24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Kızılca Gün 8 27 ARALIK 2019 CUMA HABER ‘Bir Cumhuriyetin Doğuşu’27 Aralık 1919 tarihi ‘fiilen’ Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu müjdeleyen gündür DR. METİN ÖZASLAN ANKARA KULÜBÜ DERNEĞİ BAŞKANI 1919yılında Orta Anadolu’da bir avuç toprak parçası dışında Anadolu, dönemin emperyalist güçlerince paylaşılmıştı. Hükümet merkezi İstanbul işgal altındaydı ve Yunan orduları durmadan Batı Anadolu içlerinde ilerliyordu. Ülkenin her bir yanından işgalci güçlerin yaptığı zulme ilişkin acı haberler geliyordu. Fakat bu haksızlık, bu zulüm bir büyük ulusa yapılmaktaydı ve aynı ulus, işgalci güçlere teslim olamayacak kadar onurluydu ve şanlı bir geçmişe sahipti. Nitekim Batı Anadolu’da Zeybekler, Kuzey’de, Güney’de, Güneydoğu’da ve Doğu Anadolu’da yerel milisler işgalci güçlere karşı tüm güçleriyle direniyor ve bu ağır cezanın hiçbir şekilde hazmedilemeyeceğinin işaretlerini veriyorlardı. Bağımsızlık kaçınılmazdı fakat bunu yerel milislerle ve yerel çarpışmalarla sağlamak bir o kadar güçtü. Milli Mücadele’yi Ulusal Kurtuluş Savaşı’na dönüştürecek ve yerel güçleri toparlayacak bir lider, bir önder gerekiyordu. Ankaralılar ve Seymenler binlerce yıllık köklü bir gelenek olan Seymen alayı ile 27 Aralık 1919’da yeni önderini böyle karşılamıştır. Atatürk’ün karşılandığı 27 Aralık’ta düzenlenen Seymen alayı basit bir karşılama töreninden öte, ülkemizi içinde bulunduğu karanlıktan kurtaracak yeni bir liderin, dağınık olarak sürdürülen Milli Mücadele hareketini şahsında toplayacak önderin, Ankara halkı ve Seymenler tarafından seçilmesi anlamına gelmektedir. 27 Aralık 1919 tarihi “fiilen” Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu müjdeleyen gündür. O tarihi günde Seymenler’i, bacı erenleri, genci yaşlısı, kadını erkeği tüm toplum kesimleriyle on binlerden oluşan seymen alayıyla Ankaralılar, Türk bağımsızlık mücadelesinin lideri Mustafa Kemal’i bağrına basmış, bağımsızlık mücadelemizi, yeni bir lideri ve yeni bir devletin kuruluşunu tüm dünyaya duyurmuştur. Tarihin derinliklerinden süzülüp gelen bu köklü geleneği yaşatarak Mustafa Kemal’in etrafında kenetlenen Seymenler’in ve Ankaralıların gerçekleştirdiği bu sivil oluşum ve tarihte eşine az rastlanır halk desteği Milli Mücadele’ye önderlik edecek Mustafa Kemal’e ve Kuvayı Milliyeciler’e olağanüstü bir moral güç vermiştir. Neden Ankara? Gazi Mustafa Kemal’in Milli Mücadele merkezi olarak Ankara’ya gelişi olayların sürüklediği bir tesadüf Ankara Kulübü Derneği Başkanı Dr. Metin Özaslan, 27 Aralık 1919’da, Seymenler’in Atatürk’ü karşılama törenini, yakılan “sinsin ateşlerini”, düzenlenen Seymen alaylarını, Ankaralılar’ın İstanbul hükümetini ve padişahı yok sayarak Milli Mücadele ruhunu diri tutma öykülerini Cumhuriyet’e yazdı. Özaslan, “27 Aralık 1919 tarihi “fiilen” Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu müjdeleyen gündür” ifadelerini kullandı. 27 Aralık 1919’da Dikmen Kızılyokuş’ta Ata’yı selamlayan Seymen alayından bir kesit. Karşı tepede yer alan Ankara’nın eteklerinde büyük kalabalık görünüyor. Bugünkü Atatürk Bulvarı’ndan Ulus’a ve Vilayet Merkezi’ne ve yine aynı noktadan Garİstasyon binasına uzanan güzergâhta büyük bir insan kalabalığı görülmektedir. müdür? Böylesine önemli bir tercihin tesadüflere bırakılamayacak kadar stratejik bir karar olduğunu belirtmemiz gerekir. “Zaman” ustası olduğu kadar iyi bir “zemin” ustası olan Atatürk’ün bu konuyu tesadüfe bırakmadığına dair iki önemli kanıt bulunmaktadır. Bunlardan ilki 1919’da Samsun yolculuğu öncesinde Ali Fuad Paşa ile İstanbul’da yaptığı gizli görüşme, diğeri de 1924’te Yunus Nadi Bey ile yaptığı tarihi mülakattır. Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’daki faaliyetleri sırasında bu kararın belirtileri olgunlaşmıştır. Zira Mustafa Kemal ve Ali Fuad paşalar iç bölgelerde, stratejik ve güvenlik bakımından belirli özelliklere sahip “Ankara” hakkında olumlu kanaatlere sahiptirler. İstanbul görüşmesinde Mustafa Kemal Paşa Ali Fuad Paşa’ya Konya’dan Ankara’ya taşınmasını planladıkları 20. Kolordu hakkında şu talimatları vermiştir: “Bu kolordu nun (20. Kolordu) başında bulunmalısın, bundan sonra ehemmiyetli şeyler olacaktır. Kolorduna hâkim ol. Etrafına emniyet ver. Hele halk ile yakın temas et.” Ali Fuad Paşa’nın İstanbul görüşmeleri hakkındaki sözleri ise Ankara’nın henüz Mustafa Kemal Paşa Samsun’a çıkmadan Milli Mücadele merkezi olarak belirlendiğine ve nihai hedef olduğuna işaret etmektedir: “Mustafa Kemal Paşa’nın ve benim görüşüme göre, Ankara her türlü teşkilata, birliğe ve hareket başlangıcına müsait stratejik bir mevki idi. İstanbul hükümeti ve İngilizler’den evvel buranın tarafımızdan tutulması en büyük emelimizdi. Eğer İstanbul’da verdiğimiz karardan haberdar olsalardı, bu nakle (20. Kolordu’nun Konya’dan Ankara’ya nakli) katiyyen yanaşmazlardı. (İstanbul hükümeti)” Atatürk, 1924’te Yunus Nadi Bey ile Ankara’nın merkezliği ve başkentliği konusu üzerine yaptığı tarihi mü lakatta, Ankara’nın neden Milli Mücadele merkezi ve sonrasında başkent seçildiğini en net ifadelerle anlatmaktadır: “Nihayet Ankara’da durdum ve memleket işlerini, milletin arzusu veçhile sevk ve idare etmek için başka yere gitmeye lüzum hissetmedim. Türkiye’nin ve Türk milletinin menfaatlerinin en emin müdafaası da ancak Ankara’dan olabileceği, hadiselerle sabit olmuştur. Bunun en kuvvetli amilleri (etkenleri) arasında Ankara’nın coğrafi yeri de vardır... Ankara’nın mevki tabii ve coğrafisine (doğal ve coğrafi konumuna) kıymet ilave eden bir başka cihet (yön) daha vardır. En acı ve felaketli günlerde millet her taraftan tesmim olunurken (zehirlenirken) Ankaralılar, memleket ve milletin halası hakikisine müteveccih teşebbüsler (gerçek kurtuluşuna yönelik girişimler) hakkındaki iman ve itimatlarını bir an dahi sarsmamışlardır... Ben Ankara’yı coğrafya kitabından ziyade tarihten öğrendim ve cumhuriyet merkezi olarak öğrendim. Hakikaten, Selçuki idaresinin inkisamı (bölünmesi) üzerine Anadolu’da teşekkül eden küçük hükümetlerin isimlerini okurken bir ‘Ankara Cumhuriyeti’ni görmüştüm. Tarih sahifelerinin bana bir cumhuriyet merkezi olarak tanıttığı Ankara’ya ilk defa geldiğim o gün de gördüm ki aradan geçen asırlara rağmen Ankara’da hâlâ o cumhuriyet kabiliyeti devam ediyor. Türkiye’nin hemen bütün menatıkını (bölgelerini) gezdiğim ve gördüğüm için hükmettim ki, o zaman isimleri cumhuriyet olmayan diğer yerlerin bugünkü halkı da aynı kabiliyetten asla uzak değildir... Beni, Türkiye’nin en münasip merkezi Ankara olabileceğini düşünmeye sevkeden ilk vesile çok eskidir ve fennidir (bilimseldir).” Ankara’da milli mücadele ruhu 1919’da, Ankara’da işgal kuvvetlerine bağlı İngiliz ve Fransız askerler bulunmaktaydı. İngilizler İstasyon civarında, Fransızlar ise o dönemlerde İttihat Terakki Merkezi olarak inşa edilen binada karargâh kurmuşlardı. İleride Birinci Millet Meclisi olarak istiklal ve bağımsızlığımızın karargâhı olacak bu bina, ne acıdır ki, Fransız askerlerine karargâhlık yapıyordu ve üstünde Fransız bayrağı asılıydı. Bozkırın bu tozlu ve yoksul şehri, düşman askerlerinin gölgesinde yaşıyordu. Bu durum yüzyıllar boyunca işgal görmemiş Ankara’da büyük bir moral çöküşü de beraberinde getirmişti. İşgale karşı Ankaralılar yoğun bir tepki içindeydi. Mitinglerle, piyeslerle itiraz seslerini yükseltiyorlardı. İttihat Terakki Merkezi Binası Birinci Millet Meclisi Türkoğlu Ali Ağa’nın İngilizlere yanıtı Ankara’da bulunan işgalci askerler ile gayrimüslim ler iyi geçiniyor, diğer yandan Türk nüfusa baskı yapılıyordu. İşgalci askerlerin sebep olduğu adaletsizlik ve huzursuzluk gayrimüslimleri cesaretlendiriyor, gündelik yaşam adeta eziyet haline geliyordu. Tüm bu olumsuzluklara rağmen İngilizler yemekler düzenleyerek Ankaralılara karşı sempati oluşturacaklarını düşünüyorlardı. Bir seferinde Alagöz köyünde Türkoğlu Ali Ağa’nın evine gelen İngiliz askerlerinin komutanı Mister Vitol, Ali Ağa’ya: “Biz ta uzaklardan buralara geldik, bizimle niçin görüşmekten çekiniyorsunuz” sorusuna Ali Ağa’nın verdiği yanıt “Sizi davet eden biz değildik” olmuştur. İngiliz Komutan “Evinize misafir geldik, ev sahipleriyle görüşmek istiyoruz!” diye ısrar edince, Ali Ağa Sivas’tan Ankara’ya gelecek olan Mustafa Kemal Paşa’yı ima ederek “Biraz sabredin, pek yakında evin gerçek sahibiyle sizi tanıştırırız” diyerek karşılık verecektir. 27 Aralık 1919’da Mustafa Kemal Paşa Ankara’ya geldiğinde Seymenler, Mustafa Kemal’i işgalci askerlere göstermek için yolu uzatma pahasına İngilizlerin yerleştiği Ankara Garı ile Fransızların bulunduğu İttihat Terakki binasının önünden geçirmişlerdir. Türkoğlu Ali Ağa’nın dediği gibi daha ilk gün Ankaralılar “evin gerçek sahibi olan” Mustafa Kemal’i işgalcilere tanıtmışlardır. Ankaralılar Padişahı tanımıyor Damat Ferit Paşa Hükümeti’nin atadığı Ankara Valisi Muhittin Paşa ise İstanbul’dan aldığı emirlerle Ankara’daki bağımsızlık hareketlerini söndürmeye, milli direnişi kırmaya çalışıyordu. Bu kapsamda Vali Muhittin Paşa bağımsızlık taraftarı Ankaralı 190 genci tutuklattırdı. Bu olay, böylesine sancılı bir dönemde Ankaralılar arasında bardağı taşıran son damla oldu. Vali Mühittin Paşa, 11 Eylül 1919’da yerine vekil olarak Mektupçu Halet Bey’i bırakarak Ankara vilayetine bağlı olan Kırşehir ve Kırıkkale civarına teftişe gider. Bunu fırsat bilen Ankaralılar, valiyi padişaha şikâyet etmek isterler ve bu amaçla Defterdar Yahya Galip’in evinde bir toplantı yaparlar. Toplantı sonucunda padişaha telgraf çekilmesi kararı alınır ve bu görev Defterdar Yahya Galip, Hacı Atıf Efendi ve Hoca Ahmet Efendi’ye verilir. Temsilciler vilayet binasının hemen arkasında bulunan telgrafhaneye gelir. Ancak, telgrafhane Saray yerine Babıâli’deki telgraf makinesine bağlanır. Telgrafın ucunda ise Sadrazam Damat Ferit Paşa vardır. Temsilciler, Damat Ferit Paşa’ya: “Ankaralılar Zatı Şahane ile mühim bir mesele hakkında görüşmek istiyorlar” diye bildirirler. Bir müddet sessizlikten sonra Damat Ferit Paşa, “Halk doğrudan doğruya Zatı Şahane ile görüşemez. Diyeceğinizi bana söyleyiniz, ben arz edeyim” der. Israrcı olan temsilciler, “Biz Padişahımızı istiyoruz!” diyerek taleplerini yineler. Ferit Paşa sert bir şekilde: “Hayır! Millet padişahla görüşemez” diyerek talebi geri çevirir. Bunun üzerine hiddetlenen temsilciler ise “Öyleyse Ankaralılar da ne senin gibi sadrazamı, ne de senin padişahını tanıyor” diye son sözü söyleyerek görüşmeyi sonlandırır. Ankara’nın Milli Mücadele günlüğüne “Telgrafhane Vakıası” olarak geçen bu olay aynı zamanda Anadolu’dan padişaha karşı çekilen ilk isyan telgrafı olur. Saltanata başkaldırı anlamında yükselen ilk keskin ses, Ankara’nın sesidir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle