17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 26 ŞUBAT 2019 SALI [email protected] TASARIM: BAHADIR AKTAŞ olaylar ve görüşler S400’lerde kararTürkiye’nin Türkiye S400’leri alıp kullanacağım diyor. NATO ve ABD de diyor ki; Rusya ve siber saldırıları bize tehdit, Rus ileri teknolojisine sahip S400’leri NATO ve ABD sistemleri ile entegre etmek, bir arada kullanmak mümkün değil. Yüksek güvenlirlik riskini göze alamayız. S400’lerde 74. YIL YUNUS NADİ ÖDÜLLERİ 2019 ısrar Türkiye’nin güvenirliği ve sonunda NATO üyeliğinin de sorgulanabileceği bir süreci başlatabilir. Cumhuriyet gazetesinin kültür ve sanat ödülleri kapsamında düzenlenen karikatür yarışmasına, Ali ER / E. Tuğgeneral Türkiye’nin altmış yedi yılık NATO üyeliğine rağmen elindeki hava savunma sistemleri ihtiyaçlarını karşılamaktan uzaktır, tercihler savaş uçaklarından yana kullanılmış, gerisi de NATO içinde güvenlik ve savunma şemsiyesine bırakılmıştır. Bu konuda ciddi adım ancak 2013’de atılabilmiştir. Uzun Menzilli Bölge Hava ve Füze Savunma Sistemi Projesi ihalesi önce Çin’e veridi ve başarısızlıkla sonuçlandı. Akabinde ibre Rusya’nın bu alandaki en yetenekli sistemi S400’lere döndü. Rusya’dan S400 teslimatları Temmuz 2019’da başlayacak ve Ekim 2019’da ilk sistem aktif olacak. İkinci sistem gecikecek olsa da “sıkıntı yok”. Ancak asıl sıkıntı ABD tarafında; gün geçtikçe de tırmanıyor. Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD’nin S400’lere karşı önerdiği Patriotlarda üç temel sorunu açıkladı; zamanında teslimat, ortak üretim ve teknoloji transferi. Zamanında teslimat konusu çözümlenebilir görünse de teknoloji transferi ve ortak üretim konusunda ABD geri adım atma niyetinde görünmüyor. Trump, Türkiye’nin S400’leri alması halinde F35 alımının durdurulmasını onayladı. Ancak Tür noloji transferi konusunda ikna edici olmaktan öte kafa karıştırıcı açıklamalar da geliyor... Bu sürpriz mi? Hayır. Çünkü silah satışları uluslararası ilişkilerde önemli bir araçtır. Temel ilke; milli menfaatlerin zorunlu kıldığı ihtiyaçları, ulusal güvenlik stratejilerinin gerektirdiği öncelik ve koşullarda karşılamaktır. Bu kural ülke adı ya da siyasi görüş ne olursa olsun olmazsa olmazdır. Konsepte dayalı ihtiyaçlar sistematiği içinde ihtiyaçlar tanımlanır. Ama bundan sonraki süreci ülkelerin bilim ve teknolojik seviyesi ile savunma sanayii belirler. Eğer üniversiteler, savunma sanayii ve teknolojik alt yapısı tanımlanan harekât ihtiyacına cevap verebilecek kapasitede ise uygun sistem geliştirilir. İşte bu “yerlidir, millidir”; milli savunma konsepti gereği ete kemiğe bürünmüştür. Ama üniversiteler, savunma sanayii ve teknolojik alt yapısı bu bilgi ve tecrübeye sahip değilse maalesef uluslararası piyasadaki sistemlerden birini S400’lerde olduğu gibi almaya mahkum olunur. Bu arada “ortak üretim”, “teknoloji transferi” gibi “bonuslar!” olsa da “Karaman’ın koyunu sonra çıkar oyunu” ... NATO’daki yükümlülükler uluslararası karikatür sanatçılarının yarışma sergisi ve albümüne desteği devam ediyor. kiye için F35’ler askeri olduğu kadar Bu nedenle ulusal güvenlik kon milli savunma sanayii bakımından da sept ve stratejileri, üyesi olduğunuz kilit taşı. Türkiye’nin hem müşterisi uluslararası örgütler ve tarafı oldu Belom JeanLoic/ Fransa hem de üreticisi olduğu 21nci yüzyılın ğumuz uluslararası anlaşmalar karar küresel çaptaki savaş uçağı projesi. Sorunun tarafları Sorunun taraflarından NATO, Türkiye’ye mesajlarını ABD ve Trump üzerinden vermeyi yeğlese de NATO’nun göreceli uyumlu tutumu yanıltıcı; NATO’da derin açmaza yol açabilir ve Türkiye ile hesaplaşmaya dönüşebilir. Rusya cephesinde Putin her şeyin farkında, S400’ler için sonuna kadar zorluyor. Çünkü Putin için 2,5 Milyar dolarlık bir silah satışının ötesinde NATO’daki dayanışma ve taahhütleri zayıflatabilecek tarihi bir fırsat. S400’leri Türkiye’ye hibe de etse kazancı milyar dolarlarla ölçülemez. Türkiye ile yakın iş birliğinin sıcak denizlerdeki kalıcı adımlarına destek kapasitesi de işin cabası. Türkiye için ise S400’lerde teknoloji transferi hayati önemdedir. Kapsam ve vüsatını açık kaynaklardan öğrenebilme olanağımız yok, umarım sükutu hayale uğramayız Milletçe. Üstelik Rusya tarafından tek alma sürecinde maliyet etkinlik ile birlikte dikkate alınan faktörlerdir. İşte S400’ler teknik olarak rakiplerinden üstün olsa, ucuz da olsa savunma konsepti ve NATO’daki karşılıklı yükümlülükler çerçevesinde yine de tartışmaya açık olabilir. Öncelikle altını çizelim, şüphesiz S400’lerde karar Türkiye’nin, ne ABD karışabilir ne de NATO. Ancak sorun satın almakta değil maliyet etkin kullanabilmekte. Çünkü Türkiye de ABD de NATO da biliyor ki; Türkiye S400’leri kamuoyunca “Füze Kalkanı” olarak bilinen NATO’nun “Aktif Katmanlı Bölgesel Savunma Sistemine (ALTBMD)” entegre edemez. Bunun nedeni yine NATO’nun kurumsal konsepti ve işleyişinde. O halde nedir NATO? NATO, egemen ve bağımsız devletlerin kararlarını oy birliği ile aldığı savunma ittifakıdır; karar alırken oydaşma üyeye fiilen veto hakkı verir. Bu nedenle konsept ve stratejiler bütün üyelerin ortak kararı olduğu kadar karşılıklı taahhütlerdir. İşte S400’lerde sorun 2010’daki NATO Lizbon zirvesinde onaylanan Füze Kalkanı projesinden kaynaklanıyor. Füze Kalkanı aslında herhangi bir füze savunma sisteminden farklı değil. Tek fark; füze savunma sistemlerinin olmazsa olmazı üç ana sistemin; erken ihbar ve ikaz sistemleri (Radarlar), Muhabere, Komuta ve Kontrol sistemleri (İletişim alt yapısı, hava harekât ve savunma merkezleri), hava savunma silah ve araçların (Füze; uçaksavar ve uçaklar), tüm müttefiklerin hava sahasını tek bir hava sahası olarak esas alması ve entegrasyonudur. NATO 2010 Lizbon zirvesinde bu karar ile ABD’nin milli füze savunma sistemini NATO ülkelerinin ulusal füze savunması sistemleriyle fiilen bütünleştirmiştir. NATO üyesi olarak Türkiye de bu karara imza koymuş, NATO’nun Er ortak fonları kullanılarak tesis edilmiştir. Sistemin üçüncü ayağını Polonya ve Romanya’da üslenmiş olan karada konuşlu füze Rampaları ile İspanya’da üslenen gemilerdeki füze savunma sistemleri ile üye ülkelerin hava savunma görevindeki F16 ya da F35’ler gibi savaş uçakları oluşturmaktadır. İşte dananın kuyruğu tam da burada kopmaya aday! Türkiye S400’leri alıp kullanacağım diyor. NATO ve ABD de diyor ki; Rusya ve siber saldırıları bize tehdit, Rus ileri teknolojisine sahip S400’leri NATO ve ABD sistemleri ile entegre etmek, bir arada kullanmak mümkün değil. Yüksek güvenlik riskini göze alamayız. Entegre etmeden kullanırsan Türkiye hava sahası da Füze Kalkanının entegre hava sahası içinde bu da ayrı bir sorun; en azından Kürecik’te erken ihbar ve ikaz radarı var, bu bile NATO sistemini felç edebilir. Buna rağmen S400’lerde ısrar Türkiye’nin güvenirliği ve sonunda NATO üyeliğinin de sorgulanabileceği şartı her ken İhbar ve İkaz sistemi olarak bir süreci başlatabilir. NATO’nun gü ABD’nin radarlardan biri Kürecik’te neydoğu kanadında ortaya çıkabile faaliyete geçmiştir. Kürecik’te kurulmasının en büyük nedeni ise cek güvensizlik gerekçesiyle en azından Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve NATO’nun BMD sistemlerinin Rus İsrail’in NATO üyeliğine kabulü için ya ve İran’ı tehdit olarak tanımlaması yapılan girişimlerin başarı şansını art ve bu ülkelerden gelecebilecek balis tırabilir. Bunun bedelini hesaplamak tik füzelerin daha ateşleme safhasın ise bugün olanaklı değil. da rampalarında tespit ve imhasıdır. Sonuç olarak; Türkiye’nin NATO’da Radarın tespit ettiği Füze Savunma müttefiklerini Rusya’ya karşı güven Rusya’dan S400 teslimatları Temmuz 2019’da başlayacak ve Ekim 2019’da ilk sistem aktif olacak. İkinci sistem gecikecek olsa da “sıkıntı yok”. Sistemlerine vur emrini verecek sistemin beyni olan Komuta ve Kontrol alt yapısı ise Almanya’da NATO’nun lik açığına karşı nasıl ikna edebileceği çok bilinmeyenli bir denklem gibi; sonunda karar Türkiye’nin.... Katar girdabından çıkış yolu Yanlış üstüne yanlış nasıl düzeltilecek? Bugün AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 22.02.2019 günü Muğla’da seçim kampanyasında belirttiği bir husus üzerinde duracak, “Güvenlik güçlerimiz seçimlerde AKP’nin mi emrindedir?” diye soracaktım. Erdoğan şöyle demiş: “Güvenlik güçlerimiz, PKK’nın tüm ümidini 31 Mart’ta zillet ittifakının başarısına bağladığını tespit ettiler. 31 Mart’ın kimin için ne anlam ifade ettiğini görüyorsunuz değil mi? Bu millet arkasından çevrilen oyunları bir kez daha bozacaktır.” Bu ifadede “millet ittifakına” “zillet ittifakı” denmesi bir yana, muhalefetin, terör örgütü PKK ile ilişkilendirilmesinin son derece kaygı verici olmasını değil... “Devletin güvenlik güçlerinin” seçim propagandasına alet edilmesini dile getirecektim. Fakat Cumhuriyet mensuplarının bence haksız ve hukuksuz olan yargılanmaları sonunda verilen hapis cezalarının yine haksız ve hukuksuz bir biçimde hemen infazı söz konusu olduğu için yine bu konuda yazmak zorunda kaldım. HHH Cumhuriyet Davası’ndaki yanlışlar o kadar çok ve o kadar üst üste geldi ki, ağırlıklı toplamın düzeltilmesi gittikçe zorlaşıyor: 1) Hiçbir terör ve şiddet eylemine uzaktan yakından bulaşmamış olan Cumhuriyet mensuplarının PKK, FETÖ ve DHKPC olarak üç farklı terör örgütü bakımından “terör örgütüne üye olmadan destek” suçlamasıyla gözaltına alınmaları ve yargılanmaları yanlıştı. 2) Bu yargılama sonunda, yeterince delil filan olmadan mahkum edilmeleri yanlıştı. 3) Bu ceza davasının, Vakfın (gazetenin) yönetimiyle ilgili olan hukuk davasıyla ilişkilendirilmesi yanlıştı. 4) Aynı davada farklı sürelerle hapis cezası alanların dosyalarının biri İstinaf (Bölge) mahkemesi, biri Yargıtay olarak iki farklı merciye gönderilmeleri yanlıştı. Hepsi aynı davada yargılandıkları için yerel mahkeme, hepsinin dosyalarını doğrudan, en ağır cezaya bakması gereken Yargıtay’a göndermeliydi. (En üst düzeyde görev yapmış bir bilge hukukçunun yorumu.) 5) Bölge (İstinaf) Mahkemesi, aynı davada yargılanan 5 yıldan fazla hapis cezası alanların dosyaları Yargıtay tarafından inceleneceği için, 5 yıldan az ceza alanların dosyalarını karara bağlamayıp doğrudan Yargıtay’a havale etmeliydi. HHH Üste üste binen bu beş yanlış sonunda, aynı davada 5 yıldan az ceza alanlar hapse girerken, 5 yıldan çok ceza alanlar Yargıtay kararını bekliyor. Üstelik Yargıtay yerel mahkeme kararlarını bozarsa, hapse girenler haksız bir infaza uğramış olacaklar. Bu kargaşanın son aşaması, infazları erteleyebilecek olan makamlar tarafından çözülebilir: 1) İstinaf (Bölge) Mahkemesi. 2) Yargıtay (Başsavcı veya ilgili daire). 3) Anayasa Mahkemesi (Dosyalar zaten önünde). HHH AKP’nin bu topluma en büyük kötülüğü Hukuk Devleti’ni, Adalet Mekanizmasını ve en önemlisi de toplumun Adalet Duygusunu tahrip etmesi olmuştur. Doç. Dr. BURAK COP İstanbul Kültür Üniversitesi İkinci Dünya Savaşı bittiğinden beri Ortadoğu siyaseti, zeminin kayganlığı ve dengelerin/ittifakların hızlı değişimiyle bilinir. Vekâlet savaşı olarak adlandırılan çok taraflı çatışma dönemlerinde değişimin hızı büsbütün artar. 197590 arasındaki Lübnan iç savaşı bunun çarpıcı bir örneğiydi. 2011’den beri Suriye’nin maruz kaldığı saldırganlık da bir vekâlet savaşı başlatarak yerel, bölgesel ve küresel güçler açısından Lübnan iç savaşındakine benzer bir manzara doğurdu. Bu karmaşık manzara Filistin sorunu, enerji rekabeti, İranS.Arabistan husumeti gibi meselelerden ötürü zaten büyük bir istikrarsızlık havzası olan, özellikle de radikal İslamcı terörizmin küreselleşmesi örneğinde görüldüğü üzere sürekli çatışma üreten Ortadoğu’yu büsbütün bir belirsizlik girdabına soktu. 2011’den beri Suriye savaşı temelinde şekillenen kaypak zeminde kalıcı olmayı başaran az sayıdaki eksenden biri Türkiye ve Katar arasında. Bunun pragmatik sebepleri olduğu kadar ideolojik bir temeli de var. Katar, İhvanı Müslimin (Müslüman Kardeşler) örgütlenmesinin ve o çizgiye yakın Hamas’ın destekçisi. AKP’yi de İhvan’ın Türkiye şubesi olarak tanımlamak mümkün (parti kadrolarının bunun farkında olup olmaması önemsiz bir ayrıntıdır). Topraklarının tamamına yakınında egemenliğini yeniden sağlamış olan Suriye Arap Cumhuriyeti’ne düşmanlık takıntısını bırakması halinde Ankara’nın Şam, Bağdat ve Tahran ile Suriye’nin ulusal bütünlüğü başta olmak üzere pek çok uzlaşma zemini oluşturma potansiyeli yüksek. AKP rejimi ile Katar arasındaki siyasi ve ekonomik ilişkiler her geçen gün Katar’ın lehine asimetrik bir hal alıyor. 80 milyonluk Türkiye, gücünün tek kaynağı gaz rezervleri olan 3 milyonluk Katar’ın peşine takılmış durumda. Katar’ın nüfuzu artıyor Katar sermayesinin Türkiye’deki yatırımları (dolayısıyla nüfuzu) artıyor, lüks uçak hediye edilmesi gibi vakalar Türkiye’yi yönetenlerin Katar’a angajmanını güçlendiriyor, gitgide ağırlaşan ekonomik kriz ortamında bu ülkeden gelen/gelecek destek (Katar Emiri Tamim Bin Hamad geçen yaz Türkiye’ye 15 milyar dolarlık doğrudan yatırım yapılacağını açıklamıştı), Hamad rejimiyle olan rabıtasını AKP için vazgeçilmez hale getiriyor. Ortadoğu’da zeminin kayganlığı Türkiye’nin bir çıpaya ihtiyacı olduğu anlamına geliyor. Bu doğrultuda önemli bir proje CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu tarafından 24 Haziran seçimleri öncesinde dile getirilmişti. Geçen yıl mayıs sonu haziran başında yaptığı bir dizi açıklamada Kı lıçdaroğlu, CHP iktidarında Türkiye, Suriye, Irak ve İran’ın katılımıyla Ortadoğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı’nın (OBİT) kurulacağını vaat etti. Gerek 24 Haziran seçim sonuçları, gerekse yerel seçim sathı mailinde oluşumuz sebebiyle OBİT projesi gündemde hak ettiği yeri alamadı, alamıyor. Üç komşusuyla kuracağı bir uluslararası örgütün, Türkiye’nin Ortadoğu’nun kaygan zeminindeki çıpa ihtiyacını karşılamaya yönelik şu ana kadarki en somut ve en rasyonel, hatta bu özellikleri haiz yegâne siyasi proje olduğu ise aşikâr. Topraklarının tamamına yakınında egemenliğini yeniden sağlamış olan ve ülkesini terk etmeyen yurttaşlarının büyük kısmının desteğine sahip bulunan Suriye Arap Cumhuriyeti’ne düşmanlık takıntısını bırakması halinde Ankara’nın Şam, Bağdat ve Tahran ile Suriye’nin ulusal bütünlüğü başta olmak üzere pek çok uzlaşma zemini oluşturma potansiyeli yüksek. Ancak Katar’ın yörüngesine girmiş, İhvan enternasyonalizmi iddiasını terk etmemekte ısrar eden, dahası Suriye’nin kuzeyindeki belli başlı toprak parçalarında, ÖSO adı altında bir araya getirdiği cihatçı örgütlere kol kanat germeye devam eden AKP rejiminin Şam’la ilişkileri onarma arayışına girip girmeyeceği belirsiz. Coğrafi ortaklık Türkiye’nin üç komşusuyla coğrafi ortaklık temelinde kuracağı ve önce ekonomik, ardından siyasi işbirliğini güçlendirme potansiyelini barındıracak olan böylesi bir örgüt, Soğuk Savaş koşullarında yükselen Nasırcı Arap milliyetçiliğine karşı İran ve Irak’la kurulan Batı yanlısı Bağdat Paktı’ndan (sonradan CENTO) bütünüyle farklı bir amaca hizmet edecektir. 1950’lerdeki örgütlenme, Ortadoğu’da Sovyet nüfuzunun yayılmasına karşı Batı kampının çıkarlarına hizmet eden bir girişimdi. Söz konusu ettiğimiz örgütlenme ise tam tersine, Kılıçdaroğlu’nun geçen yıl bir toplantıda kullandığı ifadeyle “egemen güçlerin bölgede istediği gibi at oynatmasına izin vermeyecek” bir seçenektir. Mısır, S.Arabistan ve Katar gibi bölgesel güçlerin içinde yer almayacağı, ancak sonuçları itibarıyla Türkiye’nin MısırS.Arabistan ekseniyle ilişkilerini düzeltecek, Katar’la da daha simetrik bir ilişki modeline geçmesini sağlayacak olan bu örgütlenme, erken cumhuriyet döneminin ferasetli Ortadoğu politikasının günümüze uyarlanması anlamına da gelecektir. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle