”ni yaşıyor. Orada damatlar, gelinler, kayınpederler var. Bütün Saray kendi içinde ayrı bir dünyada yaşıyor. Onların ayrı dış politikaları var, ayrı ekonomi politikaları var. Damat dışında bakanların hemen hemen tümü etkisiz eleman konumunda. Asıl dominant olan Saray devleti. Dış politikaya baktığınız zaman koskoca Dışişleri Bakanlığı’nın devre dışı bırakıldığını görüyorsunuz. Saray’da üçbeş kişi oturup Türkiye’nin dış politikasını belirliyor. Savunma politikasına bakıyorsunuz; Milli Savunma Bakanlığı, Genelkurmay tümüyle devre dışı bırakılmış. Saray’da üçbeş kişi oturup Türkiye’nin savunma politikasını belirliyor. Ordu, tarihinin en ciddi sorunlarıyla karşı karşıya. Orduda da liyakatin yerini Saray’a sadakatin aldığını görüyoruz. Devletin çağdaş devlet olmaktan çıkıp parti devletine dönüştüğü bir süreci yaşıyoruz. ‘İşsizlik bütün kötülüklerin anasıdır’ En can yakıcı sorun işsizlik: Ekonomide daralma da olur, küçülme de olur. Ama asıl can yakıcı sorun işsizlik. Tam felaket durumunda. Kötü yönetilen ekonominin vatandaşa faturası işsizliktir. Son bir yılda işsizler ordusuna 938 bin kişi katıldı. Her dört gençten biri işsiz. İşsiz sayımız geniş tanımıyla sekiz milyonu aştı... Bunlar istatistiki veriler. Bu verilerin yarattığı sosyolojik gerçekler ise çok daha acı. İşsizlik bütün kötülüklerin anasıdır. İşsizliğin olduğu yerde kötü diye tanımladığımız her şey olur. Anneler, işsiz evlatları ile işsiz eşlerini evin salonunda buluşturabilmek için uğraşıyor. Evlat elinde diploması işsiz, babasının yüzüne bakamıyor. Baba işsiz evladına harçlık veremiyor. Toplumun psikolojisi darmadağın. İntihar, cinayet, cinnet vakaları neredeyse kanıksandı. Üretimden koparılmış bir ülkenin geldiği nokta burası. Beton ekonomisi adı altında sürdürülen ekonomi politikası iflas etti. Üstelik kentlerimiz de beton ormanlarına dönüştü. Türkiye içinde bulunduğu krizden ancak planlı programlı bir üretim ekonomisi politikasıyla kurtulabilir. Daha acı olanı ise Saray devletinin tüm bu yaşananları görmezden gelmesi... Çünkü onların işsizlik diye bir sorunları yok.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle