16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 9 şubat 2019 CUMARTESİ [email protected] OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Kurular ve yaşlarDarbe kalkışmasını planlayan ve yönetenlerin katıksız FETÖ’cü olduğunu defalarca dile getirdik Ahmet Yavuz FETÖ’nün devletten arındırılmasının zorlu bir süreç olacağı belliydi. O meşum 15 Temmuz gecesinin sabahında, işin kabasının bittiğini ama esas önemli kısmının yeni başladığını çeşitli platformlarda dillendirmiştik. Bu, bir çeşit sezgisel kavrayıştı. Darbe kalkışmasını planlayan ve yönetenlerin katıksız FETÖ’cü olduğunu defalarca dile getirdik. Hatta geçmişi itibariyle FETÖ ile sıkı bağlara sahip olanlar, darbeye Atatürkçü subayların da katıldığı savını ileri sürmüşlerdi. Tabii her zaman olduğu gibi çöp oldular. Ama gönüllerinden geçen oluyor: Haksız yere içeride birçok vatansever yatıyor. Mesleğin beklentisi Asker emir alır ve emir verir, aldığı emri uygular. Mesleğin onlardan beklentisi de meşruiyet çerçevesinde aldığı emri canı pahasına yerine getirmektir. Gerektiğinde ölmeden öldürmektir. İşin doğası, içinde ölmeyi de barındırır. Ettiği yeminde de “seve seve ölümü göze almak” vardır. O gecenin karanlığı ve belirsizliği içinde, hatta sokakta ve bir kısım askerle muhatap olduğum zaman diliminde, yoğun olarak, kışlalardaki ortamı tahayyül etmeye çalıştım. Yukarıda izaha çalıştığım askerlik kavramını benimsemiş olanların karşı karşıya kaldıkları karmaşayı... Çünkü bu karmaşa suçsuz birçok insanın başını yakacaktı. Nitekim birçok hatalı yargı kararına tanıklık ediyoruz. Çok doğru kararlar veren ya da yanlış karar verdiğinde bundan dönen saygın yargıçları bir kenara bırakıyorum. Onlara saygımız sonsuz... Ama meseleye toptancı yakla Kurunun yanında yaşları yakmak; adaleti sağlamanın huzuru yerine kuşku, kaygı, nefret, korku ve isyan duygularını besler. Kazananı da olmaz! Zor bir coğrafya ve sancılı bir toplumda, yargıçlarını ve askerlerini korkutmanın faturası da idarelere çıkar ama bedelini ülke öder... şanların varlığı da kesin. Hatta FETÖ sonrası çeşitli tarikat yapılanmalarının egemenlik mücadelesi içinde olduğu da... Esas sorun ise yargının bağımsızlığını kaybetmiş olmasında... FETÖ’yü ilk teşhis eden Mustafa Önsel, bu konuda bir seri yazı yazdı ( Odatv, 20 Ekim 2018, 2, 6, 13, 20, 25 Ocak 2019). Yazdıkları somut verilere dayalıydı. Haksız ve hukuksuz kararlara tepki gösteriyordu. Tespitlerinin altına tereddütsüz imzamı atarım. Çünkü kendisi vicdan sahibidir. Çünkü haksızlıklara karşı boyun eğmeyen bir karaktere sahiptir. FETÖ’yü aramızda ilk teşhis edenlerden biridir. Araştırmadan, emin olmadan kalem oynatmaz. Kendisine yapılan zulmün başkasına yapılmasına asla rıza göstermez. Ötesine geçer ve karşı koyar. Yani günümüz Türkiye’sinde az bulunan adamlardan biridir. Bu özellikleri onu kavgacı yapmıştır. Seveni kadar sevmeyeni de vardır. Hayat bu... Peygamberler bile herkesi kendilerine taraftar yapmayı beceremediklerine göre işin bu yanını olağan görmek gerekir. Yazılarını okumanızı öneririm. Yurdun çeşitli yerlerinde yaşanan haksızlıklardan biri de Kara Harp Okulu (KHO)’nda. Okuyunca biraz eskiye gittim. Yaşadıklarımla bire bir örtüşüyordu. Önsel’in anlatımına göre (20 Ocak 2019), Üsteğmen Adnan Mumcu, 2006 yılında askeri liseyi derece ile bitirmiş; KHO’nun 2009 yı lına kadar disiplinli bir öğrenci olmuştur. Derslerindeki başarıya rağmen amirlerinin baskılarına maruz kalır. O dönemde bunu yapanlar, 15 Temmuz’a fiilen katılan takım, bölük ve tabur komutanlarıdır. Bölük komutanı Mete Semercioğlu’nun Cumhurbaşkanlığı kara yaveri olduğunu hatırlayalım. Bütün bunlara rağmen 2010 yılında mezun olur. FETÖ’cü yapılanmaya karşı, 2015’te KHO’ya atanır. O gece evindedir. Mesaiye çağrılır, 23.30’da KHO’dadır ve 00.30’da bir grup kursiyer ile birlikte 2 Numaralı Nizamiye’ye görevlendirilir. Yaşadıkları bundan ibarettir. Sonra gözaltında kalır, ardından serbest bırakılır. Hakkâri’ye tayin edilir. Sonra tutuklanır. Mumcu’nun başına gelenler Adnan Mumcu’nun KHO’da başına gelenlerden 2010’da haberdar olmuştum. Kara Harp Akademisi Komutanı iken o dönem Harp Akademileri Kurmay Başkanı olan Tümgeneral Necdet Sezginer, Adnan’ın durumunu bana açmıştı. İkimiz de aileyi tanıyorduk. Kendisi, KHO’da ilgili bölük ve tabur komutanlarıyla görüşmüştü. Ben de KHO komutanını aradım. Mezuniyetinde bu temasların etkisi olmuştu. General Sezginer ile birlikte bu yaşanmışlığı avukatı vasıtasıyla mahkemesine ilettik. Kabul görmedi. Yargılama devam ediyor. Darbeciler başarılı olsalardı Adnan Mumcu Atatürkçü olarak ceza evinde olacaktı. Şimdi de cezaevinde... Fark? Bildiğimiz ve bilemediğimiz birçok benzer dava sürüyor. Vicdanımız da kanamaya devam ediyor. Bildiklerimizden biri de, Harp Akademileri Komutanlığı (HAK)’de yaşandı. Darbecilere karşı elinden ne geliyorsa yapan dönemin HAK Kurmay Başkanı Nevzat Taşdeler de kahırla Silivri’de yatanlardan. O gece HAK’de yaşananları kabaca biliyordum. İki defa da duruşmalarında bulundum, 17 tanığın ifadesi Taşdeler’in lehineydi. Ama o gece orada bulunmayan ve soruşturma safhasında geçmişe yönelik kişisel hesap peşinde koşan birinin ifadesi 17 görgü tanığına baskın çıktı. Bu davalarda muteber tanıklar her şeye bedel! İstinaf mahkemesinden hukuk bekliyor Taşdeler FETÖ’cülükle suçlanamadı. Katılmadığı darbeden ağırlaştırılmış müebbet ve dönemin HAK’nin, kendi emir subayının davetiyle o gece Hadımköy’e gitmesinden sorumlu tutularak ilave 18 yılla cezalandırıldı. Önsel’in tabiriyle o da kanlı çuvala atıldı. İstinaf mahkemesinden hukuk bekliyor. Biz de bekliyoruz... Bazen kuşkuya kapılıyor; acaba bütün bu adaletsizlikler bilerek mi yapılıyor, gerçek suçluların da affı için kamu vicdanının yaralı kalması mı isteniyor diye sormaktan geri duramıyorum. Acaba? Kurunun yanında yaşları yakmak; adaleti sağlamanın huzuru yerine kuşku, kaygı, nefret, korku ve isyan duygularını besler. Kazananı da olmaz! Zor bir coğrafya ve sancılı bir toplumda, yargıçlarını ve askerlerini korkutmanın faturası da idarelere çıkar ama bedelini ülke öder... Kitap ve süreli yayınlarda KDV Sözde değil, özde bir kdv istisnası ve kitabın teşviki için, kitabın sadece belirtilen yayıncılar tarafından teslimi değil, okuyucuya ulaşıncaya kadarki her aşamasında kdv istisnası söz konusu olmalıdır.  Dr. Ozan Bingöl / Vergi Uzmanı, Başkent Üniversitesi Öğr. Gör. Geçen hafta Yasama organı, Meclis’in gündeminde bulunan 7161 sayılı Kanunun 17. maddesi ile KDV Kanununun 13’üncü maddesine (n) bendi ekleyerek kitap ve süreli yayınlar için KDV istisnası getirdi. Ve yürürlük tarihi olarak da 1 Şubat 2019’u belirledi. Kitap ve süreli yayınlar için getirilen KDV istisnasını amaç itibarıyla olumlu bulmakla birlikte, kapsam ve etkileri itibarıyla beklentileri karşılamaktan uzak kaldığını belirtmek gerekmektedir. 1 Şubat 2019’da yürürlüğe giren kitapta kdv istisnası düzenlemesi, mevcut haliyle, bazı tereddütleri ve soru işaretlerini de beraberinde getirdi? Pek çok kişi düzenlemeyi, kitap ve süreli yayınların tamamı ve her aşamasında kdv kalktı olarak algıladı. Peki gerçekten kitapta kdv kalktı mı? Yukarıda yer verdiğimiz sorular ve konular, kitap ve süreli yayınlarda KDV istisnasının kamuoyunu ve özellikle okuyucuları tatmin etmekten uzak olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle, kitap ve diğer yayınlarda KDV istisnasının kamuoyu beklentilerini karşılayacak şekilde oluşturulması amacıyla görüş ve önerilerimizi kamuoyu ile paylaşma gereği hissettim. kdv konusunda önerilerim Kitapta KDV istisnasının gerçek anlamda okuyucuya fayda sağlayacak şekilde oluşturulması için görüş ve önerilerimizin öne çıkanları aşağıda maddeler halinde sıralanmıştır: 4 Kitapta KDV istisnası düzenlemesi kapsam açısından sıkıntılıdır. İstisnanın sadece Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan yayıncı sertifikası almış yayıncılara tanınması, uygulamanın kapsam ve etkisini daraltmaktadır. Bu nedenle, KDV istisnasının yayıncı esaslı değil, yayın bazında olması gerekmektedir. Başka bir de KDV istisnasının yayıncı esaslı değil, yayın bazında olması gerekmektedir. Başka bir deyişle, yayımlayandan bağımsız şekilde kitapta ve diğer yayınlarda KDV istisnası getirilmelidir. yişle, yayımlayandan bağımsız şekilde kitapta ve diğer yayınlarda KDV istisnası getirilmelidir. Bunun için KDV Kanunu’nun 13’üncü maddesinin (n) bendinde bu yönde bir değişiklik yapılması gerekmektedir. 4 Kitapta KDV istisnasının sadece yayıncılar tarafından teslim aşaması için öngörülmüş olması pek çok sakıncayı beraberinde getirmektedir. Örneğin, istisna kapsamındaki yayıncıların dağıtıcı ve toptancılara yaptığı satışta KDV istisnası uygulanırken, bu kişiler tarafından nihai tüketiciye yapılan satışta KDV uygulanması söz konusu olacaktır. Sözde değil, özde bir kdv istisnası ve kitabın teşviki için, kitabın sadece belirtilen yayıncılar tarafından teslimi değil, okuyucuya ulaşıncaya kadarki her aşamasında kdv istisnası söz konusu olmalıdır.  Kitapta istisna 4 Kitaba yönelik olarak yukarıda zikredilen KDV istisnası açısından farklı bir sorun alanı da KDV Kanunu’nun 13’üncü maddesindeki istisnalar için öngörülen 100 TL’lik sınır uygulamasıdır. Söz konusu 100 TL’lik sınır, KDV Kanunu’nun 13’üncü maddesinde sayılan istisnalar kapsamına giren işlemler dolayısıyla düzenlenen fatura ve benzeri belgelerde gösterilen işlem bedelinin KDV hariç tutarının 100 TL’nin altında olması halinde bu işlemlerde is tisna uygulanmasına engel olmakta ve genel esaslar çerçevesinde 100 TL’nin altında kalan işlemlerde KDV hesaplanmaktadır. Dolayısıyla, pek çok okuyucu için 100 TL’lik sınır nedeniyle kitapta KDV istisnası anlamsız hale gelmektedir. Sayın Cumhurbaşkanının konuya ilişkin bir Cumhurbaşkanı Kararı ile kitaplar için istisna alt sınırını sıfıra kadar indirme yetkisinin olduğunu belirterek, bu yetkinin kullanılarak 100 TL’lik sınırın kitap ve diğer süreli yayınlar için sıfıra indirilmesi, kitapta gerçek anlamda kdv istisnası için elzem olduğu düşünülmektedir.  4 Bu istisna ile birlikte kitap ve süreli yayın basımı için yüklenilen KDV’lerin yayıncı üzerinde kalması söz konusudur. Yayıncı üzerinde kalan KDV yükünün, her ne kadar KDV istisnası düzenlemesi bulunsa bile, kitap maliyetine eklenmesi mümkündür. Bu nedenle, yayıncıların yüklendiği KDV’lerin yayıncılara hızlı bir şekilde iadesine yönelik bir düzenlemenin en kısa sürede yapılması gerekmektedir.  4 İstisna kapsamının sadece basılı kitap ve süreli yayınlarla sınırlı tutulması, günümüz koşullarına uygun değildir. KDV istisnası kapsamına, basılı olanlarla birlikte, ekitap, edergi ve egazetenin de dahil olması gerekmektedir. Böylece hem teknolojik gelişmelerin hâkim olduğu dünyanın gereklerine uyum sağlar ken hem de çevreci bir vergileme örneği ortaya koymuş oluruz. Sorunun taraf ve paydaşları 4 7161 sayılı kanunda 1 Şubat’ta yürürlüğe gireceği hüküm altına alınan kitapta ve süreli yayında KDV istisnası ile uygulamanın ne şekilde olacağı konusunda KDV Genel Uygulama Tebliği’nde gerekli açıklamaların 1 Şubat’tan önce yapılmamış olması kamuoyunda tereddüt ve belirsizliklere yol açmıştır. Bu nedenle KDV Genel Uygulama Tebliği’nde konuya ilişkin açıklamalara ivedilikle yer verilmeli ve yukarıda yaptığımız öneriler göz önünde bulundurulmalıdır.  4 Kitap ve süreli yayınlarda KDV istisnası ile ilgili yapılan düzenlemenin yukarıda sıraladığımız tartışmalı ve tereddüte yol açan pek çok boyutunun, böyle bir düzenleme yapılırken düzenlemenin kamuoyu ile paylaşılmadan, konunun tarafları ve paydaşlarının kapsam ve uygulama konusunda görüşlerinin alınmadan yapılmış olmasından kaynaklandığı değerlendirilmektedir. Bu nedenle, kitap ve benzeri yayınlarla, bunların elektronik formatlarına ilişkin yeni bir düzenleme yapılırken konunun taraf ve paydaşlarının kapsam ve uygulama konusundaki görüş ve önerilerinin alınarak değerlendirilmesinde büyük fayda bulunduğu gözlemlenmiştir.  Büyük Marmara depreminden sonra bilim insanlarının uyarıları bugüne dek dikkate alınmadı. Deprem olmadan Kartal’daki 8 katlı bina kendiliğinden çöktü. 15 kişi hayatını kaybetti. İmar barışı uygulaması ihbar ve ihtar etti İmar barışından beklenen rant gerçekleşmedi. Çünkü yoksulluk içinde ekonomik darboğazda öngörülen başvuruların onda biri bile gerçekleşmedi. Sosyal devlet halkın refahını, sağlığını her şeyden üstün tutar, çevreye ve çevre hukukuna saygılı olur. Av. Celal ÜLGEN Yoğunluğu İstanbul’da olmak üzere 13 milyon yapıya “imar barışı” adı altında kısmi af getirildi. Her ne kadar bu bir af değil imar barışıdır dense de aslında bu bir imar barış olmaktan çok nalıncı keseri gibi Hazine’ye kazanç sağlamak ve cari açığın bir kısmının bu yolla giderilmesini sağlamak çabasıdır denebilir. İmar barışında yapı kayıt belgesi başvurusu için de trol ile balık avlar gibi toptancı ve dip kazıyıcı bir zihniyet ile hareket edildi.   Yani bir yapı birçok bağımsız bölümden oluşsa bile iskânı olmaması durumunda yapının ancak tamamı için başvuru yapılabilmesi öngörüldü ve kısmi başvuru yapılması engellendi. Bu nedenle milyonlarca yapı sahibi toptan ya da birlikte hareket etme olanağı bulamadığı gibi milyonlarca yapı sahibi de komşularıyla kötü olmak, onlar adına para yatırmak ve sonra da onları icraya vermek zorunda bırakıldı.  Yaşama hakkına saygı İmar barışında, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına saygı, çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak gibi çevreci bir yaklaşımla hareket edilmedi. İşin parasal yönü ve elde edilecek geliri hedef alındı. Bu nedenle de İstanbul’da ve diğer deprem bölgelerinde yaklaşan deprem tehlikesi düşünülerek yapı kayıt belgesi şartları binaların sağlamlık etüt sonuçlarına bağlanmak, makul ve mantıklı bir para talep edilmek yerine uçuk ve ödeme gücünü zorlayan bir yöntem benimsendi.  Aslında beklenen de olmadı ve de iktidarın bu işten beklediği rant da gerçekleşmedi. Çünkü bu yoksulluk içinde ve ekonomik darboğazda öngörülen başvuruların onda biri bile gerçekleşmedi. Bu işten 5060 milyar gelir umanlar 67 milyar lira arasında bir gelirle karşılaştı ki bu bir fiyaskodur.  En son Kartal’da 8 katlı binanın çökmesi ve 15 yurttaşımızın ölümü ve 14 yurttaşımızın yaralanması ile gözler önüne serilen gerçek, başka binaların da böyle tehlikelere yüklü olduğunu ihtar ve ihbar etti bize. Ne yazık ki doğal ve arkeolojik sit alanlarında bulunan taşınmazlar ile halkın kullanımına ayrılmış açık kıyılardaki yapılar ve koruma kurullarının tarihi veya sivil mimariye örnek olarak tescillediği binaların da bu kanundan yararlanabilecek olması başka bir sosyal yara oluşturdu. Yani parayı verenin imar düdüğünü öttürdüğü düttürü bir dünya rant getirecek diye bütün tehlikeler ve tarihsel kültür mirasları görmezden gelindi ve heba edildi.   Yeni düzenleme gerekiyor Haziran ayı sonuna kadar ertelenmiş olan başvuru süresinin biraz daha uzatılarak yeni bir düzenleme yapılması gerekiyor. Çevreye saygı ilkesi gözden ırak tutulmadan, yapı kayıt belgesi ve bağımsız tapu alma koşullarının yeniden belirlenmesi, yapının sağlamlık testinin öne çıkarılması koşuluyla her bir bağımsız bölüm sahibi ya da kat irtifakı, arsa payı sahiplerine de bireysel başvuru hakkı tanınması yasanın bu olumsuzluklarını giderebileceği gibi imar barışı ile yapı kayıt belgesi verilmiş ve fakat sonra da çökmüş binalardan söz edilmemesini önleyebileceği düşünülmelidir.    Sosyal devlet halkın refahını, sağlığını her şeyden üstün tutar, çevreye ve çevre hukukuna saygılı olur. Paraya değil hizmete odaklanır. Sosyal bir hukuk devleti olma, devlet gibi düşünmeyi, erdemi öne almayı gerektirir. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle