18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 25 mart 2019 pazARTESİ [email protected] TASARIM: EMİNE BİLGET olaylar ve görüşler S400,bir askeri alımdan fazlası R. Onur Erim & WalId Mohammed / Dragoman Strateji Modern askeri literatürde iki önemli doktrin vardır ve bunlar ülkelerin bağımsızlık ve egemenliklerini korumak için olmazsa olmaz parametreleridir. Zira modern savaş stratejilerinde, bir ülke veya bölgeye müdahale etmeden önce o bölgenin hava sahasını kontrol altında almak şarttır. Yakın tarihte Körfez Savaşları bunun en bariz örneklerindendir. Bu doktrinlerden biri hava üstünlüğü (airsuperiority) ve diğeri de hava egemenliğidir (airdominance). Hava üstünlüğü, kendi hava sahasını bir yabancı uçak tarafından ihlal edildiğinde, kendi savaş uçaklarını yollayarak gerek uyarı gerekse it dalaşına girerek istenmeyen uçağı bölgeden uzaklaştırmayı başarmak veya imha ederek kendi hava sahasında taktik üstünlüğü elde etmek demektir. Hava egemenliği ise bir ülkenin daha stratejik bir düzeyde, kendi hava sahası içerisinde herhangi bir istenmeyen uçan cismi etkisiz hale getirme yeteneğine denir. Bu bir uçak olabileceği gibi, düşman İHA, SİHA veya düşman tarafından fırlatılan havadankaraya ya da karadankaraya füze de olabilmektedir. Türkiye bölgede hava üstünlüğü konusunda şimdilik güçlü olsa da dışarıdan fırlatılan bir füze saldırısına karşı bölgede en zayıf durumdadır. Devlet, bu acil ihtiyaç doğrultusunda, 2017’de Rusya’dan piyasa da bulunan en etkin uzun menzilli hava ve füze savunma sistemlerini almak için el sıkışmıştır. Savunma Sanayii yetkilileri, S400’lerin 2019 da geleceğini ve Kasım ayında operasyona başlayacak ilk iki sistemde Türkiye’nin dost/düşman tanıma yazılımlarının entegre edileceğini ve sistemlerin Türkiye’nin ihtiyaçlarını karşılayacağını belirtmektedir. Bu sistemler, Türkiye’ye bölgede ciddi derecede stratejik üstünlük kazandıracaktır. Ancak, Türkiye’nin bu hamlesine şiddetle karşı çıkan devlet, ABD’dir. NATO için tehlikeli mi? ABD itiraz gerekçelerini şöyle izah ediyor: 1 NATO’ya üye bir ülke Rus yapımı bir silah kullanmamalı, 2 NATO hava savunma sistemine S400’ler entegre edilemez. Buna ek olarak Pentagon, S400 sistemi aldığı takdirde Türkiye’ye F35 savaş uçağının verilmeyeceğini hatta bir silah ambargosu uygulayacağını belirtmektedir. Komşu ülkelerden Yunanistan’ın S300 sistemlerini kullanmasının yanında Slovakya ve Bulgaristan’ın benzer silah sistemleri kullandığı açık bir gerçektir. Bu sistemleri zor olsa dahi NATO’nun hava gözetim sistemine dahil edebilmişlerdir. ABD bunun farkındadır. O zaman Türkiye’ye karşı neden bu kadar sert tavır sergilemektedir? S400 sistemleri Türkiye’ye gelirse neler olur, neler değişir onun üzerinde duralım. S400 hava savunma sistemleri çok karmaşık radar sistemleri kullanıyor ve farklı füzeler kullanarak hedefi im Türkiye S400 sistemleri ile F35 jetlerini birlikte kullanırsa bu uçakların gerçekten S400 radarlarına görünmez olup olmadığı da ortaya çıkar ve bunu öğrenen ilk ülke de Türkiye olacaktır. Pentagon’un korkusu da tam burada başlıyor. ha etme kabiliyetine sahipler. Hedefin özelliklerine göre otomatik olarak fırlatılacak füzeyi seçebiliyor. Bu üstün radarlar ve füze sistemlerinden dolayı Hatay’da konuşlu bir sistem 600 km uzaklıktan bir hedefi takibe alabilmekte yani hemen hemen bütün Suriye, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’ın hava sahasını aynı anda tarayabilmektedir. Bunun gibi İzmir’de konuşlandıran bir sistem Batı Akdeniz, Ege dahi bütün Yunanistan’ın hava sahasını tarama becerisine sahiptir. Bu sistemler herhangi bir uçan cismi 400 km mesafeden kilitleyip onu 250 km mesafede imha edebilmektedir. Yani bu sistemler Türkiye’ye İran, Irak, Suriye, İsrail başta olmak üzere Ortadoğu’nun önemli bir kısmından gelebilecek tehditleri bertaraf edebilme yetisini vermekle kalmayıp, aynı zamanda Ege ve Doğu Akdeniz’de ve özellikle Kıbrıs etrafındaki tüm doğalgaz yataklarını kapsayacak şekilde Türkiye’nin rızası dışında askeri bir harekâta izin vermeyecek biçimde mutlak bir stratejik üstünlük sağlamaktadır. ABD’nin rahatsız olduğu nokta belki de tam da budur. Çünkü Suudi Arabistan’a bile Patriot Hava Savunma Sistemleri veren ABD, Türkiye’ye satış konusunda yıllardır oyalama taktiği uyguluyor. Ya Pentagon ya da ABD Kongresi Türkiye’ye satışı önlemişlerdir. Terör koridoru planını bozacak Daha önce de Türkiye, Çin’den S300 hava savunma sistemlerin bir eşiti olan HQ9 almak istediğinde ABD baskısı sonucu vazgeçti. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan S400 anlaşmasının imzalandığını, ön ödeme yapıldığını açıklayınca, ABD’den yükselen seslerin dozu artmıştır. Rus tarafı da ilk sevkıyatı 2019 yılın ortasında yapacağını ve Kasım ayında göreve başlayacağını söylemektedir. ABD Türkiye’ye Patriot’ları vermemek için yıllardır oyalarken, Türkiye’nin S400 sistemlerini kullanmasının Washington’u kızdıracağı açıktır. Ki ABD’li uzmanlar da S400’ün Patriotlardan daha üstün bir hava savunma sistemi olduğunu kabul etmektedirler. Ayrıca S400 sisteminin Türkiye’ye gelmesi ve Türk ordusu tarafından etkin olarak kullanılması, ABD’nin Fırat’ın doğusuna sevk ettiği 23 bin tır silahla kurmak istediği terör koridor planını da oldukça zorlaştırır. Mesela diyelim ki Türkiye, Suriye’nin kuzeyini uçuşa yasak bölge olarak ilan etti. Bu adımı atması halinde Türkiye’nin elinde bunu gerçekleştirmek için şu anda pek silah yok. S400 sistemlerin gelmesi ile Türkiye sadece kendi kara ve deniz sınırlarını değil, aynı zamanda Suriye’de terörden temizlediği bölgenin güvenliğini de sağlayabilecektir. Pentagon’un asıl korkusu  Şimdi gelelim ABD’nin silah ambargosu ve F35 uçaklarını verip vermemesi konusuna ve bunu uygulamak için kullandığı gerekçelere... Evet, ABD eğer Türkiye’ye F35 jetleri vermezse 2024’ten 2030 yılları arasında hava üstünlüğü konusunda Türkiye sıkıntı yaşayabilir. Çünkü ABD’nin 20232024 yıllarından itibaren Yunanistan’a F16 uçakları vermeye başlaması muhtemel. Bu uçaklar TSK’nin elinde olan uçaklardan daha üstün özelliklere sahip. Ama Savunma Sanayii Örgütü’nün planına göre 2030 yılından itibaren özgün beşinci nesil milli muharebe uçakları (TFX) TSK’nin envanterine girmeye başlayınca bu sorunu da gidermiş olacaktır. ABD zaten epeydir Türkiye’ye gayrı resmi silah ambargosu uyguluyor. Özel Kuvvetler tarafından kullanılan tabancalar verilmiyor. TSK’nin elinde olmayan silahlar ise teröristlere veriliyor. Ama tarih şunu gösteriyor: Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan bu yana uygulanan her ambargolardan kârlı çıkan taraf Türkiye olmuştur. Çünkü yerli imkânlarla yerli üretimler ivme kazandı. F35 uçakları da Türkiye için önemli ama alternatifsiz bir ürün değildir. F35 üretiminde  “kurucu” proje ortağı olarak Türkiye’nin de ciddi katkıları var. Projeden Türkiye’yi çıkarması ABD için hem maliyetli hem de zaman kaybı olur. Türkiye ABD’nin endişelerini de anlıyor ve bunlara gerekli  önemi vereceğini taahhüt ediyor. Türkiye S400 sistemleri ile F35 jetlerini birlikte kullanırsa bu uçakların gerçekten S400 radarlarına görünmez olup olmadığı da ortaya çıkar ve bunu öğrenen ilk ülke de Türkiye olacaktır. Pentagon’un korkusu da tam burada başlıyor. F35 jetlerinin radar ve elektronik izleri Türkiye’deki S400 sistemler üzerinden Rusya’ya gidebilir ve belki daha da önemlisi bu bilginin ortaya çıkmasının proje üzerindeki muhtemel etkilerini düşünüyordur... 1992 yılında başlayan F35 programının 2070 yılına kadar kullanımda kalması öngörülüyor, bu süreçte üretime yönelik tedariklerle toplam bütçenin 1,6 trilyon dolar olduğu tahmin ediliyor. Halihazırda zaman ve bütçe açısından birçok kez Amerikan kongresinde ek süre ve bütçe alan proje, birçok kez iptal noktasına gelmiş; bugün bile artık iptal edilmesi büyük zararlara yol açacağından 2070’ten çok önce durdurulması öngörülmektedir. Bu durumda zaten ağır aksak giden, çok uzayan ve çok maliyetli olan projeyi Türkiye’nin elde edeceği S400’ler tarafından “görülebilir/vurulabilir” olması, sadece AB ülkelerine satılması öngörülen 5 bin adet F35’ten gelecek 650 milyar dolarlık satışı da büyük sekteye uğratır. Konunun temeli buradadır. S400’leri olan Türkiye’ye ABD’nin F35 satmaması konusu ise başlı başına bir inceleme konusu olacak bir durum. Şu söylenebilir; ABD’nin bu tedbiri alması çok zor görünüyor. Türkiye’ye F35’leri teslim etmemek, yani programdan çıkarmak F35’lerin üretim ve teslimatlarını hem maliyetli hale getirir hem de süreleri tahmin edilemeyecek boyutta uzatır.   Ankara’nın hamlesi çok kritik Türkiye zaten bu endişelere çözüm üretebileceğini söylüyor. Envanterinde S300 olan diğer NATO üyeleri bunu başarmış durumda. Yakın zamanda her şey belli olur, netleşir. Soğuk savaştan onlarca yıl sonra hâlâ o psikoloji ile hareket edenlerin pek bir kazanç elde edemeyeceğini düşünüyorum. Bugün Avrupa Birliği bile NATO dışında kendi ordusunu kurma planları içerisinde. Demek oluyor ki Almanya ve Fransa’daki siyasi irade de bunun farkındadır. Gerekirse, seneler önce İsmet Paşa’nın dediği gibi “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye de yerini alır”.  Yaklaşık bir asır geçti, şimdi yeni bir dünya kuruluyor. Türkiye de yeni yapıda daha güçlü ve önemli pozisyonda yerini alabilir, daha da etkin bir rol oynar. S400 alımı, 96 yıllık Cumhuriyet tarihinde, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün hem “İstikbal göklerdedir” hem de “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır” doktrinlerine  yönelik atılmış en büyük ve en cesur adımdır. Bu hamleye, dar bir bakış açısıyla yaklaşılmaması ve büyük fotoğrafın iyi okunması gerekli. İsmail Özcan / Eğitimci/Yazar 2531 Mart 2019, Türkiye’de “55. Kütüphane Haftası”. Bu hafta dolayısıyla bir defa daha uygarlığın temeli olan kitap ve Türk insanının kitapla ilişkisi üzerinde duracağız. Kitap, bilgi ve kültürün en sağlam, en güvenilir kaynağıdır. Bilgili, kültürlü, çağının bilincinde insan olmak için kitap okumanın dışında bir alternatif yoktur. Modern insan için kitap, gazete, ne olursa olsun okunacak bir nesne; yemek içmek gibi günlük hayat gereksinimidir. Özellikle kitap, eğitimli insanlar için vazgeçilemez ilgi nesnelerinden birisidir. Ama Türk insanı için kitap hiçbir zaman günlük hayatın bir parçası, bir vazgeçilmezi, bir olmazsa olmazı olamamıştır. Halbuki insan hayatında en güzel alışkanlık, okuma alışkanlığıdır. En güzel dostluk, kitaplarla kurulan dostluktur. En pişman etmez sevgi, kitap sevgisidir. Halkımız ne yazık ki bu böyle bir alışkanlıktan da, dostluktan da, sevgiden de yoksundur. Okumak gelişmektir. Çevreye, olaylara, dünyaya daha geniş açıdan, daha fazla hoşgörüyle bakabilmektir. Türk insanı okumadığı için hiçbir konuda dar görüşlülükten, katılıktan kurtulamamıştır. Geçimsiz, iletişimsiz, kavgacı bir toplum oluşumuzda bunun da rolü vardır. Hiçbir gelişmiş ülkede bizdeki kadar kavgaçekişme, husumet ve kutuplaşma yoktur. Toplumumuzun okumaya karşı ilgisizliği, hevessizliği; yazarların, aydınların, edebiyatçıların bitmeyen şikâyet konusudur. Çok gerilere gitmeden sadece Cumhuriyet dönemine baktığımızda bile okuma heve Türk insanı ve kitap si ve alışkanlığıyla ilgili olarak hayal kırıklığından başka bir şeyle karşılaşmıyoruz. Cumhuriyetten sonra öğrenilmesi daha kolay bir alfabe kabulümüze, toplum genelinde okuma yazma oranının yüzde 100’lere yaklaşmasına, halkımızı okumaya özendirecek birçok çabaya ve etkinliğe rağmen bu alanda bir arpa boyu yol alabilmiş değiliz. Toplumumuzda okuma alışkanlığı ve bu konuda oluşabilmiş kısıtlı bir kültür daima küçük bir azınlığın tekelinde kalmıştır. Ülkemizde gülünç seviyelerdeki gazete tirajları da, ortalama bin, iki bin tirajla basılan kitaplar da mevcut mütevazı durumlarını hep bu azınlık okuyucu kitlesine borçludur. Daha da üzücü olan ise, okuma konusundaki zaaf ve vurdumduymazlığın sadece okuma yazma bilen, hatta ilköğretim ve ortaöğretim eğitimi almış toplum kesimlerine has olmamasıdır. Bu durumun artık sayısı milyonları bulan yükseköğre nim görmüş vatandaşlarımız için de geçerli olmasıdır. Bu insanların da okulla ilişkisi bitince kitapla da bitiyor. İlişkisinin bittiği kitap da ders kitabı oluyor. Roman, hikâye, şiir, deneme gibi edebiyat eserleri ilgi alanına zaten hiç girmemiş oluyor. Halbuki bir lisans eğitimi almış insanlarımızın mutlaka okumuş olması gereken hem ulusal edebiyatımızın hem de evrensel edebiyatın çok önemli eserleri bulunmaktadır. Yazımızın sınırlarını zorlamamak için evrensele hiç girmeyerek ulusal edebiyatımızdan birkaç örnek vermekle yetinelim. Mesleği ve meşguliyeti ne olursa olsun, mesleğinin ve meşguliyetinin gereği olarak hangi kitabı okumuş bulunursa bulunsun, üniversite bitirmiş bir Türk vatandaşı; Refik Halit Karay’ın Memleket Hikâyeleri’ni, Reşat Nuri Güntekin’in Anadolu Notları’nı, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Beş Şehir’ini, Sabahattin Ali’nin Sırça Köşk’ünü mutlaka okumuş olmalı dır. Bir Türk insanı bunları okumadan kendi doğdukları yer bile olsa Anadolu’yu ve Anadolu insanını, Anadolu’nun sosyolojisini tanıdıklarını söylememelidir. Memleket Hikâyeleri ile ilgili olarak Sabri Esat Siyavuşgil’in söyledikleri kulaklara küpe yapılacak niteliktedir: “Bana o hikâyeler, bugün Anadolu’nun insan ve sosyal hayatı üzerine yazılmış ve yazılacak en azametli psikoloji ve sosyoloji eserlerinden daha derin, daha dolu ve daha gerçek geliyor. Öyle sanıyorum ki bu hikâyeleri okumadan Anadolu’yu anlamanın, anlamaya başlamanın imkânı yok...” Ne kadar iyi bir öğrenim görmüş olursa olsun bir Türk vatandaşı; Ahmet Haşim’in “Bize Göre” adıyla kitaplaştırılmış gazete yazılarını, Falih Rıfkı Atay’ın Zeytindağı’nı, Peyami Safa’nın Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nu, Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonnası’ını, Yaşar Kemal’in İnce Memed’ini ve benzeri klasik bazı eserleri okumadan Türkçenin tadına varamaz. Ustalarının elinde bu dilin nasıl harikalar yarattığını fark edemez. Bizim toplum olarak gerçek anlamda çağdaşlıktan, modernlikten, başka bir ifadeyle uygarlıktan uzak oluşumuzun kanıtı, kitaba karşı ilgisizliğimiz ve duyarsızlığımızdır. Kitabı günlük ihtiyaçlarımız arasına katana kadar, ona olmazsa olmaz bir nesne olarak yaklaşana kadar uygarlıkla mesafemiz sürecektir. Okumak gelişmektir. Çevreye, olaylara, dünyaya daha geniş açıdan, daha fazla hoşgörüyle bakabilmektir. 31 Mart’a 6 gün kala GAZETECİLİK... 31 Mart’taki yerel seçimler öncesi yine en çok tartışılan konulardan birisi “gazetecilik” oldu. Teksesli medya, iktidar yandaşı basın kuruluşları halkın doğru haber alma hakkına saygı duymuyor. TV’ler neredeyse Cumhur İttifakı’nın miting alanı gibi oldu. Gazeteler boy boy Erdoğan fotoğraflarıyla çıkıyor. Hem haber hem ilanlarla... Yine bir ölümkalım seçimi pompalanıyor. Hem ekranlardan, hem gazetelerden hem de meydanlardan... Ekonomik kriz öteleniyor, beka sorunu gündemin bir numaralı maddesi yapılıyor. Yine genel seçimler havasına sokulan bir yerel seçime gidiyoruz. 6 gün sonra sandık başındayız. Türkiye ne belediye başkanı adaylarını gördü meydanlarda, ne de projelerini tartıştı. Sandık korkusu büyüyor mu? 31 Mart’taki yerel seçimlerde herkesin gözü İstanbul’da. Cumhur İttifakı dün İstanbul mitingini Yenikapı’da yaptı. Cumhur İttifakı liderlerinin, “İstanbul düşerse Türkiye düşer” sözü, Ankara’da yaşanan sandık korkusunun Türkiye’nin en büyük metropolü İstanbul’da da yaşandığını gösteriyor. Yenikapı’da miting yapılırken CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu da İstanbul’daydı. Birçok ilçede de programlara katıldı. Kılıçdaroğlu can alıcı konulara parmak basmayı sürdürüyor. İBB dosyasını açıyoruz... Liderlerin, adayların meydanlarda verdiği mesajlara politika sayfalarında tüm ayrıntılarıyla yer vermeye çalışıyoruz. Yarından itibaren İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) şirketleriyle ilgili dosyamızı açıyoruz. Çarpıcı seri haberlerimizi resmi bilgiler ışığında kamuoyuna duyuracağız... 3 büyükşehirden izlenimler Yerel seçimin nabzını yazarlarımızla tutmaya çalıştık. 10 gündür sayfalarımızda okuyorsunuz. Bu hafta sırasıyla İzmir, Ankara ve İstanbul’daki yarışla ilgili seçim yazılarını, yazarlarımızın analizlerini yayımlayacağız. İzmir’i Miyase İlknur’un, Ankara’yı Ataol Behramoğlu’nun, İstanbul’u Ali Sirmen’in kaleminden okuyacaksınız. Cumhuriyet, yazarlarıyla, muhabirleriyle 31 Mart’ın nabzını tutuyor, kamuoyuna gösterilmek istenmeyen ve saklanan gerçekleri inatla yazmayı sürdürüyor. Çünkü biliyoruz ve inanıyoruz ki gazetecilik, gerçekleri yazma mesleğidir. Cumhuriyet gazetesi bu meslek çizgisinden asla taviz vermeyecek... Muhabirimizle gururlandık Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin 4 arkadaşımızı yılın başarılı gazetecileri olarak ödüle layık görmesinin ardından, muhabirimiz Zehra Özdilek “Zindaşti bombası” başlıklı haberiyle ödül kazandı. 22’nci Metin Göktepe Gazetecilik Ödülleri’nde yazılı haber dalında ödüle layık görülen arkadaşımızı kutluyorum. Özdilek’in nice ödüllü manşetlere imza atacağına inanıyorum... Zehra Özdilek C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle