24 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
KÜLTÜR EDİTÖR: ORHUN ATMIŞ TASARIM: İLKNUR FİLİZ 1322 ARALIK 2019 PAZAR LÜTFI ÖZKÖK SADECE YAZAR VE ŞAIRLERIN FOTOĞRAFINI ÇEKTI Onlar da hep Nobel aldı! Lütfi Özkök, namı diğer “Nobel alacak yazarların portresini çeken fotoğrafçı!” Dikkat edin, almış olanların demedim, alacak olanların dedim. Nereden mi biliyor? Kendi de bilmiyor, içine doğuyor, kim bilir? Hikâyeyi başa saralım: Lütfi Özkök, İstanbul’da çok çocuklu bir ailenin oğlu olarak dünyaya geliyor. Derslerinde çok başarılı olduğu için özel bir okulda okuma şansı buluyor, karşılığında balıkçı babasının ayni ödemesiyle, ya ni balıkla! Babası ona derslerindeki başarısından ötürü bir fotoğraf makinesi hediye ediyor. Daha sonraları bu YAZGÜLÜ sıradan fotoğraf makineALDOĞAN si için “Beni kurtaran bu makine oldu” diyecektir. Lütfi Özkök, Galatasaray Lisesi’nde de dersleri kadar şiir ve edebiyatla uğraşıyor. Daha sonra okumak için gittiği Paris’te de. Fotoğraf makinesiyle sadece portre çekiyor. Siyah beyaz portreler ve bu portreler hep şairlerin, yazarların portreleri. Kendisi de şiire meraklı olduğu için bir yolunu bulup kimlere kimlere ulaşmıyor ki. Ve okul arkadaşı İsveçli Marie Anne’a tutulup bir de çocukları olacağı için İsveç’e yerleşmesi, ona şiir ve fotoğrafla iç içe bir hayat sunuyor. Çektiği fotoğrafları önceleri Türkiye’de şiir dergilerinde yayımlıyor. Sonraları portre fotoğrafçısı olarak öyle bir ün yapıyor ki biri Nobel aldığında herkes onun kapısını çalıyor, ya çektirmek ya da var olanı almak için. İstanbul Modern’de açılan “Lütfi Özkök: Portreler” sergisinde yer alan 89 portrenin 24’ü Nobel ödüllü yazarlar. İçlerinde tabii ki Türk yazarlar da var: Orhan Pamuk, Aziz Nesin, İlhan Selçuk, Yaşar Kemal, Kemal Tahir gibi. Ama Nâzım Hikmet’inkiler ayrı bir anlamlı. Bülent Ecevit’e sanki farklı özenmiş. Yabancılar içinde bana en ilginç gelen Samuel Beckett’inkiler. Nobel’i almadan önce çekmiş, sonra Nobel alınca artık Lütfü Özkök tarafından fotoğrafı çekilmek yazar (Arkadakiler, soldan sağa) Ali Sirmen, Sabahattin Kudret Aksal, Oktay Akbal, Necati Cumalı. (Öndekiler, soldan sağa) İlhan Selçuk, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Yaşar Miraç, Lütfi Özkök. Samuel Beckett Nadine Gordimer lar için de bir tür sınıf atlamak gibi olmuş. Fotoğrafını çekmediği yazar Nobel alamaz diye espriler yapılmaya başlanmış. Hatta bu sergiye bile İsveç’ten Beckett fotoğrafları istenince karar verilmiş, niye yapmıyoruz diye! Portrelerinde ruh var Bunlar kendisi hakkında anlatılanlar. Sergiyi, üstelik de küratörü İstanbul Modern Fotoğraf Galerisi Yöneticisi Demet Yıldız’la gezen biri olarak benim izlenimlerim ise daha sübjektif elbette. Yıllardır fotoğraf çeken ve mesleğe fotoğrafçı ola Özkök, ünlülerin bilgilerini titizlikle not etmiş. rak başlamış biri olarak baktığımda Lütfi Özkök’ün fotoğrafın teknik kalitesinden çok kişinin ruhunu yakalamaya çalıştığını hissediyorum. Bütün fotoğrafları siyah beyaz, kimi net bile değil. Ama hepsinde kişinin bakışları, duruşu, verdiği poz İlhan Selçuk la fotoğraf konuşuyor; sanki canlı ve bize bir şeyler söylüyor. Kimi portrelerde kriminal bir bakış yakalıyorum, sanki sanatçı bunu bilerek hazırlıyor. Bir başka dikkat çekici nokta ise içlerinde kadın portrelerinin çok az olması. Sergide sadece 4 kadın yazar portresi var. Birkaç kadın yazarın daha fotoğrafını çektiği biliniyor ama aileden elde edememişler. Oysa karalamalarla dolu not defterinde Marguerite Duras’ın adresi bile var. Daha önce yapılmış bir başka sergisi ise “69 Nobelli Yazarlar seçkisi” ki 69 portreyi içeriyor ve bunların çoğunu ödül öncesinde çekmiş. Sergiyi gezerken kitaplarını okuduğunuz, sevdiğiniz tanıdığınız yazarlarla karşılaştığınızda, ki bunların içinde Gabriel Garcia Marquez’den tutun da Günter Grass’a kimler yok ki, onların nasıl poz verdiğini ve o karanlık bakışlarla ne anlatmaya çalıştıklarını düşünün. Gerçekten ufak tefek bir adam, teknik özellikleri açısından çok da yeterli olmayan bir fotoğraf makinesiyle hepsinin evine, odasına, ruhuna girmiş ve deklanşöre basmış. Onu bizim önümüze getirmiş. Hep bir gün İstanbul’a geri dönme hayaliyle yaşamış ama İsveçli olarak kalmış! Belki de bu Nobel ödülüyle ilişkisi bundan ötürü? Gezilesi, üzerinde düşünülesi bir sergi, İstanbul Modern’de 3 Mayıs 2020’ye kadar açık. Kedi sergide Lütfi Özkök’ü babası balıkları verip okutmuş, oradan içim cız etti. Zaten ufak tefek, çekik gözlü, Aziz Nesin’i andıran bir tipi var. Serpilememiş yani, yoksulluğun gözü kör olsun. Ama eminim İsveç’te rahat etmiştir, orada herkes rahat. Ama aklıma takılan hiç kadın fotoğrafı çekmemiş. Sergide hepi topu 4 kadın var, birkaç kadının daha fotoğrafını çektiği biliniyor ama bulunamamış. Eşi kıskanç mıydı neydi, sen 1500 portre çek, içindeki kadınların sayısı bir elin parmaklarını geçmesin? Kedi konser izledi Kedi cuma akşamı touché’deydi. Sahnede Jehan Barbur, klavyede Ev rim Tüzün, gitarda Eylül Biçer; resmen harikalar yarattılar! Jehan Hanım’ın üzerinde pek zarif, ışıltılı, mi ni bir elbise; enerjisinin ışıltısı daha da göz kamaştırıcı. Son 10 yılda çıkardığı 7 albümden şarkılar seslendirdi Jehan Barbur sahnede, ama “O Yâr Gelir” türküsünü öyle bir söyleyişi vardı ki inanılmaz. Lafın kısası Jehan, Evrim ve Eylül sahnede muhteşemdiler, ama o seyirci! Aman ya Rabbi o ne ruhsuz bir seyirciydi öyle, sahnede ne kadar hareket, ne kadar enerji, ne kadar güler yüz varsa; dinleyicide bunun tam tersiydi. touché’nin loş ışıklarından mıdır, insanların kendi tükenmişliklerinden midir anlayamadım; içime içime miyavladım bütün konser. Kokteyllerinizi yudumlayıp, “cool” görünürken de eğlenebilirsiniz, kasmayın o kadar! Kedi peynir yedi Muratbey peynirleri servisimize peynir yollamış. Ne alaka derseniz, çok alaka, ben şahsen kendilerini dizilere sponsor oldukları zaman duymuştum. “Şahsıma” peynir yollamalarından daha doğal ne olur, kültürel bir aktivite! Peynirleri paylaştık. Şahsıma “şekilli peynirler” düştü. Bu nedir derseniz, peynir yemeyen çocuklara yedirmek için herhalde erimiş peynirlerden hayvan figürleri yapmışlar. Bir de baktım Deniz abi, aa bu ördek, bu fil deyip yiyor. Demek ki çocuğun yaşı önemli değil, şekilli peynir, şekilsiz peynir seviliyor! Şehir Tiyatroları buluşuyor! İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Şehir Tiyatroları ile Eskişehir Şehir Tiyatroları, Nilüfer Belediyesi Kent Tiyatrosu ve Bakırköy Belediye Tiyatroları karşılıklı turnelere başlıyor. İBB’nin oyunları Bakırköy, Bursa ve Eskişehir’de seyirciyle buluşacak. İBB Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni Mehmet Ergen, turnelerle her tiyatronun seyircisine daha geniş bir oyun yelpazesi sunacağını belirterek, “Bu ortak çalışma, yıllardır konuşulan ancak hayata geçirilemeyen bir projeydi. Bu tür dayanışmalar gelecekte ortak yapımların da kapısını aralayacaktır diye umuyorum” dedi. ‘KarıncalarBir Savaş Vardı’ İBB Şehir Tiyatroları Turne Programı şöyle: n Hayali Temsil: 9, 10, 11 Ocak 2020 tarihlerinde saat 20.30’de Bakırköy Belediyesi Yunus Emre Kültür Merkezi Müşfik Kenter Sahnesi’nde. n Uzlaşma: 12, 13 Şubat 2020 tarihlerinde saat 20.00’de Bursa Nilüfer Belediyesi Uğur Mumcu Sahnesi’nde, 14, 15 Şubat 2020 tarihlerinde saat 20.00’da Bursa Nilüfer Belediyesi Nâzım Hikmet Kültürevi’nde. n KarıncalarBir Savaş Vardı: 26, 27, 28 Şubat 2020 tarihlerinde saat 20.00’de, 29 Şubat 2020 tarihinde saat 15.00 ve 20.00’de Eskişehir Belediyesi Tepebaşı Sahnesi’nde. Konuk oyunlar n Bursa Nilüfer Belediyesi Kent Tiyatrosu “Yangınlar” oyunuyla 12, 13, 14, 15 Şubat 2020 tarihlerinde Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nde. n Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları “Maskeliler” oyunuyla 26, 27, 28, 29 Şubat 2020 tarihlerinde Kadıköy Haldun Taner Sahnesi’nde. Genco Erkal sahnede! Usta oyuncu Genco Erkal, yönetmenliği ve oyunculuğunu üstlendiği “Bir Delinin Hatıra Defteri” ile yarın (23 Aralık Pazartesi) saat 20.30’da Trump Sahne’de sanatseverlerle buluşuyor. Nikolay Gogol’un en sevilen öykülerinden “Bir Delinin Hatıra Defteri”, kara mizah türünün en iyi örneklerinden. Oyunda, takıntıları olan bir devlet memurunun gündelik yaşantısı ve iş hayatının dışında sosyal sınıf olarak kendisine zıt, soylu bir ailenin kızına âşık olması üzerine gelişen olaylar anlatılıyor. Ata’nın anısına ‘Pul Sergisi’ Atatürk’ün Ankara’ya gelişinin 100. yılı nedeniyle düzenlenen “Ankara Milli Pul Sergisi”nin açılışı PTT Pul Müzesi’nde yapıldı. “Milli Mücadele’nin 100. yılında 100 panoda 100 koleksiyon” sloganıyla İstanbul’da düzenlenen tanıtım toplantısı ile başlatılan pul sergileri sırasıyla Samsun, Amasya, Erzurum ve Sivas’ta yapıldı. Milli Mücadele Sergileri’nin 2019 yılı finali; Ankara PTT Pul Müzesi’nde, 2030 Aralık tarihleri arasında ziyaretçilerle buluşuyor. ‘Organizasyon, beklentileri karşılayabilmeli’ EPSİLON YAYINLARI Yayın Yönetmeni Aslı Tunç “Genel olarak 2019’un yayıncılık için zor bir yıl olduğunu söylemek mümkün. İstan bul Kitap Fuarı tüm sektör için bir yıl bo yunca beklenen çok önem li bir etkinlik. Yıl genelinde şartlar zorlu olduğu için ha liyle yayıncıların fuardan bek lentisi de yüksekti. GAMZE Okurların her türlü zorlu AKDEMİR ğu görmezden gelerek fuarda yayıncılarla buluşmasına ve kitap sevgisi adına büyük fedakârlıklarda bulunmalarına çok saygı duyuyorum. An cak bu fedakârlığın karşılığında organi zasyondan beklentileri de karşılanabilme li. Aksi takdirde her geçen yıl ziyaretçi sa yısında düşüş yaşanmasından ve bu durumun fuarı verimsiz bir noktaya taşımasından endişe ediyoruz. Bu yıl Epsilon Yayınevi olarak yepyeni bir fuar konsepti ile okurlarımızla buluştuk. Stratejik olarak aldığımız bazı kararları da ilk kez denediğimiz bir fuar oldu. Mesela çocuk ve yetişkin kitaplarını ayrı noktalarda satışa sunmayı ve Kafka kitaplarını tek başına bir stantta konumlandırmayı tercih ettik. Doğru kitap, doğru format ve doğru fiyat stratejisi Geçen yıla göre büyüme ile geçirdiğimiz bir fuar dönemi oldu ancak beklentimiz çok daha yüksekti. 2019’da yayım ladığımız yeni kitaplar okurlar tarafından büyük beğeni kazandı. Yılın genel başarı sının büyük ölçüde yeni kitaplardan geldiğini söyleyebiliriz. Doğru kitap, doğru format ve doğru fiyat stratejisinin başarıyı getirdiğini gördük. Yeni kitaplarımızın yanı sıra özel edisyonlar ve ödüllü kitaplarla zor bir yıl olmasına rağmen 2019’da da büyümeye devam ettik. 2020’de hedefimiz tüm kategorilerde iddialı kitaplar ve sürpriz projeler ile büyümeye devam etmek. Gelecek yıl da pazarlama ve iş geliştirme yatırımlarımız hız kesmeyecek. İşimize yaptığımız yatırımı sektörün büyümesine de yapılan bir katkı olarak görüyoruz.” DEVAM EDECEK Strasbourg’da bir akşam... T Odysée sineması ürkiye’den bir isteğiniz var mı, gelirken ne getireyim diye sordum telefonda... Karşımdaki ses ciddi ciddi: “Türkiye’den tek isteğim var, laik ve demokratik bir devrim...” diye yanıtladı. Böylelikle Strasbourg’da nasıl bir insanla karşılaşacağımı biraz anlamış oldum. Faruk Günaltay’dan söz ediyorum... Avrupa’nın göbeğinde, “Avrupa’nın Başkenti” sayılan bir kentte, kültür bakanlarının yapması gerekenleri, kendi ekibiyle yapmayı yıllardır sürdüren insandan! Ne zamandır duyardım, Nilgün Cerrahoğlu’nun güzelim yazılarından izlerdim, dünyadaki ilk “Türk Sinema Günleri”nin Strasbourg’da Faruk Günaltay tarafından düzenlendiğini... Bu yıl 31. kez gerçekleşiyor. Yapımını İKSV’nin üstlendiği, Leyla Gencer belgeselimiz bu yılki “Türk Sinema Günleri”ne davet edilince, yönetmen Selçuk Metin’le birlikte soluğu Strasbourg’da aldık. Önce kısa bir anımsatma: Sinema tutkunu, büyüdüğü Strasbourg’da sinema eğitimi alan, sinema dergileri çıkaran, uzun yıllar Avrupa Konseyi sinema Fonu Eurimages’ın Türkiye temslicisi olarak sinemamıza katkıda bulunan ve en önemlisi “Amerikan sinemasına değil; Amerikan Sineması hegemonyasına karşı olan” Günaltay, sadece Türk filmleri günleri düzenlemiyor. Avrupa filmlerine öncelik tanımakla başlayan etkinliklerede Uzak Asya ülkelerinden Latin Amerika’ya, dünyadaki farklı kültürleri buluşturuyor. Bir değil birkaç kültür bakanının işlevini görüyor demem boşuna değil. Metin Oral Günaltay Asırlık mucize Filmimizin gösterileceği Odyssée Sineması bir mücevher. Mimari ve tarihi mücevher. Dünyadaki en eski ve hâlâ ayakta duran 6 sinemadan biri. (Ötekiler: Londra ve Brighton; Madrid, Saraybosna ve St. Petersburg’da) 1913’te inşa edilmiş, ilk film gösterimi 1914’te. Bu tarihten önce (1907’den beri) filmler birahanelerde, sirklerde ve randevuevlerinde gösteriliyor. Tarih boyunca Almanlarla Fransızlar arasında gidip gelen Alsace bölgesinde bu mücevher sinema binası Almanlar tarafından Berlin Alexanderplatz’daki tiyatronun eşi olarak yapılmış. Adı da UT, yani Union Theater. 1. Dünya Savaşı bitince yeniden açılıyor. 2. Dünya Savaşı’nda kapanıyor. Nazi işgalinde “Soldaten Kino” SS’lerin sineması oluyor. Savaş sonunda, yalnız sinema değil, tüm yapılar yine Fransızların... Sinemayı belediye sahipleniyor. Çok perdeli sinemalar yaygınlaşınca, kapitalist düzene yenik düşüp 1986’da kapatılıyor. Ve işte Faruk Günaltay sahneye giriyor. Sosyalist belediye, kültürleri buluşturacak, ırkçılığa, ayırımcılığa son verecek projeyi destekliyor. O gün bugün bir kültür merkezi işlevi gören sinemanın direktörü Faruk Günaltay. İlk iş sinemanın adını değiştiriyor. Jean Luc Godard’ın “Nefret” filminde Fritz Lang, “Odysée” adlı hayali bir film çevirir... İşte bu iki ustaya saygı olarak sinemanın adı “Odysée” oluyor. Seyircinin çoğu Fransız Asırlık mucize diye de adlandırılan sinemadan içeri girince salona hayran olmamak imkânsız. Sırma süslemeli sütunları, pırıl pırıl sahne ağzı, kırmızı kadife perdesi, kırmızı kadife koltukları, görkemli balkonu ve merdivenleri, kubbeli süslü püslü tavanıyla göz alıcı... Leyla Gencer belgeselini izlemeye gelenlerin çoğunluğu Fransızlardı. Oysa Strasbourg Türklerin Fransa’da en yoğun olduğu kentlerinden biri. Ama onlar ya Noel alışverişinde, ya tatilde ya da resmi temsilciler bu sinemanın muhalif tutumundan rahatsız. Çünkü bu sinemanın bir özelliği de insan haklarına, düşünce ve ifade özgürlüğüne öncelik vermesi! Seyircinin çoğunun Fransız olmasına şaşmıyorum. Çünkü burası, sadece Avrupa Konseyi, Avrupa Parlamentosu, İnsan Hakları Mahkemesi ve daha nice uluslararası kuruluşun merkezi değil, sanat ve kültür kenti aynı zamanda. Strasbourg bir masal kent. Harika korunmuş. Zavallıların (!) bir gökdeleni, bir AVM’si yok. 450 bin nüfusluk kentte devlet opera ve balesi, devlet tiyatrosu, iki şehir tiyatrosu var. Yıllık bütçesinin yüzde 27’si kültür ve sanata ayrılıyor. Guttenberg, matbaayı burada keşfetmiş... 50 bin öğrencilik üniversitesiyle, 1945’ten bu yana tıp, kimya, fen ve ekonomi dallarında 5 Nobel kazanmış. Gösterimden sonra Selçuk Metin’le birlikte soruları yanıtlıyoruz. Ve Türkiye’nin aydınlık, çağdaş, evrensel yüzünü paylaşabildiğimiz için bir kez daha Leyla Gencer’e, minnet duygularımızı iletiyoruz. Bu fırsatı bize veren Faruk Günaltay’a teşekkürler. İyi ki varsınız!
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle