18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KÜLTÜR EDİTÖR: ÖZNUR OĞRAŞ ÇOLAK TASARIM: İLKNUR FİLİZ 1325 Aralık 2019 ÇARŞAMBA Janoska Biraderler salonu neşelendirdi Janoska Ensemble topluluğu önceki akşam Cemal Reşit Rey Konser Salonu’ndaydı. CRR Konser Salonu, bomba gibi konserlerle müzikseverlerin uğrak “Atı alan Üsküdar’a geçmiş idi!” Arasız bir saat süren konserde sa noktası oldu, hatta “o kadar iyi toplu natçılar tek tek solo da yapıyor ve luklar geliyor ki, gitmeye yetişemiyo hatta göbekli hallerinden beklenme ruz” diye şikâyetler duymaya başladım. Önceki akşam “Şefin Tavsiyesi” kapsamında “Janoska Ensemble”yi YAZGÜLÜ ALDOĞAN yecek bir performansla birkaç dans figürü bile sergiliyor. Tam eğlencelik, ev ahalisiyle gidilip keyif alınacak bir dinlemeye gittim. Dört kişilik toplulukta üçü konser, sıkı müzikseverlerin burun kıvıraca kardeş, biri de enişte! O da kız kardeşle ev ğı cinsten. lenmiş çünkü. Biri piyano, biri keman, biri Ben size yeni sezon için yeni genel müdür kontrbas çalarken biri de kemanını mando ve şef Cem Mansur’un yakınlarından duydu lin gibi çalıyor, müzikten daha iyi anlayanlar ğumu aktarayım, pek geniş olan ve şimdi beni bağışlasın! Macar asıllı müzisyenlerin ki haliyle bomboş duran fuayede, işten çıkıp programı “Strauss’tan Beatles’a bir mönü” 20.00’deki konsere yetişmek için aç biilaç idi ama bana kalırsa “Ne vereyim abime?” gelecek olanlara atıştırmalık bir büfe hazır tarzında bir potpori, gece “İzmir’in dağların lanması da projeler arasında imiş. Ki çok iyi da” ile bittiğine göre! Yanlış hatırlamıyor olur, hatta burada cd ve plak satışı da yapı sam, bundan önceki gelişlerinde “Üsküdar’a lırdı bir zamanlar, o da yeniden başlasa diye Gideriken” ile final yapmışlardı! O zaman bekleyenler var. Kumaşında zarafet ve nezaket var 50Yıl Dile Kolay Erol Evgin, bu yıl sanat yaşamının 50. altın yı lını kutluyor ve ye ni yılın son konse rini 29 Aralık ge cesi PSM Zorlu Center’da veriyor. Bunca yıldır sahne de çizgisini hiç de ğiştirmeden şarkılarıyla bir ekol olmuş sanatçının portresini, yine kendisinden habersiz, çevresinde titiz bir araştırma yaparak Şermin Topçu yazdı. Çocukluğu 70’li yıllar KONUK YAZAR da geçen kadınların anlatacağım hikâyeyi gayet iyi anlayacağına emi nim: İlkokulda öğrenci yim; 8 ya da 9 yaşların dayım, sınıf arkadaşımı zın erkek kardeşi doğ Şermin muştu. Sınıfın kızları ara Topçu sında yeni doğan bebe ğin ismi ne olsun diye oylama yapmıştık. Sonuç Erol çıkmıştı. 70’li yıllarda yıldızı parlayan ve bir da ha hiç sönmeyen Erol Evgin’den ötü rü elbette… İşte “Öyle Bir Şey” idi bi zim kuşağın Erol Evgin sevdası… Son radan anladık ki o dönemde doğan pek çok çocuğun isminin Erol olmasının ne deni de oydu. 70’lerin tertemiz neşesi ni, zarafetini ve nezaketini bizlere beye fendi sıfatının hakkını sonuna kadar ve rerek yansıtan Erol Evgin gündelik ya şantısında nasıl bir insan? Şahsen hep merak ederdim. Sahne hayatı dışındaki Erol Evgin’i araştırmak, yakınlarını ko nuşturmak, ev halini soruşturmak yine bana düştü. Keyifle başladım, açık söy leyeyim keyifle de bitirdim. ‘Bir de bana sor’ kısmı Bir şeyi itiraf edeyim: Aşırı kibar ve zarif görünen erkeklere karşı hep bir rezervim vardır; bazı nazik erkekleri biraz kazıyınca maskesinin altından yedi düvelle kavgalı, kırıcı, hatta yakınlarıyla mahkemelik bile olabilen insanlar çıkabiliyor. Acaba Erol Evgin’in de, hele ki sanatçı kişiliğinden gelen arızaları var mıydı? Dillere destan zarafeti ve nezaketi normal hayatında da geçerli miydi? Hani bazı insanları smokin dışında başka bir kıyafetle gözünüzün önüne getirmeniz mümkün değildir. Erol Evgin de bunlardan birisi. Erol Evgin’i pijamalı – terlikli ev haliyle düşünebiliyor musunuz? Ya da parmak arası terlikle! Mümkün değil. Adeta doğuştan takım elbiseli ya da smokinli bir adam. Ev hali nasıldır diye sordum. Hiç yanılmamışım; Erol Bey’i ailesi dahil pijama ile gören yok. Muhtemelen terlikli gören de yoktur, ev ayakkabısı giyiyordur. Yaşamın içine katılmış zarafeti hayatının her alanında geçerli. Çay içmesi de, yemek yemesi de, dostlarıyla eğlenmesi de, çocukları Elvan ve Murat ile ilişkisi de tüm dünyaya nezaket dersi verir gibi adeta… Hayatının en önemli ve en kıymetlisi her zaman “Prensesim” diye hitap ettiği eşi Emel Hanım. Erol Evgin’in Emel Hanım’a karşı aşk lügati çok zengin. Emel Hanım ise evin her şeyi ve ailenin görünmez yıldızı. Erol Bey kızı Elvan’a Elloş, oğlu Murat’a ise Mura Ailemizin beyefendi çocuğu Erol Evgin’in kravatsız çekilmiş ender fotoğraflarından birini yayımlıyoruz, ama yine de çok şık! tım ya da Murti diye hitap ediyor. Eminim çocukları da kendisine babacığım dışında başka bir şeyle hitap etmiyordur. Genelde insanın çocuklarının arkadaşları ağabey ya da amca diye hitap ederler. (Yeni nesil falancanın annesi ya da babası diye hitap ediyormuş, çok güldüm) Ancak kendisi hiçbir zaman Erol ağabey ya da Erol Amca olmamış. Çocuklarının arkadaşları ona her zaman Erol Bey diye hitap etmiş. Ayrıca yıldızının en parlak olduğu 70’li yıllarda dahi çocuklarını hiç ihmal etmemiş, eli her zaman onların üstünde olmuş. Hep en lezzetliyi yemeyi seven, hep kaliteli lezzetler arayan Erol Bey kendisi yemek yapar mı? Ki bazı erkekler mutfağa ne kadar yakışır değil mi? Ne var ki mutfakla hiç ilgisi yokmuş; hatta yumurta bile kıramazmış. Çay demlemeyi bile bilmezmiş. Katıksız bir keyif adamı olduğunu belirtiyor yakın dostları. Elbette her sanatçı gibi mükemmeli arayışının altında da bu yatıyor olmalı. Sık sık toplandığı dostlarıyla evinde gerçekleştirdiği buluşmaları lezzet buluşmalarına çeviriyor. Ve şaşırtan bir özelliğini daha öğreniyorum: Etrafı gülmekten kırıp geçiren, aşırı esprili bir Erol Evgin olmasını. Cem Yılmaz’la katıldığı bir TV programında şarkı söylerken elini sallaması ile dalga geçen Cem Yılmaz’a “Ya ne sallasaydım” diye cevap veren ve ekran başında kopmama sebep olan Erol Evgin dostlarıyla da her ortamda böyle, hiç sakınmadan espri yapabilirmiş. Jilet tarzına alışık olduğumuz, kravatsız hiç görmediğimiz Erol Evgin daima Türk markalarını tercih ediyor ve alışverişini bazen İstinye Park’tan kendisi yapıyor. Sahne kıyafetlerini ise uzun yıllardır Şinasi Günaydın tasarlıyor. Mimar Erol Evgin Babası Vanlı, kendisi Moda doğumlu olan Erol Evgin’in çok da iyi bir eğitimi var. İstanbul Erkek Lisesi’nden sonra DGSA’da mimarlık bölümünü bitiriyor. Ama içindeki müzik sevgisi nedeniyle sahnelerde buluyor kendisini, bir de Çiğdem Talu, Melik Kibar’la müthiş bir üçlü oluşturup İşte Öyle Bir Şey’ler söylemeye başlayınca hiç mimarlık yapmıyor. Ama 80’li yıllarda arabesk müziğin yükselişe geçmesiyle birlikte dönüyor mimarlığa. Yüksek mimar ve aynı zamanda sınıf arkadaşı olan Emel Hanım ile 20 yıl kesintisiz mimarlık yapıyor. İm Fotoğrafta (Soldan sağa): Oliver Sheehan, en büyük torunu Erol, kızı Elvan Evgin Sheehan, ortanca torunu Ozan, Murat Evgin, Murat Evgin’in oğlu Erem Erol, Emel Evgin. za attıkları çok sayıda eser var. Bağdat Caddesi’nde pek çok binanın projesi Emel – Erol ikilisine ait. Polonezköy civarında pek çok sayfiye evinde de mimar olarak imzaları var. Asıl mesleğinin mimarlık olmasının getirdiği sanat yönü ağır basan bir alışkanlığı da var: sanat koleksiyonerliği. Koleksiyonunda Fikret Mualla, Eşref Üren, Turan Erol, Leyla Gamsız, Eren Eyüboğlu, Neş’e Erdok, Bedri Rahmi Eyüboğlu gibi büyük ressamlar bulunuyor. Aynı zamanda yakın arkadaşı olan Devrim Erbil’in de eserleri mevcut. Bir de hat koleksiyonu var. Hayatı boyunca sigaraya elini dahi sürmemiş. İçkiyi sosyal ortamlarda içiyor, genellikle rakı ya da viski tercih ediyor. Para ile ilişkisi oldukça sınırlı. Ancak yıldızının parladığı 70’li yıllarda akıllı yatırımlar yapmış, finansal konularda hiç risk almamış, hep aklını kullanmış. Beş erkek kardeşiyle oldukça dar gelirli bir aile olarak geçen çocukluğun ardından aksini düşünmek zor tabii… Yaşlanmayan adam Çevresindekilere Erol Evgin’in yaşlanmayan adam olmasının, 1947 doğumlu olmasına rağmen 40 yaşında gibi görünmesinin sırrını soruyorum. “İç huzurunu yakalamış olmak” diye cevap veriyorlar tek ifadeyle. Hayatla hiçbir alıp veremediği yok, kendisine sorsak “Mevlana” derdi. Kimseye öfkesi yok, her şeyle barışık. Torunlarına hep vakit ayırıyor, çok kıymet veriyor. Tabii onlarla futbol oynayıp yerlerde yuvarlanan bir dede değil fakat onlara sonsuz sevgi ve saygı besliyor. Bütün şarkıları hepimiz tarafından ezbere bilinen, her dönem dinlenen, milyonlarca defa dinlesen bıkılmayan Erol Evgin sahnede gördüğümüz gibi gerçekten beyefendi kelimesinin hakkını veren bir zarafet sembolü. Yumuşak karnı, hassas olduğu bir tek konu var ki, biz de bu naif ve zarif beyefendiyi kırmamak adına es geçiyoruz! Elbette kolay değil 50 yılın Erol Evgin’i olmak. Bizim kuşak kendisiyle büyüdü, onsuz bir hayatı bilmedi. Onun için Çiğdem Talu ve Melih Kibar ile birlikte hep beraber bu şarkıyı söylesek: “Sen Olmasan Canım… Gerçekten bu hayat daha da çekilmez olur”!.. Onu sahnede yitirmiştik Zehra Yıldız, adı gibi pırıl pırıl bir sopranoydu. Onu 1997’de bir kış günü Heidelberg’de yitirmiştik. O gece Beethoven’in tek operası Fidelio’daki başrolü oynamıştı. Acı haber Avrupa basınında da yer aldı. Zehra’nın eşi, opera sanatçısı tenor Süha Yıldız, onun adına bir vakıf kurulmasına öncülük etti. Bu vakıf günümüze kadar düzenlediği Zehra’yı Anma Konserleri’yle, genç operacılara burslar sağlamaya ve Zehra’nın adını yaşatmaya devam ediyor. Yıllardır aralık ayında düzenlenen Zehra’yı Anma Konserleri’nde yeni gençlerle tanışmanın heyecanını yaşıyoruz. Birçok yazar onun zamansız ölümüne adeta isyan etmişti. Örneğin, Buket Uzuner şöyle diyordu: “Zehra Yıldız, yeteneğini ve zekâsını bireysel şöhret ve servet yerine, ülkenin ve dünyanın kültür servetine katkıda bulunacak bir yönde kullanmayı tercih etti. Yıldız, güzel bedenini, aşklarını, çocukluk ve ilk gençliğiyle ilgili her santimetrekareyi kullanarak, haber programlarından televoleye, paparazziye konu olur, dillerden düşmezdi. Ama öyle olmadı. Bu ülkede sayıları az da olsa, ne pahasına olursa olsun ünlenip gündemde kalayım demeyen sanatçılardan biri olmayı seçti.” Bu yıl Zehra’yı, ona hiç yabancı olmayan bir sahnede, Cemal Reşit Rey Salonu’nda 27 Aralık akşamı anacağız. Yurtiçinde olduğu kadar yurtdışındaki sahnelerde de ünlenmiş sanatçılarımız onun dağarcığındaki arya ve düetleri seslendirecekler. Biz, izleyiciler de Zehra’nın ışığında bu gençlerle tanışmanın kıvancını yaşayacağız. Zehra’nın daha oynayacak çok rolü, söyleyecek çok şarkısı vardı. İki Haydn arası modernizm Klasik müzikseverler uzun yıllar boyu müzik sanatındaki yeni dili benimsemediler. Onlara çağdaş müziği sunmak için orkestralar iki klasikleşmiş yapıt arasına bir modern yerleştirip sandviç sundular. “Modern” olanı zorla sevdirme, sanatın başka hiçbir dalında bu denli zorla olmadı. Örneğin plastik sanatlar, edebiyat, dans, tiyatro, heykel, sinema gibi sanat dalları yeni deyişleri kendi doğal akışları içinde izleyicilerine kabul ettirdiler. Ama klasik müzik tutkunlarına bir sorun: çoğu, bırakın yeni tekniklerle örülmüş bir müzik dinlemeyi, o konsere gitmeyi bile reddetti. Adını duymadığı yeni yüzyıl bestecisini neredeyse yok saydı. Geçen hafta İşSanat’taki Mahler Oda Orkestrası’nın da biletleri kuşkum yok ki programın başında ve sonunda yer alan Haydn’ın adı için böylesine satılmıştı. Haydn senfonilerini programdan çıkarın, acaba kaç kişi Martinu veya Ligeti’yi merak edecekti? Oysa ne Haydn’ın senfonileri bildik, ünlü olanlardandı ne de Martinu ve Ligeti’nin yapıtları anlaşılmayacak gibi korkunç, modern tınılar taşıyordu. Mahler Oda Orkestrası, çağın büyük şefi Claudio Abbado tarafından kurulmuştu. Halen kırk beş ülkeden müzisyeni içeriyor. Nice yeni bestecinin dünya prömiyerini yapmış. Şefleri FrançoisXavier Roth aynı zamanda 2015’ten beri Londra Senfoni Orkestrası’nın daimi konuk şefi. Çek besteci Bohuslav Martinu’nun (18901959) eseri piyano, timpani ve yaylı orkestrası için ikili konçerto başlığını taşıyordu. Macar besteci Gyorgi Ligeti’nin (19232005) eseri ise solo korno ve orkestra için “Hamburg Konçertosu” idi. Gerek Martinu, gerekse Ligeti çağımıza yön veren, aynı zamanda klasik kalıplara da göndermeler yapan besteciler. Haydn (17321809) senfonilerine gelince, onlar da Haydn’ın en bilinen senfonileri değildi ki! Ama sonuçta bu konser biz dinleyicilere çok şey öğretti. 5. Balkan Panorama Film Festivali başladı Buca Belediyesi ev sahipliğinde Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) Güzel Sanatlar Fakültesi (GSF) tarafından düzenlenen 5’inci Balkan Panorama Film Festivali, Tarık Akan Gençlik Merkezi’nde başladı. 27 Aralık’ta son bulacak ve 25 uzun, 10 kısa metrajlı filmin göste rileceği festival, yönetmenlerin söyleşileriyle renklenecek. Gösterimlerin ardından seyirciler, izledikleri filmlerin; yerli, yabancı oyuncu, yönetmen ve yapımcılarının söyleşilerine katılma fırsatını bulacak. Filmlerin tümü orijinal dillerinde, Türkçe altyazılı olarak seyirciyle buluşacak. Festival kapsamında eski Yugoslavya’da büyük filmlerin yönetmeni olarak tanınan Boşnak İsmet Krvavac’ın, resmi rakamlara göre 1 milyarın üzerinde seyirciye ulaşan “Köprü” filmi gösterime girecek. Gösterimden sonra, Makedonya’nın yapımcılardan Robert Jazadziski’nin “Bal Gecesi” filminin de yer bulacağı etkinlik kapsamında kendisiyle söyleşi de yapılacak. l İHA TUDEM YAYIN GRUBU Genel Müdür Sinan Çam ‘Eylemsizlik damga vurdu’ GAMZE “İstanbul Kitap Fuarı’na TÜYAP yönetiminin AKDEMİR kararları ve Türkiye Yayıncılar Birliği’nin eylemsizliği damga vurdu. Zaten ekonomik olarak güzel günler geçirmeyen okurlar, TÜYAP’ın fuar giriş ücreti olarak 10 TL alması ve yüksek yiyecek fiyatları (örneğin köfte 34 TL) nedeniyle bütçelerinin az bir kısmıyla kitap alabildi. Bu yıl 510 TL’ye kredi kartıyla kitap alan okurların sayısında büyük bir artış oldu. İstanbul dışındaki hiçbir fuarda ziyaretçilerden, hatta yan sektörümüz olan Kırtasiye Fuarı’nda tüccarlardan bi ‘Birçok yayınevi zararla kapattı’ le giriş ücreti almayan TÜYAP’ın bu tavrının nedenini çok merak ediyoruz, çünkü bu soruyu cevapsız bırakmayı tercih ettiler. Öte yandan, birçok yayınevi fuarı zararla kapatırken Türkiye Yayıncılar Birliğinin TÜYAP’ın yüksek alan kirası bedelleri, giriş ücreti, yiyecek fiyatları konusundaki eylemsizliğine ve alan kirası bedellerinden aldığı yüzdelik payda indirime gitmemesine şaşırdık. Dolayısıyla okur hem kapıda, hem kafeteryada hem de yayınevi standında ekonomik olarak kaybetti. 2020 için Tudem Yayın Grubu olarak 8 markamızın da ayrı hedefleri var. Tudem Edebiyat markamız bünyesinde, 712 yaş arası okur larımıza konu ve üslup açısından zengin çeşitlilikte eserler sunabileceğimiz bir program hazırladık. Miyase Sertbarut’tan heyecanla beklenen bir roman, Güzin Öztürk ve Dursun Ege Göçmen’den ödüllü yeni romanlar, Koray Avcı Çakman’dan Anadolu masallarına selam gön deren özgün bir eser programımızda. Çeviri edebiyatta ise, Olivier de Solminihac, Michael Morpurgo, John David Anderson gibi yazarlarımızın yeni kitapları okurla buluşacak. Ayrıca Küçük Yıldızlar ve SEN DE OKU gibi koleksiyonlarımız genişlemeyi sürdürecek. Uçanbalık markamız, 2020’de yoluna hem sevilen yazarçizerlerinin yeni eserle riyle hem de ilk kez okurlarla buluşacak sanatçılarla devam edecek. Guridi ile Marco Somà’nın sürpriz kitapları programda. Yetişkin yayıncılığı yapan Delidolu markamızın 2020 koleksiyonunda dünya çapında ses getirmiş yeni yazarlar öne çıkıyor. Suriye’den Cezayir’e, Yunanistan’dan Brezilya’ya kadar okurlarını farklı coğrafya ve dillere ait edebiyat örnekleriyle tanıştırmayı amaçlıyor. 7’den 70’e her yaş için resimli kitaplar yayımlayan Desen ise, 2020’de manga, grafik roman, karikatür ve çocuklar için olduğu kadar yetişkinlere de hitap eden, güçlü çizimleri olan ilham verici kitaplar yayımlamayı planlıyor. Eğitim grubundaki iki markamız Tudem ve Bloktest ile ortaokul kitaplarının tamamını yeniliyoruz. Beceri Temelli Yeni Nesil Sorular, modern sayfa ve kapak tasarımları eğitim yayınlarımızın öne çıkan temel özellikleri olacak.” DEVAM EDECEK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle