28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KÜLTÜR EDİTÖR: EMRAH KOLUKISA TASARIM: BAHADIR AKTAŞ 1322 AĞUSTOS 2019 PERŞEMBE USTA ŞAİRLER CAN YÜCEL VE TURGUT UYAR’IN ANILARINA SAYGIYLA... Ölmek dediğin nedir ki? Ağustos ayı, şiirimizin iki ölümsüz ustası Can Yücel ve Turgut Uyar’ı kaybettiğimiz, aynı zamanda bu iki ustanın dünyaya gözlerini açtığı bir ay. Yücel’i 1999’un 12 Ağustosu’nda, Uyar’ı ise 34 yıl önce bugün, 22 Ağustos 1985’te uğurladık bu diyarlardan. Biz de bundan hareketle bu iki ustayı anmak, olağanüstü şiir yolculuklarına, benzersiz verimlerine bir tanıklık sunabilmek istedik. Ölümsüz şairler Can Yücel ve Turgut Uyar, şiirle çocuk yaşta tanıştı. İkisi de şiiri hayatlarının merkezi kıldı. İkisi de toplumcuydu, direngendi. Aydınlık, insancıl, toplumcu, benzersiz yeni bir şiirin tohumlarını ekti. Soyut şiire yöne lirken dilde devrim yarattı. İkisinin de kalemlerinden aşk, sevgi, ölüm, hasret, kaygı, umut, ikilem, toplum, birey eksik olmaGAMZE dı. Yakındılar, arkadaştıAKDEMİR lar. Dost sofralarında az muhabbet koyultmadılar. Kahrın dibini buldukları da oldu, muhabbetin dibini buldukları da. İkisi de ağustosta doğdu, ağustosta öldü. Öldüler mi sahi? Bugün hâlâ ve daima okunuyor, dizeleri dilden dile söyleniyorsa ölmek dediğin nedir ki? İlk şiiri Cumhuriyet’te yayımlanır İstanbul’da 21 Ağustos 1926’da dünyaya gelen ve 12 Ağustos 1999’da, 73 yaşında yaşama veda eden Can Yücel, efsane Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel’in oğlu olarak şiirle küçük yaşta tanışır. Öyle ki Peyami Safa’nın yönettiği, Cumhuriyet’in çocuk sayfasında yayımlanacak ilk şiirini 10 yaşında yazar: “Kuşların sesini severdi Beethoven/ Mozart’ın sevdiği gibi/ Dehaları geçti şaheser oldu/ Mozart’ın istediği adam oldu”. Atatürk Lisesi’nde hocaları arasında Cevdet Kudret, Nurullah Ataç da vardır. Lise yılları can dostu Gazi Yaşargil’le birlikte bol bol Nâzım okuduğu yıllardır. Cambridge’de Bertrand Russell’dan ders alır. Avni Arbaş, Sadi Çalık, Bedri Rahmi, İlhan Koman gibi sanatçılarla dostluk eder. Toplumcu, dobra ve özgündü Can Yücel’in taşlama ve toplumsal duyarlılığın ağır bastığı şiirlerinde dobra dili ve özgünlüğü dik Can Yücel kat çeker. Doğa, insanlar, olaylar, kavramlar ve heyecanları şiirleri ne temel alır. “Maaile”, “Küçük Kızım Su’ya”, “Güzel’e”, “Yeni Hasan’a Yolluk”, “Hayatta Ben En Çok Babamı Sevdim” gibi şiirlerinde sevgi dolu aile bağlarının izi sürülür. “Yazma” (1950), “Her Boydan” (1959), “Sevgi Duvarı” (1973), “Bir Siyasinin Şiirleri” (1974), “Şiir Alayı” (1981), “Rengâhenk” (1982), “Gökyokuş” (1984), “Beşibiyerde” (1985), “Canfeda” (1985), “Kuzgunun Yavrusu” (1990), “Mekânım Datça Olsun” (1999), “En Uzak Mesafe”, “Benim Adım Firuzansa Ne Olayım”, “Cazcı firuzan” (1997) gibi kitapları okurlarla buluşur. Argo ve küfrüyle zekânın iyi niyeti “Şiir fenerimle de baktım, son çığlık!/ Aşk yokmuş sizde beş paralık!/ Gidiyorum ben boşçakallar/ Sıçmışım ortalık yerinize/ Kıçımın fosforuyla aydınlanın siz artık./ Can Yücel (“Kibar Hırsızın Türküsü” şiirinden) 1940 sonrası şiirin Can Yücel’siz değerlendirilmesinin büyük bir eksiklik olacağını düşündüğünü ifade etmiş Cemal Süreya’ya göre, Can Yücel’in şiiri tüm ironisi, argo ve küfrüyle “zekânın iyi niyeti”dir. Cumhuriyet Kitap Eki ile Sözcükler Dergisi’nin Yayın Yönetmeni, şair Turgay Fişekçi’ye göre de “aydınlık, insancıl, toplumcu, benzersiz bir şiir” yaratmıştır. Son yıllarında eşiyle Datça’ya yerleşen büyük şair, yaşama 12 Ağustos 1999’da yaşama veda eder. Gazeteci yazar Zeynep Oral’ın yazdığı gibi “Şiiriyle kahkaha çiçekleri üreten, sözcüklere ha bire takla attıran, dizeleri rengârenk çemberlerde fır döndüren yaramaz bir çocuk, imgelere pabucunu ters giydiren bir sihirbaz” ve şair, yazar Şükran Kurdakul’un yazdığı gibi “Sözünü budaktan esirgemeyen bir kabadayı”dır yitirdiğimiz. Değerli anısına saygıyla. Turgut Uyar Bir çocuk Turgut Uyar! hüzünlü, içli.. Can Yücel gibi bu yazımıza konu, şairlikte ve insanlıkta usta, onulmaz izler bırakmış Turgut Uyar da ağustosta kaybettiğimiz canlardan. Ankara’da, 4 Ağustos 1927’de dünyaya gelen ve 34 yıl önce bugün, 22 Ağustos 1985’te, 58 yaşında yaşama veda eden Uyar da, ilk şiir denemesinde ilkokul yıllarındadır. O da babasına düşkündür. Şöyle bahseder çocukluğundan: “Hüzünlü bir çocuktum. Nedense hep ağlamaya hazır. Ağabeyim bana sataştıkça annem: ‘Yapma oğlum’ derdi ona, ‘O, içli bir çocuk’”. Daha sonra taşındıkları İstanbul’da o hüzünlü, içsel yanı şiirlerinde birer birer tomurcuklanır. İçselden toplumsala geçti “Yad”, Milli Eğitim Bakanlığı’nın 100 Türk Edebiyatçısı listesinde yer alan, şairin yayımlanan ilk şiiridir. (1947Yedigün) İlk dönem şiirlerinde kişisel yaşantılarının ve çevresinin izdüşümleri üzerinde durur. Sonraları toplum ve törelerle çatışan bireyin sarsıntılarını dile getiren şiirler yazar. İlk şiirlerini hece ölçüsünü önde tutarak kaleme alan Uyar, geleneksel şiir unsurlarından hareketle aşk, ölüm, ayrılık temalarını da yoğun imgelerle işler. Sonraki yapıtlarında toplum, birey ve düzene direnci merkeze alan şair, II. Yeni’nin önde gelen şairlerinden olur. Şiir ve düzyazı ayrımını ortadan kaldıran uzun şiirler yazar, lirik şiirin sınırlarını zorlar. Yapıtlarında Halk şiiri ve Divan şiiri biçimlerinden de yararlanır, “Divan” adlı kitabında gazel tarzını yeni şiire uygulamaya çalışır. Ataç, zarını Uyar için attı! Uyar’ın hece ölçüsüyle yazdığı ve toplumsal konuları işleyen ilk iki kitabı, “... şiire, topluma hizmet ettiği derecede değer veririm” dediği, Anadolu ve köylü sorunlarıyla içeriklenen yanı sıra yalnızlık, mutsuzluk, özlem ve aşk temalarıyla birleşen “Arzı Hal” (1949) ile Nurullah Ataç’ın önsözünü yazdığı “Tür kiyem” (1952) yayımlanır. Ataç, önsözde, Uyar’ın geleceğin önemli şairlerinden biri olacağını şu ifadelerle müjdeler: “(...)Ne olursa olsun, onun için atıyorum zarımı. (...) Bir gün Varlık’ta bir şiirini okudum: ‘Uzak kaderler için’. Ses değişivermişti. Turgut Uyar kendini artık aramıyordu, bulmuştu. O şiiri yazan adamın gönlünde büyük şiirin esmeğe başladığı anlaşılıyordu.” 1959’da Uyar’ın dil, tema, imge, biçim/öz ilişkisi açısından büyük bir değişimi yansıttığı, kentlileştiği; ruhsal karmaşaların ifadesini bulduğu ve bireytoplum ilişkisine yöneldiği ilk İkinci Yeni kitabı “Dünyanın En Güzel Arabistanı” okurla buluşur. Kemal Tahir’den ‘Divan’a övgü Ardından psikolojik içeriği fazlaca yoğunlaştırdığı, Yeditepe Şiir Armağanı’nı kazanan “Tütünler Islak” (1962), politize söylemlerle birlikte kutsal kitaplardan esinli şiir ve gazel nazım biçeminde örneklerin görüldüğü “Her Pazartesi” (1968) gelir. Geleneksel şiirin kalıplarından esinli “Divan” (1970) Kemal Tahir’in övgüsünü alır. Sonra dönemin sınıf mücadelesini yansıtan, halk dilinde yazılı ve karamsar bir dünyanın dışavurduğu “Toplandılar” (1974) yayımlanır. Tomris Uyar’la çevirdikleri, Latin filozof şairi Titus Lucretius Carus’un (M.Ö. 9753) “Evrenin Yapısı” ile 1975 Türk Dil Kurumu Çeviri Ödülü’nü alırlar. İlk “Toplu Şiirler”inin tarihi ise 1981’dir. Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü kazandığı “Kayayı Delen İncir”de (1982) ise söz umuttadır. Sedat Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü’nü kazandığı “Büyük Saat” (1984), “Bir Şiirden” (1984) sonraki yapıtlarıdır. 22 Ağustos 1985’te evinde yaşama veda eden Turgut Uyar’ın ardından oğlu Tunga Uyar şöyle diyecekti: “Sevmek ve içmek, ikisini de sonuna kadar kullandı. Ama sevdiği için değil, içtiği için öldü”. Değerli anısına saygıyla... ‘Kraliçe Lear’ Saraybosna’da alkışlandı Dünya prömiyerini 25. Saraybosna Film Festivali’nin Uluslararası Belgesel Yarışması’nda yapan Kraliçe Lear filminin gösterimi, filmin “yıldızları” Arslanköylü tiyatrocu kadınların katılımıyla önceki gün gerçekleşti. Bitiminin ardından uzun süre alkış alan film, seyircinin film ekibine sorularıyla devam etti. Yönetmenliğini Pelin Esmer’in üstlendiği film, Shakespeare’in “Kral Lear” oyunuyla Mersin’in dağ köylerinde otuz günlük bir turneye çıkan Arslanköylü tiyatrocu kadınların umut dolu hikâyesini konu alıyor. Gösterimden sonra yönetmen Pelin Esmer ve Arslanköylü tiyatrocu kadınlar izleyicilerin sorularını yanıtladı. Arslanköylü kadınlar tiyatroyla birlikte hayatlarının nasıl değiştiğini anlattılar, tiyatronun özgürleştirici etkisine vurgu yaptılar. Saraybosna Film Festivali 22 Ağustos’ta yapılacak kapanış töreniyle sona erecek. Kraliçe Lear, 15 Kasım’da Türkiye’de gösterime girecek. Roth’a onur ödülü Öte yandan festivalde “Saraybosna’nın Kalbi” onur ödülü İngiliz aktör ve yönetmen Tim Roth’a verildi. “Saraybosna’nın Kalbi” onur ödülü bu yıl Roth’un yanı sıra Meksikalı yönetmen Alejandro Gonzalez Inarritu’ya ve Polonyalı yönetmen Pawel Pawlikowski ile Fransız aktris Isabelle Huppert’a verildi. l Kültür Servisi Lear filminin gösterimi, filmin “yıldızları” Arslanköylü tiyatrocu kadınların katılımıyla yapıldı. Mine Sirmen’e veda... Sevgili Mine, Bu dünyadaki yolculuğun sona erdiğinden beri seni konuşuyor, seni düşünüyor, seni özlüyoruz... Benim özel anılar labirentime, sen, 12 Eylül faşist darbesinden de önce girmiştin. Cumhuriyet gazetesinin ünlü yazarı Ali Sirmen’in eşi olduğunu öğrenmemden önceydi... 70’lerdi. Şimdilerde kaybettirilen Milliyet’teydim o zamanlar. Seni önce kaçırılmaması, mutlak izlenmesi gereken sergilerde, tiyatrolarda, konserlerde gördüm. Aynı “dili” konuşan insanların bakışları, gülümsemeleri mutlak karşılaşır, yolları mutlak kesişir... Bizimki de öyle oldu. (Bu etkinliklerin bir çoğunda en yakın arkadaşım, annem eşlik ediyorsa bana; ona gösterdiğin ilgi, özen, sevgi ve saygı beni özellikle etkilerdi. Neyse ki bunu sana ta o zamanlar söylemiş ve teşekkür etmiştim.) Gençtin, güzeldin, akıllıydın. Gözlerinden ışık, yüzünden gülümseme eksik olmazdı. Bütün o etkinliklerde meraklıydın, ilgiliydin. Yorumlayıcı ve değerlendiriciydin. Avukat olduğunu, koca koca şirketlerin avukatlığını üstlendiğini, Ali Sirmen’in eşi olduğunu sonradan öğrendim. Çoktan senli benli olmuştuk. 12 Eylül sonrasında, üzerimizden silindir gibi geçen o baskı ve zulüm günlerinde sevgilin, eşin, oğlun Devrim’in babası Ali de birçok arkadaşımız gibi içerideydi. Ah o Barış Derneği duruşmaları... Her duruşmada sana ve hapisteki arkadaşlarımın tüm eşlerine saygım, sevgim biraz daha çoğalırdı. Hep söylerim: İçeride yatanın dışarıdaki eşi bir Don Kişot’tur! Dışarıdaki eşin işi, içerideki kadar, belki daha da zor, daha da acımasız, daha da meşakkatlidir! İçeride kahramanlık, dışarıda fedakârlık büyür, büyür, büyür... Ha bire zirveye taşınacak bir kayaya dönüşür... Zirveye taşındığı an aşağılara düşecek olan dev bir kaya... Sen içeridekinin sadece eşi değildin, aynı zamanda avukatlığını üstlenmiştin. Ve bütün o süreçteki direncini, ama en çok, en çok dik duruşunu unutamam. Üstelik bütün o zorluklara neşeni, mizah duygunu, şen şakrak öykülerini, o tiz kahkahalarını katarak meydan okurdun! Belki bilerek, belki bilmeyerek o duruşmalarda herkese örnek olurdun! (Şimdi şu satırları yazarken Sevgili Reha ve Ahmet İsvan’ı, Mahmut Dikerdem’i, Hüseyin Baş’ı, Ali Taygun’u, Gülçin Çaylıgil’i düşünmeden edemiyorum ve bu akşam onlara da kadeh kaldıracağımı biliyorum.) Ya bugün? Sevgili Mine, hiçbirimizin aklına gelir miydi o günleri arayacağımız? O duruşmaların en azından kendi içinde bir mantığı olduğunu bilirdik. Askeri mantık, sıkıyönetim mantığı, faşizmin mantığı... Ama yine de kuralları olan bir mantık... Canım Mine, Seni Bebek Camisi’nden uğurlarken, hepimizin sinirleri tahammül sınırını çoktan aşmıştı. Senin için döktüğümüz gözyaşlarına, ülke için döktüğümüz gözyaşları karışıyordu. Sen olsan kızardın! Kendinize gelin, direnin, dik durun derdin! Tıpkı Gezi Direnişi’nde olduğu gibi herkesi, o dinmek bilmeyen dinamizminle coştururdun. Ah o Gezi olaylarındaki karşılaşmalarımızı nasıl unuturum ki! Taksim’in orta yerinde halay çekişimizi, avukatlar protestosunu, şiirler okuyuşumuzu... Sonra “Kadın Bilinçlenmesi” toplantılarımızı... Camiye gelmeden önce yaşadık kayyım olayını. Seçime girmelerinde hiçbir sakınca görülmeyen belediye başkanları, seçimi kaybetselerdi, sorun yoktu! Seçimi kazandıkları için görevden alındılar! Yerlerine kayyım atandı. 29 ilde 418 kişi gözaltına alındı. Camiye gelmeden önce öğrendik, Evrensel gazetesi yazarı, eleştirmen Ayşegül Tözeren’in gece sabaha karşı ev baskınıyla gözaltına alınıp avukatlarıyla dahi görüştürülmediğini... Böylelikle günlerdir yanan İzmir dağlarına, Karabağlar, Seferihisar, Menderes ilçelerindeki yangınlara, yüreğimizdeki yangınlar da eklendi... Ama sevgili Mine, işte şuraya yazıyorum: Sevgili, güzel arkadaşım sana söz veriyorum: Rahat uyu, İzmir’in dağlarında da, Türkiye’nin her köşesindeki dağlarında da çiçekler yine açacak! Ahmet Kenan Bilgiç’ten yeni tekli Türkiye’nin köklü progresif rock grubu Gevende’nin solistlerinden olan ve yaptığı film müzikleri ile tanınan prodüktör, besteci, gitarist Ahmet Kenan Bilgiç’in yeni teklisi “Şey Şey Şey”, LU Records etiketiyle yarın yayımlanıyor. Bilgiç, yeni teklisinde ukulelesiyle folk, reggae, manouche, swing gibi farklı müzik tarzlarıyla bir araya geliyor. Teklide, Bilgiç’e Kardeş Türküler’den Feryal Öney, oyuncu Şebnem Hassanisoughi, Jakuzi’den Kutay Soyocak, Ekin Beril, Güler Tuncer, Burak Ekinil ve Caner Anar eşlik ediyor. Parçanın ana dokusunu oluşturan gitarlarsa Bilal Karaman’a ait. l Kültür Servisi Lambaoğlu’ndan ‘Aman Avcı’ yorumu Söz yazarı ve yorumcu Şenay Lambaoğlu, bir Azerbaycan türküsü olan “Aman Avcı”yı yeniden yorumladı. Şarkının düzenlemesini ise Tolga Görsev yaptı. Can Yücel’den Nâzım Hikmet’e, Ömer Hayyam’dan Füruğ Ferruhzad’a önemli ozanların eserleri de dahil olmak üzere top lamda 4 albüm yayımlayan Lambaoğlu, şarkı için bir de klip çekti. Klibin yönetmenliğini ise Ahsen Eser üstlendi. l Kültür Servisi İngiliz DJ Nick Warren İstanbul’da İstanbul Bomonti’de, 23 Ağustos’ta Now Bomonti Plaza’nın bahçesinde düzenlenecek “Garden Party”de elektronik müziğin önemli isimlerinden İngiliz DJ Nick Warren sahnede olacak. Gecede ayrıca Voxmeg, Timur Çelikyay ve Özgür Özkan da Warren’a eşlik edecek. l Kültür Servisi
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle