17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 16 ŞUBAT 2019 CUMARTESİ [email protected] TASARIM: BAHADIR AKTAŞ Tarımsal ürün fiyatları Ahmet Özgüneş / Eski TMO Genel Müdürü Tarımsal ürün fiyatlarında artışların tüketici enflasyonunun (TÜFE) üzerinde seyretmesi, yönetimi tedbirler almaya sevk etmiş gözüküyor. Basından öğrendiğimize göre kısa dönem için düşünülen tedbirler yüksek fiyatla mal satanlara idari cezalar getirilmesi ve tanzim satışları gündeme getirdi. Bu iki tedbirin de etkisiz olacağını hemen belirtelim. Fiyatların denetlenmesi, öncelikle bu hükümetin ve önceki hükümetlerin ekonomik politikalarına aykırıdır. Hükümetin programı serbest piyasa düzeni üzerine kuruludur; bu ekonomik düzende fiyatları serbest piyasanın ve rekabetin düzenlediğine inanılır. İkinci olarak fiyatların aşırı olduğuna kim karar verecek? Belediye zabıtaları mı? Bu uygulamanın keyfiliğe ve yolsuzluğa yol açacağı açıktır. Tanzim satışlarına gelince, bu ancak piyasaya geniş devlet müdahalesini öngören bir ekonomik politika ile uyumludur ve hemen uygulamaya geçilemez. Tanzim satışlarını uygulamak için önce yurt çapında binlerce satış noktası ve bu noktalara mal sağlayacak büyük bir tedarik zinciri kurmak gerekecektir. Çiftçiye teknik destek Tarımsal ürün fiyatları neden TÜFE’nin üzerinde artıyor? Çünkü Türkiye’de üretici fiyat enflasyonu (ÜFE) TÜFE’nin üzerindedir. Çiftçi ÜFE’nin altında bir fiyat artışı ile üretimini devam ettirme gücünden yoksundur ve maliyetlerini sattığı ürünlere yansıtmak zorundadır. Tarımsal ürünler toplumun temel ihtiyaçları arasındadır. Bu ürünlerin fiyatları nasıl düşürülür? Çiftçinin üretim maliyetlerinin düşürülmesi ve üreticinin elde ettiği fiyat ile tüketicinin ödediği fiyat arasındaki farkın azaltılması ile. Çiftçinin üretim maliyetlerinin düşürülmesi bir yandan çiftçiye teknik destek ile verim artırılması, öte yandan çiftçinin girdilerine (gübre, mazot, elektrik gibi) sübvansiyon yapılmasını gerektiriyor. Bu sübvansiyonlar bütün topluma yansıyacaktır ve temel ihtiyaçlarda sübvansiyon yapmak sos Yüksek fiyatla mal satanlara idari cezalar ve tanzim satışları gibi kısa dönemli tedbirlerin fiyatları düşürmekte etkisiz olacağını belirtelim. Fiyatların denetlenmesi, öncelikle bu hükümetin ve önceki hükümetlerin ekonomik politikalarına aykırıdır. Hükümetin programı serbest piyasa düzeni üzerine kuruludur. Tanzim satışlarını uygulamak için önce yurt çapında binlerce satış noktası ve bu noktalara mal sağlayacak büyük bir tedarik zinciri kurmak gerekir. yal devletin görevidir. Öncelikle şu gerçeği kaydedelim. Genelde tarım ürünü alıcıları, çiftçilerden ekonomik olarak kat be kat güçlüdürler; bu güç farkını ancak devlet müdahalesi dengeler. Devletin depolanabilir ürünlerde destekleme alımları yapması, tüketici fiyatlarının düşmesine yardım eder. Örnek olarak TMO’nun mercimek ve nohut alımları yaptığı yıllarda bu ürünlerin üretiminde patlama yaşandı ve hem bu ürünlerin fiyatı makul seviyelere geldi hem de geniş ölçüde ihracat yapıldı. Destek kalktığında bu ürünlerin üretiminde ciddi düşmeler görüldüğünü ve ithalatçı olduğumuzu hatırlayalım. Devlet depolanma imkânı olan bütün ürünlerde, tahıllarda ve fındıkta olduğu gibi daima, diğer ürünlerde gerekli hallerde destekleme alımları yapmalıdır ki çiftçi malını güvenle üretebilsin; fiyat düşmesi de artan üretimin doğal sonucu olarak gelsin. Meyve ve sebzeler gibi uzun süre depolanma imkânı olmayan ürünlerde devletin çiftçiye vereceği en önemli hizmetlerden biri çiftçiyi bilgilendirmektir. Bu bilgilendirmenin iki boyutu var. Birinci boyut gelecek sezon için üretim ve tüketim tahminleri yaparak üretimi yönlendirmektir. Bu hizmet başarılı olarak verilirse çiftçinin elinde satamadığı mal kalmaz ve bazı ürünlerde üre tim eksikliğinden kaynaklanan aşırı fiyat yükselmeleri önlenir. Soğuk zincir sistemi İkinci boyut, çiftçiye, ürettiği ürünlerin tüketici fiyatları, nakliye ve pazarlama maliyetleri konusunda devamlı bilgi aktarmaktır. Günümüzde her çiftçinin elinde akıllı telefonlar var, bu aygıtlar ile günlük olarak bu bilgiler çiftçiye aktarılabilir. Her bir çiftçiye genel bilgiler değil, sadece kendisini ilgilendiren ürün bilgileri aktarılmalıdır; günümüz teknolojisi buna olanak veriyor. Çiftçi bu bilgileri elde ettiğinde, aracıların çiftçinin gözünü boyaması ve çiftçi ve tüketicinin sırtından yüksek kârlar elde etmesi ortadan kalkar. Bilgilendirme sisteminin başarılı olması için üretilen bilgilerin doğru olması gerekiyor, masa başında afaki bilgiler üretilirse bu sistem çöker. Son olarak üretimden tüketime kadar uzanan zincir daha rasyonel hale geldikçe üreticitüketici fiyatları arasındaki farklar azalacaktır. Soğuk zincir sistemi ile kayıpların azaltılması, çok sayıda aracı yerine üreticiden doğrudan mal alarak perakendecilere ve tüketiciye ulaştıran tarım birliklerinin ve kurumların artması toplumun daha ucuz ve sağlıklı ürün tüketmesini sağlayacaktır. OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 74. YIL YUNUS NADİ ÖDÜLLERİ 2019 Cumhuriyet gazetesinin kültür ve sanat ödülleri kapsamında ulusal alanda düzenlenen karikatür yarışmasına, uluslararası karikatür sanatçılarından yarışma sergisi ve albümüne destek devam ediyor. İgor Smirnov / Rusya Bülent Oran: Bir Yeşilçam senaristi İrfan Yalçın / Yazar Yıllar vardı görmeyeli; ölümünden birkaç hafta önce bir televizyon programında görünce şaşırdım birden, inanasım gelmedi, ölüm gözlerindeydi en çok, ürperten bir şeyler vardı. Geçmiş Türk sinemasının Gregory Peck’i (Romantık jön) güldürü yazarı, değil Türkiye’nin, belki de dünyanın en “verimli” senaristi olmaktan başka, bir yaşam ustası, incelikli dostluğun ve ilişkilerin simgesi gibiydi o; bir zamanların İstanbul’undan geliyordu. ‘Üç İstanbul’ senaryosu Çok okuyor, her sanatı izliyor, hiç olmayacak şeylerden yaşamın tel tel güzelliklerini çıkarmasını biliyor, kendini koşullara zincirlemiyor, küçük küçük keyiflerle idare ediyordu. Bütün yüzüyle gülümsemesi, güzel bakması bundandı belki de.            Bitmeyen bir güzellik gibiydi annesi içinde, öyle düşündüm hep. İkimizin de tanıdığı ve onun, annesine çok benzettiği güzel bir kadını ne zaman görse, “anne” diye takılışını, annesini görmüşçesine sevinişini unutamam. Neydi bu? Yıllar önce ölmüş annesiyle mi ısınıyordu hâlâ? Hâlâ o ılıklıkları mı arıyordu. Hüzünlü bir gülüş gibi o anılar artık; vücudunun bir parçası olmuş o fötr şapkasıyla Taksim Meşelik Sokak’taki kitapçı dükkânıma gelişi, müşterilerle benden çok onun ilgilenişi, sıfır numara jelatin arayışı, jelatini ağzına alıp alıp ısırışı, bahçesi ıhlamur ağaçlı Aya Triyada Kilisesi’nde zaman zaman mum yakışı, bir zamanlar oturduğu Afrika Hanı’nın üst katının penceresinden düşüp ölen kedisine, kaldırıma oturup ağlarken, insanların onun sevdiği bir yakınını yitirdiğini sanıp “Başın sağ olsun, başın sağ olsun” diye avutmalarını anlatışı, olay yeni olmuşçasına yüzünün gölgelenişi, çok ustaca yazdığına inandığı “Üç İstanbul” senaryosundan ne zaman söz etsek, birden heyecanlanıp, “Aylarca çalıştım... aylarca çalıştım...” derken gözlerinin içinin gülüşü, kimi içkili yerlerde, sarhoş birilerinin alaturka şarkıcı Bülent Oral’la Bülent Oran’ı karıştırıp, illa da bir şarkı diye tutturmaları ve onun, “Dediğinizi yaparsam, çil yavrusu gibi dağılırsınız, lokanta boşalır” deyişi, şişirme naylon sevgilisi(!) Melahat’ı muziplik olsun diye her sorduğumda, çocuksu gülüşü, Tahtakale’deki bitpazarından yok pahasına satın alıp giydiği gocuk, ceket gibi şeyleri bana gösterip uzun uzun övüşü ve daha böyle nice ilginçlikler... ‘Türk filmi gibi’ Kuşkusuz küçümsenerek söylenen, “Türk filmi gibi” sözünün yaratıcılarındandı o da, eleştirileri bilmiyor değildi. Ama yine o, köyden gelip varoşlara sığınanların, yarım yamalak okumuşların ya da hiç okumamışların, berber ve motorcu çıraklarının, dikişçi kızların, varsıl koca düşleyen mahalle güzellerinin, bıçkın delikanlıların, “kader kurbanlarının”, köşeye sıkışmış lümpenlerin birkaç saatliğine mutlu olmalarında kendi payı olduğunu da bilirdi. Bilirdi ve mutlu olurdu. O filmler ki, hep ışıltılı “star”larla yaşanıp sevilse de, öyküyü yazan anılmasa da.     İtiraz eden yazar: Ahmet Taşgetiren İsmail Özcan/ Eğitimci/Yazar Dindar/muhafazakâr camianın ve elbette bu camianın medyasının önemli isimlerinden Ahmet Taşgetiren’in iki hafta kadar önce bir TV programında kurduğu, “12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat dönemlerinde yazdım. Kendimi bu zamandaki kadar kısıtlı bir duygu içinde görmedim” şeklindeki bir cümle, tek marifetleri iktidara yaranmak olan bir çevrede büyük bir tepkiye, asılsız suçlamalara ve karalamalara sebep oldu. Yazar adeta linçe uğradı. Ahmet Taşgetiren kendisinin nasıl tanımlanmasını ister bilemem, ama karşı mahalleden banko, şaşmaz bir özgüvenle “İslamcı yazar” olarak tanımlandığı çok iyi biliniyor. Karşı mahalle dediğimiz laik/Atatürkçü/ulusalcı kesimin Ertuğrul Özkök gibi kamuoyunda iyi bilinen bazı simaları onun İslami kesimin vicdanı olduğunu da zaman zaman ifade ederler. ‘Kim için, kime karşı’ Ahmet Taşgetiren gerçekten bu nitelemeyi hak edecek ölçüde dürüstlük ve adalet duyarlılığına sahip olduğunu sayısız olayda göstermiştir. Bunun en taze örnekleri ise, son senelerde yasadışı ideolojilere bulaşmış olma iddialarıyla gözaltına alınıp tutuklanan, ama aylarca iddianameleri hazırlanıp hâkim karşısına çıkarılmamış sağcısolcu, İslamcılaik yazar, aydın birçok mağdur insan için itiraz sesi yükseltmiş olmasıdır. Ahmet Taşgetiren bütün bu duyarlılıkları, “kim için, kime karşı” olduğuna bakmadan yalnızca hakkın ve adaletin tecellisi için yapmıştır. Son olayda Ahmet Taşgetiren’in en alt perdeden, en ılımlısından çıkışa zorlanması; artık mızrağın çuvala sığmaması, kırılan kolun yen içinde saklanamaması, daha da önemlisi bıçağın kemiğe dayanması durumunun iyice açığa çıkmış olmasıyla ilgilidir. Taşgetiren’in şu anda yazmaya başladığı gazete, dindar/muhafazakâr kesimde yazı yazdığı dördüncü gazetedir. Ayrıldığı ilk üç gazetede uzun yıllar yazılar yazmış, bütün yazılarında vicdanlı bir Müslümanın hak ve adaletin söz konusu olduğu yerde nasıl bir tavır takınması ge rektiğinin örneklerini vermiştir. Bir Müslüman için takınılması gayet sıradan sayılması gereken böyle bir tavır bile kimilerine tahammül edilmez görünmüş ve Taşgetiren de hiçbir gürültüye patırtıya meydan vermeden izzet ü ikbal ile o kapılardan çekilmiştir. Geriye giden basın özgürlüğü Bir medya ortamı ki, Ahmet Taşgetiren gibi her kelimesi, her cümlesi, her ifadesi ölçülü, ılımlı, edepli; kırmamaya, dökmemeye, dışlamamaya ayarlı bir yazarın bile düşüncelerine katlanamıyor; linç çığlıklarına yol açıyorsa orası düşünce çölü olmuş demektir. Halbuki ifade özgürlüğü, uğrunda verilen yüzlerce yıllık mücadeleden sonra ulaşılmış en değerli, en kutsal özgürlüklerden biridir. Bu özgürlüğe tahammül edilmediği yerlerde işlerin iyi gitmediğinden, şeffaflıktan korkulduğundan emin olunabilir. Türkiye bugün 17 yıldan bu yana, Ahmet Taşgetiren’in tabiriyle “İslami duyarlıklı” bir iktidar tarafından yönetiliyor. Bu iktidarın çeşitli alanlardaki olumlu icraatına rağmen hiç mesafe alamadığı, hatta geriye gittiği alanlardan biri de basın özgürlüğüdür. Basın özgürlüğünde dünya ülkeleri içinde en alt sıralarda, en geri ülkeler arasındayız. Halbuki 70 yıllık demokrasi tecrübemiz, ekonomik ve toplumsal gelişmişliğimiz bizim basın özgürlüğünde çok daha yukarılarda, gelişmiş ülke standartlarına yakın sıralarda olmamızı gerektirir. Ahmet Taşgetiren’in de ifade ettiği gibi ekonomik ve toplumsal gelişmişliğimizin bugünkünden çok daha düşük seviyelerde olduğu, darbelerin otoritesinin egemenliğini sürdürdüğü dönemlerde bile basın özgürlüğünün bugünkü kadar kısıtlılığına şahit olunmamıştır. Bugün Türkiye’yi yöneten İslami duyarlıklı kadroların dünya menfaatı, mevki ve servet düşkünlüklerinin devlete ve topluma, bu arada da dine saklanamayan zararlar verdiği gerçeği ortaya çıkmıştır. Bu kadronun en büyük yanlışı; mevkii, parayı, zenginliği; maddeperestlikle, sadece dünyaya değer vermekle suçladıkları laik, solcu, sosyalist çevrelerden daha az sevdiklerini kanıtlayamamış olmalarıdır. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle