17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Sağnak 8 26 ŞUBAT 2019 SALI TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN DİZİ İnsansız bir dünya trajedi olur mu? Geçen hafta sonu Tele1 TV’de Tele Kültür adlı programa konuk oldum. Gıdanın kapitalistleşmesi, veganlık, hayvan özgürlüğü gibi birçok konuya değindiğimiz geniş kapsamlı bir söyleşiydi. Programı hazırlayıp sunan Ali Şimşek posthuman kavramı hakkında da fikrimi sordu. Evrimin insanı getirdiği noktada bugün karşılaştığım manzaradan, pek çok insan gibi, memnun değilim. 21. yüzyılda insan, türdeşlerini, doğayı ve insan dışı hayvanları katletmeyi sürdüren bir canlı olarak varlığını sürdürüyor. Bu katliam öyle büyük boyutlara vardı ki gezegendeki 6. büyük yokoluşun içindeyiz. Bu durumda teknoloji ve bilimin katkısıyla insanın evrimsel gelişiminde değişim yaratılabileceği konuşuluyor. Yapay zekânın gelişme hızına bakılırsa, bu olasılıklar uzak değil. Bunları düşünürken birkaç ay önce The New York Times’da yayımlanan bir makaleyi anımsadım. Clemson Üniversitesi Felsefe Profesörü Todd May, çok ilginç bulduğum yazısında, “İnsanın yeryüzünden silinmesi bir trajedi olur mu” diye sordu. İnsan türü, doğasında taşıdığı değere karşın, yeryüzünde yıkıcı bir etki yaratıyor ve akıl almayacak kadar korkunç bir hayvan zulmüne neden oluyor. Bunu üç yolla yapıyor: 1. İklim değişikliğine insan kaynaklı etki, ekosistemi bozuyor. 2. İnsan nüfusu sürekli artarak, ekosisteme tecavüz ediyor. 3. Hayvancılık sektöründe her yıl milyarlarca hayvan, insan tüketimi için eziyet çekerek yetiştiriliyor ve sonunda öldürülüyor. Bu üç faktörün yakın gelecekte değişeceğine dair bir işaret yok. Todd’un sorusuna yalnızca bunlar göz önünde bulundurularak yanıt verilirse, insansız bir dünya trajedi olmazdı. Fakat şu da var: Hayvanlara yapılan sistematik işkenceler yüzünden insanlardan uzaklaşsam da, yalnızca insanın yaratabileceği sanat eserlerine ilgim tamamen yok olmadı. Tam bu noktada May, benim de üzerinde çok düşündüğüm bir noktaya parmak basıyor ve soruyor: Shakespeare’in eserlerini korumak ya da bilim için kaç (masum) insan hayatı feda edilirse çok fazla olur? Yanıtı 1. Peki Shakespeare’in eserleri ya da bilim için kaç hayvanın acı çekip ölmesi uygun olurdu? Bence 0. Çünkü bu soruda “hayvan” yerine “insan” olsaydı da elbette aynı yanıtı verirdim. Ya insanlığın ve gezegenin korunması için hayvanların öldürülmemesi gerekiyorsa ne dersiniz? Hayvancılığın iklim değişikliğine ve insan sağlığına olumsuz etkilerini düşününce, bugün içinde bulunduğumuz durum tam da budur. Yazının başına dönersek, şu söylenebilir: İnsanlık bugünkü yaşantısıyla gezegeni yok edip hayvanlara büyük acılar yaşatıyorsa, kuşkusuz insanlı dünya bir trajedidir. Fakat sonuçta insan da bir hayvan olduğu için, tamamen yok olması da bir başka trajedi... Çünkü masum insanlar da var bu dünyada. O zaman var olan masumları feda etmemek için posthuman araştırmalarına hız vermek ve dünya nüfusunu çoğaltmamak mantıklı görünüyor. Bunlar olurken bireysel olarak yapabileceğiniz en akıllıca şey de hayvansal tüketime son vermek. Hem insanlar hem de hayvanlar hem de doğa için... Aksi halde kızı Cordelia’ya zorbalık yapan Kral Lear gibi insanlık da kendi hazin sonunu hazırlayacak. Çorum’da dikkat çeken iddia İki ayda 40 doktor hastaneden ayrıldı SEYFETTİN METE Çorum Hitit Üniversitesi Erol Olçok Eğitim Ve Araştırma Hastanesi’nde son iki ay içerisinde doçent ve uzman 40 doktorun görevinden ayrıldığı iddia edildi. İş yükü, mobbing, sağlıkta şiddet, gelir dağılımı gibi nedenlerden doktorların ya istifa ettiği, ya emekliye ayrıldığı ya da tayin alarak başka hastanelere geçtikleri belirtildi. Hitit Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Reha Metin Alkan ise “Haberler gerçeği yansıtmıyor. 40 istifa kesinlikle doğru değil, 20 civarında giden olmuştur” dedi. Nüfusu 600 binlere dayanan Çorum’da sağlık alarm vermeye başladı. Son iki ay içerisinde 40 doktor üniversiteyle ilişiklerini kesti. Hastanede, nükleer tıp, gastroentoloji, çocuk endokroloji, çocuk kardiyoloji, romatoloji, hemotoloji, göğüs cerrahi ve onkoloji bölümlerin de görevli doktor bulunmadığı kaydedildi. Türkiye KamuSen yetkilileri doktorların iş yükünden dolayı hastaneden ayrıldığını doğrularken, gazetemize konuşan Rektör Prof. Dr. Alkan, iddiaları yalanladı. Alkan, “Kimi zaman aksaklıklar olmuştur. 2018 yılında 50’den fazla öğretim görevlisi göreve başladı. Bir hafta önce 16 doktor arkadaşımızın göreve başlamasıyla bu sayı 55’i buldu. 20 civarında giden olmuştur. Gidenden çok gelenler var. Haberler gerçeği yansıtmıyor” dedi. l ÇORUM Zihniyet değişmediİnşaatMühendisleriOdasıİstanbulŞubesiBaşkanıSunaveeskiyöneticiAkalın’layıkılanbinalarüzerine... İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Başkanı Nusret Suna ve 70’li yıllarda yöneticisi olan Mete Akalın, Türkiye’nin değişen inşaat algısını anlattılar. 1975’te yayımlanan “Beton Teknolojisi ve Sorunları” raporundan daha geride olduğumuzun altını çiziyorlar. Raporda Türkiye’de yapılan binalardan sadece yüzde 2’sinin uygun nitelikte üretildiğini aktaran Suna ve Akalın, günümüzde inşaat teknolojisinde gelişim sağlandığını ancak, rant ve vurgun odaklı inşaat algısı, bunun siyasi yansıması ile zihniyetin aynı kaldığını vurguladı. deprem ve rant ilişkisi Türkiye’de deprem ülkesi olduğu gerçeğini 17 Ağustos depreminden sonra anlayabildi. Depremin ardından birçok yapısal düzenleme yapılsa da, rant odaklı kentsel dönüşüm anlayışı nedeniyle göz yumulan binalarda insanlar can vermeye devam ediyor. 1975’teki raporun bile gerisindeyiz İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Başkanı Nusret Suna ve 70’li yıllar sonrasında hem şube hem genel merkez başkanlığı, yönetim kurulu üyeliklerinde dönüşümlü görev yapan Mete Akalın ile ortak söyleşimizde, güncel sorunlar yumağı içinde, hem sürpriz dev proje yatırımları üzerinden birbirinden çarpıcı değişimler, maliyetler, hem de son dakika pazarlıkları, en ileri teknoloji ile çelişen küçük gibi görünen çok büyük çelişkilerin, çarpıklıkların ürünü, göçük, su akması, duvar çökmesi, çukur oluşması gibi sorunlarının anlamlarını sorgularken vardıkları ortak sonuç değerlendirme çok önemli ve de anlamlı olduğu için... Arıoğlu’nun araştırması Yurttaş olarak gerek depremsiz çö ken binaların öldürücü sorunlarıyla gi derek artan örneklerle yüzleşmemiz gerçeği, gerekse deprem bölgesi ülke mizde sık sık geri dönüşü kaçınılmaz 7 üstü depremlere hazırlıksız olmamız, Sakarya büyük depremi sonuçlarının dersleriyle giderek ürkütücülüğü artan, beklenen İstanbul depremine hazırlıksız yakalanmak. Siyasi erkin inşaatla büyüyen saltanat uğruna, rant tutkunu proje, icraatlarıyla yüzleşilen gerçekleri kavrayabilmek için, 1972 yılında İstanbul’da yapılamış beton araştırması çalışmalarının sonuçlarına geri dönmek zorundayız. İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi’nin dönem sekreteri Ersin Arıoğlu’nun başkanlığında hazırlanan 1976’da açıklanan “Beton Teknolojisi ve Sorunları” raporunda, 1972’de üretilen binaların beton olarak dayanıklılıklarının ölçüldüğü ürtütücü verileri “Teknik Güç” dergi tir. Üretimin yüzde 24’ü İstanbul’da gerçekleştirilmiştir. Araştırma kapsamında olan, beton üretmek isteyen şantiyelerin TS 500 kayıtlarına uygun olarak gayelerine ulaşma ihtimali ancak yüzde 2’dir. Diğer kelimelerle İstanbul şantiyeleri yüzde 98 ihtimalle yönetmelik kayıtlarının dışında beton üretmektedirler. B.225 üretmek isteyen şantiyelerden gayelerine ulaşana rastlanmamıştır. Arı oğlu, söz konusu raporun içinde, bir de 1976 verileri üzerinden değerlendirmeler yapmış, aşağıdaki sonuçları çıkarmıştır: 4 İstanbul’da TS 500 standardına göre üretilenler ancak B.30 olarak anılabilir. B.160 üretebilme olasılığı yüzde 2.6’dır. 4 TS 500 standardına uygun betona rastlamak tesadüfidir. İstanbul’daki betonarme ya sinde yayımlamıştı. Raporda, TS 500 kayıtlarına göre beton üretmek isteyen şantiyelerin an pıların yüzde 18’inde Aharızoırğlalun’nanunilkraaproaşrutı,rmTüarykdiyı.e..’de yapı güvenliği katsayısı 1’den küçüktür. 4 İstanbul’daki beto cak yüzde 2’sinin bu üre narme karkas yapıların göçme riski yüz timi sağlayabildiği, B.225 üretmek is de 14.47’dir. teyen şantiyelerin ise bu üretimi başaramadıkları ortaya çıkmıştı. Bizim için 4 Araştırma sürecinden, rapor yazılım sürecine beton niteliklerinde fark en anlaşılır verileriyle, Ersin Arıoğlu’nun lılık beklentisini getirecek hiçbir olum genel sekreter olarak yürüttüğü araştır lu adım atılmamıştır. Betonarme inşaa manın sonuçlarını, 1975’te Oda adına tın üretimi, betonarme üretim artışı ya yayımlanmış raporundan birkaç çarpıcı şanmıştır. alıntı ile paylaşalım... Arıoğlu raporunun sonuç bölümünde, Yüzde 98 uyumsuz kamuya karşı sorumluluğu olan beton üretiminde, mühendis denetiminde üre 1972 yılı içinde 76 bin 149 inşa timin koşullarının yaratılması zorunlulu at ruhsatı verilmiştir. İnşaatların yüz ğunun altını çizmiştir. de 80’i betonarme betonu ile üretilmiş Doğrusu, uzmanlık meslek örgütlen Şoner, Suna ve Akalın ile İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi’nde bir araya geldi meleri, inşaat mühendisleri yanında, yapılaşmada yerin doğru seçilmesinden başlanarak, mühendislik alanlarının ilgili bütün birimlerinin uzmanlık alanlarıyla doğru orantılı ortak çalışmalar için yapılmış çok anlamlı uzmanlık çalışmalarıyla Türkiye şanslı sayılabilir. Aslında deprem kuşağı içinde olması, ortaya çıkan acılar, yıkımlar bir yanları ile de Türkiye’ye dönük sorunların bilimsel açıklarının ortaya çıkmasını, bilimsel dönemeç taşı çalışmaların yapılabilmesini de sağlamıştır. Donanımımız var, ancak... Türkiye dünya odaklı teknik bilgi donanımlarının üstüne, ülke koşullarının, ülke yapılaşmasının yarattığı sorunlara karşı önlem alabilme yolunda da yıkımlar, depremsiz çökmeler ile depremler sonrası katlanan yıkımların açık laboratuvar sonuçlarıyla kendi öznel koşullarının çözüm reçetelerini üretmede bilgi donanımı, araştırma sonuçlarıyla eksiksiz donanımlıdır. Ancak yüz yüze gelinen günümüz sorunlarının çarpıcı, ürkütücü gerçekleriyle yüzleştikçe, bir yanımızla dev adımlar attığımız gibi, diğer yanımızla sorunlar yumağında çıkmaza sürüklenmeyle yüzleşmekteyiz. Balık baştan kokar ruhuyla, yukarıdan inşaat sektörüne, ranta, vurguna eğilimli inşaat sektörü ağırlıklı siyaset gücünün çekiciliği, en yoksullar, seçmenler, biat ilişkileri bağlamında kendi çaplarına göre pay alma kültürüne katlanarak yansımış oluyor. Kişiye dönük imar affı ile uyumlu birkaç kaçak kat, İstanbul çapında vahim boyutlara varıyor. Cumhur İttifakı’nın Meclis Başkanlığı forsundan yeni ayrılmış adayı, afla tapusunu isteyen seçmene, seçimin ertesi sabahı için tapu dağıtımı müjdesini veriyordu... Yarın: 2004 Zümrüt Apartmanı, Kartal’da depremsiz ağır ölümlü çöküş, toplu zorunlu yıkım, derken haftalar geçmeden pıtrak gibi her yerden yeni, hızlı kaçışla ölümsüz, toplu yıkılma haberleri. 12 Mart 1971’de, Cumhuriyet gazetesinin aile yönetimi içinde organize edilen bir operasyonla, Cumhuriyet’in Atatürk, Yunus Nadi çizgisinde yayınının devamından sorumlu Nadir Nadi, yazarlarını ve çalışanlarını koruyamayacak noktaya düşürülünce istifa etmişti. İlhan Selçuk’un Ziverbey Köşkü’nde tutuklu, işkenceden geçirildiği süreçlerde, ülkenin çok sayıda önde aydını, gazetecisi, yazarı, eğitimci, meslek örgütleri temsilcileri, Madanoğlu davası olarak bilinen yargılama sanıkları olarak Ankara ve İstanbul’da tutuklu yargılanmayı bekliyorlardı. Dönemin İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Başkanı İzzettin Silier’in, yayın yaşamına sokmak istedikleri “Teknik Güç” dergisi için iş önerisi ile, mühendislik dünyasını içinden de tanımak şansını yakalamıştım. Cumhuriyetin sata sata bitirilemeyen kuruluş döneminin sanayileşme, kalkınma ruhuna uzanan bir yapının üretici değerlerine uzanan bir yolculuğa ilişkin bilgim yoktu. ‘İnşaat’ın Reis’i İzzettin Silier ilk röportajımızı ‘Reis’le yapacağımızı özenli, heyecanlı duyurduğunda kavrayamamıştım. Yolda kısaca meslek duayenlerinin taktıkları, ‘Reis’in sevgi, saygı odaklı lakabını, hayranlığı nasıl kazandığını özetledi. Cumhuriyetin kuruluş yıllarının akla gelebilecek en önemli yatırımlarının, inşaatçılık ağırlıklı büyük ihalelerinden, birçok örnek saydı. ‘Reis’, gerçek kimliği ile Fevzi Akkaya, ortağı Sezai Türkeş ile birlikte kazandığı büyük inşaat ihalelerinin hepsini, ihalede belirlenen ücretlerin üstüne asla çıkmamış, birçoğunda altında bile maliyetlerle, teslim tarihinden önce bitirmekle ünlenmişti. Röportajın içinde yeri geldikçe, dev bir üretim yapılanması içinde, günümüze kadar özelleştirmelerle tükete tükete, yağmalaya yağmalaya bitiremediğimiz, hâlâ anlamlı değerleri olan sanayi yatırımlarının bütünlüğünde, kimi zaman üretimin kimi dış kaynaklı, özünde hepsi de maliyetleri, teslim tarihleri geciktirilmemiş yatırımlar bitirilemeden, işlerini erken teslim etmiş olmaları ile bağlantılı zor durumların, açıklama zorunluluklarının doğduğunu güvenli, gülümseyerek aktarıyordu. İki birbirinin zıddı ‘Reis’ Gündemimiz dışında gibi gözüken bu alıntıyı aslında günümüz dev projeleri yatırımları sürecinde gündeme gelen, her dev projenin açılışında tanıklık ettiğimiz bir sahnenin anımsanması, sonrasında da anlamlarının sorgulanabilmesi için yazımın girişine taşıma gereğini duydum. Canlı yayınlarda tanıklık ettiğimiz üzere, dev projeler açılışlarında, seçmenin sevgi gösterilerinde ‘Reis’ olarak karşılanan Başkan Tayyip Erdoğan, açılışı yapılan dev projenin müteahhidi ile kameralar karşısında bir son dakika pazarlığına girişmeyi gelenek edindi. Çok yüksek maliyetli dev projelerin dış borçlanmalar, yapişletdevretle, bizlerden gelir garantileri karşılığı, cebimizden çıkacak vergilerle ödenecekleri, gerçekçi ihale koşullarını çoğunlukla uygulamaları ile yıllar sonrasında ancak tek tek öğrenebiliyoruz. Teslim tarihleri, işletme koşulları, her şey ama her şey durmadan değişim geçiriyor. Gecikmeler, ödenecek bedeller yükseldikçe yükseliyor. Projelerin yerleri, çevreye etkileri, her şey ama her şey durmadan değişime uğruyor. Biz hep sonuç bedelleri üzerinden eksik bilgilere ancak ulaşabiliyoruz. Kâr marjından indirim yapıyorlar Suna ve Akalın, dev projelerin açılışı sırasında çoğu zaman Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın inşayı gerçekleştiren müteahhitle yaptığı pazarlık sonucu fiyat indirimini en hafifi ile böylesine bir sonuç hesaplanmış olarak baştan kâr marjlarının yüksek tutulması olarak yorumluyor. İkili, asıl devasa sorunun ise birinci el, ikinci el uluslararası müteahhitlik ilişkileri ağında, parça parça üretimler için aşağı doğru indirilen taşeronlaşmalarda hem denetimin, hem de uzmanı olmayan, kaçağın kaçınılmaz olduğu yapılaşma sorunlarının, ucuz işçilik ile birlikte devasa sorunlar olarak karşımıza çıkarılıyor olması olduğunu kaydetti. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle