19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KÜLTÜR EDİTÖR: ORHUN ATMIŞ TASARIM: İLKNUR FİLİZ 1315 HAZİRAN 2019 CUMARTESİ ‘Bohemian Rhapsody’nin ardından yeni bir müzikal biyografi var salonlarda Tüm İhtiyacın Sevgi* Dünyanın en ünlü ve en zengin müzisyenlerinden Elton John’un hayat öyküsünü anlatan ‘Rocketman’ vizyona girdi. Sanatçının bir roket misali yükselen kariyerini yine onun şarkıları eşliğinde anlatan film, ünlü şarkıcının özel hayatında yaşadığı derin problemlere odaklanıyor. Geçen yıl gişede büyük sükse yapan müzik biyografisi “Bohemian Rahpsody”nin sürekli yenilik peşindeki sektörde yaptığı etki ağızları bir hayli sulandırmış olmalı ki hemen bir yenisi geldi bu yıl: “Rocketman”. Yine Britanyalı ve yine eşcinsel bir müzisyenin, üstelik yine büyük ölçüde 70’li yıllara odaklanan öyküsünü anlatan filmin başkahramanı, anne babasının verdiği adıyla Reginald Kenneth Dwight, kendi kendine verdiği adıyla Elton Hercules John. Bugün “Sir” unvanıyla anılan Elton John’un hayat öyküsünü beyazperdeye aktaran isimse geçen yıl Freddie Mercury’nin hayatını anlatan “Bohemian Rhapsody”nin iki yönetmeninden biri olan (ilk yönetmen Bryan Singer kovulunca işi bitirmek ona kalmıştı hatırlarsanız) Dexter Fletcher. En azından başından sonuna kadar işin başında durduğu için bile Fletcher’ın, “Bohemian Rhapsody”den daha başarılı, daha bütünlüklü bir film kotardığına inananların sayısı az değil. Haksız değiller. Taupin ile ilişkisi... 80’li yılların bir yerinde ciddi bir bağımlılık sorunuyla kendini bir “adsız alkolikler” toplantısına atan Elton John’un çocukluğuna dönen ve zamanda ileri geri sıçramalarla hem bu bağımlılık meselesinin (ki sadece alkol değil, uyuşturucu, seks, alışveriş, vb.) kökleri ne inen hem de Elton John’un müzik kariyerini ele alan film özellikle de onun en sevilen şarkılarının hemen hepsinin sözlerini yazan Bernie Taupin ile ilişkisine odaklanıyor, biraz da kaçınılmaz olarak. Yer yer bir “jukebox musical” (zaten var olan şarkılarla oluşturulan müzikaller, örneğin “Mamma Mia” bu sınıfa giriyor) havası taşıyan film bazı kilit sahnelerinde hikâyenin gidişatını Elton John’un şarkılarıyla etkili bir şekilde anlatırken (örneğin başlarda küçük Reggie’nin bir türlü giderilmeyen sevgi açlığının anlatıldığı bölümde söylenen “I Want Love”) bazı yerlerde biraz zorlama kaçıyor açıkçası. Üstelik bu şarkı sözlerinin Elton John tarafından değil de Bernie Taupin tarafından yazıldığı dü FİLMİN NOTU: 6/10 şünülürse doğrudan Elton John’un duygularına tercüman olduğuna da ikna olmakta zorlandığımı belirtmeliyim. Yine de John ve Taupin’in yarı düşsel bir düete kalkıştıkları “Goodbye Yellow Brick Road” parçası (her ne kadar Taupin bu şarkıyı başka bir bağlamda yazdığını söylemiş olsa da) ilginç bir şekilde konuya iyi oturuyor. Bağımlılıklar... İlk büyük aşkı ve sonradan menajeri olan John Reid’in (“Game of Thrones”un Robb Stark’ı olarak tanıdığımız Richard Madden oynuyor kendisini) “kötü adam” olarak Elton John’da belki babasından bile daha büyük hasar yarattığını gördüğümüz filmin temel tezi aşk/sevgi arayışındaki Elton’ın hayatının büyük bölümünde bir türlü bu yoksunluğu gideremediği ve bunun da türlü bağımlılıklar ve aşırılıklar şeklinde tezahür ettiği yönünde. Tabii yerseniz. Bunun yanlış olduğunu ya da inandırıcı olmadığını söylemiyorum, doğrudur, bu sevgi eksik liği türlü problemlere yol açar elbette ama bundan dört başı mamur bir opera çıkarmak (ya da bu vakada bir müzikal) ne kadar hakkaniyetli, orada kuşkularım var. İşin doğrusu, hele ki çocukları kucağa almanın adı sanı bilinmiş pedagoglarca bile yanlış sayıldığı bir çağda babası tarafından istediği sevgiyi göremeyen, onu geçin fena halde şiddet gören, tacize uğrayan, zorla çalıştırılan milyonlarca çocuğun kaybolup gittiği düşünülürse Elton John’un geldiği noktayı (hatta hayatının bir bölümünü bile) “trajik” olarak adlandırmak ne derece doğru, tartışılır, tartışılmalı da belki. Tatmin edici oyunculuk Tüm bunları söylemekle beraber, filmin kimi anakronik kaymalarını da görmezden gelerek (Taupin ile birlikte ilk kez plak yapımcısı Dick James’e çaldıkları parçalar arasında 1984 tarihli “Breaking Hearts”ta yer alan “Sad Songs”un da olması çok inandırıcı olmasa gerek herhalde, değil mi?) şunu belirtelim, başroldeki Taron Egerton ile Taupin rolündeki Jamie Bell’in oyunculukları gayet tatmin edici ve en azından Oscar adaylığına gidecek bir seviyede (hele geçen yılki Rami Malek’ten sonra). Fletcher’ın belli sahnelerdeki reji başarısı da (Trubadour sahnesi örneğin) takdire değer ama böylesi filmler söz konusu olduğunda sık sık karşılaştırma yapma durumunda kaldığımız “Almost Famous” seviyesinin çok çok altında bir film “Rocketman”. Sahi Cameron Crowe artık TV’yi falan bıraksa da (gerçi “Roadies” candır, o da ayrı) yeniden sahalara dönse ve sağlam bir müzik biyografisi nasıl olur, gösterse. Hem “Almost Famous”ta hem de “Rocketman”de yer alan “Tiny Dancer” sahnelerinin karşılaştırılmaları bile yeter aslında ne dediğimi anlatmak için. İtirazı olan? *Başlıkta yer alan “All You Need Is Love”ın aslında bir John Lennon şarkısı olması da filmin gerçeğe çok oturmayan noktalarından birine gönderme yapıyor. Filmi izleyince anlayacaksınız. Çocuklar için anlamlı konser Sivil toplum kuruluşu Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı (TEGV), 12 Haziran Çarşamba gecesi Volkswagen Arena’da imkânı kısıtlı 4 bin 500 çocuğun nitelikli eğitimine destek sağlamak amacıyla özel bir konsere ev sahipliği yaptı. Ajda Pekkan, Kenan Doğulu, Fahir Atakoğlu ve Tuluğ Tırpan’ın sahne aldığı “Bir Haziran Gecesi Rüyası” isimli gecenin organizasyonunu Nice Garcia yaparken, sunuculuğunu Ezgi Mola ve Cem Davran üstlendi. l Kültür Servisi Sanatçılardan umut şarkısı Sanatçılar, “Giderler” isimli sözleriyle dikkat çeken bir şarkı yayımladı. Hüsnü Arkan tarafından, “Dostlarımızla umudumuzu tazeleyecek yeni bir şarkı yaptık” sözleriyle sosyal medyadan paylaşılan şarkıda Erdal Güney, Burhan Şeşen, Hüseyin Turan, Ezgi Aktan gibi birçok ünlü isim yer aldı. Şarkıda, “Burası çiçek çarşısı, Hükümetin tam karşısı, alıp satanlar gelirler giderler, Beyler misafir, giderler” gibi ifadelerin olması dikkat çekti. l Kültür Servisi Metin Akpınar’la söyleşi Kadıköy Belediye Akpınar si Haldun Taner Müze Evi, bu gün saat 19.00’da tiyatronun ve Yeşilçam’ın duayen ismi Metin Akpınar’ı konuk ediyor. Katılımın ücretsiz olduğu söyleşi “Haldun Taner ve Kabare” üzerine yapıla cak. Adres: Fenerbahçe Mah. Dr. Faruk Ayanoğlu Cad. No: 10, Kadı köy, İstanbul. l Kültür Servisi İstanbul Devlet Opera ve Balesi, “Üç Silahşor” balesi ile 58. Uluslararası Bursa Festivali’nde perde açıyor. 18 Haziran akşamı saat 21.15’te Merinos AKKM / Osmangazi Salonu’nda Bursalı sanatseverlerle buluşacak “Üç Silahşor”; Athos, Porthos, Aramis, d’Artagnan isimli dört gözü pek şövalyenin maceralarını anlatıyor. Eserin senaryo ve koreografisi, 4. Donizetti Klasik Müzik Ödülleri’nde Yılın Bale Dans Koreografı ve Yılın Bale Dans Yapımı ödülünü almış Armağan Davran ve Volkan Ersoy’a ait. Eserin müzik düzenlemesi ise Bujor Hoinic tarafından yapıldı. l Kültür Servisi ‘Üç Silahşor’ Bursa’da Nâzım’ın ellerinin izinde... Yapı Kredi’nin kuruluşunun 75. yılı dolayısıyla Yapı Kredi Kültür Sanat tarafından düzenlenen “Nâzım Hikmet’in Ellerinin İzinde” sergisi, 14 Haziran 23 Ağustos tarihleri arasında Yapı Kredi bomontiada ALT’ta izleyicilerle buluşuyor. Küratörlüğünü M. Melih Güneş’in, tasarımını Aykut Genç’in yaptığı sergi, Nâzım Hikmet’in doğumunun 117. yıldönümü için bir kutlama niteliği de taşıyor. Kendi daktilosu... Sergi, ölümsüz şairin sağlığında 40’a yakın dilde yayımlanmış, Brezilya’dan Japonya’ya, Sovyetler Birliği’nden Amerika Birleşik Devletleri’ne kadar dünyanın pek çok ülkesinden bir araya getirilmiş kitapları içeriyor. İtalya’da yayımlanan bir kitap için Abidin Dino’nun yaptığı illüstrasyonlar ve Ara Güler’in şairin Moskova’daki çalış ma odasında çektiği imzalı fotoğraflar da İstanbul’da ilk kez sergileniyor. Nâzım Hikmet’in Moskova’daki evinden, 55 yıldır korunan çalışma odasından getirilen kendi kitapları ve daktilosu, serginin en önemli parçaları arasında yer alıyor. M. Melih Güneş’in, geri gitme mek üzere Türkiye’ye getirdiği bu kitaplar, edebi değerleri nedeniyle, şairin geride bıraktığı mirasının en önemli parçalarını oluşturuyor. Kitaplar içinde Nâzım Hikmet’in bilinmeyen, Türkiye’deki külliyatında bulunmayan pek çok eseri de yer alıyor. l Kültür Servisi Bomontiada’da ilk film, ödüllü ‘Arakçılar’ Turkcell’in dijital televizyon platformu TV+’nın sponsorluğunda Yapı Kredi bomontiada’da düzenlenen Açık Havada Başka Sinema Günleri, önceki akşam Altın Palmiye ödüllü “Shoplifters (Arakçılar)” filmiyle başladı. 18 Eylül’e kadar çarşamba geceleri yapılacak gösterimlerde ödüllü 14 film ücretsiz olarak sinemaseverlere sunulacak. Bu yıl üçüncü kez düzenlenen festival de “Hayal Ortağım” uygulamasının sunduğu sesli betimleme teknolojisi ile görme engelliler de açık havada film izleyebiliyor. Uygulama filmin hangi noktasında açılırsa açılsın, ortam sesinden filmi tanıyor, dakikayı tespit ederek sesli betimlemeyle görme engellilere filmdeki tüm görsel detayları anlatmaya başlıyor. Gelecek hafta da “Kefernahum” gösterilecek. l Kültür Servisi Bir yaşama kültürünün çocukları960’lı yıllarda Anadolu’nun umudu ço ğalmıştı ama dünyayı, ülkeyi yöne 1tenler gelecekten korkuyordu. Ta rih boyunca insanlığın tepesine çullanan imparatorlukların o dönemki temsilcisinin Afrika’dan, Latin Amerika’dan, Güneydoğu Asya’dan yediği tokatlara bir yenisi ekleniyordu çünkü. ABD emperyalizmi, Anadolu’nun, Ana, Bitmeyen Kavga, Demir Ökçe, Durgun Don, Fırtına, Ve Çeliğe Su Verildi gibi romanlarla beslenen, Felsefenin Temel İlkeleri, Ekonomi Politik, Sosyalizmin Alfabesi, Faşizme Karşı Birleşik Cephe ne demek öğrenen bir gençliğin geleceğine sahip çıkmasından elbette korkacaktı. “Bunlar Moskof ajanıdır, vatan hainidir, ana bacı bilmezler, şapka asarlar, dinsiz, imansızdır...” biçimindeki saldırı amansızlaştırılsa da sökmemişti. Yanıtımız hazırdı: “Go home Yanki... Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ...” Soğuk Savaş, Marshall Planı, NATO, barış gönüllüleri, yeşil kuşak, üsler, yardımlar, işbirlikçiler yetmemişti ki gündeme yeni tasarılar sürüldü. Bölündük, vurulduk Bilinen bir planı hayata geçirdiler: Böl ve yönet! Bölündük, siyasal iktidarı hayal bile edemeyen gruplarımızda sürdürdük savaşımımızı. İkinci plan, baskı yasalarının yetmediği zamanlarda devreye konulurdu, Hitler başarmıştı bunu SS’leriyle. Hep işbirliği yaptıkları ırkçı ve dinci bağnazlığı, kurslarda ve kamplarda yetiştirdikleri saldırgan milisleri harekete geçirdiler. Canevimizden vurdular... “Gün doğdu hep uyandık... Al kanlara boyandık...” Yetmedi: Ardı ardına yaşadığımız ve ikincisi çok güçlü olan kırılmalarla, 12 Mart ve 12 Eylül darbeleriyle boyun eğdirmeye çalıştılar. İlkinin hasarlarını onardık denilebilir. Deniz gibi bir destan kahramanı eklenmişti yaşamımıza. Öncenin mirasını devralmayı, sesimizi daha büyük çığlıklara dönüştürmeyi başarmıştık. Üstesinden gelebilirdik saldırıların. Ama darmadağınık olmuştuk, “ideolojik ayrılıklar” en amansız düşmanımız olmuştu. Ortalık toz dumandı...  12 Eylül Emperyalizm ve işbirlikçileri insanı insanlıktan çıkarmaya çalışan 12 Eylül politikalarıyla kendisinden, çağından, insandan sorumlu olarak yaşamak isteyenlerin olmadığı bir düzen ve kültür dayattılar. Bu düzenin gerçekleşmesi için, çağın en güçlü silahı medya araçlarıyla amansız saldırdılar. Savurdular, dağıttılar, işbirlikçiler yarattılar. Aydın yaratmada ve aydın katletmede ünlü olan coğrafyamız, aydın çürümesi ve aydın köleleşmesi konusunda ün yapmaya başladı. Sıralandı idamlar, işkenceler, cezaevleri... Kahrolsun emperyalizm, kahrolsun faşizm, tam bağımsız gerçekten demokratik Türkiye, faşizme karşı omuz omuza gibi sloganlarla büyüyüp güçlenen, çelikleşen sevdamız, Atlantik ötesindeki imparatorluğun projelerini hayata geçiren işbirlikçiler aracılığıyla kıskaç altına alındı, kuşatıldı, ezildi. “Gergedanlar ezdi gelincikleri” dedi Metin Demirtaş. Anladık ki sesimiz cılızlaşmış, omzumuz daralmıştı. Anadolu bir kez daha yenildi... Bir süre sonra dünya çapında süren aynı saldırısıyla emperyalizm, insanlığın bir umudu olan Sovyet sistemini de çökertti. Spartaküs, Şeyh Bedreddin, Komüncüler gibi yenildi insanlık bir daha... Hiçbir şey birdenbire olmadı Direnişin görkemlisini gerçekleştiren kurumlarıyla birlikte etkisiz kılınan bir atılım, doğal olarak yaralarını onaracak, şoku atlatacak, iyileşecek, kendine gelecek ve yeni durumun ışığında üzerine düşen görev ve sorumlulukları yerine getirmeye çalışacaktı; doğrusu böyle olmalıydı, oldu. Hiçbir şey gökten zembille inmezdi... Bir yaşama kültürünün çocuklarının yarattığı “Gezi” birdenbire olmamış, kendiliğinden doğmamıştı... Trash metalin dev ismi Overkill geliyor Thrash metalin önemli isimlerinden Overkill, 26 Eylül Perşembe akşamı Küçükçiftlik Park’ta, 28 Eylül Cumartesi akşamı da Ankara’da Milyon Performance Hall’da sahne almak üzere Türkiye’ye geliyor. Temelleri 1980 yılına dayanan ve isimlerini Motörhead’in “OverKill” parçasından alan New Jersey’li grup 1985 yılında yayımladıkları “Feel The Fire” ve sonrasında peş peşe çıkardıkları “Taking Over” ve “Under The Influence” albümleri ile dünya çapında ün kazandı. 1989 tarihli “Years of Decay” ve sonrasında 1991 tarihli “Horrorscope” albümleriyle büyük başarı elde ettiler. 34 yıllık kariyerine 19 albüm sığdıran grup, ilki 20 yıl önce olmak üzere, Türkiye’ye 5 kere geldi. l Kültür Servisi
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle