18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
4 9 ARALIK 2019 PAZARTESİ EDİTÖR: ALPER IZBUL TASARIM: ECE KURTULUŞ HABER Atanmışa ayrımcılıkYurttaşın ödediği sağlık katkısı ve katılım payları bir zümreye bedava hale getirildi Yurttaşlar, sağlık kurumuna adım attığı andan itibaren muayene, tıbbi malzeme, ilaç, reçete adı altında ek olarak Sosyal Güvenlik Kurumu’na (SGK) katılım pa yı ve özel sağlık kurumlarına da ayrıca ilave ücret ödemek zorunda. Öte yandan atanmış Cumhurbaşkanı yardımcıları SIBEL ve bakanlar, Danıştay ve BAHÇETEPE Yargıtay üyeleri ile bunların emeklileri ve bakmakla yükümlü oldukları aile fertlerine, milletvekillerine uygulanan “ayrıcalıklı tedavi yardımı” hükmü getirilerek imtiyazlı sağlık hakkı tanındı. “Ayrıcalıklı hizmet kabul edilemez” diyen Dr. Ergün Demir ve Dr. Güray Kılıç, “Anayasamız ‘Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamayacağına’ hükmetmektedir” dedi. Dr. Kılıç ve Demir, yaptıkları ortak değerlendirmede ayrıcalıklı tedavi Sağlık kurumlarına giden yurttaşlar, ek ödemeler yapmak zorunda kalırken atanmış Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar, Danıştay ve Yargıtay üyeleri ile bunların emeklileri ve bakmakla yükümlü oldukları aile fertlerine imtiyazlı sağlık hakkı tanındı. yardımı hükmü getirilmesine tepki gösterdi. “Soruyoruz? Atanmış Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar, Danıştay ve Yargıtay üyeleri ile bunların emeklileri ve bakmakla yükümlü oldukları aile fertlerine tanınan böyle bir hak neden tüm kamu görevlilerine, hukukçulara ve vatandaşlara tanınmamaktadır” diyen Demir ve Kılıç, şöyle devam etti: “Vatandaş, sağlık kurumuna adım attığı andan itibaren cebinden alınan katılım payı ve ilave ücretleri ile karşı karşıya. Atanmışların ve bakmakla yükümlü oldukları aile fertlerinin sağlık giderleri milletvekillerinin tabi olduğu hükümler çerçevesinde kurumları tarafından karşılanmakta, ceplerinden hiçbir ücret alınmamaktadır. Vatandaşlardan farklı olarak ceplerinden katılım payı ve ilave ücret ödememektedirler. Sadece ayakta sağlanan tedavilerde ilaç katılım payı ödemektedirler. Atanmış Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar, Danıştay ve Yargıtay üyeleri ve aile fertlerine tanınan böylesi bir ayrıcalık niçin tüm vatandaşlardan esirgenmektedir? Sağlık ve sosyal güvenlik adaleti bakımından bir vicdan sorgulaması yapılması gerekmez mi? Sağlık hizmetlerine erişimde eşitsizliklerin arttığı, tıbbi hizmetlere erişmenin parası olmayan yurttaşların büyük bir çoğunluğu için adeta imkânsız hale geldiği bir süreçte atanmışlara ve aile fertlerine kıyak geçilmektedir. Vatandaşların sağlık hizmetine ulaşabilmeleri için sadece Genel Sağlık Sigortası primi ödemeleri yeterli olmayıp ek olarak cepten SGK’ye katılım payı, vakıf üniversitelerine ve özel sağlık kuruluşlarına Sağlık Uygulama Tebliği’ndeki (SUT) bedelin yüzde 200 kadarını ilave ücret olarak ödemeleri zorunlu iken; atanmış Cumhurbaşkanı yardımcıları ve bakanlar, Danıştay ve Yargıtay üyeleri ile bunların emeklileri ve bakmakla yükümlü oldukları aile fertleri, sözleşmeli/protokollü sağlık kurum ve kuruluşlarına katılım payı ve ilave ücret ödememekte ‘ayrıcalıklı tedavi ve sağlık hakkı’ ile ömür boyu bir ayrıcalık oluşturulmuştur. Düzenlemeler, anayasanın 10’uncu maddesinde tarif edilen ‘Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar’ ilkesine aykırıdır.” Cumhurbaşkanı Erdoğan, yoksulluğa sosyal devlet yerine zekâtla çözüm buldu: Zekât verilse fakir kalmaz Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, katıldığı İslam İşbirliği Teşkilatı Üst Düzey Kamu ve Özel Sektör Yatırım Konferansı’nda “İslam ülkelerindeki Müslümanlar kendi aralarında zekât müessesini çalıştırmıyor. Zekât verilse İslam âleminde fakir kalmaz. Bir yanda lüks içinde yaşayanlar bir yanda kıtlık için yaşamaya çalışanlar var” dedi. İstanbul Kongre Merkezi’nde dün düzenlenen konferansta konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Müslümanlar olarak 1.7 milyar gibi muazzam bir beşeri kaynağa sahibiz. Şu an dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 24’ü İslam İşbirliği Teşkilatı üyesi ülkelerin vatandaşlarından oluşuyor. Nüfus yanında, doğal kaynakları ve stratejik konumuyla da İslam ülkeleri gerçekten büyük bir potansiyel barındırıyor” dedi. Fark 200 katı aştı En zengin İslam ülkesi ile en yoksulu arasındaki gelir farkının 200 katı aştığını söyleyen Erdoğan, şöyle devam etti: “Müslümanlar kendi aralarında demek ki zekât müessesini de çalıştırmıyor. Sadece Müslümanlar kendi aralarında zekâtı verecek olsa İslam ülkelerinde fakir kalmaz. Coğrafyamızın bir yanı lüks ve şatafat içinde yaşarken, diğer tarafında açlık, kıtlık ve fakirlik hüküm sürüyor. Halbuki dünya nüfusundaki payı yüzde 7’nin altında olan Avrupa Birliği’nin dünya ekonomisindeki payı yüzde 22’den fazladır. Yalnızca 330 milyon vatandaşı olan ABD tek başına dünya ekonomisinin yüzde 24’ünü oluşturuyor. Küresel sabit sermaye yatırımları 20 trilyon doların üzerine çıkmışken, İslam İşbirliği Teşkilatı üye ülkelerinin toplam sabit sermaye yatırımları 1.5 trilyon dolar civarındadır. Bu rakamlara baktığımızda ortada çok büyük bir dengesizliğin, çarpıklığın olduğu gayet açıktır. Kendi sorunlarımız için başkalarını suçlamak yerine önce kendi muhasebemizi yapabilmeliyiz. Neden ticarette, dış politikada hak ettiğimiz konumda olmadığımızı hassasiyetle düşünmemiz gerekiyor.” Türk ekonomisinin makro göstergeleri ve temellerinin son derece güçlü ve sağlıklı olduğunu belirten Erdoğan, 2002’den bu yana 220 milyar dolarlık doğrudan yatırımın Türkiye’yi tercih etmesinin de bunun gösterge Cumhurbaşkanı Erdoğan, Gine Cumhurbaşkanı Alpha Conde ile görüştü. Basına kapalı yapılan görüşme 40 dakika sürdü. lerinden biri olduğunu kaydetti. Erdoğan, “Güçlü büyüme performansı, sağlam kamu maliyesi ve küresel krizlere karşı dirençli yapısıyla ülkemiz, daha önce benzer şartlara sahip olduğu devletlerden pozitif yönde ayrışıyor. Önemli olan İslam ülkeleri arasında etkin bir işbirliği mekanizması oluşturulması ve bunun kararlılıkla hayata geçirilmesidir. Kaçan fırsatları yakalamak bir daha mümkün olmayabilir. Bunun için güç birliği yapmamız, güçlerimizi birleştirmemiz önemlidir. Türkiye olarak hedeflerimize hep birlikte ulaşmak için tecrübelerimizi ve elimizdeki imkânları sizlerle paylaşmaya hazırız” ifadelerini kullandı. l İç Politika Akar: Libya mutabakatı tehdit değil Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, “(Libya mutabakatı) Hiçbir şekilde diğer ülkelere karşı bir tehdit, diğer ülkelerin hakkına, hukukuna taciz değildir” dedi. Akar, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Güler ve kuvvet komutanları ile Hava Kuvvetleri Komutanlığı’ndaki değerlendirme toplantısının ardından Kara Kuvvetleri Komutanlığı Karargâhı’na geçerek Barış Pınarı Harekâtı’na katılan birliklerin komutanları ile görüştü. Türkiye’nin, ABD ve Rusya ile yapılan mutabakatlara sadık olduğunu belirten Akar, “Aynı şekilde ABD’li müttefiklerimizin de Rus dostlarımızın da bu konuda aldıkları sorumlulukları eksiksiz yerine getirmelerini bekliyoruz” ifadelerini kullandı. Ege, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’taki hak ve menfaatlerin korunmasına yönelik faaliyetlerin kararlılıkla sürdürüldüğüne dikkat çeken Akar, “Bu konuda yapılacak en kolay şey Ege’de, Doğu Akdeniz’de, Kıbrıs’ta her türlü kaynağın, zenginliğin adil, hukuka uygun şekilde paylaşılması. Bu olmadığı takdirde bizim aksi bir karara izin vermemiz mümkün değil. Kıbrıs bizim milli meselemiz, bizim bundan taviz vermemiz söz konusu değil” dedi. Libya ile imzalanan mutabakata da değinen Akar, “Bu tamamen iki egemen ülkenin sahip olduğu hak hukuk çerçevesinde yapılan bir mutabakat muhtırasıdır” ifadelerini kullandı. l ANKARA/Cumhuriyet AKP’LI BAFRA BELEDIYESI’NDE SKANDAL ‘Kapısını açmayan şoförü kovdu’ iddiası AKP’li Güngören Belediyesi’ndeki skandal konuşulmaya devam ederken, bir başka AKP’li belediyede daha skandal yaşandı. Samsun Bafra Belediye Başkan Yardımcısı Şaban Hüryaşar’ın, kendisine kapı açmayan şoförü görevden alarak, eski görevi olan zabıtalığa gönderdiği savlandı. İddiaya göre, başkanın şoförü Salih Küçük, önce Başkan Yardımcısı Şaban Hüryaşar’ı daha sonra Belediye Başkanı Hamit Kılıç’ı evine bıraktı. Başkan Yardımcısı Hüryaşar’ı evine bırakan makam şoförü Küçük, Şaban Hüryaşar’ın kapısını açmadı. Kendisine kapı açılmamasına sinirlenen Hüryaşar, ertesi gün Salih Küçük’ü başkanın şoförlüğü görevinden aldı. ‘Tepkimiz sert olur’ Eğitim Bir Sen Samsun 1 Nolu Şube Başkanı Hamdi Yıl dız, konuyla ilgili Samsunhaber.com’a yaptığı açıklamada, yaşananların son derece üzücü ve kabul edilebilir olmadığını belirterek şöyle konuştu: “Hem Güngören’de yaşanan olay hem de Bafra ilçesinde yaşandığı iddia edilen hadise başta halkımız olmak üzere biz sendikacıları da irite etmiştir. Bu konuda sendikamıza birçok konu gelmesine rağmen olayların üstü kapatılarak çalışanlar mağdur edilmiştir. Bu olay siyasi ayrım yapmaksızın Türkiye’nin hangi kurumunda yaşanırsa yaşansın bizim tepkimiz sert olur. Yapılan bu tür onur kırıcı davranışlara seyirci kalamayız. Sayın Cumhurbaşkanımız da İstanbul Güngörende yaşanan rezalete çok sert tepki vermiştir. Bu olay Bafra’da yaşandıysa ilgiler de gerekeni yapmalıdır. Kimse yaşananların üstünü örtmemelidir. ” l Haber Merkezi Sarıgül’ün oğlunun nikâhında Melih Gökçek şahit oldu CHP’den Şişli Belediye başkan adaylığı kabul edilmeyince istifa ederek DSP’ye geçen Mustafa Sarıgül’ün oğlu Ömer Sarıgül önceki gün iş insanı Dursun Çakır’ın kızı Revna Çakır ile evlendi. İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun kıydığı nikâha AKP’lilerin de aralarında bulunduğu siyaset ve iş dünyasından çok sa yıda isim katıldı. Beşiktaş’ta bulunan Raffles Otel’deki nikâhta çiftin şahitliğini istifa ettirilen eski Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, iş insanı Nazif Zorlu ve eski Bakan Hüsamettin Özkan yaptı. Geceye eski Başbakan ve AKP’nin İBB başkan adayı Binali Yıldırım’ın da katılması dikkat çekti. l İç Politika Anayasa değişti mi yoksa!.. Önce kuşkuya düştüm. “Acaba anayasa değişti de bizim haberimiz mi olmadı?” diye. Hani bir KHK çıkar, anayasa değişmiş olur mu? Sonra yok, dedim, öyle olmaz. Anayasa Meclis’te değişir. Hemen anayasayı okudum. Anayasa madde 1 Türkiye Devleti bir cumhuriyettir. Anayasa madde 2 Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir. Anayasanın ilk iki maddesi böyle ve bu maddeler değiştirilemez nitelikte. Yani, “Türkiye Cumhuriyeti .... demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir.” Nokta. Neden mi böyle bir kuşkuya düştüm? Çünkü AKP reisi ve Cumhurbaşkanı, 6. Din Şurası’nda bir konuşma yapmış ve şunları söylemiş: “İslam bize göre değil, biz İslama göre hareket edeceğiz.” Cumhurbaşkanı, temsil ettiği görev gereği, hepimizi temsil ettiği (ya da temsil etmesi gerektiği) için, sözleri bütün toplumu bağlamaktadır. Ve devam etmiş: “Dinimiz İslam, hayatın tüm alanlarını kuşatan, kucaklayan, ihata eden kurallar, yasaklar manzumesidir. Ticaretimizden beşeri münasebetlerimize, eğitim öğretimden evliliğe, temizlikten kılık kıyafete, yaşantımızın her safhasını düzenleyen bir dine inanıyoruz.” İslam dininin dünyadaki yaşamı, yaşamın her safhasını düzenlemesinin adı, eğer doğru biliniyorsa, şeriattır. Bu da İslam esaslarına göre yönetilen bir ülke için doğrudur ama bizim anayasamız “Türkiye Cumhuriyeti.... demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir” diyor. Cumhurbaşkanı, bu göreve gelirken bu anayasaya göre ant içmiş, bu ilkeleri koruyacağını taahhüt etmiştir. Bu noktada açıklanması zorunlu bir çelişki vardır. Bu sözler bir niyet midir, temenni midir, karar mıdır? Bu soruların yanıtları açıkça bilinmelidir. Laiklik kalktı mı? Seküler yaşamın, laiklik kavramının epeydir zorlandığı, bu toplumun yaşadığı gerçektir. Eğitimin dinselleştirildiği, anaokullarına (36 yaş çocuklarına) din ve Arapça öğretilmesinin kararlaştığı, her düzeyde eğitim kurumunda din derslerinin zorunlu olduğu biliniyor. Eğitimde tarikatların, cemaatlerin etkisi giderek artıyor. Bu gidiş, laik eğitimin zorlanmasıdır. Müftü nikâhlarının evlilik akitlerinde geçerli olması bir süredir uygulamadadır. İsteyen çiftlerin dini nikâh yapmaları bile yeterli sayılmaktadır. Kılık kıyafet konusunda kadınların maruz kaldıkları davranışlar, kadınların konuşup gülmeleri, oturup kalkma biçimleri bile baskı altına alınmaktadır. Kadın cinayetlerinde bile kadına karşı tutumun etkileri vardır. Yeme içmede helal gıda uygulamaları içki yasakları giderek artan oranda dinsel plana kaymaktadır. Bütün bunlar bir araya gelince sorulması gereken soru şu olmaktadır: Laiklik hâlâ yürürlükte midir? Yoksa fiilen ortadan kaldırılmakta mıdır? Bu sorunun da açıkça yanıtlanması gerekiyor. Ya İslam ahlakı? Cumhurbaşkanı, konuşmasında İslam ahlakını da dile getirmiştir. Faiz, yalan, zulüm, kibir, iftira, tecessüs, zan, hırsızlık, masumu öldürmek “yasak olmaya devam edecektir.” Faiz yasak, öyle mi? Öyleyse nasıl oluyor da Cumhurbaşkanı faizlerle ilgili “yüksektir, indirilsin” kararlarını veriyor? Yalan yasak mı gerçekten? Şu Rıza Sarraf olayında kendi bakanlarının ortaya çıkan yalanları yeter de artar. Zulüm yasak mı? İşlerinden atılan binlerce kişi ne oluyor? Kibir yasak öyle mi? Hiçbir şey söylemeyelim. İftira yasak mı? Duyduklarımı okuduklarımı unutayım, en iyisi. Tecessüs, zan? Dolmabahçe konuşmaları mıydı? Hırsızlık? Herhalde hiç hırsızlık olmamıştır. Eğer bu ahlaki kurallar uygulansa idi, ortada “kendine Müslüman diyen” kim kalırdı, merak ederim. Ahlak öyle bir şeydir işte. Ahlak vicdandır vicdan. Varsa vardır, yoksa yoktur. Bizler mi? Bizler, Atatürk Cumhuriyeti’nin insan haklarına saygılı, demokrasiye inanmış, laik yaşamı, evrensel ahlakı benimsemiş yurttaşlarıyız. Bu Cumhuriyetin kuruluş felsefesine bağlılığımız, bağımsızlık, laiklik, uygarlık, yaşamımızı adadığımız andımızdır. Bizler, milyonlarca insan, hep birlikte insanca yaşayacağız. Birlikte, kardeşlikle, eşitlikle, barışla...
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle