28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
8 3 AĞUSTOS 2019 CUMARTESİ Herkese Bilim Teknoloji Dergisi’nin katkılarıyla hazırlanmıştır. TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN BİLİM TEKNİK Euromos’ta ‘2 bin yıllık beyin ameliyatı’ izleri Muğla’da bulunan Euromos Antik Kenti’nde yürütülen kazı çalışmalarında ortaya çıkan mezarlardan birinde, bir erkeğin 2 bin 200 yıl önce beyin ameliyatı geçirdiği tespit edildi. Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Dr. Öğretim Üyesi Abuzer Kızıl, “Euromos’taki mezarlarda bir kafatasında görülen ameliyat izinin ve tıp aletlerinin, kentin 2 bin 200 yıllık tıp tarihine ışık tuttuğunu söyleyebiliriz. Beyin ameliyatı gerçekleştirilen kafatası yetişkin bir erkek bireye ait. Bu ameliyatın, bir baş ağrısıyla ya da kafatasındaki bir problemle ilgili olduğunu düşünüyoruz” dedi. Çalışmalarda iskelet ve kemikler üzerindeki incelemelerde önemli bilgilere ulaşıldığını vurgulayan Abuzer Kızıl şunları kaydetti: “İskeletler üzerine yoğun bir çalışma yürüterek Euromos halkının ölüm nedeni, sağlık problemleri ve anatomik bilgileriyle ilgili çok önemli verilere ulaştık. Genel anlamda Euromosluların salgın hastalıklar hariç, sağlıklı, güçlü kuvvetli insanlar olduğunu söyleyebiliriz. Gaziantep Üniversitesi Antropoloji Bölümünden Nazlı Aktaş, iskeletler üzerinde çalışmalar sürdürüyor. Bu çalışmalar esnasında Euromos halkının ölüm nedenleri, sağlık problemleri ve anatomik bilgileriyle ilgili çok önemli sonuçlar elde edildi. Euromos’taki mezarlarda bir kafatasında görülen ameliyat izinin ve tıp aletlerinin, kentin 2 bin 200 yıllık tıp tarihine ışık tuttuğunu söyleyebiliriz. Beyin ameliyatı gerçekleştirilen kafatası yetişkin bir erkek bireye ait. Bu ameliyatın, bir baş ağrısıyla ya da kafatasındaki bir problemle ilgili olduğunu düşünüyoruz.” l AA Asteroid Dünya’yı teğet geçecek Bilim insanlarından yapılan açıklamaya göre ABD’nin New York kentinin en popüler binalarından birisi olan Empire State büyüklüğündeki “2006 QQ23” isimli asteroid gezegen, 10 Ağustos’ta Dünya’yı teğet geçecek. Geçen hafta ise Mısır’daki Keops Piramidi, diğer adıyla Büyük Giza Piramidi boyutunda bir göktaşı, gezegenimize yakın bir mesafeden geçerek uzay boşluğundaki yoluna devam etmişti. l Haber Merkezi Haydarpaşa Garı’nda yeni kalıntılar çıktı Kadıköy’de bulunan Haydarpaşa Garı’nda 1 yılı aşkın süredir devam eden arkeolojik kazıda 5. yüzyıla ait olduğu belirtilen kilise kalıntıları, toplu mezarlar, mimari kalıntılar ile yaklaşık 6 bine yakın sikke bulundu. İstanbul Arkeoloji Müzesi Müdürü Rahmi Asal, “Kadıköy hep yazılarda, tarihçilerin bahsettiği antik kaynakların aktarımları ile arkeolojisi ve tarihi ile biliniyordu” dedi. Haydarpaşa Garı’ndaki çalışmaların 300 bin metrekare alanda devam ettiğini belirten Rahmi Asal, “Haydarpaşa Garı’nın arkasından başlayıp İbrahim Ağa’ya doğru devam eden kocaman bir alan burası. Limanın içinde, Kadıköy’ün, Khalkedon’un antik batı limanı içinde çalışıyoruz. Sonuç olarak iyi bir çalışma yürütüldü” diye konuştu. ‘Büyük heyecan yarattı’ İlk kazının başladığı alanda bir duvar yapısı ile karşılaştıklarını ifade eden Asal, “Böyle büyük bir duvarın antik limanla ilişkili olacağını önce düşündük. Sonra hem yapım tarzından hem de arşiv araştırmalarından Osmanlı dönemine ait bir yapı olduğunu ve yaklaşık 1872’de yapılarak set duvarı olarak kullanıldığı anlaşıldı. Hemen arkamızda İngiliz mezarlığı var. Onun burnundan denize doğru bu antik limanının mendireğinin uzandığını belirtiyor” dedi. Kazı alanının en eski yapılarından birinin “İbrahim Ağa” bölgesinde yer aldığını kaydeden Asal, ‘T’ şeklinde almaşık taş ve tuğla örgülü bir yapı karşımıza çıktı. Bu bölgedeki istasyon bölgedeki platformdan sonra kazı alanındaki en erken yapı olduğunu düşünüyoruz. Tahminen 45. Yüzyıla ait bir yapı. Tek bir yapı olması ve biraz daha nispeten uzak bir yerde bu yapının olması bir mezar anıtı olma ihtimali üzerinde duruyoruz. Önemli bir yapı ile karşı karşıya olabiliriz” dedi. “İbrahim Ağa” bölgesinde kazı bölgesinin sonundaki çalışmalarda çok sayıda sikke geldiğini söyleyen Asal, “Bugüne kadar bütün alanda 6 bine yakın sikke tespit edildi. İlk etapta biz buranın sikke üretim alanı olabilir mi diye bir tereddüt yaşadık. Ancak ona yönelik herhangi mimari kalıntı ve bu düşüncemizi destekleyecek bir bulgu çıkmayınca bu fikrimizden vazgeçtik” ifadelerini kullandı. l DHA Elitaş ve ekibi tarafından geliştirilen cihaz içeriği, 30 dakikada ortaya çıkarıyor GDO’lu gıdalar evde kolayca tespit edilebilecek GDO’nun halk sağlığı açısından zararlarına yönelik bilimsel çalışmalar önemli. GDO içeren gıdaların bunu belirtecek şekilde etiketlenmesi, tüketici hakları açısından bir zorunluluk. Ancak bazı firmalar buna uymuyor ve çeşitli hilelere başvuruyor. Buna karşın teknoloji, hileye dur demenin yolunu bir şekilde bulmuş durumda. Sabancı Üniversitesi’nde geliştirilen cep boyutunda bir biyosensör, GDO’lu gıdaların ev, tarla ve üretim alanlarında kolayca tespit edilmesini sağlıyor. GDO analizi ve kimlik belirleme gibi DNA bazlı birçok testin ev ortamında yapılmasına olanak sağlayan bu sensörle, gıdalardaki GDO içeriği 30 dakikada ortaya çıkabiliyor. Normalde laboratuvarda en az 160 dakika süren bir işlemden bahsediyoruz. Bu açıdan oldukça önemli. Korunmak için bir adım Sabancı Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Meltem Elitaş, projenin yürütücüsü. Şu an ellerinde bir prototip olduğunu söyleyen Elitaş, uluslararası üretim normlarına bakarak son halini verdikten sonra bu cihazın evlerde ve tarlalarda rahatlıkla kullanılabileceğini belirtiyor. Projede neredeyse her organizmadan DNA tayini yapmayı amaçladıkları için kullanıcı hedef kitlelerinin Sabancı Üniversitesi’nde geliştirilen cep boyutunda bir biyosensör, GDO’lu gıdaların ev, tarla ve üretim alanlarında kolayca tespit edilmesini sağlıyor. Meltem Elitaş ve ekibi tarafından geliştirilen cihaz, GDO içeriğini 30 dakikada ortaya çıkarıyor geniş olduğunun altını çizen Elitaş, bu teknoloji sayesinde mesela bir ebeveynin, bebeğine vereceği mamanın GDO tanısını yapmak için sensörü mutfağında kullanabileceğini vurguluyor. “Böylesi bir teknolojinin evimiz de kullanılabilecek olması GDO’lu gıdalardan korunmak için önemli bir adım. Üstelik cihazda kullanılan biyolojik malzemeler mümkün olan en düşük maliyetle planlandı” diyen Elitaş, “Tamamıyla kendi imkânlarımızla geliştirdiğimiz ci haz, 25 Avro gibi bir rakama üretilebilecek. Geliştirilen bu tür sensörlerin maliyetleri normalde 1500 Avro civarında oluyor ve ev ortamında kullanıma pek müsait değil” diye ek liyor. Elitaş’a göre biyosensör le bakteriyel enfeksiyon tanısı, kriminal alanda yapılacak testler, tarladaki analizler, kısacası DNA’nın olduğu her alanda bu teknoloji bir şekilde kullanılabiliyor. Ancak ilk aşamada odak noktası GDO’lu gıdalar. 1.5 yıllık bir çalışmanın ürünü olan bu proje 5 kişilik interdisipliner bir ekiple gerçekleşti. TÜBİTAK tarafından da desteklenen proje ekibinde Sabancı Üniversitesi Mekatronik Mühendisliği Programı yüksek lisans öğrencisi Doğukan Kaygusuz; Moleküler Biyoloji, Genetik ve Biyomühendislik yüksek lisans öğrencisi Sümeyra Vural ve Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Meltem Elitaş’ın yanı sıra Sabancı Üniversitesi Nanoteknoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi Araştırmacısı Stuart Lucas ile Yeditepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Ali Özhan Aytekin yer alıyor. Uluslararası patent başvurusu yapıldıktan sonra yurtdışına açılma ve ürünleştirme planları var. Derleyen: Batuhan Sarıcan İklim değişikliğiŞİDYDAEVTRLUİ LFAIRRTIÖNLAÜLYAORDRA penguenleri tehdit ediyor 2019’DA GEÇEN 10 BİLİM KURGU FİLMİ 1) Akira (1988) 2) Blade Runner (1982) 3) Dark Angel (2000) 4) Daybreakers (2009) 5) The Running Man (1987) 6) The Island (2005) 7) Yeni Barbarlar (1983) 8) Heatseeker (1985) 9) Steel Frontier (1995) 10) 2019, New York’un Düşüşünde Sonra (1983) Kaynak: ranker.com Dünyanın ikinci en büyük imparator penguenleri (Aptenodytes forsteri) kolonisi çöküşte! Üç yıl arka arkaya sert geçen kışlar denizlerde şiddetli fırtınalara yol açtı. Devasa dalgalar henüz yüzme becerisi edinememiş yavru penguenleri adeta yuttu. British Antarctic Survey’e (BAC) göre Halley Körfezi kolonisi bir zamanlar dünyadaki imparator penguenleri nüfusunun yüzde 5 ile 9’unu oluşturuyordu. Bu da, 15 bin ila 24 bin üreme yeteneğine sahip çift anlamına geliyordu. Fakat 2016 yılında, kolonideki bebek penguenlerin üzerinde büyüdüğü denizbuzu platformu sert dalgalarla tersyüz olunca, yüzemeyecek kadar küçük olan yavruların tümü denize döküldü. 2017 ve 2018 yıllarında da kış sert geçti ve facia tekrar etti. Penguenler, yaz aylarını denizlerde dolaşarak geçirdikten sonra nisan ayında üremek için bölgeye gelir. Yavruların hayatta kalabilmesi için aralık ayına kadar süren kış mevsimi boyunca bölgede iklim koşullarının sabit kalması gerekir. Nüfusta ciddi bir azalma Araştırmacılar, 2018 itibarıyla orijinal nüfusun yalnızca yüzde 2’si kadarının hayatta kaldığını ve birkaç yüz yetişkin penguenden oluşan koloninin de Halley Körfezi’ne geldiğini belirtiyor. Koloninin geri kalanın dağıldığı, bazı yetişkinlerin buzun diğer kenarına gittiği saptandı. Doğal olarak bu dağınık düzende sayım yapılamadı. İyi haber ise koloninin en azından bir bölümünün hâlâ hayatta olması. Halley Körfez’inde peş peşe yaşanan felaketlerden sonra, 55 km güneyde bulunan DawsonLambton Buzul kolonisinin nüfusunun arttığı görüldü. Kolonide, 2015’te sadece 1280 çift varken, bu sayı 2016’da 5.315’e, 2017’de 11 bin 117’ye ve 2018’de ise 14 bin 612’ye ulaştı. Bu rakamlar, Halley Körfezi kolonisinin orijinal nüfusunun çok altında olsa da, önemli miktarda penguenin tehlikeden uzaklaşmayı yeğlediğini ve yer değiştirdiğini gösteriyor. Mercan Bursalı Kaynak: https://www.livescience. com/65339emperorpenguinchicks drowning.html Erkek sakalı köpeğin en kirli bölgelerindeki tüylerden bile daha çok zararlı bakteri içeriyor Köpek tüyünden zararlı Avrupa’da yapılan bir araştırmada sıradan bir erkek sakalının köpek bedeninin en kirli bölgelerindeki tüylerden bile çok daha fazla sayıda zararlı bakteri içerdiğini saptandı. European Radiology dergisinde yayımlanan araştırma kapsamında, yaşları 1876 arasında değişen 18 sakallı erkekten alınan deri ve tükürük örneklerinin yanı sıra, Avrupa’nın çeşitli hastanelerinde işlemden geçirilen farklı türlerde 30 köpekten alınan tüy ve tükürük örnekleri incelendi. Araştırma sonucunda insanların gerçekte köpeklerden daha kirli oldukları görüldü. Erkek deneklerin sakalları köpeklerden çok daha fazla sayıda bulaşıcı mikrop içermekle kalmayıp erkek denekler tarayıcıları da köpeklerden çok daha kirli bırakıyorlardı. Araştırmada beyin ve omurilikle ilgili herhangi bir hastalıkları olup olmadığının belirlenmesi amacıyla “düzenli olarak” MRI taramasından geçirilmeleri önerilen köpeklerden yararlanıldı. Araştırmacılar her bir köpeğin ağzından çubukla tükürük örnekleri aldıktan sonra, köpeklerin “sağlık koşullarından en uzak” bölgelerinden biri olan ve sıklıkla deri enfeksiyonlarına tanık olunan iki kürek kemiğinin arasına özel bir bakteri toplayıcı levha sürterek basit bir tüy örneği de aldılar. Köpeklerin MRI taramaları tamamlandığında, araştırmacılar bu kez de tarayıcının üç farklı noktasından örnekler aldılar. Deneyler sonucunda 18 erkek deneğin tümünden alınan deri ve tükürük örneklerinin “yüksek sayıda mikrop” içerdiği, oysa benzer bir durumun 30 köpekten yalnız ca 23’ü için geçerli olduğu görüldü. Bu mikroplar arasında, başta idrar yolları olmak üzere, çeşitli enfeksiyonlara yol açan çok yaygın bir bağırsak bakterisi olan Enterococcus faecalis türü bakteriler ve erişkinlerin yaklaşık yüzde 50’sinde görülen ve özellikle deri ile mukozada bulunup kana karışması durumunda çok ciddi enfeksiyonlara yol açabilen Staphylococcus türü bakteriler de yer almaktaydı. Bu çalışmadan çıkartılması gereken sonuç insanların hastanelerde sanıldığından çok daha fazla bakteri bıraktıkları ve yüzeyleri temizlemenin de görünürde soruna bir çözüm getiremediği yönündeydi. Derleyen: Rita Urgan Men’s Beards Contain More Harmful Bacteria Than Dogs’ Fur, Small Study Suggests Live Science Deniz suyundan hidrojen enerjisi Hidrojen, otomobil ve uçakların yakıt hücre leri için çevreye dost bir yakıt. Bu gaz ayrıca güneş ve rüzgâr enerji santrallarındaki fazla elektrik enerjisini geçici olarak depolamak için de iyi bir olanak. Güneş santrallerindeki suyun parçalanması şimdiden yüzde 19’luk bir etki derecesine ulaşmış durumda ve yeni tür elektrotlarsa elektrolizi 1.5 Volt’luk pillerle bile gerçekleştirebiliyorlar. Ancak şöyle bir sorun var: Elektroliz sistemleri sadece saf içme suyuyla çalışıyor ve dünyanın birçok yerinde içme suyu kıt. Bu yüzden dünyada bol miktarda bulunan deniz suyu iyi bir alternatif olabilir. Fakat tuzlu su bu tür sistemlerin elektrotlarını göreceli olarak çabuk bir şekilde aşındırıyor. Fakat Stanford Üniversitesi’nden Yun Kuang ve ekibi şimdi yüksek gerilime rağmen tuzlu suya dayanan bir sistem geliştirdi. Gelişimin ana fikri anotları özel bir kaplamayla kaplamak. Yeni elektrotlar, üzeri nikel sülfit kaplı nikel köpüğünden oluşuyor. Bu tabakayı araştırmacılar nikel demir hidroksitle kapladılar. Elektroliz sırasında nikel sülfitten, negatif yüklü sülfat ve karbonat moleküllerinden koruyucu bir tabaka meydana geliyor. Aşındırıcı klorit iyonları da negatif yüklü oldukları için de bunlar atılıyor. Fakat bu tabaka elektrotların işlevini de bozmuyor. Bu da deniz suyunun enerji taşıyıcı olarak kullanılma şansının olduğunu gösteriyor Nilgün Özbaşaran Dede Solar – driven, highly sustained splitting of seawater into hydrogen and oxygen fuels, PNAS,
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle