28 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 12 HAZİRAN 2019 ÇARŞAMBA [email protected] TASARIM: EMİNE BİLGET olaylar ve görüşler Johnson Mektubu’ndan bugüne ABD ile yaşanan gerilim Prof. Dr. Hakkı Uyar 9 Eylül Üniversitesi TürkAmerikan ilişkileri İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda Batı dünyasının liderliğinin İngiltere’den ABD’ye geçtiği ve Türkiye’ye yönelik Sovyet tehdidinin çıktığı ortamda şekillendi. Başlangıçta TürkAmerikan ilişkilerinin romantik bir temelde olduğunu, 19451964 arasındaki romantik dönemin 1964’te Johnson Mektubu ile gerçekçi bir temele oturmaya başladığını söylemek gerekir. Türkiye, ABD’ye sadık müttefik olduğunu 1950’de Kore’ye 4500 kişilik bir tugay göndererek kanıtlamıştı. Bunun ikinci bir örneğini de Ekim 1962’de patlak veren Küba krizinde gösterdi. ABDSSCB çatışmasında nükleer tehdide rağmen ABD’nin yanında yer aldı. Türkiye, 1950 ve 1962’de iki kez çok açık bir şekilde ABD’nin yanında yer alırken 1964’te Kıbrıs meselesinde ABD’den umduğu desteği bulmak bir yana yalnız bırakılıp üstelik tehdit de edilince hayal kırıklığı yaşayacaktır. Türkiye’nin ABD’nin stratejik ortağı olduğu ve ilişkilerin romantik temelde yürüdüğü düşüncesinden kurtulmasını yine sağlayan İnönü olacaktır. Türkiye, ABD’nin İngiltere ve İsrail’den başka stratejik ortağı olmadığını geç de olsa anlayacaktır. TürkABD ilişkilerinde ‘yalancı bahar’ 1960’lı yıllara gelmeden önce NATO’ya yeni girilen ve Kore Savaşı’nın sıcaklığının sürdüğü, ABD ile ilişkilerin romantik temelde yürüdüğü 1950’lerin ilk yarısında Celal İnce’nin bir şarkısına bakmak dönemin ruhunu, havasını bize iyi yansıtır. “Dostluk Şarkısı” (The Song of Friendship) adlı propaganda plağı,“Amerika’nın Sesi” radyosu için Amerika’da kaydedilmişti. Plağın on bin “Türkiye, egemen bir güç olarak kendi savunma ihtiyaçlarını karşılamak ve bunu bağımsızlık ilkeleri çerçevesinde yürütmek zorundadır. Ancak ABD’ye ba ğımlı olmaktan çıkıp Rusya’ya bağımlı olmanın bir anlamı da yoktur.” lerce kopyası TürkAmerikan dostluğunun bir sembolü olarak Türkiye’nin hemen her yerinde bedava dağıtıldı. Plağın ön yüzünde “Göklere yükselen New York” ve “Efsane şehir İstanbul” görüntüleri vardı. Plağın arka yüzünde ise Türk ve Amerikan liderlerinin (Franklin Roosevelt, Thomas Jefferson, George Washington, Patrick Henry, Namık Kemal, Mustafa Kemal Atatürk ve Ziya Gökalp) özgürlük temalı sözleri yer almaktaydı. Amerika, Amerika, Türkler dünya durdukça, Beraberdir seninle, Hürriyet savaşında. Bu bir dostluk şarkısıdır, Kardeşliğin yankısıdır, Kore’de olduk kan kardeşi, Sönmez bu dostluğun ateşi. Azmimizdir hür yaşamak, Dünyada sulhu sağlamak, Dalgalanır hep bu uğurda, İstiklal aşkı ruhumuzda. Amerika, Amerika, Türkler dünya durdukça, Beraberdir seninle, Hürriyet savaşında. Senin New York’un, Yükse lir göklere, Senin İstanbul’un, Destandır dillere, Amerika, Amerika, Türkler dünya durdukça, Beraberdir seninle, Hürriyet savaşında. Ankara ile Washington, İzmir’in ile San Francisco’n, Benzer derler birbirine, Doyulmaz güzelliklerine. O muhteşem beldelerin, Pınarların nehirlerin, Ünlü şelalen Niyagara, Haykırır gücünü dünyaya. Amerika, Amerika, Türkler dünya durdukça, Beraberdir seninle, Hürriyet savaşında. Senin New York’un, Yükselir göklere, Senin İstanbul’un, Destandır dillere. Amerika Amerika, Türkler dünya durdukça, Beraberdir seninle, Hürriyet savaşında. İlk eleştiri ve ünlü mektup 1962 yılının ağustos ayı sonlarında ABD Başkan Yar dımcısı Lyndan Johnson Türkiye’ye geldi. Gürsel ve İnönü ile görüştü. Yapılan görüşmelerden sonra Johnson, Ankara’dan İzmir’e gitti. Yanında eşi ve kızı da vardı. Kendisini karşılayanlar uçaktan inerken “Yellow Rose of Texas” şarkısını söylediler. Malum Johnson Teksaslı idi ve ona bir kovboy şarkısı çalınmıştı. Ancak ABD ile ilişkilerde sorunların ortaya çıkması gecikmeyecektir. Bunun en belirgin örneği, aradan iki yıl geçmeden kendini gösterecektir. Kıbrıs sorunu nedeniyle aynı Johnson, ünlü mektubunu gönderecektir. İnönü, Nisan 1964’te Time dergisine bir demeç verdi. Bu demeci, Batı ittifakına yönelik ilk açık eleştirisiydi. Ayrıca bir özeleştiri niteliği de taşıyordu. İnönü, Türkiye’nin ABD ile ilişkilerinde büyük sorunlar karşısında “Kader birliği” içerisinde olduğunu, Kıbrıs konusunda sadece şikâyet ettiklerini söyledi. ABD’nin “sesini yükselterek” Yunanistan’ın ve Rumların hukuka ve insanlığa aykı rı olduğu kadar, NATO ittifakına da aykırı olan tutumlarına tepki göstermesini istedi. İnönü, ABD’ye olan inancının sarsıldığını açık bir şekilde ortaya koydu: “İttifak içinde mesuliyeti olan Amerika’nın önderliğine inanıyordum, bunun cezasını görüyorum demektir.” İnönü, kendine yönelik bu özeleştiriyi yaparken, ABD ve İngiltere’nin Kıbrıs meselesindeki tutumuna da tepkiliydi. ABD başta olmak üzere NATO ülkelerine de meydan okumaktaydı: “Müttefiklerimiz ittifakın (NATO) dağılması için çalışmakta olan uzak devletlerle yarış etmektedirler. Bu ittifak bozulmasın diye sonuna kadar sabrediyoruz. Müttefiklerimiz bu ittifakı dağıtma gayretlerinde muvaffak olurlarsa yeni şartlarda yeni bir dünya kurulur. Türkiye de bu dünyada yerini bulur.” İnönü’nün özelde ABD’ye ve genelde NATO’ya meydan okuması, hem zayıf koalisyon hükümetinin kısa bir süre sonra dağılacağının ve ama ondan önce de ünlü Johnson mektubunun habercisi gibiydi. Bu süreçte ABD ile ilişkiler bozulma eğilimine girerken, SSCB ile ilişkilerde belli bir yumuşama görülmeye başladı. Türkiye, SSBC’nin Kıbrıs’ta Makarios’tan yana değil, görece tarafsız bir politika izlemesini istiyordu. SSCB ise, Türkiye’nin ekonomik kalkınma projeleri için kredi vermeyi önermekteydi. Böylece Stalin döneminde bozulan ve gerilen ilişkileri kısmen de olsa yumuşatmanın peşindeydi. Kıbrıs meselesi ve İnönü’nün tavrı Kıbrıs meselesindeki gelişmeler konusunda TBMM’de de bir konuşma yapan İnönü, Makarios’tan “Arşövek” diye söz etti. Arşövek, başpapaz, başpiskopos anlamına geliyordu. Dolayısıyla İnönü, Makarios’u Kıbrıs Cumhurbaşkanı olarak tanımadığı nı ima ediyordu. Aynı günlerde Kıbrıs’ta Türkler de örgütlenmeye ve direnmeye başlamıştı. Çatışmalar karşılıklı bir hal almıştı. Basında “mücahitlerin” direnişleri geniş bir yer bulmaktaydı. İnönü de, Meclis’teki konuşmasında Kıbrıs’ın milli bir dava haline geldiğini belirtiyordu: “Bizim bildiğimiz bir şey var, onu Türk Milleti’ne açıkça söylemek isteriz: Kıbrıs davası millet için her evi, her insanı her gün meşgul eden acı olduğu kadar aziz bir dava olmuştur. Haklıyız, bu davayı haklı bir neticeye vardırmak için kararlıyız. Bu uzun sürecektir. Milletten çok fedakârlık isteyecektir. Milletimiz bu fedakârlığı yapmak için kararlıdır.” ABD’nin Kıbrıs politikası Türkiye açısından tam anlamıyla bir hayal kırıklığı idi. Ancak neticede Türkiye, daha gerçekçi bir dış politikaya yöneldi, politikasını revize etti. İnönü’nün izlediği hükümet politikalarını Demirel de benimseyerek bunları devlet politikası haline getirdi. Bunlar Türkiye’nin hem daha dengeli bir dış politika izlemesine hem de sanayileşmesine imkân sağladı. İzlenen gerçekçi denge siyaseti Türk dış politikasının temel dayanak noktalarından biridir. FETÖ, PKK gibi konuların yanı sıra F35 ve S400 konuları da Türkiye açısından ciddi riskler taşımaktadır. Türkiye, egemen bir güç olarak kendi savunma ihtiyaçlarını karşılamak ve bunu bağımsızlık ilkeleri çerçevesinde yürütmek zorundadır. Savunma kaynaklarını çeşitlendirmek bir gerekliliktir. ABD’ye bağımlı olmaktan çıkıp Rusya’ya bağımlı olmanın bir anlamı da yoktur. Türkiye orta ve uzun vadede kendi savunma ihtiyaçlarını karşılayabilir noktaya gelmelidir. Bunun temel yolu da demokrasiden ayrılmadan ulusal bütünlüğü korumak ve ekonomik olarak dışa bağımlılıktan kurtulmaktan geçmektedir. Onurlu ve güvenceli yaşam 23 Haziran’da yapılacak seçim, ortadan kaldırılmak istenen laik demokratik hukuk devleti ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kırılma noktasıdır. 23 Haziran’da yapılacak seçim, laik demokrasiye inanların başarılı olması ve yerel yönetimlerde iktidar olması ülkemizin geleceği için bir zorunluluktur. Cezmi Doğaner Avrupa Sosyal Demokrat Hareketi Başkanı Ülkemizdeki siyasal iktidarların sürekli bizleri yönetmeye alışkın olmaları, önemli ölçüde hukuku ve adaleti yok eden karar ve eylemlerinin sonucu yarattığı korku duygusunun toplumsallaşması sürecini yaşamaya başladık.  Topluma korku salanlara açık yüreklilikle sesleniyoruzsesleneceğiz: Ey korkusuz korkaklar, sizlerden korkmuyoruz. Ülke çıkarlarını kendi kişisel çıkarlarınız uğruna hiçe saymanızın sonu gelmiştir. Ülkeyi kirli ellerinizden kurtaracağız, sizlerden korkmuyoruz, diye suratlarına haykıracağız. Yüreğimize yürek katın. Korkuyu yenecek ve korkudan kork mayan toplumun sürekliliğini sağlayacak düşünce, inançla yolumuza ve mücadelemize devam edeceğiz. 23 Haziran’da yenilenecek İstanbul Büyükşehir Belediye seçimi, Türkiye’nin iç ve dış politikada olsun, ekonomik, siyasal ve sosyal anlamda yaşamsal sorunlarla karşı karşıya olduğu bir ortamda seçim yapılacaktır. 23 Haziran’da yapılacak seçim, ortadan kaldırılmak istenen laik demokratik hukuk devleti ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kırılma noktasıdır. 23 Haziran’da yapılacak seçim de, laik demokrasiye inanların başarılı olması ve yerel yönetimlerde iktidar olması ülkemizin geleceği için bir zorunluluktur. Tarihsel sorumluluk Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran CHP’nin, kurduğu Cumhuriyet’e karşı sorumluluğu var. Bugün bu sorumluluğu, her zamankinden daha çok öne çıkmış ve önem kazanmıştır. Aksi halde, Cumhuriyetin laik demokratik hukuk devleti yapısı yok olmaktadır. Erdoğan, Cumhuriyetin yapılanma ve işleyişini değiştiriyor. Devleti, din kurallarına göre yeniden inşa ediyor. Bu bağlamda 23 Haziran’da yapılacak yerel seçim, Türkiye’nin geleceği için yaşamsal önemdedir. Sosyal demokratlar için yerel yönetimlerin görevi yalnızca bina, imar vb. fiziki yapı projelerinden ibaret değildir. Kültürel ve sosyal politikaların geliştirilmesi de yerel yönetimlerin görevleri arasındadır. Aynı şekilde sosyal demokratlar, yerel yönetimlerin gelişmesini demokrasinin katılımcılığının artırılması ve doğrudan demokrasiye doğru geliştirilmesi olarak görmektedirler.  Gerçekten de demokrasinin yaşam biçimine dönüşmesinde yerel yönetimlerin rolü son derece önemlidir. Çünkü demokrasi kültürünün ve geleneklerinin yerleşmesi en küçük yerleşim biriminden başlayarak her aşamada katılımın sağlanmasıyla olanaklıdır. Bu anlamda sosyal demokratlar, yerel yönetimleri ‘demokrasi okulu’ ya da ‘de mokrasinin beşiği’ olarak görmektedirler.  Yerel Yönetimlerin başlangıcı Avrupa’da yerel yönetimlerinbelediyelerinkuruluşları 1860’lı yıllarda başlar. İkinci Dünya Savaşı’nda Hitler faşizminin yerle bir ettiği Avrupa ülkelerinde Sosyal Demokrat partiler önce yerel yönetimlerde sonra, sonra Ulusal Parlemento seçimlerinde seçimleri kazanarak iktidar oldular. Avrupa’yı yeniden kurdular ve inşa ettiler. Avrupa huzur, güven ve mutluluk içinde yaşayan insanların barış adası sosyal demokrat iktidarlar tarafından kuruldu. Demokrasi ve sosyal hukuk devletini kurdular. Halkı yokluk, yoksulluktan kurtardılar, iş sahibi yaptılar. Sanayileşmeyi ve ekonomik kalkınmayı gerçekleştirdiler. Bu durum başta CHP ve laik demokrasiye inanlar için büyük bir fırsat yaratıyor. Dünya’da ve Türkiye’de onurlu ve güvenceli bir yaşam için demokrasi güçleri başarılı olmalı, sayın Ekrem İmamoğlu tekrar İstanbul Belediye seçimini kazanmalıdır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle