19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
OLAYLAR VE GÖRÜŞLER eposta: [email protected] Çarşamba 26 Eylül 2018 2 TASARIM: BAHADIR AKTAŞ Atatürk’ün kDuiltBluayyorarumzı’nı12EylülpaşalarınınkapattığıTDK’ninyerine vasiyetnamesi DilDerneği’ninüstlendiğiDilBayramıorgani zasyonları bu yıl da devam ediyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı “İş Bankası hisseleri” konusunda CHP’nin Atatürk’ü “suiistimal” ettiği açıklaması, haksız bir iddiadır Prof. Dr. Hikmet Sami TÜRK Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 16 Eylül 2018 günü Azerbaycan dönüşünde uçakta gazetecilerin CHP’nin bir TV kanalını satın aldığı iddiası ile ilgili bir sorusu üzerine; “Bunlar önemli değil. Ama daha önemli bir suç var. Siyasi partiler banka kurabilir mi? Hayır, kuramaz. Ama şu anda CHP, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü suiistimal ederek, onun cebihümayunu’ndan İş Bankası hisselerinin yüzde 28’inin sahibi durumunda. Oradan para alamıyor, ama yönetim kurulunda dört üyesi var. Bu dört üye ne yapar? Buna bir bakılması lazım. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bu tür bir varlığı herhangi bir siyasi partinin etiketi altına giremez. Girse girse Hazine’ye girer” şeklinde konuşması(1), bir konu hakkında yeterince bilgi edinmeden yaptığı önyargılı açıklamaların yeni bir örneğidir. Ata’nın mirası CHP’nin Türkiye İş Bankası AŞ pay senetlerinin bir bölümüne sahip olması, Atatürk’ün ölümünden iki ay beş gün önce “Dolmabahçe, 5IX1938 Pazartesi” düzenleme yer ve tarihiyle, kendi el yazısıyla yazarak ertesi gün (6 Eylül 1938) Dolmabahçe Sarayı’na çağırdığı İstanbul 6. Noteri İsmail Kunter’e kapalı ve mühürlü bir zarf içinde teslim ettiği, 10 Kasım 1938 günü ölümünden sonra 28 Kasım 1938 günü Ankara 3. Sulh Hukuk Hâkimliği’nce açılan vasiyetnamenin gereğidir. Altında “K. Atatürk” imzası bulunan bu vasiyetname, günümüz Türkçesiyle şöyledir: “Malik olduğum bütün para ve pay senetleriyle Çankaya’daki taşınır ve taşınmaz mallarımı Cumhuriyet Halk Partisi’ne aşağıdaki koşullarla terk ve vasiyet ediyorum: 1. Para ve pay senetleri şimdiki gibi İş Bankası tarafından nemalandırılacaktır (faiz ve kâr payı ödenecektir). 2. Her yılki nemadan, bana yakınlıkları şerefi saklı kaldıkça yaşadıkları sürece Makbule’ye ayda 1.000, Afet’e 800, Sabiha Gökçen’e 600, Ülkü’ye 200, Rukiye ve Nebile’ye şimdiki 100’er lira verilecektir. 3. S. Gökçen’e ayrıca bir ev alınabilecek para verilecektir. 4. Makbule’nin yaşadığı süre Atatürk, 1924’te İş Bankası’nın kurulması çalışmaları sırasında Celal Bayar’la hazırlıkları kontrol ediyor. ce Çankaya’da oturduğu ev de emrinde kalacaktır. 5. İsmet İnönü’nün çocuklarına yükseköğrenimlerini tamamlamaları için muhtaç oldukları yardım yapılacaktır. Her yıl nemadan kalan miktar yarı yarıya Türk Tarih ve Dil Kurumlarına tahsis edilecektir.”(2) İşte Atatürk, bu koşullarla ölümünden kısa bir süre önce düzenlediği vasiyetname ile malvarlığını kurucusu olduğu ve o dönemde tek parti konumunda bulunan CHP’ye bırakmıştır. Vasiyetnamede sözünü ettiği pay senetleri, 1923 İzmir İktisat Kongresi’nde alınan karar(3) doğrultusunda 26 Ağustos 1924 günü Mahmut Celâl Bey’e (Bayar’a) 1 milyon TL esas sermaye ile kurdurduğu Türkiye İş Bankası’nın pay senetleridir. Kuruluşta esas sermayenin dörtte biri olan 250.000 TL Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal (Atatürk) tarafından karşılanmış ve başlangıç sermayesi olarak fiilen ödenmiştir. Bu para, Kurtuluş Savaşı’nı desteklemek üzere Hindistan Müslümanlarının gönderdiği paranın kalan yarısı idi(4). Ortaklık yapısı 30 Haziran 2018 tarihi itibarıyla Türkiye İş Bankası AŞ pay senetlerinin bunlara sahip üç büyük grup arasındaki dağılımı şöyledir: İş Bankası Munzam Sandık Vakfı % 40.12, CHP (Atatürk hisseleri) % 28.09, halka açılma ile binlerce pay sahibi % 31.79(5). Atatürk’ün vasiyeti gereğince maliki olduğu pay senetlerinin kâr payları her yıl yarı yarıya Türk Tarih ve Türk Dil kurumlarına ödendiği için CHP, mülkiyet hakkından doğan diğer yetkileri kullanmak ta ve Türkiye İş Bankası AŞ sermayesinin üçte birine yakın bir bölümü ile Banka Yönetim Kurulu’nda temsil edilmektedir. Vasiyetname gereklerini yerine getirmek bakımından CHP, vasiyeti yerine getirme görevlisi konumundadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın CHP’nin Atatürk’ün vasiyeti gereğince Türkiye İş Bankası AŞ pay senetlerinin bir bölümüne sahip olmasını “önemi bir suç” olarak nitelemesi ise, sadece yasal değil, mantıki dayanaktan da yoksundur. Bu, Atatürk’ün kurucusu olduğu CHP’yi vasiyet yoluyla suçlu duruma getirdiğini iddia etmekten başka bir anlam taşımaz. Böyle bir mantık olabilir mi? CHP’nin Atatürk’ün vasiyeti gereğince bu pay senetlerine sahip olması, Anayasanın 69. maddesinin II. fıkrasında siyasi partiler için yasaklanan “ticarî faaliyet” niteliği taşımaz. Kaldı ki ne Türk Ceza Kanunu’nda, ne Siyasî Partiler Kanunu’nda, ne Bankacılık Kanunu veya başka bir kanunda böyle bir suç öngörülmüş değildir. CHP’nin mülkiyetinde bulunan pay senetlerine düşen, fakat Atatürk’ün vasiyeti gereğince Türk Dil ve Türk Tarih Kurumlarına ödenen Türkiye İş Bankası AŞ kâr payları hakkında anayasanın “Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu” ile ilgili 134. maddesinin II. fıkrasında bu ödemenin yapılmasını güvence altına alan şu hükme yer verilmiştir: “Türk Dil Kurumu ile Türk Tarih Kurumu için Atatürk’ün vasiyetnamesinde belirtilen mali menfaatlar saklı olup kendilerine tahsis edilir.” Bu hüküm, aynı zamanda Atatürk’ün vasiyetname sinin gereğinin yerine getirilmesi için konulmuş anayasal bir dayanaktır. Sonuç Açıklanan nedenlerle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “İş Bankası hisseleri” konusunda CHP’nin Atatürk’ü “suiistimal” ettiğini öne sürmesi, haksız ve yanıltıcı bir iddiadır. Atatürk’ün ölümünden 80 yıl sonra bu hisselerin Hazine’ye geçmesi gerektiğini savunmak, böylece banka yönetimine girmenin yolunu açmak, onun iradesine saygısızlık anlamına geldiği kadar miras hukukuna da aykırıdır. Cumhurbaşkanı Erdoğan, konuşmasında CHP’nin haberi veren gazetedeki yazılışıyla “onun (Atatürk’ün) cebihümayunu’ndan İş Bankası hisselerinin yüzde 28’inin sahibi” olduğunu söylerken Türkçe/Osmanlıca sözlüklerde yer almayan bir sözcük kullanmıştır. Böyle bir sözcük varsa “cebi hümayunundan” biçiminde yazılması gereken bu Farsça isim tamlaması, “padişahın cebinden” anlamına gelir. Böyle bir sözcüğün saltanatı kaldıran Atatürk hakkında kullanılması, Cumhuriyet’in kurucusuna gösterilmesi gereken saygı ile bağdaşmayan bir davranıştır. (1) Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bu konuşması için bk. Hürriyet, 17.9.2018, s. 1 “İş Bankası’ndaki CHP hisseleri Hazine’ye geçmeli”, 15 “Atatürk’ün İş Bankası hissesi Hazine’ye geçmeli” (Hande Fırat), (2) Atatürk’ün vasiyetnamesi hakkında bilgi için bk. Büyük Larousse Sözlük ve Ansiklopedisi, C. 2, İstanbul 1986 (Librairie Larousse Milliyet), s. 964 “Atatürk’ün vasiyetnamesi”; Sinan Meydan, “İş Bankası’ndaki Atatürk Hisseleri ve CHP. Atatürk’ün Vasiyetini İptal Etmek”, Sözcü, 24.9.2018, s. 2. (3) İzmir İktisat Kongresi ve bu Kongre’de alınan “hükümetin de ortak olacağı bir ticaret bankasının kurulması” kararı hakkında bilgi için bk. Ana Britannica Genel Kültür Ansiklopedisi, C. 17, İstanbul 1994 (Encyclopædia Britannica, Inc. Hürriyet), s. 161 “İzmir İktisat Kongresi”. (4) Türkiye İş Bankası’nın kuruluşu ve Mustafa Kemal (Atatürk) tarafından konulan 250.000 TL başlangıç sermayesi hakkında bilgi için bk. Ana Britannica Genel Kültür Ansiklopedisi, C. 30, İstanbul 1994 (Encyclopædia Britannica, Inc. Hürriyet), s. 360 vd; Meydan, agm, Sözcü, 24.9.2018, s. 2. (5) Türkiye İş Bankası’nın ortaklık yapısı hakkında bilgi için bk. https://www. isbank.com.tr. Ekonomi Atlası’nda “Güvenli değil” kaydıyla verilen bilgiye göre; 4.500.000.000 TL esas sermayeli Türkiye İş Bankası’ndaki sermaye dağılım oranları şöyledir: Türkiye İş Bankası AŞ mensupları % 39.95, Halka açık kısım % 31.96, CHP (Atatürk hisseleri) % 28.09 (ekonomiatlasi.com/isbankasiortaklikyapisi). SEVGİ ÖZEL Dil Derneği Başkanı/Yazar Atatürk, 1932 Temmuz’unda Türk Dil Kurumu’nu (TDK’yi) dernek olarak kurdu. TDK, 26 Eylül 1932’de ilk Türk Dili Kurultayı’nı topladı. Bilimcilerin, yazarların ve halkın katıldığı kurultayda 26 Eylül Dil Bayramı olarak kabul edildi. Bugün 86. Dil Bayramını kutluyoruz; ne ki Atatürk’ün kurduğu TDK’yi Kenan Evrengiller, Ata’nın vasiyetnamesini çiğneyerek yasa zoruyla 1983’te kapattı. Atatürk’ün kurumunun amacını 22 Nisan 1987’de kurulan Dil Derneği üstlendi. 195060 arasında çoğunca perde arkasında; 1970’lerden, özellikle 12 Eylül’den sonra azgınca ‘milliyetçi muhafazakâr’ların; 1516 yıldır ‘milliyetçi muhafazakâr’lığı da soyunan ‘din’ odaklı siyasanın ‘parlak’ sözcülerini kusturucu otlar gibi çoğalan TV’lerde beş dakika izlemek yetiyor. ‘Besleme cahiller’in bir bölümü gerçekten ‘zırcahil.’ Dil Devrimi’ni salt sözcük türetme eylemi sanıyor ve eleştiriyorlar. Bir bölümü, ‘zırcahil’i de oynatan uyanıklar; bireysel çıkar için hem ülkenin hem Türkçe’nin tarihsel akışını bilip de bilmezden geliyorlar. Aralarında aklınıza gelen her daldan Atatürk ve cumhuriyet karşıtı var. Yenileşen dilin düşünceyi de yenileştireceğini, bireyin özgürce düşünmesi ve düşünceyi özgürce açıklaması için tek aracın dil olduğunu biliyorlar. Dil Devrimi’ne tepkinin kökeninde düşünce özgürlüğünden korku var; anlamadığı, kullanamadığı bir dille toplumu çocuklar bile kandırır. Toplumu kandırmayı meslek edindiler; adil ve demokrat değiller; her şeyi biliyorlar. ‘Geçmişimiz’ diye Fatih’i Kanuni’yi anıyor; Kanuni’den Abdülhamit’e atlayıp imparatorluğu çöküşe götüren yüzyılları yok sayıyorlar. Dededen oğula aktarılan yalanlarla imparatorluğun son döneminde yazı ve dile umar arayan aydınlara saygısızlık yapıyorlar. İmparatorluk’ta, 1800’ler biterken yeni okulların açılması, çağdaş bilgi içeren kitapların çevrilmesi istenmiş; ama Osmanlıca’nın batıda ortaya çıkan kavram ve terimleri karşılayamadığı anlaşılmıştı. İlk tıp okulunun öyküsü, acı ve utanç örneğidir (1805). Koca imparatorluk öğrencilerin, İstanbul’daki İtalyan eczacılardan dil öğrenmesini düşünmüş, bu girişim fiyasko ile sonuçlanmış; aynı okul II. Mahmut döneminde açılırken Fransızca öğretim dili (1827) yapılmış; bu yöntem Türkçe’nin bilim dili olmasına yaramamıştı. Osmanlı’nın son dönemiyle Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki dil tartışmalarına noktayı Mustafa Kemal koymuş; Türkçe’ye güveni sağlamıştır. Osmanlı aydınları, dili tartışırken kapağında Türkçe Sözlük yazan tek yapıt yoktu. Dil Devrimi uydurukçuluksa tarihsel akışta uydurukçuluğu yeğleyen, birçok övünç kaynağımız var. ‘Güzel dil Türkçe bize/ Başka dil gece bize/ İstanbul konuşması/ En saf en ince bize’ diyen Ziya Gökalp, çağdaşları gibi Türkçe’yle değil Osmanlıca’yla düşünmüş olsa da değerli bir uydurukçudur; kültüre (culture) karşılık ‘hars’ı; psikolojiye ‘ruhiyat’ı; sosyolojiye ‘içtimaiyat’ı uydurmuştur. ‘Dil yürüyor’ Nurullah Ataçlar, Ömer Asım Aksoylar, Emin Özdemirler Türkçe’nin olanaklarını kullanarak, Türkçe düşünerek uydurdular. Dilimizde tüy değil, ağaç da bitse, uydurmaktan caymayacağız. Türkçe, ilk kez cumhuriyet döneminde topluca düşünülmüştür. Ruşen Eşref Ünaydın, ilk Türk Dili Kurultayı’nın son günü Türk Devrimi’nin dile yansıdığını belirten coşkulu konuşmasında, “Mustafa Kemal’ce düşünmek demek, incelemek, bütünleştirmek, bilinçlendirmek, düzene sokmak, sistemleştirmek demektir. Bu yöntem, Çanakkale’den dil kurultayına kadar aynı hızı ve sırayı gösterir” demiştir. Bugün Mustafa Kemal’ce düşünme yetisi olmayanlar Türkçe’ye güvenmiyor. Biz Mustafa Kemal Atatürk’e güveniyoruz; Atatürkçü düşünceden aldığımız güçle Türkçeye güveniyoruz. Atatürk’ün dediği gibi, “Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti”nin karartılan bütün cumhuriyet değerleriyle “dilini de yabancı diller boyunduruğundan” kurtaracağına inanıyoruz. Karşıdevrime karşın, Nâzım’ın dediği gibi, “Dil yürüyor! Yürüyenin önünde durulmaz!” 86. Dil Bayramı kutlu olsun! Dünya solu otoriterliğe karşı çözüm arıyor Sanders ve Varufakis’in yazılarında ortak olan nokta, despot liderlere karşı, ‘yeni bir enternasyonel’ örgütleme gerekliliği... Doç. Dr. BURAK COP İstanbul Kültür Üniversitesi İngiliz The Guardian gazetesinde 13 Eylül günü iki önemli yazı yayımlandı. Yazılardan biri ABD’de iki yıl önceki başkanlık seçiminin önseçim aşamasında Demokratlar’ın aday adaylarından biri olan ve o aşamayı zorlanmadan geçmesi beklenen Hillary Clinton’ın karşısında beklenmedik bir performans gösteren Bernie Sanders’ın imzasını taşıyordu. Diğeri ise küresel finansal sisteme yönelik eleştirileriyle bilinen, Yunanistan’da bir dönem solcu Syriza hükümetinde ekonomi bakanlığı da yapmış iktisat profesörü Yanis Varufakis’in kaleminden çıkmıştı. Birbirini tamamlayan her iki yazı da aynı meseleyi ele alıyordu: Tüm dünyada yükselişte olan otoriter/faşizan sağa karşı bir “yeni Enternasyonal”in inşası. ABD’de ezelden beri Cumhuriyetçiler ve Demokratlar tarafından domine edilmiş siyasal alan da iki yıl önce, ABD koşullarına göre son derece keskin solcu görüşleriyle öne çıkan (ve kendisini de “demokratik sosyalist” diye tanımlayan) Sanders, aralarındaki bazı farklılıklara rağmen sağ popülist/otoriter liderlerin önemli ortak paydaları olduğuna dikkat çekiyor. Hatta bunlar ortak bir cephe oluşturuyorlar. Yönettikleri halkların korku, önyargı ve şikâyetlerini istismar ederek iktidarlarını sağlamlaştıran Trump, Putin, Jinping, Orban gibi liderler esasen oligarşik sermaye çevrelerinin çıkarlarının temsilcisinden başka bir şey değiller. Demokrasi düşmanlığı, özgür medya karşıtlığı ve azınlıklara karşı hoşgörüsüzlük gibi zeminlerde buluşan bu siyasetçiler yakın ilişki içindeler, aynı taktiklere başvuruyorlar, hatta kimi örneklerde aynı mali destekçilerden besleniyorlar. Ekonomi belirler Bernie Sanders sağ otoriter siyasetin yükselişini tüm dünya da sosyoekonomik eşitsizliklerin artmasıyla açıklıyor. Dünya nüfusunun en zengin %1’lik dilimi kalan %99’dan daha fazla zenginliğe sahip. Alttaki %70’lik dilim küresel refahın %3’üne bile sahip değil. Çokuluslu şirketler toplam 21 trilyon dolarlık bir meblağı “offshore” bankalarda tutarak vergiden kaçırıyor, hükümetlerden ise emekçi halk kesimlerine yönelik kemer sıkma politikaları uygulamalarını talep ediyor. Sanders’a göre bu küresel düzene karşı mücadele de küresel düzlemde olmalı ve bir “uluslararası ilerici cephe” kurulmalıdır. Ancak çare, geçen on yıllardaki, başarısızlığa uğramış statükoya dönüş de olmamalıdır. Aynı gün ve aynı minvaldeki yazısında Varufakis de yıllarca piyasa egemenliğini savunarak eşitsizlikleri artıran politikalar güden ve halkların popülist/faşizan demagoglara rağbet etmesine yol açan “küreselleşmeci müesses nizam ile taktiksel bir ittifakın söz konusu ola mayacağını” belirtiyor. Ona göre “Tony Blair, Hillary Clinton, Kıta Avrupası’nın sosyal demokrat müesses nizamı da, mali bağlarıyla, yozlaşmakta olan finansallaşmış kapitalizm ve ona eşlik eden ideolojiyle uzlaşmış durumda”. 2008 ekonomik krizinin 1929 kriziyle eşdeğer olduğunu savunan Varufakis, otoriter sağ hükümetlerin de aynen 1930’larda olduğu gibi bir “Milliyetçi Enternasyonal” oluşturduğunu tespit ediyor. Yeni bir enternasyonel Yunan iktisatçıya göre ilericiler, halkların huzursuzluğunun ve mutsuzluğunun nedenini doğru saptamalı: Küresel oligarşinin emekçi sınıflara karşı yürüttüğü sınıf savaşı. Buna karşı “İlerici Enternasyonal”, sermaye hareketlerine sınırlamalar getiren yeni bir uluslararası sistem önermeli. Amaç ücretlerde, ticarette ve finansta küresel bir dengenin sağlanması, böylece göç ve işsizliğin azalması ol malı. İlerici Enternasyonal’in potansiyel aktörleri olarak Bernie Sanders’ı, Avrupa’da Demokrasi Hareketi’ni (DiEM25), Türkiye’de sosyal medyada lüks uçağa binmeyi reddedip tarifeli uçağı tercih etmesiyle gündem olan Meksika’nın yeni seçilen devlet başkanını, Hindistan ve Güney Afrika’daki kimi siyasal hareketleri ve İngiltere İşçi Partisi’nin lideri Jeremy Corbyn’i sayıyor Varufakis. Corbyn meselesi önemli. 2015’te ana muhalefetteki İşçi Partisi’nin başına geçen Corbyn, partinin sol kanadında yer alan emektar bir politikacı. Özellikle de Tony Blair döneminde piyasa odaklı politikaları benimseyen İşçi Partisi’nin başına sosyalizan görüşlere sahip birinin geçmesi, küresel kapitalizmin başlıca metropol ülkelerinden biri olan İngiltere’de sermaye çevrelerini ve egemen siyasal aktörleri ayağa kaldırdı. Corbyn, partisinin Blair dönemi ve sonrasındaki çizgisine sadık millet vekillerinin (yani meclis grubunun çoğunluğunun), sermayenin kontrolündeki medyanın ve Filistin yanlısı görüşlerinden ötürü de İsrail lobisinin saldırılarına maruz kaldı. 2017 seçimlerinde İşçi Partisi’nin oy oranını ve milletvekili sayısını artırması ise bir yandan Corbyn’e gelecek seçimde başbakanlığın yolunu açarken diğer yandan İngiliz müesses nizamının ona çok daha yoğun biçimde (ve biraz da panikle) yüklenmesini beraberinde getirdi. ABD’nin başına Trump gibi birinin geçmesi tüm dünyada otoriter popülist siyasetin yükselişi bakımından önemli bir eşiği ifade ediyorsa, Corbyn gibi birinin İngiltere’de başa geçmesi de bir karşıdalganın doğuşu açısından umut verici olabilir. İşçi Partisi’nin sermaye çevreleriyle uzlaşması ve soldan merkeze doğru kayması ihtimali elbette ki bu alternatifin ölü doğumu anlamına gelecektir. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle