24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
BİLİM VE TEKNOLOJİ Herkese Bilim Teknoloji Dergisi’nin katkılarıyla hazırlanmıştır. TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN Özellikle Milenyum kuşağı tehdit altında Obezite bağlantılı kanser riski artıyor 159 ŞUBAT 2019 CUMARTESİ bilimin merceğinden Yoksa Nükleer atıklar Türkiye’ye mi? Obezite, çağımızın en büyük problemlerinden biri. Dünya Sağlık Örgütü’ne (WHO) göre 700 milyona yakın yetişkin obezite sorunu yaşıyor. Obezitenin yaygınlığı ise 1975’ten günümüze 3 kat artmış durumda. Obezitenin başlı başına bir sağlık sorunu olmasının yanında ölümcül hastalıkları tetikleme gibi de bir riski var. Görünen o ki kanser de bu risklerden birisi. Yapılan son çalışmaya göre, milenyum çağında obeziteyle ilişkili olarak kansere yakalanma riski artış gösterdi. Kolorektal, böbrek ve pankreas kanserleri bu bulguda başı çekiyor. Sözgelişi, 1995’ten 2014’e kadar 25 ile 49 yaş arasında obezite ilişkili kansere yakalananların sayısında keskin bir artış yaşandı. Öyle ki 19802000 yılları arasında doğmuş olan Y kuşağı, doğum patlaması yaşanan II. Dünya Savaşı sonrası (baby boom) kuşağına (aynı yaşta yakalanılan kansere) göre iki kat daha fazla kanser riski altında. Amerikan Kanser Derneği Gözetim ve Sağlık Hizmetleri Araştırmaları Başkan Yardımcısı Dr. Ahmedin Jemal, bu bulguların gelecekte kanser vakalarının artacağına yönelik 19802000 yılları arasında doğmuş olan Y kuşağı, baby boom denilen II. Dünya Savaşı sonrası kuşağa kıyasla iki kat daha fazla kanser riski altında. bir işaret olabileceğini kaydetti. Çalışmanın başyazarı da olan Jemal ayrıca, bu artış potansiyelinin, son birkaç on yılda kanser sebepli ölümlerinin azalmasında kaydedilen ilerlemeyi tersine çevirebileceğinin de altını çizdi. Araştırmaya göre Y kuşağındaki genç yetişkinlerin kansere yakalanma riski, daha ileri yaşlardakilere kıyasla daha az. Ancak risk yine de var. Örneğin, 201014 yılları arasında pankreas kanseri oranı, 2549 yaş arasında 100 bin kişi başına 2 vaka iken 5084 yaşları arasında bu oran 100 bin kişide 37 vakaya karşı lık geliyor. Obeziteye bağlı bazı kanser türleri nin Y kuşağındaki genç yetişkinlerde artış göstermesine dikkat çeken Dr. Jamal, genç erişkinler yaşlı erişkinlere göre daha düşük bir risk grubunda olmasına rağmen yaşanan artışlar konusunda uyardı. 12 farklı kanser riski var Aşırı vücut yağlanmasının bazı kanser risklerini artırdığı zaten biliniyordu. Zira Dünya Sağlık Örgütü’ne bağlı olarak çalışan Uluslararası Kanser Araştırma Ajansı, obezitenin 12 farklı kansere yakalanma riskini ar tırdığına yönelik bir raporu 2016 yılında yayımlamıştı. Söz konusu kanser riskleri, bu haberde adı geçen kolorektal, böbrek ve pankreas kanserlerinin yanı sıra özofagus (yemek borusu), safra kesesi, gastrik kardiyak (bir tür mide kanseri), karaciğer, safrakanalı, çoklu miyelom (bir çeşit kemik iliği kanseri) ve tiroid kanseri olarak sıralanıyor. Bununla birlikte kadınlarda görülen meme, yumurtalık ve endometriyal kanserler de obezite kaynaklı kanser riskleri arasında gösteriliyor. Obezitenin akciğer ve cilt kanseriyle ilişkisi ise henüz tam olarak kanıtlanamadı. Obezitenin genç yetişkinlerin kansere yakalanmasındaki tek neden olup olmadığı konusundaki araştırmalar devam ediyor. Derleyen: Batuhan Sarıcan https://www.who.int/newsroom/ factsheets/detail/obesityandoverweight https://www.livescience. com/64668obesitycanceryoungadults.html?utm source=lsnewsletter&utm medium=email&utm campaign=20190204ls Cengizhan’ın neden 16 milyon torunu var? Halen yaşamakta olan 16 milyon insan, Cengiz Han’ın torunları olarak tanımlanabiliyor. Her ne kadar tarihçiler birlikte olduğu kadın sayısının 500 olduğunu söylese de bu kadınlar bu büyük neslin sadece küçük bir bölümünden sorumlu olabilir. Bu muazzam neslin büyük bir kısmı tecavüzlerin ürünüydü. Araştırmacılar geçen yıl Cengiz Han’ın soyundan gelenler dışında, başarılı bir şekilde devam eden Ykromozomu soylarından ikisinin daha kurucusunu buldu. Bunlardan biri Jurchen Hanedanlığı’nın hükümdarı Giocangga’nın (Ö.1571) genetik mirasını, halen yaşamakta olan 1.5 milyon erkek taşıyor. Cengiz Han ve Giocangga’nın olağanüstü bir şekilde üremeleri rastlantı değil. Antropologlar Christopher von Rueden ve Adrian Jaeggi, bunun sosyal statüyle ilgisi olduğunu düşünüyor. Antropologlara göre bugüne dek sanılanın aksine üreme başarısında bir erkeğin sosyal statüsü, yerleşik olmayan toplumlarda da önemli bir rol oynuyor. Oysa avcı ve toplayıcı topluluklarda statünün, aile planlamasında çok da önemli olmadığı sanılıyordu. “Bu yüzden göçer olarak yaşayan Cengiz Han ve Giocangga’yı ender vakalar olarak değil, bir motifin örnekleri olarak hayal etmeliyiz” diyor araştırmacılar. Bu topluluk biçimi arasındaki fark, sosyal farklılaşmaya dayanıyor. Homo sapiens 10 bin yıl önce Yakındoğu’da çiftçiliğe ve tarıma başladıktan sonra hep daha büyük alanlara işleme fırsatını elde etmişti. Bu da işbölümüne olanak veriyordu. Yüksek statüye sahip erkeklerin, biyolojik açıdan daha verimli olan genç kadınlarla çiftleşmeleri daha kolaydı, ayrıca çocuklarını da daha iyi besleyebiliyorlardı. Oysa göçerlerde daha gevşek bir hiyerarşi söz konusuydu. Rueden ve Jaeggi’nin araştırmalarına göre, yerleşik elitler çocuk sayısında bir sınır koyarken, göçer hükümdarların hayatta kalma başarıları çok çocuk yapmaya dayanıyordu. Cengiz Han ve Giocangga savaşlarda ne kadar başarılı olurlarsa o kadar çok kadınla birlikte oluyorlardı. Derleyen: Nilgün Özbaşaran Dede Kaynak: https://www.welt.de/geschichte/article157995653/WarumDschingisKhan16MillionenNachkommenhat.html ABD’Lİ BİLİM İNSANLARI Plastik atıkları, temiz yakıta dönüştürdü ABD’li bilim insanları, plastik atıkları kimyasal işlemle temiz yakıta dönüştürdü. Science Daily’nin haberinde, Purdue Üniversitesi’nde görevli uzmanların geliştirdiği teknoloji sayesinde poliolefin atığın yüzde 90’dan fazlasının saf polimer, neft, akaryakıt gibi farklı ürünlere dönüştürülebildiği belirtildi. Teknolojiyi geliştiren ekipte yer alan Purdue Üniversitesi’nden Linda Wang, işlemin, geri dönüşüm endüstrisine fayda sağlama ve dünyanın plastik atık stokunu azaltma potansiyeli taşıdığı nı söyledi. Birleşmiş Milletler’e (BM) göre her yıl 8 milyon tondan fazla plastik okyanuslara karışıyor. Son 65 yılda üretilen plastiklerin tümünün (8.3 milyar ton) yaklaşık yüzde 12’sinin yakıldığı, sadece yüzde 9’unun geri dönüştürüldüğü, yüzde 79’unun ise katı atık sahalarına gönderildiği veya denizlere karıştığı ifade ediliyor. Dünya Ekonomik Forumu, su kaynaklarına atılmaya devam edilmesi halinde 2050 yılında okyanuslarda balıktan çok plastik atığın bulunacağını öngörüyor. l AA Koah’ın ilacı yürümek 40yaşın üzerindeki her 5 kişiden biri KOAH (kronik obstrüktif akciğer hastalığ) hastası. Yürüyüş ise KOAH’lılar için ilaç değerinde. Göğüs hastalıkları uzmanı Dr. Tayfun Çağlayan, “Düzenli yürüyüş kritik değerlerde yüzde 3 ile 10 iyileşme sağlıyor. Bu artışlar KOAH’ta düzenli kullanılan bazı ilaçların iyileştirme etkisine yakın. O nedenle hastalarımıza sağlıklı nefesler için her gün bir adım daha fazla yürüyün diyoruz” diye konuştu. KOAH’a zararlı gaz, toz ve parçacıkların solunması sonucu oluşan mikrobik olmayan iltihap yol açıyor. Hastalığın hava yollarının daralması ve tıkanması ile sonuçlanan ilerleyici özellikte olduğunu vurgulayan Çağlayan, görülme oranının yüksekliğine karşın her 10 KOAH hastasından sadece birinin doktora başvurup doğru tanı aldığını belirtti. Çağlayan, şöyle konuştu: “KOAH tüm dünyada üçüncü ölüm nedeni. Tüm ölümlerin yüzde 5.5’inden sorumlu. Türkiye’de solunum sistemi hastalıkları en sık görülen üçüncü ölüm nedeni. Bu ölümlerin yüzde 61.5’i KOAH yüzünden. En yaygın görülen risk faktörü sigara dumanı. Diğer tütün ürünleri, genetik risk, iç ve dış her türlü hava kirliliği, tozlu dumanlı ortamlarda çalışmak KOAH gelişimini hızlandırır. KOAH tanısı basit ve ağrısız bir test olan ‘nefes ölçüm testi’ ile kolayca koyulur.” l DHA Atıklar, nükleer enerjinin çözülemeyen bir sorunu. Nükleer santrallarda elektrik üretimi sonrasında açığa çıkan radyoaktif atıkların depolanması büyük bir sorun ve dünya çapında nihai bir çözüm bekliyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın Sinop’u bir nükleer çöplüğe çevirebilecek yeni düzenlemesi üzerine gözler artık Türkiye içinde önemli bir tehdit haline gelebilecek olan bu soruna çevrildi. Bakanlığın 100 bin ölçekli çevre düzeni planından “dumansız, kokusuz atık ve artık bırakmayan” ifadesini çıkarması; burada bir atık depolaması yapılacağını ve çevresel kriterlerin göz ardı edileceği kaygısını yarattı. Yoksa Türkiye başka ülkelerin radyoaktif atıklarının depolama merkezlerinden biri mi olacak? Fosil yakıtlarda olduğu gibi nükleer atıklar atmosfere yayılmıyor. Ancak bu atıkların uzun vadeli olarak depolanmaları gerekiyor.1993 yılında yasaklanmasına kadar başta ABD olmak üzere 13 ülke nükleer atıkları okyanuslara atıyordu. Okyanus tabanında tonlarca nükleer atık olduğu biliniyor. Bu atıklar en az 4 bin metre derinlikte bulunuyor. Sadece okyanuslar değil, dünyanın farklı bölgeleri, toprak altına gömülmüş radyoaktif atıklarla dolu. Peki nükleer santrallarda enerji üretiminde radyoaktif hale getirilen maddelerin 100 bin yıl daha dünya üzerinde varlığını sürdüreceğini biliyor muydunuz? Gelişmiş ülkelerin kendi nükleer atıklarını gelişmekte olan ve üçüncü dünya ülkelerine bazen yasadışı bazen de yasal yollarla ihraç edilmesi ise işin bir başka boyutu. “Nükleer enerjiyi ben kullanayım, atıklarını sana göndereyim” mantığı ne yazık ki hayli yaygın. Çin, ABD, Fransa ve Japonya’da üretilen nükleer atıkların Somali’ye, Tibet’e ve Kazakistan’a gönderilerek depolandıkları biliniyor. Peki, depolama nasıl yapılıyor? Günümüzde en kullanılan yöntem atıkların çelik konteynerler içine konulması. Bu variller daha sonra yüksek yoğunluklu betonla kaplanıyor. Çoğunlukla yerin yüzlerce metre altında, bazen de yer üstünde saklanan atıkların uzun vadede yeraltı sularına karışma riski uzmanları endişelendiriyor. Bunun önüne geçmek için son dönemde cama dönüştürme tekniği kullanılmaya başlandı. “Plazma vitrifikasyon” olarak adlandırılan bu yöntemde atıklar cam kırıkları ve kum ile karıştırılıyor. Daha sonra 5 bin derecede eritilerek cama dönüştürülüyor. Camın içinde hapsedilen radyoaktif maddelerin sızma tehlikesi yok. Bu şekilde en az bir milyon yıl muhafaza edilebiliyor. Bu uygulama daha çok Fransa, Japonya, Rusya, İngiltere ve ABD`de kullanılıyor. Sinop için yapılan düzenlemenin yarattığı endişe hayli haklı bir endişe. 2007 yılında İzmir Gaziemir’de bir ihbar üzerine yapılan araştırmada normalin 219 kat üzerinde radyasyon içeren tehlikeli atıklar bulunmuştu. Türkiye’de bulunmayan radyoaktif madde içeren nükleer çubuklar, bir zamanlar o fabrikaya getirilmiş, içeriğindeki kurşun ve gümüş geri dönüştürülmüş, geri kalan çok tehlikeli atıklar araziye gelişigüzel gömülmüştü. Özlem Yüzak Alerji kapsamına girmeyenler 6 Alerjiler bağışıklık sisteminin zararsız moleküllere gereksiz yere tepki vermesinden kaynaklanırlar. Ancak derideki kızarıklıklar, şişkinlikler ve solunum güçlükleri gibi belirtiler her zaman alerjinin bir göstergesi olmayabilir. Besin duyarlılığı Besin duyarlılığı (gıda intoleransı) şişkinlik, gaz, ishal, kaşıntı, deride kızarıklıklar ve mide ağrısı gibi belirtiler gösterebilir. Bu belirtiler besin alerjilerine kıyasla daha yavaş, genellikle birtakım besinlerin yenmesinden birkaç saat sonra ortaya çıkarlar. Sözgelimi, kimi insanlar, çölyak hastası olmasalar da, gluten yediklerinde bu tür belirtilerden yakınırlar. Çölyak hastalığı, tahıl taneciklerindeki bu protein bileşeninin tetiklediği otoimmun bir hastalıktır. Kimyasal duyarlılık ABD nüfusunun dörtte biri deodorantlar ve hava temizleyiciler gibi kokulu ürünlere duyarlı olduklarını belirtiyorlar. Bu tür kimyasal duyarlılıkları olanlar kimi kimyasal larla karşı karşıya kaldıklarında çoğu zaman astım belirtileri sergilerlerken, başkaları da migren, deri döküntüleri ve nefes darlığı gibi sıkıntılardan yakınıyorlar. Nosebo etkisi Kimilerince sanıldığının tersine, alerji psikosomatik bir durum değildir. Ne var ki, bir başka ruhsal durum insanların alerjiye benzer belirtiler sergilemelerine neden olabilir. Nosebo etkisi, plasebo etkisinin kötücül biçimidir. Hastada iyileşme beklentisi yaratan plasebo etkisinin tersine, nosebo etkisinde kişi olumsuz koşullardan etkilenip olumsuz tepkiler gösterir. Sözge limi, bir ilacın yan etkilerini okuduğunda kişi ilaç bedeninde herhangi bir ters tepki yaratmasa bile o yan etkileri yaşayabilir. Bir araştırmada penisiline alerjisi olduğuna inanan insanların yüzde 97’sinin gerçekte bu ilaçla ilgili herhangi bir sıkıntıları olmadığı görüldü. Araştırmacıların besin alerjileri olduğu belirtilen çocuklara alerjiye neden olan yiyecekler ya da plasebo yiyecekler verdikleri bir başka çalışmada da, plasebo yiyeceklerin verildiği durumların yaklaşık yüzde 13’ünde deride kızarıklıklar, kurdeşen, ishal ve kusmanın da aralarında yer aldığı birtakım alerji belirtilerinin ortaya çıkmasına neden oldukları görüldü. Rinit Rinit, burun boşluğundaki yangılı durumdur ve genellikle aksırma, burun akması ve burun tıkanıklığı gibi belirtilere neden olur. Bu durum, polen ve ev tozu akarları gibi birtakım alerjenlere verilen bir tepki olabileceği gibi, alerjenler söz konusu olmadığında da ortaya çıkabilir. Burun yangısına yol açan unsurlar arasında nem, aşırı uçlarda sıcaklıklar, virüsler ve duman gibi havayı kirleten birtakım etmenler sayılabilir. Rita Urgan https://www.newscientist.com/article/0allergyexplosionthetruthbehindthemostcommonmyths/ C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle