22 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Salı 3 Temmuz 2018 2 haber EDİTÖR: ELİF TOKBAY / MÜNEVVER OSKAY TASARIM: EMİNE BİLGET Ercan Akpolat Volkan Narcı Serço Ekşiyan Hayalet Ağ Avcıları, yıllardır Marmara’nın altında deniz ‘Denize borçluyuz’ekosistemini tehdit eden balık ağlarını temizliyor Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün verilerine göre, dünya çapında okyanus zeminlerinde 640 bin tondan fazla balık ağının bırakıldığı tah min ediliyor. Profesyonel ve amatör balık çı tekneleri tarafından deni ze bırakılan ve deniz dibin deki taşlara takıldığında terk edilen bu ağlar da bulunduk ları yerlerde balık ve kabuk lu hayvan tutmaya başlıyor. HAZAL OCAK Yani bunlar “hayalet avcılık” olarak tabir edilen yöntem ile deniz hayvanlarını tuzağa dü şürmeye devam ediyor. Bu ağlar denizin al tında pasif avlanmayı sürdürüyor ve o nok tadaki canlı ekosistemini yok ediyor. Marmara Denizi’ndeki bu ağları yıllar dır karşılık beklemeden temizleyen 3 balık adam var: Serço Ekşiyan, Volkan Narcı ve Ercan Akpolat. Bugüne kadar denizden 16 bin metrekare ağ çıkardılar. Üstelik o ağlar şimdi geri dönüşerek Erzincan’ın Karacalar köyünde çiftçilerin korkulu rüyası kuzgun ların ve kargaların ekinlere zarar vermesini önlüyor. 3 balık adama bu işi neden yaptık larını soruyoruz. Üçünün de ortak cümlesi aynı: Doğaya borcumuzu ödüyoruz. 3 balık adamın hayat hikâyesini dinlemek üzere Büyükada’da küçük balıkçı marina sında buluşuyoruz. 1954’te İstanbul’da do ğan Serço Ekşiyan önce öğrenciyken yazla rı gelmeye başlamış Büyükada’ya. 1973’te tüplü dalış yapmaya başlamış. Ekşiyan, “Hayatımı deniz üzerine kurmaya başladım. Adam olamadık, balık adam olduk” diyor. ‘16 bin metrekare ağ çıkarttık’ Ekşiyan, Hayalet Ağ Avcıları’nın da kurucusu. Ona grubun nasıl bir araya geldiğini soruyoruz: “Denizin içindeki taşlara ilgim vardı. Denizde kimsenin bilmediği taşlar var. Bu taşlar aynı balık köyleri gibi. Yerli balıklar yaşar. Bu taşları ziyaret ettiğimde gördüm ki üzeri ağ dolu. Nasıl temizleriz, nasıl kaldırırız diye düşündüm. Sonra ben taşları gezip bulmaya ve ağları tespit etmeye başladım. Arkadaşlarımla paylaştım ve bu ağları çıkarmaya başladık. İlk zamanlar ağları denize inerek tespit ediyordum, sonra dedim ki ben ineceğime robot bir kamera yapayım. Benim yerime o insin. Şimdiye kadar 16 bin metrekare ağ çıkarttık.” ‘Ağlar ekosistemi mahvediyor’ Ekşiyan tespit ettiği ağları arkadaşlarıyla paylaşıyor ve hummalı bir çalışma başlıyor. Önce içi su dolu bidonlar denize indiriliyor, bidonlar taşa takılan ağlara bağlanıyor. Birkaç gün sonra birlikte giderek o bidonlara hava veriyor. Bidonların yükselmesiyle ağlar da gün yüzüne çıkıyor. Ekşiyan şöyle konuşuyor: “Bu ağlar, o taşın üzerindeki tüm ekosistemi ve canlıyı mahvediyor. Mercanları öldürüyor. Hayvanların girip çıktıkları delikleri kapatıyor ve orası terk edilmiş bir köy haline geliyor. Biz temizledikten sonra bazılarına hayat ufak ufak dönüyor ve yine takıyorlar. Bu ağların kimin olduğunu belirten 30, 40 metrede bir paslanmaz plaka olsa ve onun üzerinde plakası yazsa o zaman bu ağı kimin terk ettiği belli olur. Ya bir uyarı yapılır ya da masrafı karşılığında o ağlar oradan temizlenir. Biz bu işi gönüllülük esasına göre yapıyoruz.” ‘Deniz böcekleri dönmedi’ Ekşiyan’a denizin nasıl değiştiğini soruyoruz: “Balık türleri azaldı. Kabuklu türleri azaldı. Zamanla geri gelenler oldu. 1978’de ıslakozlar kaybolmuştu. 1996’da geri geldiler ama böcekler 1978’de bir gittiler bir daha gelmediler. Lipsoz diye bir balık vardı. Şu an yok. Gideli en az 15 yıl oldu. Kaybolan ve geri gelmeyen çok tür var. Büyükada vapur iskelesinin altı 2, 2.5 kiloluk yüzlerce karagözün yaşadığı alandı. Şimdi bir tane yok. Mesela Kurbağalıdere atıkları Marmara Denizi açıklarına dökülünce onu takiben 2, 3 ay içinde mercanların önce renklerini değiştirdiğini sonra da öldüğünü gördüm. Denize çok darbe vuruldu. Deniz artık eski deniz değil. Manevi bir huzur için yapıyoruz bunu. Bir de ben denizden çok balık yedim, çok ekmek yedim. Denize borcumuz var. Ödemeye çalışıyoruz.” l İSTANBUL AYĞOLKA2ORKL5DAM0ELANIYDYİZOADIRNLE Her yeri çeviriyorlar BALIĞIN TUZAKLARDAN KAÇMA ŞANSI SIFIR Eskiden balığın bir yaşama şansı vardı, artık o da yok... 1969 doğumlu Ercan Akpolat doğma büyüme Büyükadalı. Dalışa Serço Ekşiyan’la 1994’te başlamış. “Benim ikinci hayatım denizden” diyerek denize aşkını anlatan Akpolat şöyle devam ediyor: “Çocukken denize baktığınız zaman balığın çeşitlerini denize girmeden görüyordunuz. Marmara, bana göre Türkiye’yi besleyebilecek bir balık zenginliğine sahipti. Yasaklar konuluyor ama denetlenmiyor. Kontroller de yok. O zamanla şimdiki zamanı karşılaştırıyorum. Bu kadar balığın, bu kadar zenginliğin bir anda yok olduğunu görüyorum. Teknolojiyle, çevre kirliliğiyle, teknelerin boyutlarının yükselmesiyle de oldu tabii. Eskiden 18 metrelik bir tekne vardı. Martıların yoğunlukta olduğu yere giderdi tekneler. Orada balık var diye. Şimdiki gibi radar falan yoktu. Balığın da bir yaşama şansı vardı. Şimdi insanlar acımasızca, ben o gırgırlara terminatör diyorum. Balığın yüzde 1 kaçma şansı yok. Her yeri çeviriyorlar. Çevirdikleri gibi de tamamen yok ediyorlar. Koskoca kayaları, sabit kayaları bile korkunç bir şekilde makine gücüyle kaldırabiliyor bu tekneler” diye anlatıyor. Denizden çıkardıkları bu ağlar da Akpolat’ın Erzincan’daki Üzümlü’ye bağlı Karacalar Köyü’nde geri dönüşerek farklı şekil Ağlar içeriye hiçbir canlının girmesine izin vermiyor. lerde kullanılıyor. Akpolat o süreci şöyle anlatıyor: “Babamın köyü var Erzincan’da. Üzümlü’ye bağlı Karacalar Köyü. Kuzgun ve kargalar ekinleri yiyor, hatta tavukların kümeslerindeki yumurtalarını bile yiyor. Bir gün oraya götürdük ağları, kuzgun ve kargaları kaçırdı. Şimdi köyden sürekli ağ talebi geliyor. Yeni ağ talebi var şu an. Tavuk besleyenlerin ricası var. Babam “Bekçilik yapmaktan bıkmışlar, ağ istiyorlar” diyor. Sırıklar kuruluyor, ağları seriyorlar. Küçük göz gırgır ağları. Hiçbir canlının yılan dahil içine girmesine izin vermiyorlar ve dayanaklı. Denizde 250 yıl sapasağlam kalıyor. 15 yıldır köye yolluyoruz. Şimdi daha çok talep var. Ağları çıkardığımızda önce yıkıyoruz, yırtıkları varsa tamir ediyoruz. Dikiyoruz. Paketleyip götürüyoruz.” Denetim gerek Akpolat, Marmara Denizi’ne de çok büyük zararlar verildiğine dikkat çekerek “Kurallara uyulması ve denetimin sağlıklı bir şekilde yapılması gerek. Burada küçük bir avlanma yasağı olan bölge var ama o da denetlenmiyor. Akşam bu bölgeye trol de çekiyor, gırgırlar da çekiyorlar. Akşam bir anda çeviriyorlar” diyor. ‘Koruma bölgesi oluşturulması şart’ 37yaşındaki Volkan Narcı’nın çocukluğu Heybeliada’da deniz kenarında balık tutarak geçmiş. Daha sonra İstanbul’da çalışmaya başladığı özel sektörün kendisini mutsuz ettiğini anlayınca adaya geri dönmüş. Adalar Denizle Yaşam ve Spor Kulübü Derneği’ni (ADSK) kuran Narcı, dernek olarak balıklarla ilgili koruma alanlarının oluşması ve büyütülmesi için çalışmalar yapıyor. Yassıada çalışmalarındaki hafriyatın denize dökülmesiyle ölen mercanların ardından geçen yıl mercan taşıma projesini gerçekleştirmişler. Adadaki mercanları alıp Büyükada’nın karşısında bulunan Neandros adasına götürüp nakletmişler. Narcı, “Ölen mercanların ömrü ortalama 60, 70 yaşındaydı. Sadece hafriyat da değil tabii, Kurbağalıdere atığının da atılmasıyla hepsi üst üste geldi, neticede öldüler. Yassıada çevresindekilerin hepsini kaybettik. Şimdi Sivriada’da da küçük bir koloni var. Gül gibi, çiçek eker gibi götürüp ondan bir parça ekiyoruz. Burada bir koruma bölgesi oluşturulması lazım. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan bir heyet kurulması için onay çıktı. İstanbul İl Müdürlüğü’nde kuruldu. Önümüzdeki günlerde kurula bir sunum yapacağız. Kuruldan da onay çıkarsa biz burada bir koruma alanı oluşturmuş olacağız. Marmara’da ilk ve tek mercan nakliyle beraber burada koruma alanı yaratabilirsek gelecek için deniz canlılarının tamamını korumuş olacağız.” 18 soru Sevgili okurlarım, ne yazık ki, “DEMOKRASİ” adı altında bize dayatılan rejimin “GERÇEK DEMOKRASİ” ile, ortada bir sandık olmasından başka bir benzerliği, görünmüyor! HHH Önce hemen belirtelim ki, şeffaf, adil ve periyodik seçimler, bir DEMOKRASİ için, olmazsa olmaz, GEREKLİ bir önkoşuldur ama asla YETERLİ DEĞİLDİR: Bir rejimin DEMOKRASİ olabilmesi için mutlaka, ama mutlaka, başta muhalefet, ifade ve medya özgürlükleri olmak üzere, Temel Hak ve Özgürlüklerin güvence altında bulunması ve bu güvencenin Anayasa Mahkemesi ve Bağımsız Yargı tarafından korunması gerekir. Ama derhal ekleyelim ki, bırakın Temel Hak ve Özgürlüklerin güvence altında olmasını ve bu güvencenin bağımsız yargı tarafından korunmasını, ülkemizde, DEMOKRASİNİN ilk koşulu olan şeffaf, adil ve periyodik seçimler bile yapılamamaktadır. HHH Bu hafta internet sitemdeki “Güncel” köşemde seçim sonuçlarına ilişkin olarak tartışılan sorunlardan aklıma takılan 10 tanesini, (burada bir tanesine bir ekleme yaparak) yazdım. 1) Siyasal partilerin ve Sivil Toplum Kuruluşlarının internet bağlantılarında ve veri akışlarında kesintiler ve sorunlar olmuş mudur? 2) Siyasal Partilerin ve Sivil Toplum Kuruluşlarının seçim sonuçlarını kaydetmeye ve yayınlamaya yönelik programlarında yetersizlik var mıdır? 3) Türkiye’nin nüfusu ile seçmen listeleri arasındaki sayılarda karşılaştırmalı olarak tutarsızlıklar var mıdır? Nüfus sayılarından ortaya çıkan sonuçlardan daha fazla sayıda seçmen, listelerde yer almış mıdır? 4) Tüm seçmenlerin hiç fire vermeden oy kullandığı, hiç geçersiz oy çıkmayan ve bütün oyların iktidara atıldığı ya da kayıtlı seçmen sayısından fazla oy kullanılan sandıklar var mıdır? Varsa nerededirler ve sayıları kaç tanedir? 5) Güvenlik gerekçesiyle başka yerlere nakledilen sandıklar arasında, son seçimlerle, bir önceki Halkoylaması ve seçim sonuçları bakımından taban tabana zıt sonuçlar çıkan sandıklar var mıdır? 6) Anadolu Ajansı’nın veri akımı ve ilanı hangi insani ve dijital olanaklarla, hangi örgütlenme ve programlarla yapılmıştır? 7) YSK, siyasal partilere eşzamanlı veri akışı sağlamış mıdır? 8) YSK verileriyle, AA verileri arasında hız ve tutarlılık açısından nasıl bir ilişki vardır? Toplam sandık sayılarının farklı olduğu ve bazı “sanal sandıkların” icat edilerek sonuçların değiştirildiği iddiası doğru mudur? 9) YSK Başkanı, itirazlar karara bağlanmadan, kesin sonuçlar alınmadan, Recep Tayyip Erdoğan’ın kazandığını ilan edebilir mi? Böyle bir demeç, suç değil midir? 10) Gayri resmi sonuçların YSK tarafından bu kadar çabuk açıklanmasına karşın, kesin sonuçların hâlâ ilan edilememiş olması neye bağlıdır? Bilgisayarların “dinlendirilmesi” ne demektir? HHH Bir tanesine bir ekleme yaptığım, yukardaki 10 teknik soruya şu aşağıdakiler de eklenebilir: 1) Devlet olanakları iktidar propagandası için ne ölçüde kullanılmıştır? 2) Devlet memurları ne ölçüde iktidar için propaganda ve baskı yapmışlardır? 3) Valiler, kaymakamlar, polis müdürleri ve jandarma komutanları, iktidar lehine, propaganda ya da baskı yapmışlar mıdır? 4) Medya’da propaganda eşitliği ve adaleti ne ölçüde sağlanmıştır? 5) Yeni çıkarılmış olan seçim kanunu ne ölçüde Anayasa’ya uygundur? 6) Anayasa Mahkemesi’nin seçimlerdeki adaylardan biri olan Cumhurbaşkanı’nın bütün eylem ve söylemlerini denetim dışı bırakması Hukuk Devleti’ne ve Demokrasi’ye ne derece uygundur? 7) Adaylardan birinin hapiste olduğu bir seçim ne denli demokratiktir? 8) İktidarın her türlü Temel Hak ve Özgürlüğü askıya aldığı bir Olağanüstü Hal ortamında gidilen seçimler şeffaf ve adil olabilir mi? HHH Ergenekon ve Balyoz davaları ile başlayan, 12 Eylül 2010 Halkoylaması ile Anayasal alana taşınan, 10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçimi ve 20 Temmuz 2016 OHAL ilanı ile süren ve 16 Nisan 2017 Halkoylaması ile doruk noktasına ulaşan saldırıları unutmayalım: 24 Haziran 2018 sonuçları bunların eseridir! DİREN TEMEL HAK VE ÖZGÜRLÜKLER... DİREN HUKUK DEVLETİ... DİREN DEMOKRASİ! UZUNDERE NÖBETİ Jeotermal projesi yeniden yargıda Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın yargı kararlarını dikkate almayarak yeniden “ÇED gerekli değildir” onayı verdiği jeotermal sondaj projesi, Uzundereliler tarafından bir kez daha yargıya taşındı. Yöre halkı bölgede nöbete başladı. İzmir’in Karabağlar ilçesi Uzundere Mahallesi’nde AKP’ye yakın bir işadamı tarafından yapılmak istenen jeotermal sondajı, yöre halkının başvurusu üzerine İzmir 1. İdare Mahkemesi tara fından “Zeytinliklere çok yakın. O nedenle Zeytin Yasası’na aykırı” vurgusuyla iptal edilmişti. Ancak Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın, aynı arama sahası içindeki farklı bir parsele, yeniden ÇED onayı verdiği ortaya çıkmıştı. Uzundereliler, bölgede nöbet tutmaya başladılar. Arama sahasının etrafını çeviren tel örgülere de, idare mahkemesi kararını anımsatan ve “Kimyasal sızıntı alanıdır!” yazılı bez afişler astılar. l YUSUF ÖZKAN / İZMİR C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle