17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 10 ŞUBAT 2019 PAZAR [email protected] TASARIM: İLKNUR FİLİZ Yaşama hakkı... OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Mehmet UYSAL / Felsefeci Yaşama hakkının dayanağı, insanın canlıolma doğasından gelen yaşama, hatta sonsuz yaşama yönelimidir. Canlıların yapıtaşı genlerdir. Genler yaşamkalım maddesi (protein) bulduğu sürece, kendilerini sonsuza dek kopyalayabilir. Genlerin, kendilerini sonsuza dek kopyalayabilme yeteneği, canlılardaki sonsuz yaşama yöneliminin temelidir. Genler sonsuza yönelik kopyalama hareketini, yaşam birimleri halinde yapagelmişlerdir. “Yaşam birimi”, canlı yaşamı taşıyıp kalıtan her bir tekil organizmadır. İnsan da bir yaşam birimidir. Bu nedenle, her bir insanın da doğası yaşamaya, hatta sonsuz yaşamaya yöneliktir. Yaşam birimi olarak yaşamaya yönelik olduğu için, her bir tekil insan, doğasından gelen “yaşama hakkı”na sahiptir. Her bir tekil insanın doğası yaşamaya yönelik olduğu için, yaşamak şu veya bu kesimden ya da sınıftan insanların değil, bütün insanların doğal hakkıdır. Kapitalist toplum Bir insan üzerindeki her türlü egemenlik, o insanın yaşama hakkına müdahale etmektir. Bu nedenle, yaşama hakkının, dar anlamda can güvenliğinin ötesinde, çok daha geniş anlamı vardır. Bir insanın, başka bir insan üzerinde egemenlik kurmasının amacı, son tahlilde, üzerinde egemenlik kurulmuş insanın yaşama ve yaşamda kalma olanaklarına el koymaktır. İnsanlar her şeyden önce işgücü ve düşünme gücünden ibaret olan olanaklarını kullanarak yaşamda kalırlar. İnsanların iş ve düşünme güçlerinin kaynağı, onların canlarıdır. Öyleyse, bir insan, başka bir insanın iradesi üzerinden, o insanın iş ve düşünme gücüne egemen olmakla, o insanın canına egemen olur. Bir insanın, başka bir insanın canına egemen olması da yaşama hakkına müdahaleden başka bir Kapitalist toplum, insanların hukuken eşitliği ilkesine dayanmakla birlikte, esas olarak, burjuvaların, herkesi işçileştirerek kendine bağımlı kılma eğilimi doğrultusunda hareket ettiği için, eksik ve aksak demokrasi ile maluldür. şey değildir. İnsanların birbirlerinin yaşama hak kına müdahaleleri, tarih boyunca, köleleştirme gibi kaba ve ilkel biçimlerden, işçileştirme gibi daha rafine biçimlere doğru gelişmiştir. Köleci ve feodal toplumlardan farklı olarak; kapitalist toplum, insanların hukuken eşitliği üzerine kurulu olduğu için, kapitalist, iş ve düşünme gücü sahiplerini, köle, serf gibi emrinde çalışmaya zorlayamaz. Ancak iş ve düşünme gücü sahipleri, iki nedenden dolayı, “canlarını” kapitaliste satmak zorundadır. Birincisi, özellikle nitelikli olmayan işgücü sahiplerinin, yaşayabilmek için iş güçlerinden başka satabilecek bir şeyleri olmamasıdır. İkincisi, iş ve düşünme sahiplerinin, kapitalistten başka canlarını satabilecekleri kimse olmamasıdır. Bu ilişki, hukuken eşit tarafların bir iş sözleşmesi yapması ile gerçekleşir. Sözleşme ile iş ve düşünme gücü sahipleri, canlarını, belli bir sü Bir insan üzerindeki her türlü egemenlik, o insanın yaşama hakkına müdahale etmektir. re ile kapitalistin emrine verir. İş sözleşmesinin en önemli maddeleri “ücret” ve “çalışma süresi” ile ilgili olanlardır. İşgücü ve düşünme gücü sahiplerinin, “canlarını” kapitaliste satmak zorunda olmaları nedeniyle, hangi koşullarda satacaklarını belirleyen, kapitalistin iradesidir. Bu durumda, önemli olan ücretlerin nispeten yüksek, çalışma sürelerinin “insani” olması değil, iş ve düşünme gücü sahiplerinin kapitalistin iradesine uygun sözleşme yaparak, kapitaliste yaşama haklarına müdahale olanağı vermeleridir. Kuşkusuz düşük ücretler ve gayri insani çalışma koşulları, insanları yavaş yavaş öldüren, bu nedenle yaşama hakkı ihlalini ağırlaştıran durumlardır. Kapitalist toplum, insanların hukuken eşitliği ilkesine dayanmakla birlikte, esas olarak, burjuvaların, herkesi işçileştirerek kendine bağımlı kılma eğilimi doğrultusunda hareket ettiği için, eksik ve aksak demokrasi ile maluldür. Öte yandan, tarih boyunca, insanlar, işgaller ve istilalar yoluyla, birbirlerine boyun eğdirerek, böylece yaşama haklarına müdahale ederek, birbirlerinin yaşama olanak ve alanlarını ele geçirme eğilimi içinde olmuşlardır. Hak ihlallerine karşı Gerek toplumların içinde yaşanan, gerekse işgaller ve istilalar biçiminde diğer toplumlardan kaynaklanan yaşama hakkı ihlallerine karşı, yaşama hakkı ihlal edilen insanlar ve toplumlar, tarih boyunca hep bir mücadele etmişlerdir. Bu mücadeleler içinde, kişi hakları, ulusal haklar, sosyal ve siyasi haklar, çevre hakkı vs. bir dizi insan hakkı kavramı ortaya çıkıp, mücadelelerin başarısı oranında hayata geçmiştir. Ne kadar çeşitlenmiş olursa olsun, tüm insan hakları, yaşama hakkının türevi olup, her bir insanın doğasından gelen bir “yaşam birimi olarak yaşama hakkını” sağlamaya yöneliktir. Ekonomik kriz ve marketler Kubilay GÜLSEM / Yazar Ekonomik kriz günbegün ağırlığını hissettirmektedir. Elektrik, doğalgaz, benzin, motorin vb. ürünlere art arda gelen zamlarla temel besin maddelerine yapılan zamlar karşısında çaresiz kalan iktidar “suçu” marketlere atarak, belediyelerce marketlerin denetlenmesi gerektiğini açıklayarak hedef saptırmaktadır. Geçen yıl kilosu 35 TL olan domates ve biber bugün 915 TL’den satılmaktadır. İktidar da bu pahalılığın gerekçesini marketlerin aşırı kâr isteklerine bağlamak Zabıtanın marketleri denetleyerek domates, biber, patlıcan fiyatlarını zapturapta alıp fiyatların düşmesini ummak insan aklıyla alay etmektir. tadır. Oysa gerçek böyle değildir. Bir marketin işletme gideri (kira, elektrik, personel gideri vb.) yüzde 2025 civarındadır. Bu gider elbette marketin cirosuna bağlıdır. Ciro kaybına uğrayan marketlerin gider yüzdelerini düşürmek için alacakları önlem sınırlıdır. Bu önlemler de kısaca; eleman azaltmak, ciro artırıcı pazarlama faaliyetlerinde bulun mak (insert, indirim kampanyaları, tüketici çekilişleri vb.) veya verimi düşük şubeleri kapatmak şeklinde olmaktadır. Ürünleri pahalı satmak ise marketlerin kendi sonlarını hazırlamaları demektir. Bu eylem sermayenin rekabetçi doğasına da uygun değildir. Kaldı ki, kimi marketlerin tarım ürünlerini doğrudan (tarladan) üreticiden aldığını düşünsek bile bütün Türkiye’deki marketlerin aynı zamanda sebze meyve fiyatlarındaki pahalılığı ve birbirlerine yakın fiyatları açıklamanın, halka da “Aslında fiyatlar ucuz ama marketler pahalılaştırıyor” demenin mantıkla açıklanabilecek bir yanı yoktur. Hepsinin derdi ucuz fiyat Çokuluslu marketlerden tutun da yerel marketlere kadar hepsinin derdi, tüketici gözünde en ucuz fiyat ve kaliteye sahip market algısını yaratarak pazar paylarını büyütmektir. Bunu yapmaya çalışırken de tedarikçi firmalarla çok sıkı pazarlıklar yapılarak, (gondol parası, katılım parası, giriş bedeli, insert bedeli gibi) azımsanmayacak bedeller alarak, kârlılıklarını ticari faaliyet dışında (al/sat dışında) artırma yönüne gitmektedirler. Raf fiyatlarını düşürebilmek için tedarikçi firmaları katılım bedeli vermeye zorlamakta, katılım bedeli vermek istemeyen firmaları da çalışmamayla tehdit etmektedirler. Yüzde 2530 kârla sattıkları bir ürünün fiyatını indirdiklerinde ise indirim farkını tedarikçi/üretici firmaya yansıtmaktadırlar. Firma, market ilişkisi bu denli sert ve (marketlerin perakende güçlerini kullanarak) acımasızken toplam cirolarındaki payları yüzde 1015’lerde olan manav bölümünde fiyatlarla oynamaları mümkün ve akılcı değildir. Marketlerin satın alma bölümleri çalıştıkları firmalarla kıran kırana mücadele ederken aşırı kâr marjlarıyla ürün satma isteklerine başta piyasa koşulları izin vermez. (Bir marketin toplam ürünlerdeki ortalama kâr marjı yüzde 30 civarındadır. Liberal ekonomiyi canları pahasına savunanlar (çaresizliklerinden olsa gerek) birdenbire marketlerdeki fiyatları denetleme ihtiyacı içine girmektedirler. Bir anlamda ekonomiye devletin müdahalesini gündeme getirerek taptıkları kapitalizme de ihanet etmektedirler. Yerseniz. Büyümenin iki yöntemi Büyümenin, halkın gelirden daha fazla pay almasını sağlayabilmenin tüm dünyada iki yöntemi vardır. Bir tanesi fabrikalarla, üretim artışıyla büyümeyi sağlayarak toplam geliri artırmak ya da başka ülkeleri sömürerek artı gelir elde etmek. Zabıtanın marketleri denetleyerek domates, biber, patlıcan fiyatlarını zapturapta alıp fiyatların düşmesini ummak insan aklıyla alay etmektir. Bakarsınız yarın marketler pahalı olan sebze ve meyveleri satmama kararı alırlar. Ya da domates, patlıcan, biber fiyatlarını “100 TL lik alışveriş yapana domates, biber, patlıcanın kilosu 1 TL” diyerek gündemi kullanıp ses getiren bir kampanya yapabilirler. Tabii ki, “Bu kampanya stoklarımızla ve 1 kilo alımla sınırlıdır” notunu düşerek. İş Bankası Anayasa’nın koruması altındadır Sevgili okurlarım, Erdoğan/AKP yönetimi tam bir iktidar yorgunluğu içine girmiş görünüyor (kendileri buna “Metal yorgunluğu” diyerek, pek çok belediye başkanını görevlerinden azletmişlerdi): İstanbul’un gökdelenlerle yağmalanması gibi konularda yaptıklarının tam tersini söylemekte, Sivas Üniversitesi gibi konularda yapmadıklarını yapmış gibi belirtmekte, İş Bankası gibi konularda da yapamayacaklarını yapabilirmiş gibi anlatmaktadırlar. Örneğin İş Bankası konusunda, bir yasa ile Atatürk’ün vasiyetnamesini uygulamak (tenfiz etmek) için bankanın yönetim kurulunda görevlendirilmiş olan CHP’nin temsil ettiği hisseleri Damat’a bağlı olan Hazine Bakanlığı’na devredeceklerini öne sürmüşlerdir Oysa Anayasa’nın 134’üncü maddesinin ikinci fıkrası açıktır: “Türk Dil Kurumu ile Türk Tarih Kurumu için Atatürk’ün vasiyetnamesinde belirtilen malî menfaatler saklı olup kendilerine tahsis edilir.” Hiç kuşkusuz, Anayasa’daki “Atatürk’ün vasiyetnamesinde belirtilen mali menfaatler” ifadesi bu vasiyetnameyle hisselerin devredildiği CHP’nin vasiyetnameyi infaz sorumluluğunu da kapsamaktadır. Çünkü Atatürk’ün ölümünden iki ay önce Ankara 3’üncü Sulh Hukuk Mahkemesi’nde 1938/95 t sayı ile tescil edilen vasiyeti şöyledir: “Malik olduğum bütün nukut ve hisse senetleriyle Çankaya’daki menkul ve gayrimenkul emvalimi Cumhuriyet Halk Partisi’ne atideki (gelecekteki) şartlarla terk ve vasiyet ediyorum: 1) Nukut ve hisse senetleri, şimdiki gibi, İş Bankası tarafından nemalandırılacaktır. 6) Her sene nemadan mütebaki miktar yarı yarıya, Türk Tarih ve Dil kurumlarına tahsis edilecektir.” HHH Siyasal olarak Atatürk’ün bu vasiyetine ilk ihanet, kendilerine Atatürkçü diyen 1980 askeri darbecilerinin ikinci ihanetinden de önce, Demokrat Parti döneminde, CHP’nin mallarına el konulurken yapılmış, ancak 1963’te Anayasa Mahkemesi kararıyla hisseler iade edilebilmişti. Bu konuda eski milletvekili Rahmi Kumaş, İsmet Paşa’nın ilginç sözlerini de içeren bir mektup yolladı: “... Atatürk’e ilk ihanet Adnan Menderes tarafından yapılmıştır. 14 Aralık 1953 günü gece yarısına ve sabaha karşıya dek üç oturum yapıp ‘6195 sayılı Cumhuriyet Halk Partisinin haksız iktisaplarının iadesi hakkında Kanun’u Menderes çıkardı. İsmet İnönü bu kanunla ilgili görüşmelerde ilk sözü alıp şu özdeyişleri tarihe armağan etmiştir. ‘Tarih kürsüsünden halinizi seyrediyorum.’ ‘Suçluların telâşı içindesiniz.’ ‘Türk âdetine göre hareket edelim. Türk âdetinde hükme mâruz bir kişi 400 kişiye karşı fikrini söyler; Türk âdetinde dört yüz babayiğit bir kişiye hücum etmez!..’ ‘Vasiyet ve tesis hakları ve tasarrufları ilga olunmaktadır.’ ‘Işıktan korkuyorsunuz!’ ” HHH İsmet Paşa, bütün çabalarına karşın, Çok Partili Rejimi kurarak iktidara gelmesine olanak sağladığı Demokrat Parti’nin Hukuk dışı, Demokrasi dışı, Ahlâk dışı tasarrufunu engelleyememiş, CHP’nin mallarına ve bu arada İş Bankası hisselerine de on yıl boyunca el konmuştu. HHH TARİHİ TRAJEDİLER İKİNCİ KEZ TEKRARLANDIKLARINDA KOMEDİ OLURLAR... ÜÇÜNCÜ KEZ TEKRARLANDIKLARINDA İSE BIKKINLIK VERİRLER. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle