17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
hafta sonu TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN 910 ŞUBAT 2019 PAZAR Türkiye’nin öncüleriKadınların siyasi ve sosyal hakları 1935’te de mücadele alanıydı, bugün de... “Bu son senelerin inkılap hayatında hummalı fedakârlıklarla yapıl mış mücadele hayatında, mille ti ölümden kurtararak kurtulu şa ve istiklâle götüren azmü fa aliyet hayatında her ferdi mil letin mesaisi, gayreti, çaba sı fedakârlığı geç miştir. Bu arada en yüce övgü ve dai ma şükran ile tek deniz ülkütekin rar edilmek lazım gelen bir çaba vardır ki, o da Anado lu kadınının ibraz etmiş oldu ğu çok ulvî, çok yüksek, çok kıy metli fedakârlıktır. Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir milletin de, Anadolu köylü kadınının üs tünde kadın çalışması zikretme ye imkân yoktur ve dünyada hiç bir milletin kadını ‘ben Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere gö türmekte Anadolu kadını kadar çaba gösterdim’ diyemez..” Cumhuriyet’in kurulmasına az süre kalmışken, Mustafa Ke mal Atatürk, Konya’da kadın lara bu konuşma ile seslenmiş ti. Türk devriminde mihenk ta şı olan kadınların sosyal yaşam daki varlığı, Cumhuriyetten ön ce de bu coğrafyanın gündemin deydi, Cumhuriyetin bugünle rine gelirken de tartışmaların odağında olacaktı. Ancak istik lal mücadelesinin ardından ku rulan Türkiye Cumhuriyeti sava şın yokluğu, bağımsızlık çırpını şı ve fedakârlığı içinde kadının erkekle birlikte kamusal ve sos yal anlamda sorumluluk ve yet ki aldığı bir mücadelenin üze rine kurulmuştu. Ve bu sorum luluklar, yetkiler kimse tarafın dan bahşedilmiş değildi. Kadın lar, kimi zaman savaşın yaraları nı saran hemşireydiler, kimi za man cephane taşıyan, kimi za man da cephedeki askeri doyu ran ikmal taburuydular, cephe ye gidecek tren yolunu yapan iş çiydiler. Tarihin başından beri erklikle en çok özdeşleşen kav ram olan savaşta böylesi bir fe dakarlık elbette Anadolu kadını nı güçlendirecekti. Güçlenen ka dın sözünü söyleme hakkına sa hip olacaktı. Tanzimat’la başlayan bir sü reç, kadının hakkı üzerine tar 74 yıl önce, 8 Şubat 1935’te tam 18 kadın milletvekili, ilk defa Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde temsil hakkı kazandı. O güne kadar pek çok Batılı ülkede bile bulunmayan bu durum, 5 Aralık 1934’te kadınlara seçme seçilme hakkı tanıyan kanunla gerçekleşmişti. 399 vekilin seçildiği genel seçimlerde ilgi çekici bir başka durum ise oy veren seçmenlerin yarıya yakınının kadın olmasıydı. Mebrure Gönenç Hatı Çırpan Türkan Ö. Baştuğ Sabiha G. Erbay Şekibe İnsel Hatice Özgener Huriye Öniz Fatma Memik Nakiye Elgün Fakiye Öymen Benal N. İştar Ferruh Güpgüp Bahire B. Aydilek Mihri Pektaş tışmalar, yasalar... Bu dönemde Osmanlı’da kadının eğitim hakkına yönelik çalışmalar yapılmıştı. Ardından sosyal faaliyetler gelecekti. Cepheden temsiliyete Elbette bu faaliyetler İstanbul başta olmak üzere Osmanlı’nın ticaret yolları üzerinde yer alan kentlerde yaygınlaşacak, Anadolu’da yaygınlaşması pek mümkün olmayacaktı. Yine de büyük kentler özellikle kozmopolit şehirlerde ülkeye gelen elçi veya ticaret erbabı eşlerini gören kadınlar Batı’da farklı bir hayat tarzının varlığını fark ediyordu. Ancak Osmanlı’ya 2. Meşrutiyet ile gelen toplumsal anlamdaki değişim çalışmaları kısa süre sonra yerini, cepheden gelecek haberlerle ilgili endişeli bekleyişe bırakacaktı. Bundan, henüz filizlenme çabasında olan kadın hareketleri de fazlasıyla etkilenecekti. Önce Balkan Savaşı, ardından Cihan Harbi; her iki savaş da on binlerce kaybı Anadolu topraklarına bırakırken, o güne kadar tarlada saban sürmenin ve çocuk büyütmenin ötesine geçeme Meliha Ulaş Esma Nayman miş olan kadın köyünde, tarlasında yetki sahibi oluyordu. İstiklal Savaşı sonrasında yapılan tartışmalarda, kadının sosyal alandaki haklarına karşı konuşan milletvekillerine verilen cevaplar da bu fiili duruma dayanıyordu. Çünkü artık kadın zaten köyünde muhtar, tarlasında üretici, demiryolunda işçi, cephede askerdi. Dolayısıyla tartışma da anlamsızdı. Bundan 74 yıl önce, 8 Şubat 1935’te tam 18 kadın milletvekili, ilk defa Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde temsil hakkı kazandı. O güne kadar pek çok Batılı ülkede bile bulunmayan bu durum, 5 Aralık 1934’te kadınlara seçme seçilme hakkı tanıyan kanunla gerçekleşmişti. 399 vekilin seçildiği genel seçimlerde ilgi çekici bir başka durum ise büyük şehirlerde oy veren seçmenlerin yarıya yakınının kadın olmasıydı. Meclis’e giren 18 kadın milletvekili ise şu isimlerden oluşuyordu; Mebrure Gönenç, Hatı Çırpan, Türkan Örs Baştuğ, Sabiha Gökçül Erbay, Şekibe İnsel, Hatice Özgener, Huriye Öniz, Fatma Memik, Nakiye Elgün, Fakihe Öymen, Ferruh Güpgüp, Ba Sabiha Görkey Seniha Hızal hire Bediş Morova Aydilek, Mihri Pektaş, Meliha Ulaş, Esma Nayman, Sabiha Görkey, Seniha Hızal ve Benal Nevzad İştar. Kadın ve vatan Elbette bu bir dönüm noktasıydı. Bu sürece ise kolay gelinmemişti. Henüz Cumhuriyetin yeni ilan edildiği günlerde faaliyete geçen Kadınlar Halk Fırkası isimli kadın hareketi, Meclis’te yeni milletvekilliği kanunu görüşülürken kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmesini gündeme getirmişti. Ancak teklif ciddi tartışmalara yol açarak kabul görmemişti. 1926’da bu kez Türk Kadınlar Birliği ismiyle seçimlere katılma hedefiyle faaliyette bulunan kadınların başvurusu bir kez daha Meclis’te kabul görmez. Kadınlar pek çok defa seçme ve seçilme hakları için hem kamuoyu hem basın hem de siyasetçiler üzerinde etki kurmak için çalışmalarda bulunacak, ama haklarını almaları için 9 yıl sonrasını beklemeleri gerekecekti. İşte Türk kadınının siyasi mücadelesi böyle zorlu bir yoldan meşru haklarını kazanmıştı. NECATİ Herkes buSAVAŞ yolculuğun peşinde Sosyal medyanın gündemine gençlerin ve gezginlerin keyifli ve davetkâr fotoğraflarıyla giren Doğu Ekspresi, hâlâ bilet bulunamayan bir ütopya... NECATİ SAVAŞ Ankara’dan Kars’a uzanan, yolculuk süresi kimi zaman 30 saati bulan Doğu Ekspresi, ince uzun masalsı bir yolculuk. Gerek sosyal medyada gerekse televizyonlarda sıklıkla gündeme gelen yolculuğun peşinde koşanların sayısı binleri buluyor. Bu nedenle de bilet bulmak ya uzun zaman alıyor ya da imkânsız hale geliyor. Hatta bilet bulamama sıkıntısı Kamu Denetçiliği Kurumu’na kadar taşındı. Yurttaşlar, AnkaraKars arası sefer yapan “Doğu Ekspresi” biletlerinin satışını “Kamuya Açıklık İlkesi”nin ihlal edildiği iddiasıyla Kamu Denetçiliği Kurumu’na şikâyet etti. Şikâyet gerekçesinde ise, tur firmalarının belli vagonları bir yıl önceden kapatması ve bu şekilde “Kamuya Açıklık İlkesi”nin ihlal edilmiş olması öne sürüldü. Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı yetkilile ri ise, tur firmalarına yalnızca 2 yataklı vagonun ayrıldığını, bunlardan aynı zamanda dağcılık kulüpleri, öğrenci grupları ve vakıfların da yararlanabildiğini söyledi. Yetkililer, 4 yataklı, 4 pulman, 2 kuşetli ve bir de yemekli vagonun bireysel yolcular için ayrıldığı bilgisini verdi. Doğu Ekspresi’nde saatlerce süren yolculukta başlayan arkadaşlıklara ve sohbetlere Cumhuriyet tanıklık etti. Yolcuların birbirlerine en çok sorduğu sorunun “Nasıl bilet buldun?” olması şaşırtmadı. Yolcuların çoğunluğunu aylar önce biletlerini satın alanlar oluşturuyor. Şanslı olanlar yataklı vagonlarda yer bulup, yorgunluklarını yatarak atarken, yolcuların çoğu yolculuklarını koltuklarda tamamladı. 7’den 77’ye her yaştan, meslekten insanların bir araya geldiği yolculukta bol bol çekilen fotoğraflar ve yeni kurulan arkadaşlıklar güzel bir anı olarak kaldı. Bilet bulabilenler ve hatta yataklı vagon ayarlayabilenler, yaşam alanı haline çevirdikleri vagonlarda ev rahatlığında keyifli bir yolculuk yapıyor. Çektikleri fotoğraflar ise, sırada bekleyenlerin iştahını kabartsa da bilet bulmak hâlâ zor. Akyolların tahayyüller kâinatı ‘Sanatçı kayıtsız kalamaz’ Sanatçı Gaye Su Akyol ve babası ressam Muzaffer Akyol’un üçüncü ortak sergisi ‘Tahayyüller Okyanusunda İki Kuş’, gücün dikte ettiği gerçekler yerine, kendi ‘karşı gerçeklik’lerini kurguladıkları bir tahayyüller kâinatını anlatıyor. Babakız Akyollar, toplumsal bir bilinçle ve felsefi gönderimleri olan eserleriyle üçüncü sergilerinde bir araya geldiler. Ayça Han Gaye Su Akyol’un eserlerinde kadınlar, aralarında sözleşmişler gibi sıkı bir dayanışmayla, yoğun bir atmosfer eşliğinde gücü, arzuyu, değişimi yeniden tanımlıyor, toplumsal cinsiyet rollerine başkaldırıyorlar. Muzaffer Akyol’un eserlerinde kâinatın devinimi, dönüşümü nar formuyla vücut buluyor. Sökülen narlar, kurtlar sofrasında paylaşılan büyük pasta, politik mevsimin çetin şartlarını haber veriyor. “Ben bu çocuk yüzü Gezi’de gördüm” dizesiyle başlayan şiirin konu olduğu tablosunda, Berkin’in çocuk gözlerini görebiliyorsunuz. İlk ortak sergilerinin üzerinden dokuz yıl geçmiş olan ikiliyi, üçüncü defa bir araya getirenin ne olduğu sorusunu şöyle yanıtlıyor Gaye Su Akyol: “Sırlarına nail olamadığımız şu sonsuz kâinatta, kısıtlı bir zaman diliminde karşılaşıp bir araya gelmiş, devrimizi tamamladığımızda yine sırra kadem basıp bilinmeyene karışacak olan canlılarız. Beni yalnızca resimde değil; hemen hemen bütün eylemlerimde harekete geçiren başlıca motivasyonlardan biri bu. Bir diğeri de şu; insanlık tarihi müthiş bir düalizmle deviniyor; acılarla, savaşlarla, tuhaflıklarla, bir yandan sevgiyle, güzellikle, zarafetle, tutkuyla... Yaşadığımız coğrafyanın, içine doğduğumuz gerçekliğin, insanlık tarihinin yüzleştiği en az diğerleri kadar garip bu dönemin izlerini, yaptığımız resimlerle kayıt altına alan iki tutku dolu birey, iki isyankâr, bazen çelişen, bazen uzlaşan, dost, sırdaş, babakız ve belki de birer yabancı olarak, birbiriyle ilişkili fakat bağımsız bu kompozisyonları su yüzüne çıkarmak istedik.” ‘Bu senin yolculuğun’ Kadınların aralarında sözleşmişler gibi sıkı bir dayanışmayla, yoğun bir atmosfer eşliğinde gücü, arzuyu, değişimi yeniden tanımlayıp, toplumsal cinsiyet rollerine başkaldırdıklarına şahit olduğumuz sergide; Gaye Su Akyol, kadınlarının neler anlattığını şöyle ifade ediyor: “Kadınlardan ölesiye korkan bir dünyada yaşıyoruz. Yazılı / yazısız kurallarla, ahlak bekçileriyle, cinsiyet rollerine güvenerek kurdukları hiyerarşiyle susturulmaya çalışılan, kullanılan, ekonomik, sosyal, psikolojik olarak sömürülen, politik bir figür olarak sürekli aşağılanan ve tasmasını erk’in tuttuğu bir hapsedilmişlik. “Kimsenin ‘sen’i tanımlamasına izin verme, bu senin yolun, senin yolculuğun, senin kâinatın” diye haykıran, içine hapsedildikleri camı kırmaları beklenen kadınlar, el ele kendi karşırealiteleriyle, içinde yaşadıkları gerçekliği bozan ve yeniden yaratan kadınlar var bu sergide. ‘Gezi’de gördüm’ Kendisini besleyen ve eyleme geçirenin öncelikle Anadolu’dan aldığı ilham olduğunu söyleyen sanatçı Muzaffer Akyol ise ortak yaşam alanında buluşan demokrasinin simgesi olarak gördüğü “Nar”dan yola çıkarak yarat mış eserlerini. Meselelere kayıtsız kalarak sanatçı olunamayacağını ifade eden Akyol şunları söylüyor: “Sorumluluklarımın bilincinde olarak hamur yoğur duğum teknem hep Anadolu olmuştur. Bu topraklarda var olmuş binlerce yıllık uygarlıklar, benim aynam olmuştur. Geçmişi hep terkimde taşırken, geleceğe yeni şeyler bırakmanın yoğunluğu ve sorumluluğu içindeyim. Olaylara tanık olmak, olayların içinde olmak, bir arı gibi çiçekten bal üretirken acının ve sevincin yörüngesinde dönmek beni besliyor. Sanatçı, asla gizlenen, sütre gerisine çekilen, meselelere kayıtsız kalan şahıs olamaz. Bu tiplerden asla sanatçı olamaz.” Tanıklık ettiği bu çağda, içindeki narı dürtenin Gezi’de gördükleri olduğunu anlatan Akyol, “Gezi’de nar portreleri gördüm. Sadece gözleriyle konuşan, flüt çalan, piyano tuşlarında Mozart’ın ‘Türk Marşı’nı icra eden, halay çeken, dans eden narlar gördüm. Nar çığlıklarına tanık oldum, sonra da resimlerini yaptım” diyor. Sanatçının bir köşesinde “Ben bu çocuk yüzü Gezi’de gördüm” diye başlayan bir şiirin yer aldığı ve üzerinde “Ben Narım. Ben Narın çocuğuyum. Sıktınız. Çatlattınız. Ahtım olsun... Aşk olsun...” yazan eserinde ise Berkin Elvan’ın gözleri size bakıyor. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle