20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
2 12 KASIM 2019 SALI [email protected] olaylar ve görüşler Geldikleri gibi giderler! Doğan Hasol Mirliva Mustafa Kemal bundan 101 yıl önce 13 Kasım 1918’de Adana’dan İstanbul’a geldiğinde Haydarpaşa’dan bir istimbotla Galata’ya geçerken işgalci düşman savaş gemilerini görünce tepkisini bu sözlerle dile getirmiştir: “Geldikleri gibi giderler!” Böyle bir işgalin olabileceğini önceden tahmin etmiş ve kısa bir süre önce padişaha ve sadrazama bu konudaki düşüncelerini aktarmıştır. İşte, bindiği istimbot şimdi dev düşman zırhlılarının arasından geçiyordu. Mustafa Kemal, Kurtuluş Savaşı’nı başlatacak sözlerini, daha sonra adı Kartal olacak o teknenin güvertesinde söylemiştir: “Geldikleri gibi giderler!..” Mustafa Kemal’in yakında girişeceği Milli Mücadele’nin başlangıç sloganıydı bu sözler. İşgal, Osmanlı döneminde “Şark Meselesi” (Doğu Sorunu) olarak anılan emperyalist planın yeni bir adımıydı. Planın hedefi Osmanlı topraklarının parçalanması ve paylaşılmasıydı. Bu plan Avrupa’da uygulanmış ve Sultan 2. Abdülhamit döneminde Osmanlı Devleti, Avrupa ve Balkanlar’daki topraklarının çok büyük bir bölümünü yitirmiştir. O toprakların miktarı 1 milyon 400 bin km., yani bugünkü Türkiye topraklarının iki katı kadardır. Bu kez o plana göre sıranın İstanbul ve Anadolu’ya geldiği anlaşılıyordu. İstanbul’da geçireceği altı ay Mustafa Kemal için Kurtuluş Savaşı’nı başlatma konusunda bir hazırlık dönemi olmuştur. O süre içinde, herkesin teslimiyetle Umudun gemisi “Kartal” yıllar sonra 2016’da yarı batık halde bir hurdacıya satılmak üzereyken bulundu; bugün 106 yaşında. İşgal günlerinin ve direniş kararının günümüze kalan tek tanığı, ölüme terk edildiği yerden birkaç gönüllünün girişimiyle alınarak bir tersaneye taşındı ve orada halkın bağış ve katkılarıyla restore edildi. Şimdi şanlı Milli Mücadele’nin bir anıtı olarak sergilenmesi amaçlanıyor. boyun eğdiği esir şehirde Anadolu’nun kurtuluşunu planlayacaktı. Sonra sıra yeni devletin temellerini atacak kuruluş dönemi hazırlıklarına gelecekti. Milli Mücadele, büyük kurtarıcının 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkışıyla başlamış, ülkenin işgalci düşmandan temizlenerek kurtarılmasıyla noktalanmıştır. Sonuçta, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ve ilk yılları 1929 dünya ekonomik bunalımı dönemine rastlamasına karşın çok başarılı siyasal, toplumsal, ekonomik gelişmelerle taçlanacaktır. O süreci, çağdaş uygarlık yolunda atılan başarılı adımlar ve devrimler izleyecektir. Atatürk’ün büyük bir vizyoner ve strateji dâhisi olması bu başarıları sağlamıştır. Nitekim bu özellikleri onun 20. yüzyılın siyasal lideri arasındaki birincilikle taçlandırılmasının yolunu açacaktır. ABD’de Kentucky Üniversitesi’nce kitap halinde yayımlanmış, 20. yüzyılın 1941 siyasi liderinin incelendiği, 18 yıl süren araştırmaya göre “Atatürk 20. yüzyılın Dünya Lideri’dir.” (1) Dönelim, bu sürecin başlangıcına sahne olan istimbota... Umudun gemisi “Kartal” yıllar sonra 2016’da yarı batık halde bir hurdacıya satılmak üzereyken bulundu; bugün 106 yaşında. İşgal günlerinin ve direniş kararının günümüze kalan tek tanığı, ölüme terk edildiği yerden birkaç gönüllünün girişimiyle alınarak bir tersaneye taşındı ve orada halkın bağış ve katkılarıyla restore edildi. Şimdi şanlı Milli Mücadele’nin bir anıtı olarak sergilenmesi amaçlanıyor. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na bağışlanan Kartal, önümüzdeki günlerde Beşiktaş’ta Deniz Müzesi önünde halka açık bir alanda sergilenmeyi bekliyor. 1) D. Hasol, Atatürk 20. Yüzyılın Dünya Lideri http:// www.doganhasol.net/ataturk20yuzyilindunyalideri.html Tapu harcında yeni dönem Her şeyden vergi alıyorlar, üstelik havamızı bile kirletiyorlar! Türk Toraks Derneği, TTD, Çevre Sorunları ve Akciğer Sağlığı Çalışma Grubu “Termik Santrallara Havamızı Kirletme İzni Verilemez” başlıklı bir rapor yayımladı. Bu raporun giriş bölümünü aşağıda alıntılıyorum. Meraklısı TTD’nin internet sitesinden raporun tümüne erişebilir. HHH Bilindiği üzere bir süre önce Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde temsil edilen tüm siyasi partilerin ortak kararıyla geri çekilen 13 kömürlü termik santrala yeniden havayı “kirletme izni” verilmesi gündemdedir. Birey ve toplum sağlığı açısından yıkım anlamına gelecek bu “kirletme izni” TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nun 1 Kasım’da yapılan toplantısında Meclis Genel Kurulu’na sunulmak üzere kabul edilmiştir. TBMM çatısı altında kabul edilen hükme göre, insan sağlığına ve çevreye zarar verdiği halde bugüne kadar gerekli yatırımları yapıp önlemleri almadığı için önümüzdeki yıl başında kapatılması gereken 2’si kamuya 11’i özel sektöre ait 13 termik santrala 2.5 yıl daha ek süre verilecektir. Oysa bu santrallar 2013’ten beri çevre yatırımlarını gerçekleştirme taahhütlerini yerine getirmemektedirler. Daha önemlisi bu santrallara daha önce de 3 yıl ek süre verilmişti. Ancak söz konusu santrallar bu ek sürede de gerekli yatırımları yapmamışlardır. Eğer TBMM Genel Kurulu’na gelecek teklif mevcut haliyle yasalaşırsa bu santrallar Haziran 2022 yılına kadar havayı kirletmeye devam edeceklerdir. Biz Türk Toraks Derneği olarak insanların ölümüne yol açması ve çeşitli hastalıklara yakalanması anlamına gelen bu “izni” kabul edilmez bulmaktayız. HHH Toplumu, yağma düzeni ve onunla birlikte koyulaşan baskı rejimi altında umutsuzluğa sürükleyen, yoksulluktan ailelerin topluca intihar ettikleri bir döneme imza atan iktidar: Sonunda hiç de şaşırtıcı olmayan bir biçimde, canımıza da kastetmekte, toplumu insafsızca sömüren sermaye gruplarına destek için havamızı solunamaz hale getiren ve toplumsal sorumluluklarını yerine getirmeyen santrallara izin vermektedir. Sadece böyle tek bir eylem bile bir yönetimi, uygar ülkelerde, iktidardan düşürmeye yeter. HHH Başta CHP olmak üzere, bütün siyasal partiler bu konuda ellerinden geleni yapmalıdır: Seçmen soluduğu havayı bile koruyamıyorsa ondan demokrasiye sahip çıkmasını nasıl bekleyeceğiz? Bütün insan haklarına önem veren medyayı ve Demokratik Sivil Toplum Kuruluşlarını göreve çağırıyorum: SESİMİZİ KESİYORLAR... SOLUĞUMUZU KESEMESİNLER BARİ! M.Önder Tekin Emekli Yargıç Dijital Hizmet Vergisi Kanunu İle Bazı Kanunlarda ve 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunuldu. Plan ve Bütçe Komisyonu’nda teklifte yer alan maddelerin görüşmelerine başlanıldı. Teklifte tapu ve kadastro harcının hesaplanmasında esas alınan değerin belirlenme yöntemini değiştiren düzenlemede yer almakta. Tapu ve kadastro harcına ilişkin mevcut düzenlemede, gayrimenkul devir ve iktisaplarında tapu ve kadastro harcının, emlak vergisi değerinden az olmamak üzere mükelleflerce beyan edilen alım satım bedeli üzerinden tapu ve kadastro harcı hesaplanmakta, emlak emlak vergisi değerinden daha düşük bir bedel üzerinden harç ödendiğinin veya emlak vergisi değerinden yüksek olmakla birlikte beyan edilen alım satım bedelinin gerçek durumu yansıtmadığının tespiti halinde alım satıma taraf olanların adına eksik ödenen harç cezalı olarak salınmaktadır. Yeni düzenlemeyle, emlak vergisi değeri ve Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü’nce yapılan veya yaptırılan değerleme sonucu belirlenmiş bir değer bulunması durumunda, bu değerin tapu ve kadstro harcının hesaplanmasında esas alınması öngörülmektedir. Kanun teklifinin genel gerekçesinde, tapu ve kadastro harcında yapılmak istenilen değişikliğin gerekçesi, gayrimenkul devir işlemlerinde Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü’nce belirlenecek taşınmaz değerlerinin de esas alınmasıyla, gerçek bedel üzerinden beyan esasının alınmasının pekiştirilmesinin hedeflenmesi olduğu belirtilmektedir. Devletin kamu giderlerini Gayrimenkulün gerçek değerini belirlemek ve bu değer üzerinden “tapu ve kadastro harcı” alınmasını hedefleyen yasama çalışması yapılırken kişilere bu belirlemeye karşı “tam açıklama ve kanıtlama hakkı” tanınması, gerçek değerin hakkaniyetle belirlenmesi suretiyle hukuk devleti ilkesine uygun olacaktır. karşılamak amacıyla, gerçek değerler, matrahlar üzerinden vergileri, harçları tahsil etmesi, ülkede yaşayan herkesin yararınadır. Dolaylı vergilerin oranının toplanan vergi gelirlerinin 2/3’ünü bulması, vergi yükünün adaletli olmamasından kaynaklanmaktadır. Bu sistem, geliri yüksek olanla, düşük olanı ödenilen vergi tutarında eşitleme suretiyle adaletsizlik yaratmaktadır. Bu nedenle, vergilerin ve harçların adil ve dengeli olması, mali güce göre alınması gerekmektedir. Yasayla konulan ve kaldırılan vergilerin, “mali güce göre vergilendirme ilkesi” de dahil olmak üzere anayasaya ve hukuka uygun olması “hukuk devleti ilkesinin” gereğidir. Bu uygunluk, Anayasa Mahkemesi’nin kararları ile şekillenen Anayasal Vergileme İlkeleri’ne uygun olması ile mümkündür. Anayasa Mahkemesi’de vergi yasama çalışmaları da dahil olmak üzere uyulması gereken “vergileme ilkeleri”ni kararlarıyla belirlemiştir. Bu ilkelerden, konumuzla ilgisi nedeniyle “hukuk devleti” ve “mali güce göre vergilendirme” ilkelerini belirtelim. Yeni teklif ile gayrimenkul değerinin belirlenmesine dair düzenlemenin idarece ikmalen tarhiyat yapılan ve gelir vergisine ilişkin otokontrol müesseselerinin bir benzeri olarak değerlendirmek mümkündür. Ortalama kâr haddi ve hayat standardı esası gibi gelirin gerçekliği ilkesine aykırı olduğuna dair eleştirilerin hedefi olan bu düzenlemelerin birçoğu yürürlükte değildir. Tapu ve kadastro harcına ilişkin yasa teklifinde de, benzer bir yaklaşımın izleri görülmektedir. Tapu ve kadastro harcı değerinin belirlenmesinde, alım satımın muhataplarının irade ve beyanlarından ziyade Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü’nce yapılan veya yaptırılan değerleme sonucu bulunan değer üzerinden tapu ve kadastro harcı alınacaktır. Bu değerin altında bir değer esas alınarak konut satışı yapılmış olmasının, buna ilişkin satış sözleşmesi ve banka kayıtları gibi delillerin sunulmasının hiçbir önemi yoktur. Taraflar dinlenilmemekte, beyanları, kanıtları alınmamaktadır. Daha doğru bir ifadeyle; kişilerin tam açıklama ve kanıtlama hakkı yoktur. Dürüst kişilerin beyan ettikleri değerin (bedelin), belirlenen değerden az olması halinde, yükümlü olduklarından fazla tapu ve kadastro harcı ödeyeceklerdir. Bu durum, varsayıma dayalı değer belirlenmesi suretiyle keyfi uygulamalara imkân tanıyacağı gibi, dinlenilmeme ve kanıt sunamama gibi hak arama yollarını da kapatmaktadır. Kanıt sunma imkânını kapatan bir usulün hukuk devleti ilkesine uygun olduğu söylenebilir mi? Anayasa Mahkemesi’nin 07.11.1989 günlü ve E:1989/6, K:1989/42 sayılı “hayat standardı esasına” dair yasa düzenlemesi ile ilgili verdiği kararında da belirtildiği üzere, hukukun üstünlüğünü, toplumsal barışı ve ulusal dayanışmayı amaçlayan, anayasanın öncelik ve bağlayıcılığını gözetmeyen, hukukun evrensel kurallarına saygılı olmayan, adaletli bir düzeni gerçekleştirirken, kişilere değer vermeyen, çağdaş kurum ve kurallarla uyum sağlamayan devletin hukuk devleti ilkesine uygun davrandığından söz edilemez. Yetkilerle güçlendirilen devletin, vergilendirme konusunda gerekli düzenlemeleri gerçekleştirilen de hak ve özgürlükleri korumayı gözetmeli, devlete kaynak sağlamak amacıyla bireylerin haklarını, hukuksal ilkelerin ihlalini engellemelidir. Bu nedenle gelir elde edilmesi için hukuk devleti ilkesinden vazgeçilmemelidir. Bu açıklamalar doğrultusunda, gayrimenkulün gerçek değerini belirlemek ve bu değer üzerinden “tapu ve kadastro harcı” alınmasını hedefleyen yasama çalışması yapılırken kişilere bu belirlemeye karşı “tam açıklama ve kanıtlama hakkı” tanınması, gerçek değerin hakkaniyetle belirlenmesi suretiyle hukuk devleti ilkesine uygun olacaktır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle