17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
bilim ve teknoloji Herkese Bilim Teknoloji Dergisi’nin katkılarıyla hazırlanmıştır. TASARIM: İLKNUR FİLİZ 1516 Şubat 2019 cumartesi Acıya duyarlılık da tıpkı boy, saç rengi, ya da ten rengi gibi aileden geçiyor bilimin merceğinden ‘Bilim bilim Kimilerinin acı eşiği bilim’ neden daha yüksek? Koç Üniversitesi yüksek teknolojiyi amaçlayan gelişmiş tıbbi cihazlar, biyomedikal cihazlar ve yöntemler geliştirmek amacıyla KUTTAM adı altında bir merkez kurdu, merkezin çeşitli 8 laboratuvarı var ve buralarda doktora sonrası araştırma yapanlar, 40 kadar öğretim üyesi, 50’ye yakın doktora öğrencisi, lisans öğrencileri çalışıyor. KUTTAM’da 73 proje üzerinde çalışıldığını öğreniyo ruz. Tıbbi yardıma gerek duyanlarda en yaygın tek belirti ağrı ya da acıdır. Normal koşullarda ağrı bedendeki bir hasarın işareti. Ancak insanlarda acıyı fark etme, acıya dayanma ve acı karşısında verdikleri tepkiler çok farklıdır. Bu yüzden her bir hasta için hangi tedavi yönteminin etkili olacağını kestirmek kolay değil. Peki, ağrı eşiği neden herkeste farklı? Bu farklılık çoğu zaman psikososyal, çevresel ve genetik unsurlar arasındaki karmaşık etkileşimlerden kaynaklanır. Ağrı, kalp ya da şeker hastalığı gibi geleneksel bir hastalık olarak değerlendirilmese de, her iki durumda da aynı etmenler dizisi etkili olur. İnsanların yaşamları boyunca yaşadıkları acı verici ve sancılı deneyimlerin ardında kişiyi acı ve ağrılara karşı daha çok, ya da daha az duyarlı kılan genler yatar. Tabii kişinin ruhsal ve fiziksel durumu, daha önceki sancılı ve sarsıcı deneyimleri ve çevresel koşulların da etkisi vardır “Ağrı genetiği” ile ilgili ilk araştırmalar 1960’larda “ağrı yoksunluğu’ olarak tanımlanan ve son derece ender görülen bir durumu olan aileler üzerinde yapılmıştı. O dönemlerde bu bozukluğun nedenini belirlemeye olanak tanıyacak teknoloji henüz yoktu. Genetikteki ilerlemeler ağrı eşiğinde genlerin rolünü daha netleştirdi. Bunun en yaygın sorumlusu da, SCN9A geni, sodyum kanalını etkin kılmak ya da kapamak suretiyle, bedenin ağrıya verdiği tepkinin denetlenmesinde önemli bir rol oynuyor. Ancak bu genin ağrıyı artırması, ya da yatıştırması bireyin taşıdığı değişime bağlı. derek daha çok gereksinim duyulmasıyla birlikte bilim insanları şimdilerde elde ettikleri bu bulguları hastanın genleriyle uyumlu kişiye özel ağrı sağaltıcı yöntemlere dönüştürüyorlar. acı sinyallerinin gönderilmesine yarayan bir protein kanalını kodlayan SCN9A adlı bir genin içindeki az sayıda SNP’lerden biri. Araştırmalar SCN9A genindeki değişimlerin yalnızca acıya duyarsızlığa yol açmakla kalmadığını kimi durumlarda normalin üzerinde ağrı sinyallerinin oluşmasına da neden olduğunu ortaya koyuyor. Genoma dayalı tıbbın halk arasında giderek daha çok kabul görmesi ve kişiye özel sağlık uygulamalarına gi Genetik değişimler herkeste ağrıyı etkiliyor mu? Ağrı algısını etkileyen kimi önemli genler çoktandır biliniyor ve her geçen gün yeni genler belirleniyor. SCN9A geni, sodyum kanalını etkin kılmak ya da kapamak suretiyle, bedenin ağrıya verdiği tepkinin denetlenmesinde önemli bir rol oynuyor. Ancak bu genin ağrıyı arttırması, ya da yatıştırması bireyin taşıdığı değişime bağlı. Yapılan hesaplamalar ağrıdaki değişkenliğin yüzde 60 kadarının kalıtımsal olduğuna, bir başka deyişle genetik unsurların sonucu olduğuna işaret ediyor. Kısacası, acıya duyarlılık da tıpkı boy, saç rengi ya da ten rengi gibi aileden geçiyor. SCN9A geninde görece daha yaygın olan ve nüfusun yüzde 5’inde görülen 3312GT adlı bir SNP’nin ameliyat sonrası ağrıya duyarlılığı etkilediğine de tanık olundu. SCN9A için deki bir başka SNP de kişinin kireçlenme, lomber disk ameliyatı, uzvu kesilenlerde hayalet organ ve pankreas yangısından kaynaklanan ağrılara daha duyarlı olmalarına yol açıyor. Deniz canlılarından yeni ağrı kesiciler Şimdilerde bilim insanları ağrı sinyallerinin aktarımını önleyen balon balığı ve ahtapot gibi deniz canlılarından elde edilen tetrodotoksin adlı güçlü bir nörotoksinden ağrı kesici olarak yararlanmanın yollarını araştırıyorlar. İlk denemeler tetrodotoksinin kanser ve migren ağrılarının yatıştırılmasında etkili olduğunu ortaya koyuyor. Bu tür ilaç ve toksinler doğuştan acıya duyarsız kişilerdekine benzer bir durum yaratıyor. Morfin türevli ilaçlar konusunda yaşanan krize bir son vermek içinacının kaynağına inen ve yan etkileri daha az olan çok daha kesin çözümlü ağrı kesicilere yönelmek gerekiyor. Genetik unsurların daha iyi kavranması ise ağrının olduğu “yere” odaklanmaktan çok, “nedenini” ortadan kaldıracak yeni ilaçların tasarlanmasının önünü açılabilir. Derleyen: Rita Urgan Why do some people hurt more than others? The Conversation/26 Ekim 2018 Türkiye’nin kullandığı tıbbi cihazların yüzde 85’i ithal ediliyor ve bunlara tonla para ödeniyor. KUTTAM’da, Türkiye’nin sahip olduğu beyin gücümüzün seferber edildiği açık. Başarılar dileriz. Orada üretileceklerin takipçisi de olacağız. Açılışta ilginç bir gözlemimizi paylaşalım: Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı Başkanı Naci Ağbal, açılışta bulunuyordu ve dünyadaki değişim ve dönüşüme dikkat çekerek şöyle dedi: “Burada geliştirilen ve çığır açan teknolojilerle bu alanda ihracatçı noktaya geleceğimize yürekten inanıyorum. Özetle ilerlemenin tek bir reçetesi var. Bilim, bilim ve bilim.” Güzel. Bir eski bakandan ve şimdi de önemli bir görevde bulunan yetkiliden “bilim bilim bilim” sözlerinin vurgulamasını duymak hoşa giden bir şey. Peki, acaba devlet üniversiteleri açmada ve rektör dekan atamalarında da “bilim bilim bilim” sözlerini duyuyor muyuz, devlet üniversitelerinin büyük çoğunluğunda neden bilimsel liyakata önem verilmiyor? Şüphesiz, Koç’ta geliştirilecek teknolojilerin dışa satımına diyecek söz yok. Ama daha önemlisi, tıbbi cihazların yüzde 85’inin ithal edildiğini göz önüne alacak olursak, burada üretilecek her şey ithalatı azaltacak ve ülkenin üretici güçlerini de harekete geçirecek. Peki, acaba bilim güçlerimizin yetişkin insanlarımızın rekor denecek sayılarda dış ülkelere göçüne de diyeceğiz? Neden insanlarımıza, gençlerimize umut veremiyoruz? Neden Koç gibi çok az sayıda vakıf üniversitesi ciddi bilim ve araştırma yapma ya üretmeye önem veriyor da, aynı çaba Bilinen en eski kemik kanseri Fosildeki tümör insanda gelişen kanserle benzerlik gösteriyor yı devlet üniversitelerinin büyük çoğunluğunda göremiyoruz? Neden “bilim bilim bilim” diyen hükümet yetkilileri var da, geleceğe yönelik bilim stratejisi olmayan bir ülke konumundayız.. Üniversitelerde hoşumuza gitmeyen sözler dile getirdikleri için binlerce öğretim üyesi üniversitelerden atılıyor ve üstelik ceza alıyor? Bu hafta sayfalarda bilinç ile ilgili yeni gelişmeleri okuyacaksınız. Beyin taramalarında gelinen nokta ile tartışmalı bir konu hayli açıklığa kavuşacağa ben ziyor. Diğer sayfada ise ağrı eşiğinin ne 240 yıllık bir kaplumbağa fosilinde bulunan tümörün triyasik döneme ait bir fosilde keşfedilmesi, DNA’mıza ön uyluk kemiği tümör den kişiden kişiye farklılıklar gösterdiğine ilişkin yeni bulgular. Kilit noktada genlerimiz var ve tabii çevresel faktörler de ekleniyor. Alerji ile ilgili 7 haftadır sürdürdüğümüz yazı serisi sona erdi. Haftaya yine il ‘Yarını İnşa Et’ projesi başladı işlemiş bir mutasyona karşı kırılganlığımız olduğunun önemli bir kanıtı olarak nitelendiriliyor. Bir kaplumbağa atasında kemik kanseri vakasına rastlandı. 240 milyon yıl öncesine ait olduğu belirlenen bir fosilden elde edilen bulgu Arka uyluk kemiği ginç bir konu ile çıkacağız karşınıza. Keyifli okumalar Sabancı Vakfı ve Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı’nın (TTGV) birlikte yürüttüğü “Yarını İnşa Et” projesi başladı. Proje için Adana, Trabzon, Konya ve Mardin’de düzenlenecek eğitimlerle toplam 150 öğretmene programlama ve elektronik eğitimleri verilecek, bir programlama kiti olan Arduino’nun kullanımı öğretilecek. Eğitimlerin ardından her öğretmen 5’er kişilik öğrenci ekiplerinin akıllı şehirler, çevre ve enerji alanlarında çevrelerinde gördükleri sorunlara çözüm sunan teknoloji temelli projeler üretmesine rehberlik edecek. Proje kapsamında 9, 10 ve 11’inci sınıf öğrencileri ya göre, memelileri, kuşları ve sürüngenleri içeren bir grup olan amniyotlarda bilinen en eski kemik kanseri vakasıyla karşı karşıyayız. JAMA Oncology’de yayımlanan raporda, bu vakaya triyasik döneme tarihlenen bir fosilde rastlanmasına dikkat çekiliyor. Bir grup paleontolog ve hekimden oluşan araştırma ekibi, bu bulguyu elde ederken bir objenin iç yapısını 3 boyutlu şekilde detaylı olarak görüntüleme imkânı sunan bir teknik olan micro CT (mikrotomografi) tarama yöntemini kullandı. Kötü huylu tümör Güneybatı Almanya’da 2013 yılında bulunan fosilleşmiş sol kalça kemiği üzerinde çalışan ekipten Yara Haridy, bu görüntüleme sırasında bulguladıkları şeyin bir kırık ya da enfeksiyon olmadığını anladıkları anda başka bir hastalık aramaya başladıklarını ifade etti. Berlin’deki Museum für Naturkunde’de çalışan paleontolog Haridy, söz konusu hastalığın bir periyost osteosarkom, yani kötü huylu bir kemik tümörü olduğunu tespit ettiklerini söyledi. Bulguya göre, bu fosilde rastlanan hastalık, insanda gelişen kemik kanseriy tümör le benzerlik gösteren bir tümör. Eski çağlarda yaşayan hayvanla rın kansere yakalanmasının mümkün olduğunu ancak bunun kanıtlarını bulmanın çok nadir bir gelişme olduğunu ifade eden Haridy, bu tümörün triyasik döneme ait bir fosilde keşfedilmesini ise DNA’mıza işlemiş bir mutasyona karşı kırılganlığımız olduğunun önemli bir kanıtı olarak nitelendirdi. İTÜ’den STEAMMaker uzmanlık eğitimi İTÜ, İTÜ GVO Yönetimi işbirliği ile STEAMMaker Uzman Liderlik Sertifika Programı’nı başlattı. Program, İTÜ’lü akademisyenlerden oluşan İTÜ STEAM Araştırma ve Eğitim Komisyonu’nun hazırlayıp sunduğu tematik atölyelerden oluşuyor. Altın Oran, Otomatlar Dünyası, Robotlar Dünyası, Tren, Doğa, Ses ve Hareket gibi temalardan oluşan atölyeler, sistematik bir çalışmanın ürünü olarak STEAM alanında nitelikli bir içerik sunuyor. Katılımcı profili, farklı alanları ve anaokulu, ilkokul ve ortaokul düzeyini kapsıyor. İTÜ Ayazağa Kampusu Merkezi’nde gerçekleşen program, 9 Şubat 30 Mart tarihleri arasında devam ederken, programa yönelik eğitimler, cumartesi günleri 10.0017.00 saatleri arasında gerçekleşecek. ekipler oluşturarak kendilerine ücretsiz sağlanan kitlerle çevrelerinde gördükleri sorunlara çözüm üretecek ve projelerini oluşturacak. Hazırlanan 150 proje arasından finale kalanlar İstanbul’da düzenlenecek etkinlikte bir araya gelecek. Akıllı şehirler, çevre ve enerji başlıklarında gerçekleştirilecek projeler, gerçek sorunlara çözüm üretme, yenilikçilik, teknoloji ve ticarileşme gibi kriterler doğrultusunda değerlendirilecek. Başarılı ekiplere kodlama eğitimi ve maker kamplarına katılım gibi fırsatlar sunulurken, uygulanabilir projelere girişimcilik desteği ve sanayi ile işbirliği yaparak fikirlerini hayata geçirme fırsatı sunulacak. Yıllar boyunca kadınların gebelik ve emzirme dönemi süresince genelde alerjilere neden olan yerfıstığı ve benzeri yiyeceklerden uzak durmaları, çocuklarına da yaşamlarının ilk birkaç yılı boyunca bu yiyecekleri yedirmemeleri gerektiği düşüncesi yaygındı. Ne var ki, son birkaç yıldır çocuklarda alerjik tepkilerin önüne geçilmesi amacını taşıyan bu önerinin çoğu zaman hiçbir işe yaramadığı ve gerçekleri yansıtmaktan uzak olduğu biliniyor. Araştırmalardan elde edilen veriler gebelik döneminde kadınların alerjiye yol açan yiyecekleri yiyip yememelerinin hiçbir önemi olmadığına işaret ettiğinden, artık gebe kadınların bu tür yiyeceklerden uzak durmaları gerekmiyor. Geçen yıllarda yaklaşık 6 bin bebek üzerinde yapılan bir araştırma, bebeğin dünyaya gelişini izleyen ilk dört ay boyunca yalnızca anne sütü ile beslenmesinin onun sonradan saman nezlesine yakalanma olasılığını azalttığını ortaya koyuyor. Ancak çocukları alerjilerden korumak Çocukları alerjilerden korumak mümkün mü? için yalnızca anne sütüyle beslemenin çözüm sağlamadığı da görülüyor. Alerjiye neden olan yiyeceklerden uzak durmak yerine risk düzeyleri yüksek çocukların olabildiğince erken bir dönemde bu tür alerjenlerle karşı karşıya gelmelerinin çok daha yerinde bir davranış olacağı öngörülüyor. Doğumdan sonraki 4 ile11 aylık süre içinde yerfıstığı ile tanışan bebeklerde 5 yaşına gelindiğinde yerfıstığı alerjisine tanık olunma olasılığının yüzde 81 oranında azaldığı görülüyor. Benzer biçimde, 46 aylıkken yumurta yemeye başlayan bebeklerde yumurta alerjilerine yakalanma olasılığı da daha düşük oluyor. ABD ve Avustralya’da sağlıkla ilgili kimi önerilerde bebeklerin alerjiye yol açma olasılığı yüksek yiyeceklerle 46 aydan başlayarak yavaş yavaş tanıştırılmalarının yerinde olacağı söyleniyor. Ancak Dünya Sağlık Örgütü, yine de 6 aylık oluncaya dek bebeklere anne sütü dışında hiç bir şey verilmemesini öneriyor. Görünüşe bakılırsa alerji sorununun temelinde, alerjik tepkilerin ortaya çıkmasına olanak tanınmadan önce bebeklerin bağışıklık sistemlerinin olası alerjenlerle karşı karşıya bırakılması yatıyor. Ancak bu uygulamanın nasıl işe yaradığı henüz tam olarak bilinmediği gibi, ki mi zaman ters tepebileceği yönünde de kanıtlar var. Küçük yaşta yer fıstığı yemek yararlı olabilir, ama yerfıstığının çok yoğun bir biçimde tüketildiği bir ortamda büyümek de görünürde yerfıstığı alerjilerinin ortaya çıkmasını çok daha olası kılıyor. Bağırsakların “iyi” bakterilerden yoksun kalmasının alerjileri körükleyebileceği görüşü de, son günlerde giderek yaygınlık kazanıyor. Ne var ki, prebiyotiklerin alerjilerin önüne geçilmesinde etkili olabileceklerini gösteren somut bir kanıta henüz ulaşılamadı. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle