22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Çarşamba 25 Nisan 2018 haber ARTIK YETER OLSUN BU ZULÜM10 11EDİTÖR:SERKANOZAN Reis’siz bir AKP’nin geleceği olabilir mi? Eğer bu yazıyı gün içinde okuyorsanız, siz okurken kara ünlü Silivri hapishanesinin bitişiğindeki kocaman duruşma salonunda, benim de sanıklarından biri olduğum Cumhuriyet davasının dört günlük final maratonunun ikinci oturumu başlamış olacak. Sanık iskemlesinde otururken Tırmık yazamam. Zaten izin de vermezler. O yüzden bu Tırmık ister istemez “Silivri arifesi”nde yazılıyor. Dört günün sonunda İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi yargıçları bizler hakkında bir hüküm verecekler. Beraat bekleyenimiz yok. Yeniden hapse tıkılıp tıkılmayacağımızı ise önceden kestirmek mümkün değil. Göreceğiz... HHH Mahkemeyi boş verin. Türkiye, Cumhuriyet davasından çok daha önemli ve sonuçları yakıcı olabilecek bir gündeme kilitlendi. Birbirini pekiştiren ya da birbirini geçersiz kılan haberler uçuşuyor. Hepsi “AKP Reisi’nin karşısına çıkacak cumhurbaşkanı kim olacak” sorusuna cevap verme çabasında, iddiasında. Biz ise Cumhuriyet yazıişlerinde daha belirleyici bir soruyu tartışıyor ve cevap arıyoruz: AKP Reisi cumhurbaşkanlığı seçiminden yenik çıkarsa AKP yama tutar mı, yoksa iplik iplik çözülüp, lime lime dağılır mı? Bu yalın soruya verilen cevaplar birbirinden farklı, hatta zıt. Abiler, AKP denen örgütü bir arada tutan tek çimento Reisleri. Onun dışında partiyi taşıyabilecek; bir arada tutabilecek kimse kalmadı. Kalanlar siyasetin ikinci hatta üçüncü liginden adamlar. Reis iskemlesini yitirdi mi ilçe örgütlerinden MYK’ye kadar bütün tayfa başının çaresine bakmak için savrulacaktır.. ...diyen de var. Bence dağılmaz. Siyasal İslam 190 yıllık iktidar açlığından sonra devlet aygıtının bütün kalelerini eline geçirmişken Reis seçilmedi diye pes edip iktidarı bırakmaz. Tayyip olmazsa Mayyip bulup devam eder.. ...diyen de var. Yav AKP’yi boş verin. Asıl Reis’in kendisi yenilgiyi kabul edip iskemlesinden inmez. Orada kalmak için her şeyi göze alır. Her şeyi.. ...diye felaket habercisi Kasandra rolüne soyunanımız da... Biz tartışmayı duruşma günlerinde verilecek yemek aralarında, akşam hatta gece saatlerinde filan sürdürürüz. Ancak soruyu okurlara da yöneltmeyi tercih ediyorum. Ediyorum, çünkü çok yakıcı bir soru. Eğer Reis’i Saray’daki koltuğunu terk etmek zorunda kalmış bir AKP dikiş tutmayacak, iflah olmayacaksa karşısına sahiden de bu yarışı önde bitirebilecek bir cumhurbaşkanı adayı çok yakıcı önem kazanıyor. Sadece barajı geçmesi beklenen dört muhalefet partisi ile sınırlı olmayan, bir yıl önceki 16 Nisan Referandumu’nda kendiliğinden oluşan “Hayır Cephesi”nin irili ufaklı parti ya da hareket ya da çevre bütün bileşenlerinin ama gönüllü, ama yarım gönüllü hatta gönülsüz de olsa destekleyeceği bir aday, 24 Haziran ertesinde başka bir Türkiye’ye uyanmamıza yol açabilir. Eğer... Eğer “Reis’siz bir AKP’nin işinin bitik olacağı” yargısı, analizi doğru ise... Tartışmaya değmez mi? Talimatla açıldı Gazetemizin yayın politikası suçlama konusu edilerek 18 yazar ve yöneticimizin yargılandığı davanın dünkü son duruşması öncesinde CHP’li vekiller Silivri Cezaevi önünde basın açıklaması yaptı. CHP İstanbul Milletvekili Barış Yarkadaş, “541 gün tutukluluk boyunca ortaya tek bir delil dahi koyamadılar. İleri sürdükleri suçlamaların tamamı gazetecilik faaliyeti. Adeta aklımızla alay edercesine bir dava dosyası burada görüşülüyor. Cumhuriyet gazetesi çalışanları 541 gündür bu zulümle yaşıyor. Cumhuriyet okurları ve Türkiye’nin tüm demokrasi güçleri de içi boş dosya ile birlikte 541 gündür bir zulümle karşı karşıya. Şu an 150’nin üzerinde gazeteci haksız ve hukuksuz bir şekilde cezaevinde tutuluyor. Biz hem Akın Atalay’ın hem de tüm gazetecilerin özgürlüğüne kavuşmasını istiyoruz” diye konuştu. CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu ise “Burada Cumhuriyet ve gazetecilik yargılanıyor. Yaklaşık iki yıldır bu davayı takip ediyoruz. Dayanışma içerisindeyiz. Bu dava talimatla açıldı. Tüm gazeteciler özgürleşene kadar burada olmaya devam edeceğiz” dedi. l İSTANBUL/ Cumhuriyet Cumhuriyet davasında yargılanan yazar ve yöneticilerimiz esas hakkındaki savunmalarını yaptı. 542 gündür tutuklu olan İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay, ‘Bu dava vesilesiyle zarar verilen toplumun geleceği, şerefi ve itibarıdır’ dedi Cumhuriyet davasında yargılanan yazar ve yöneticilerimiz esas hakkındaki savun malarını yaptı. İstanbul 27. Ağır Ce za Mahkemesi’nde cuma gününe dek sürmesi planlanan Cumhuriyet davası duruşmanın ilk oturumunda mahkeme başkanı Abdurrahman Orkun CANAN COŞKUN Dağ, “Önceki celse Murat Sabuncu ve Ahmet Şık’ın tahliyesi sırasında sarf edilen sözleri jurnalci bir gazeteci ba kana sordu. Her davanın iklimi, ken dine göre gidişatı var. Ben kendim uy durmadım o sözü” dedi. Dağ, sözlerle ilgili duruşmalardaki beyanlardan ve Aydın Engin’in köşesi Tırmık’tan esin lendiğini belirtti. Başkan Dağ, bu söz lerinin ardından dava dosyasına diji tal inceleme tutanağının gönderildi ğini söyledi. İcra Kurulu Başkanımız avukat Akın Atalay, esas hakkında ki savunmanın bütünlüğünün bozul maması için raporda kendisiyle ilgi li olan kısımlara yanıt verdi. Atalay, dosyaya son anda zihin karıştırma amacıyla yanıltıcı ve eksik belgeler yollandığını kaydetti. Kişisel bilgisa yarındaki belgeler arasından seçilen 5 belgenin ne olduğunu slayt üzerin den şöyle anlattı: AESKSAIANVSUAANTİMALİLŞAAKSYİIN’IN Çizim: Murat Başol ASKERLERE AIT BELGELER 1. belge ile ilgili ‘100 adet TSK personeline ait belge bulunmuştur’ ifadesi kullanılmıştır. Dava dosyaları klasöründe şahsen ve mesleki bakımdan takip ettiğim dosyalar var. Bunlardan biri Balyoz’dur. Bu dosyanın alt klasörlerinde emniyetin rapora hiçbir bilgi vermeden koyduğu resimleri görüyoruz. Seminere katılacak personel dosyasını görüyoruz. Demek ki 100 adet rütbeli TSK personelinin fotoğrafı Balyoz dosyasından bir belgeymiş. Milyonlarca belgeden birini cımbızlayarak manipülasyon amacıyla böyle bir girişimde bulunulmuş. CUMHURIYET’E BOMBA “Diğer belge ‘Daussıla’ başlıklı Fethullah Gülen’in fotoğrafının bulunduğu bir şiir. Oluşturulmak istenen algı belli. Gerçek nedir? Bu belge nereden kopyalanmıştır? ‘Dava dosyaları’ klasöründe Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2009/5 esas sayılı klasörü Danıştay cinayeti ve Cumhuriyet gazetesinin bombalanmasına ilişkin faillerin yargılandığı dosya. Ben de bu davada Cumhuriyet gazetesi adına müdahil vekil olarak görev yaptım. Söz konusu belge bu dava dosyasının ekleri arasında, Alparslan Arslan’ın evinde bulunan bir belgedir. Belge bana değil, Cumhuriyet’i bombalayan Danıştay saldırısı failine aittir. KÜÇÜK’ÜN TWEET’LERI “Cem Küçük’ün tweet’lerini bütün içinde değerlendirirsek gerçeği görmek zor değil. 4 Şubat 2016’da Mustafa Balbay, yazılarına son verilmesinin ardından davaya konu tweet’i attı. Ertesi gün Alev Coşkun usulsüz seçim yapıldığı iddiasıyla dava açtı. 2 yıl sonra birdenbire dava açılması ilginç değil mi? 22 Mart 2016’da Alev Coşkun, Cumhurbaşkanlığı’na Cumhuriyet Vakfı davası ile ilgili imzasız bir ihbar mektubu verdi. Cumhurbaşkanlığı da Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne yolladı. Her şey bundan sonra tersyüz edilip yeni bir süreç başladı. Bu süreçte 19 Temmuz’da da aktör olarak Cem Küçük’e rol verildi. Küçük’ün tweet’inin gereği yapılıyor sonra. Bu durum karşısında hukuk davasının hâkimi istifa ediyor. Vereceği kararın ardından hakkında işlem yapılacağı kesin.” DÜNDAR’IN NOTU “Raporda son olarak yorumsuz olarak Can Dündar’ın yazdığı tweet’lerin el yazısıyla yazılı olduğu mesajlar var. Buna neden yer verilmiş belli değil. Bu davayla dolaylı olarak bile ilgisi yok. Bulabildiğim tek açıklama bu mesajı benin antetli kâğıdıma yazmış olması. Bu kadar uğraşmalarına gerek yoktu. Ben Can Dündar ile tanışıyorum, iş arkadaşımdı, ayrıca müvekkilim. Dündar bu tweet’i 17 Aralık 2015’te atmış. Kendisi o tarihte MİT TIR’ları haberi nedeniyle 26 Kasım’da tutuklandığı için Silivri Cezaevi’nde bulunuyordu. O gün Can Dündar yargılandığı başka bir dava nedeniyle Çağlayan’a getirilmişti. Benim de avukatı olduğum davanın hâkimi Orkun Dağ idi. Can Dündar, duruşma esnasında benden not kâğıdı istemişti. Twitter hesabından paylaşılması için yazdığı not idi bu.” Atalay’ın sözlerinin ardından yargılanan yazar ve yöneticilerimizin esas hakkındaki savunmalarına geçildi. Ergenekon davasının iddianamesinde İlhan Selçuk’a yöneltilen suçlama şöyle yazılmıştı: Hükümeti devirmek amacıyla ülkede kaos ortamı yaratmak için kendi gazetesini bir hafta içerisinde üç kez bombalatmıştır!... Peki, o iddianameyi yazan dönemin savcıları bu sıra dışı, inanılması çok güç iddiayı neye dayanarak ileri sürmüşlerdi? İlhan Selçuk’un yazdığı köşe yazısını, iddialarının dayanağı ve kanıtı olarak gösteriyorlardı. Diğer gazeteler, Cumhuriyet’in bombalanmasını ancak üçüncü bombanın atılması ve patlamasının ardından haber yapınca İlhan Selçuk da, “biz her zaman nereden bulacağız üç bombacıyı” diyerek, basının olayı ciddiye almamasını eleştirmişti. İşte bu yazıyı bağlamından ve anlamından koparan Ergenekon savcıları, “İlhan Selçuk bombacıların üç kişi olduğunu önceden biliyormuş, bombalamaların hemen ardından köşesinden ikrar etmiş, demek ki kaos çıkarmak için bilerek ve isteyerek kendi gazetesini bombalattı” demişlerdi. Bugün bizim hakkımızdaki suçlamaya, iddianameye bakınca geleceğe dönük olası yeni bir suçlamaya karşı bir tür sigorta ihtiyacı duydum. Anlatayım: Zamane savcıları da tıpkı Ergenekon savcıları gibi soruşturma yürütüyor, onlar gibi akıl ve mantık yürütüyor, çıkarımda bulunuyor, onlar gibi yorumluyor, suçluyorlar. Hakkımızda düzenlenen iddianameyi eviriyorum, çeviriyorum, tekrar tekrar okuyorum. Olmuyor... Minimum düzeyde bile olsa bir anlam veremiyorum. Acaba, neden böyle tutarsız, akla ve mantığa aykırı olduğu hemen anlaşılıp görülebilecek bir suçlama yöneltildi? Asıl amaç nedir? Evet, yakın hedef ve amaç belli. Cumhuriyet Gazetesi’ni teslim almak ve işbirlikçi, uysal ellere teslim etmek, olmazsa hepten susturmak. Bu davanın ruhunda ne olduğuna az sonra değineceğim. Şimdi geliyorum esas hakkında mütalaa konusunda söyleyeceklerime. Önce unutulmasın diye kayda geçirmek istediğim birkaç husus var. SAHIPSIZ IDDIALAR Soruşturma aşamasında gazeteyi ve bizleri itibarsızlaştırmak, kamuoyunu aldatmak amacıyla absürt bazı iddialar ileri sürülmüştü. Hani, Cumhuriyet Gazetesi’ni FETÖ bağlantılı şirketler, kişiler fonluyor, besliyordu!... Reklam ve ilan yoluyla para aktarılıyordu!... Ne oldu bu tamamen iftira niteliğindeki suçlamalara? Ortada kaldı... Sahipsiz kaldı... Burada yargılanan sanıkların eski eşlerine varıncaya kadar bütün yakınları dahil hesapları, malvarlığı değerleri, ticari ilişkileri, alışverişleri, ekstreleri arandı, tarandı, araştırıldı, soruşturuldu. MASAK’tan raporlar alındı, bilirkişilere inceletildi. Sonuç ortada... Cumhuriyet Vakfı’nın, Cumhuriyet Gazetesi’nin, şirketlerin hesapları, müşterileri, reklam ve ilan verileri, girdileri, çıktıları didik didik edildi. Reklam verenler tek tek araştırıldı. Bank Asya, Kaynak Holding ve FETÖ’yle bağlantılı saydıkları diğer şirketlerin reklamlarına, faturalara, kayıtlara, ödemelere bakıldı. Yargılamanın birinci duruşmasının birinci oturumunda, sorgu sırasında, adı geçen FETÖ bağlantılı denilen şirketlerin hangi gazetelere ne ölçüde, hangi miktarda reklam verdiği yıl yıl karşılaştırmalı olarak aktarıldı, anlatıldı. İddia makamı bu gerçeğin ortaya dökülmesi karşısında ne yaptı? Öteki gazeteler hakkında bu nedenle suç duyurusunda mı bulundu? Yok, hayır... Sessiz kaldı, sustu... Hakkını yemeyelim, esas hakkında mütalaada, bu temelsiz, haksız iftiranın sürdürülmesinden hiç olmazsa vazgeçildi. İddianameye bu yönüyle sahip çıkılmadı. Şimdi geliyorum Cumhuriyet Vakfı ve bağlı şirketlerdeki usulsüzlük, güveni kötüye kullanma iddialarına... Hani, vakfı zarara uğratmışız, gazeteyi mali yönden batırmışız, biri vakfın, diğeri gazetenin iki adet gayrimenkulünü rayiç değerinin altında üçüncü kişilere satıp devretmişiz suçlamalarına... Heyetiniz belirlediği uzman bilirkişilere inceleme, araştırma yaptırdı. Raporlar dosyaya girdi. Fazla söze gerek yok. İddia makamı bile suçlamadan vazgeçti, bu suçlamadan dolayı beraat kararı verilmesi mütalaasında bulundu. İSİMSİZ BİLİRKİŞİ Başlangıçta bu iftiranın atılması, bu gerçeğe aykırı suçlamaya iddianamede yer verilmesinin arkasındaki gerçek amaç, bizleri kamuoyu önünde karalamaktı. Bu dönemin hâkim zihniyeti buydu. Amaç için her türlü yalan, iftira caiz görülüyordu. Malumunuz, iddianamede suçlamanın dayanağı, sebebi, delili olarak gösterilen manşet, haber, yazı ve paylaşımların hemen tamamı 24 Ekim 2016 tarihli bir bilirkişi raporundan aynen aktarılmıştı. İddianame, bu bilirkişi raporu esas alınarak yazılmıştı. Ünal Aldemir isimli bu nereden bulunduğu, neden böylesi birine başvurulduğu çok şüpheli ve dikkat çekici kişiye dair, onun uzmanlığı, yeteneği, eğitimi ve deneyimine dair sorgu sırasında epeyce bir açıklama yapmıştık. Şimdi görüyoruz ki, iddia makamı, esas hakkında mütalaasında bu bilirkişi raporunun adını hiç geçirmeden, ismini anmaksızın, bu raporun içeriğini birebir kopyalayarak sahip çıkmaya devam ediyor. NEDEN YARGILANIYORUZ? Şimdi geliyorum esas kısma, asıl suçlamaya... Yargılamanın nedenine, konusuna... Bu davanın özüne, ruhuna... Neden yargılanıyoruz? Esas hakkında mütalaa bunların yanıtını açık ve net olarak veriyor. Mütalaanın 27. sayfasından aynen okuyorum: “Cumhuriyet Gazetesinde ve internet sitesinde ve ayrıca sosyal paylaşım sitelerinde yayınlanan haber, yazı ve paylaşımlar yoluyla icra edilen eylemlerin, özetle bir bütün olarak yapılan yayın faaliyetine ilişkin eylemlerin aynı eylem, fikir ve karar birliği ile hareket edilmek suretiyle (...) örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek suçunu oluşturduğu iddiasıyla kamu davası açıldığı...” Davanın bir bütün olarak yayın faaliyeti nedeniyle açıldığı, suçlamaya yayın faaliyetinin neden olduğu gayet açık, anlaşılır bir ifadeyle belirtiliyor. Herhangi bir yanlış anlama olmasın, sürçü lisan olmuş denilmesin diye aynı konuda, mütalaanın 28. sayfasından da bir bölüm okumak istiyorum: “... yukarda da ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, yargılama konusu olay ve iddiaların somut bir haber veya yazının olmadığı, (...), süreç içinde yapılan bir bütün halindeki haber, yazı, paylaşım, açıklama gibi yayınlara ilişkin eylemlerin, özetle bir bütün halinde yayıncılık faaliyetinin yargılama konusu olduğu anlaşılmıştır.” BIR BÜTÜN OLARAK... Açıkça anlaşılacağı gibi esas hakkında mütalaa, davanın nedenini, suçlamanın dayanağını, yargılamanın konusunu hiçbir tereddüte yer bırakmayacak şekilde apaçık vurguluyor. Bir bütün olarak yayın faaliyetinden dolayı, yani gazetecilik yapmak nedeniyle suçlanıyor, yargılanıyoruz. Ne demektir bir bütün halinde yayıncılık faaliyetini yargılamak, gazetecilik yapıyor diye bir gazeteyi suçlamak? Tehlikenin farkında mısınız?... Aslında, iddia makamı bizi yalnızca yayın faaliyeti nedeniyle suçladığını söylerken bir yandan da haklıdır!... Çünkü, Cumhuriyet Gazetesi’nin gazetecilik, yayın faaliyeti dışında başkaca bir faaliyeti yoktur. Diğer birçok gazete ve sahiplerinin tersine devletten iş, ihale almıyoruz. Ticari kâr elde etmek, sahiplerine para kazandırmak gazeteciliğin öncelikli ve esas amacı olamaz. Gazeteler ve gazeteciler toplumun bilgilenmesini sağlamak, bunun için nitelikli ve özgür enformasyon üretmek, bunu yayın yoluyla topluma aktarmakla yükümlüdür. Gazetelerin siyasi iktidarla, devletle ilişkisi gazetecilik ilkelerinin, gereklerinin dışına taşarsa; haberin verilişinde “gerçeğe uygunluk”, “güncellik”, “kamu yararı” ölçütlerinin yanına “siyasi iktidarın/devletin istekleri, yararları” gibi gazeteciliğe aykırı yeni bir ölçüt koyulursa yapılan faaliyet gazetecilik olmaz. SUSTURULAMAZ Bu ülkenin en büyük medya grubu, bütün gazeteleri, televizyon kanalları, haber ajansı, dağıtım şirketiyle 23 hafta önce el değiştirdi. Bu değişim sonrasında, bu dava vesilesiyle kaybettirilecek olan şey çok daha önemli ve anlamlı hale gelmiştir. Bu davanın siyasi bir dava olduğu apaçık ortadadır. Siyasi iktidar bütün devlet organlarını, işlevlerini denetim ve kontrol altına almakla yetinmeyip, şimdi de medya kuruluşlarını, gazeteleri ve böylelikle de haber ve bilgileri denetim ve kontrol altına almak istiyor. Bu dava, bu yönde atılan bir siyasi adımın yargı alanına taşınmış görüntüsüdür. Ancak konu ve özne Cumhuriyet Gazetesi olunca büyük bir zorluk var. Bu gazeteyi baskıyla, tehditle, korkutarak teslim alamazsınız. Bu gazetenin mensuplarını, yöneticilerini hapse atarak, cezalandırarak susturamazsınız. Bu gazetenin tarihi bunun en çarpıcı örnekleriyle doludur. Bu gazetenin yüreği de adı kadar Cumhuriyet için atar. Bu gazetenin mensupları nerede, nasıl bir kurumda çalıştıklarının, topluma karşı sorumluluklarının farkındadır. O nedenle bu gazete ve mensupları baskıya, tehdide rağmen işini gereği gibi yapar, davalarla ve haksız, hukuksuz mağduriyetlere uğratılarak korkutulamaz, susturulamaz... KURAKLIK DÖNEMİ Bu dava vesilesiyle zarar verilen, yok edilmeye çalışılan yalnızca biz sanıkların özgürlüğü, hukuk güvencesi değil, yalnızca bu ülkenin 94 yıldır yayımlanan en eski, kadim ve saygın bir gazetesinin basın özgürlüğü değil, toplumun haber alma, bilgi edinme hakkı da değil, bunların yanında bu toplumun geleceği, şerefi ve itibarıdır. Ülkemiz hukuk ve adalet değerleri bakımından çok büyük bir kuraklık döneminden geçiyor. Elbette bu sürdürülebilir bir siyasi, hukuki iklim değildir. Dileriz, bu kuraklık çok kısa zamanda sona erer. Norveçli bir polisiye roman yazarı, hukuku uçurumun kenarına dikilen çite benzetiyor. Hukukun çiğnenmesini de bu çitin kırılmasına... Eğer bizler de bütün bir ülke, toplum olarak uçurumdan aşağı yuvarlanmak istemiyorsak yapmamız gereken bellidir. Böylesi absürt davalar açarak uçurumun kıyısına gelmemek. Bu türlü hukuk dışı soruşturma ve davalarla kırılan çitleri onarmak, hukukun, özgürlüğün ve adaletin gerektirdiği şekilde davranmak. Basın özgürlüğünün, ifade özgürlüğünün çiğnendiği bu haksız dava ve suçlamalar karşısında sözlerimi, ünlü şairimiz Tevfik Fikret’in yüz yıl öncesinden sanki bu dava ve yargılama süreci için söylenmiş mısralarıyla bitiriyorum. Haksızlığın envaını gördük... bu mu kanun? En gamlı sefaletlere düştük... bu mu devlet? Devletse de, kanunsa da, artık yeter olsun; Artık yeter olsun bu işkence, zulüm ve cehalet... Aydın Engin Musa Kart Murat Sabuncu Hikmet Çetinkaya Çizim: Zeynep Özatalay Yazar ve yöneticilerimizden Hikmet Çetinkaya, Güray Öz, Günseli Özaltay ve Bülent Yener ilk savunmalarını tekrarladıklarını söyledi. Turhan Günay ise “9 ay tutuklu kaldım. Sözün bittiği yer. Sözü avukatlarıma bırakıyorum” diye konuştu. MURAT SABUNCU: Yine başımız ORHAN ERİNÇ’İN ESASA İLİŞKİN SAVUNMASI: Siyasi bir basın davası Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Orhan Erinç ise savcılık ve duruşmalar sırasında söylediklerini aynen yinelediğini belirterek sözlerine şunları ekledi: Ancak öncelikle belirtmek isterim ki bu dava siyasi bir basın davası olarak açılmış ve sürdürülmüştür. Davanın omurgası Cumhuriyet Gazetesi’nin imtiyaz sahibi olan Cumhuriyet Vakfı’nda yapılan bir üyelik seçiminin hırslarını akıllarının önüne geçiren iki eski Cumhuriyet çalışanı tarafından siyasal iktidarın beklentilerine uygun biçimde oluşturulmuş olmasıdır. İstanbul 1. Asliye Hukuk Mahkemesindeki davada, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nde “Haksız ve mesnetsiz da vanın reddini isteyen” başvurusunu dosyaya koymuştur. Karar duruşmasının bir gün öncesinde Mustafa Balbay da davaya müdahil olmak isteyince karar verilmeyip duruşma ertelenmiştir. Bu sürede Akın Atalay’ın duruşmada belgelerle kanıtladığı gibi tanık Alev Coşkun Vakıflar Genel Müdürlüğü ve Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği’ne ihbarda bulunmuştur. Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri’nin Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne verdiği talimat sonrası işler tersine dönmüştür. Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri’nin talimatı öncesi ve sonrasında ki ters gelişmeler davanın siyasi olduğunun kanıtlarından birini oluşturmaktadır. İkinci kanıt ise seçilmemesi sorun yapı lan Mustafa Pamukoğlu’nun İşçi Partisi’nin (şimdi Vatan) yayın organlarının oluşturduğu Görev Vakfı’nın kurucu başkanı, Aydınlık Gazetesi’nin yazarı ve İşçi Partisi Genel Başkanı’nın ekonomi danışmanı olmasıdır. Esasen duruşmada dinlenen tanıkların neredeyse çoğunluğunun İşçi Partisi’nin (Şimdi Vatan Partisi) üyesi, görevlisi ve yazarı olması da “siyasi dava” tanımını güçlendiren özelliklerden bir başkasını oluşturmaktadır. Savunmamı avukatlarımız yapacaktır. Ben “İstanbul’da hâkimler var” deme umudumu koruyorum. dik çıkacağız Gazetecilik bir aşk mesleğidir. Bizler mesleğine ve memleketine âşık insanlarız. Aşkın hakkını vermek gerekir bedeli ne olursa olsun. Bu bazen böyle iftiraya uğramak olur, cezaevi olur, dava olur. Ama ödediğimiz kişisel bedeller; yaptığımız haberlerle toplumun haber alma hakkının gereğiyse eğer, teferruattır bizim için. Bir parçası olmaktan onur duyduğum gazetem Cumhuriyet, her zaman konuşturulmayanın konuşturulduğu, gösterilmeyenin gösterildiği bir gazete oldu. Güçlünün değil haklının yanında saf tuttu. Tarihi boyunca doğrulardan şaşmadığı için demokrasinin zaafa uğradığı dönemlerde İftiraya, saldırıya uğradı, çalışanları hapse girdi ya da kurşunların hedefi oldu. Bizler bu zorlu ve onurlu tarihin bir parçasıyız. Bize atılan iftiraların teker teker çürütüldüğü siyasi davanın sonuna geldik. Onurumuzla başımız dik girdiğimiz bu salondan karar ne olursa olsun yine başımız dik çıkacağız. Abdi İpekçi’nin, Uğur Mumcu’nun, İlhan Selçuk’un, Hrant Dink’in, Musa Anter’in, Metin Göktepe’nin yolundan ayrılmayacağız. Onların uğradıkları tüm haksızlıklara rağmen bu topraklara, burada yaşayan tüm insanlara duydukları aşk rehberimiz oldu. Doğru ve cesaretli haberciliğe memleketi ve mesleği aşkla sevmeye devam edeceğim. HAKAN KARA: Bu dava yalnızca Cumhuriyet davası değil gazeteciliğin, ifade özgürlüğünün yargılandığı dava. Basın özgürlüğü açısından gerileyen ülkeler arasındayız. Bu bize yakışmıyor. KADRİ GÜRSEL: Delil yok ama suçlama değişti Dünkü duruşmada esas hakkındaki savunmasını yapan yazarımız Kadri Gürsel, kendisiyle ilgili suçlamanın 12 Temmuz 2016 tarihli “Erdoğan babamız olmak istiyor” başlıklı yazısı, FETÖ şüphelisi ve ByLock kullanıcıları ile iletişiminin bulunduğu iddiası ve gazetede 34 gün yayın danışmanlığı yapmış olmasına dayandırıldığını söyledi. “Erdoğan babamız olmak istiyor” başlıklı yazısı nedeniyle iddianamede “açıkça ve doğrudan Cumhurbaşkanı’nın şahsını hedef almak” ve “Türkiye’de otoriter bir rejim bulunduğu algısını yaratmaya çalışmakla” suçlandığını anımsatan Gürsel, “Bu doğrultuda yaptığım savunma, iddianamedeki suçlamanın, akıl, mantık ve hukuk açısından boş ve geçersiz olduğu hususunda Sayın duruşma savcısı tarafından ikna edici bulunmuş olmalı. Çünkü savcı iddianamedeki suçlamaları mütalaasına koymamış. Lakin o yazımdan ötürü beni suçlamaktan yine de vazgeçmemiş” dedi. Mütaalada “seçimle gelen cumhurbaşkanına karşı ayaklanma ve benzer gayrimeşru bir yöntem önerdiğinin” öne sürüldüğünü söyleyen Gürsel, “Peki Sayın Savcı, iddianamede bile itibar edilmeyen bir suçlamayı esas hakkındaki mütalaasına neden almıştır? Savcı, beni bu yazıdan dolayı suçlama baskısı altındadır; iddianamedeki suçlamada ısrarlı olamamış, lakin yeni bir suç da icat edememiştir” dedi. Esas hakkındaki mütalaada ikinci olarak, FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün yayın organlarında görevli kişiler ve ByLock kullanıcılarıyla telefon iletişimlerinde bulunmakla suçlandığını anımsatan Gürsel, “Gazeteciler, bu mütalaada söz konusu olduğu gibi, kendilerini arayan, mesaj atan kişilerin siyasi ve ideolojik tercihlerinden dolayı sorumlu tutulamazlar, suçlanamazlar. Gazetecilik suç değildir” dedi. AYDIN ENGİN: Bu mütalaaya itibar etmeyin Bu mütalaaya nasıl cevap verilebilir ve niye cevap verilsin ki? Savcı iddianameyi tekrarladı, o kadar... O iddianame ki daha ilk günden çürüktü, boştu, baştan hukuksal bir değer taşımıyordu. Savcı iddianamesini güçlendirmek için karşınıza tanıklar çıkardı. Her tanık iddianameyi daha da boşa çıkardı. Ciddiye alınacak tek cümle kuramadılar. Yine de mütalaa tanıkların abuk subuk beyanlarına, iddialarına, yalanlarına sığınmaktan öte çare ve kanıt bulamadı. Cumhuriyet Vakfı yöneticileri vakfın gayrimenkullerini değerinin altında sattılar gibi saçmalıklar resmi bilirkişi raporuyla çürütülünce koskoca dava ‘Cumhuriyet gazetesinin yayın çizgisini değiştirdiniz, suçlusunuz’ iddiasından ibaret kaldı. Evet, değiştirdik. Bunu sık sık yapabiliriz ve hiçbirinde savcılardan izin almayız. Bizde değişmeyen sadece demokrasi, özgürlükler, hukukun üstülüğü ve bağımsız gazetecilik ilkeleridir. Savcılık, benimle pek ilgilendi. Tam dokuz yazımda suç unsuru bulmuş. Bunları tek tek cevaplamamı umarım beklemezsiniz. Yazılarım üstüne iddialarıyla ilgili savcılığın önünde üç seçenek var. Birincisi, okumamışlar, başlığa bakıp üstüne atlamışlar. İkincisi, okumuşlar ama anlamamışlar. Üçüncüsü, ille de suç yaratmak zorunda bırakıldıklarından çaresiz kalmış o tuhaf iddialarını art arda sıralamışlar. Dördüncü seçenek yok. Savcı bey kulak verin. Biz sizin bildiğiniz gazetecilerden değiliz. Bizi satın alacak kişi ya da kurum daha anasının karnından doğmadı. Sayın yargıçlar, sizden kişisel hiçbir talebim yok. Buna beraat da dahil. Sizlerden sadece bu esas hakkındaki mütalaaya itibar etmemenizi talep ediyorum. Ama çöpe de atmayın. Çünkü bilge bir hukuk profesörü öğrencilerine dönüp ‘Sakın böyle iddianameler yazmayın. Kendinizi gülünç duruma düşürmeyin’ diyecek. AHMEK ŞIK: 6 yıl sonra aynı komplo Hapishanelerle ilgili konuşurken, “Ben Ergenekoncu iken” ya da “Ben FETÖ’yken” diye başlayan cümleler kuruyorum. Herkesin bildiği üzere, şimdilik iki ayrı hapishane deneyimim var. İlkinde, şimdi FETÖ denilen Gülen Cemaati’nin komplosuyla, mesleki faaliyetlerim suçlama konusu edilerek tutuklandım. İkinci tutuklanmam ise bu yargılamanın konusu nedeniyle oldu. Geçmişte koalisyon ortağı oldukları Gülen Cemaati ile birlikte suç işleyen siyasal iktidar emriyle hayata geçirilen ve öncekine benzer bir komploya maruz kaldım arkadaşlarımla birlikte. Yine mesleki faaliyetlerim suçlama konusu edildi. İlkinde olduğu gibi bu komploda da güvenlik bürokrasisi ve yargının kimi mensupları ile tetikçilik rolü üstlenen bir kısım medya çalışanı siyasal iktidarın suçlarına ortak oldular. Yaklaşık 13 ay süren ilk hapislik deneyimimin sona erdiği gün Silivri Hapishanesi’nden çıkarken bir siyasal tespit yaparak, tutuklanmama neden olan komploda görev alan polis, hâkim ve savcıların tutuklanacağını söylemiştim. O komploculardan firar edemeyenlerin tümü şimdi hapishanede. Devletten hukuku çıkardığınızda elinizde kalana devlet değil çete denir. Gülen Cemaati’nin çetesinin mensupları için söylediğim aynı siyasal tespiti bu komploda rol ve görev alanlar için de yapmak elzem. Dilerim hukukun evrensel normlarını rehber edinen, gerçekten tarafsız ve bağımsız mahkemelerde yargılanırlar. 27 Temmuz 2017’deki ilk beyanımı ve bu siyasi davada siyasi savunma yapamayacağımı söyleyerek konuşmamı engellediğiniz 25 Aralık 2017’deki ilk beyanlarımı aynen tekrarlıyorum. Sözlerimin de yaptıklarımın da arkasındayım. Çünkü gazetecilik suç değildir. MUSA KART: Yaklaşık 40 yıldır karikatür çiziyorum. Bu süre içerisinde pek çok siyasi döneme ve liderliğe tanıklık ettim. Yaşadığımız bu dönem için, hukuktan ve adaletten en uzak olanıydı diyebilirim. Cezaevinden çıktıktan sonra ne çok insanla el sıkıştım, kucaklaştım. İçlerinden biri bile “Sizin davanız siyasi değil” demedi, diyemedi. Cumhuriyet davasında bu salonlar, onurlu ve dürüst insanların duruşuna tanıklık etti. Bu süreçte paçalarımıza kirlerini bulaştırmak isteyenler, kumaşımızın leke tutmadığını bilmediler ne yazık ki… Bu karar duruşmasında kendim için bir talebim yok. Tekrar söylemek zorundayım ki, muhalif gazetecileri, siyasetçileri, akademisyenleri ve öğrencileri cezaevinde gösteren fotoğraf benim güzel ülkeme yakışmıyor. ÖNDER ÇELİK: Her şey söylendi. Tüm suçlamalar çürütüldü. Kamuoyunda algı yaratmak amacıyla, suçlu yaratmak ve davayla ilgisi olmayan suçlamalar yöneltildi. Suçlamalar boşa çıkarıldı. Cumhuriyet’in yayınlarının yargılandığı davaya vakıf davası katıldı. İlk savunmamı tekrar ediyorum. EMRE İPER: Sadece sanıkların değiştiği siyasi bir davada yargılanıyoruz. Basın özgürülüğünü hakkıyla savunduğumuzu düşünüyorum. Şimdiye dek gündemde olmayan tweet’lerim nedeniyle ek savunma hakkı verdiniz. Eski savunmamı tekrarlarım. Ben Cumhuriyet gazetesinde çalışmıyor olsaydım zorlama iddialarla karşınızda çıkmazdım. Çizim: Murat Başol HİKMET ÇETİNKAYA: Hikmet Çetinkaya’nın avukatı Kaan Karcılıoğlu ise, şunları söyledi: “Suçlamalara dayanak olacak herhangi bir delil yoktur. Esas hakkında mütalaada ve iddianamede Çetinkaya’nın 2011 yılından sonra FETÖ’ye yönelik kritik duruşundan vazgeçtiği iddia ediliyor. Ne Hikmet Çetinkaya’nın ne de Cumhuriyet’in FETÖ’ye karşı tavrında hiçbir değişiklik olmamıştır. 3 Mart 16 tarihli doğayı koruma ile ilgili bir yazısında FETÖ’nün doğa karşıtı faaliyetlerden nemalandığını yazmıştır. Başka bir yazıda da Gülen’in sadece dindar değil altın nesil yetiştirdiğini ve devletin olanaklarını kullanarak devlette kadrolaştığını söylemiştir. 21 Nisan 2016’da FETÖ ile ilgili mücadele için geç kalındığını yazıyor. Müvekkilimizin FETÖ’ye yönelik tavrının değişmediğini anlatmaya gerek yok ancak kayda girmesi için söylüyoruz Gülen’le röportaj yapmamıştır. İddianamenin aksine Hikmet Çetinkaya bir kahvaltıya katılarak fikrini ve çizgisini değiştirecek biri değildir.” BÜLENT UTKU: Bu dava gazeteciliğe karşı milat Bilmem farkında mısınız? Ortada hem “kekeme” ama hem de “geveze” bir esas hakkında mütalaa var. İddianame de öyleydi zaten. Aynı şeyleri dönüp dolaşıp tekrar ediyorlar usanmadan. Vakıf seçimlerinin hukuki ihtilaf niteliğinde değerlendirilmesi mümkün imiş ama kastımızı tespit açısından önem arz etmekteymiş! Böyle bir katliam, hukuk katliamı görülmemiştir hiç. Ne yapıyor? Suç olmayan fiilde “kast unsuru” arıyor. Yayın çizgisi değişikliğinde, atılan manşetlerde, yapılan röportajlarda, yazılan yazılarda savcılıkça aranan hep bu “kast”. Suç olmayan fiillerde “kast” arama hukukun katli... Esas hakkında mütalaayı düzenleyen savcı yılların deneyimli savcısıdır. Yargılamanın iddianame düzenlenene kadar gerçekleşmiş, iddianamede yazılı fiiller üzerinden yapılacağını bilmez mi? Bilir elbette. O halde yargılama sürerken bir sanığın yurtdışından maddi yardım temin etme çabasını nasıl gündeme getirebilir? Esas hakkındaki mütalaanın suç olmayan fiillerden suça uzanmak isterken uzandığı, vardığı yer eninde sonunda gazetede yayımlanan haberler, atılan manşetler, yazılan yazılar oluyor. Ancak bu durumda esas hakkında mütalaadan beklenen suça konu edilen bu yazı, haber, manşetlerin hangisinde hangi suçun olduğunu belirtmesidir. Bu yapılamıyor tabii ki. Çünkü suçlama konusu yapılan haber, yazı ve manşetlerin hiçbirinde suç yoktur. Esas hakkında mütalaanın zihniyeti bundan böyle keyfi biçimde haber ve yazıda suç unsuru olmadığı halde gazetecilik faaliyetinin cezalandırılmasına kapı açan bir zihniyettir. Yeni bir milattır. Düşünce ve ifade özgürlüğüne karşı önemli tehlikeli bir darbedir. Gazeteciliğe, gazetecilere, halkın haber alma hakkına önemli bir tehdit ve gözdağı ve tırpandır. Bu memlekette 55 haftadır Adalet Nöbeti tutuluyor. İlk nöbetteki polis saldırısında, avukat arkadaşlarımızdan birinin burnu, birinin ayağı kırıldı. Tartaklananlar, gözaltına alınanlar oldu. İki ay sonra da gözaltına alınanlarla ilgili yargılama var. Ama adalet nöbetçileri yılmadılar. Terör örgütlerine yardım etmekle suçlanan kişilere böylesine değişik mecra ve kişilerden böylesine güçlü bir destek yapılması bu davaya, yapılan suçlamalara toplumun inanmadığının kanıtıdır. Siyasal davalarda beklenen hukuk değil, amaçlanan hedefe varılması olduğu için olanlar aslında olması gerekenlerden ibaret. Yani siyasal davalarda böyle olur. Siyasal davalarda, olağanüstü dönemlerde yapılan yargılamalarda, siyasal iktidarlar savcı ve hâkimleri baskı ve kontrol altı na alırlar. Bazıları ise zaten siyasal iktidara daha baştan teşne ve çeşnidirler. Esas hakkındaki mütalaanın üzerinde yükseldiği iddianameye ve heyetinizin yapacağını öngördüğüm yargılamaya ilişkin görüşlerimi çok önceden belirttim. Ancak duruşma savcısının bu söylenenleri hiç dikkate almadığı esas hakkında mütalaanın neredeyse iddianamenin özetinden ibaret olmasıyla belli. Bu nedenle ben de eski beyanlarımı tekrar etmekle yetineceğim. Aristotales “Karar, algılamaya bağlıdır” der. Algı ise “nesnel dünyayı, duyular yoluyla öznel bilince aktarılması” olarak tanımlanabilir. Heyetinizin nesnel bir dünyada kavranabileceklere duyu, vicdan katarak bunu karara dönüştürebilmesinin objektif ve subjektif şartlarının olmadığı aşikâr. Kanım odur ki her siyasal davada olduğu gibi bu davadan da adalet çıkmaz. Umarım yanılırım. Olağanüstü haller olağanüstü kalmıyor. Kalmamış hiç. Yakın tarihimiz bile bunu söylüyor bize, fazla kanıta ihtiyaç yok. Heyetiniz “antrakt” dedi çaresi yok, perde kapanacak. Ancak bu durum, olağan koşullarda “perde” demeye engel değil. Evet, “perde” denecek muhakkak. Kanımca fazla uzun zaman sonra da değil. Ve işte ben o gün değişen rolleri, oyunları, oyuncuları heyecanla bekliyor olacağım. Görüşmek dileğiyle, kalın sağlıcakla. Savcı ve faresi Çiçekli tarlaların kıyısından geçiyoruz. Mora bulanmış ağaçların arasından, kurumuş derelere paralel yollardan, eski köylerden, yeni kavşaklardan. Ülkenin karanlığından kendi aydınlığımızla... geçiyoruz. Arkamızda kirli bir şehir, önümüzde zorlu bir dava. Günlerce sürecek olan karar duruşmasının ilk celsesini izlemeye, Silivri’ye gidiyoruz. Kalabalık mıyız... evet. Tenha mıyız... ona da evet. Sonucun hukuken ne olması gerektiği belli ama ne olacağı her zamanki gibi belirsiz. Bahar baştan çıkarıcı, hukuk iç karartıcı. Duruşma salonundaki yerimizi alıyoruz. Arkadaşlarımız aynı cümlelerle, aynı itirazlarla, aynı isyanlarla bir kez daha yeniden anlatıyorlar mahkeme heyetine... Bu dava neden siyasidir, iddialar baştan beri nasıl bir algı operasyonunun peşindedir. Sanıklar ve hâkimler ve kâtipler ve mübaşirler ve jandarmalar ve avukatlar ve izleyiciler ... Gözlerimizi bir yere sabitliyoruz ve neredeyse artık ezbere bildiğimiz ve niyetini çözdüğümüz delillerden yayılan ve ayyuka çıkan çürük kokusunu ortak bir bıkkınlıkla içimize çekiyoruz. Savcı da bizle aynı korkunç kokuyu soluyor. Ve bir yandan da bilgisayarının faresini temizliyor. Siyah ufak fareyi avucunun içine almış evirip çeviriyor. Üzerinde kendisinden başka kimsenin görmediği derin bir kir. Davanın tek tutuklu sanığı Akın Atalay, savunmasını yaparken o kendi iddialarının arkasında durma ağırlığını avucundaki fareye yükler gibi... Hırsla ve usulca temizliyor avcundaki nesneyi. Sağ elinin işaret parmağıyla farenin kenarını uzun uzun ovuşturuyor. Parmağında parlak kırmızı taşlı bir yüzük. Taşın kırmızısı her harekette tavandaki beyaz ışıkla buluşup parıldıyor. Farenin üzerindeki kir... sanki çıkmıyor da çıkmıyor. Savcı sadece bir ele dönüşmüş... Fare kire... savcı ele.. fare kire... Akın, gazetecilik nedir bininci kez tane tane anlatıyor. Savcı fareyi elinden bırakmış şimdi de tırnaklarının içini temizliyor. Akın, “Algı operasyonu” diyor. Savcı kiri düşünüyor. Akın, “Neden yargılandığımız belli” diyor. Savcı kiri düşünüyor. Savcının arkasındaki dev ekranda mütalaadan sayfalar beliriyor. Savcı mütalaayı ilk kez görmüş gibi, kiri bir an unutup dev ekrana bakıyor. “Özetle, bir bütün halinde yayıncılık faaliyetinde bulunmak suretiyle, terör örgütlerine destek olup yardım ettikleri...” Kirli olan sahi neydi? Savcı yeniden fareyi hatırlıyor. Akın, “Görülüyor ki biz sadece gazetecilikten yargılanıyoruz” derken... O, parmağını hızlıca ağzına götürüp ıslatıyor ve yeniden fareyi temizleme uğraşına dalıyor. Bu haliyle nasıl da, uyurgezer bir halde ellerindeki hayali kan izlerini çıkarmaya çalışan Lady Machbet’e benziyor. Akın, gazeteciliğin ticaretle öncelikli bağı olmaması ya da iktidara hizmet etmemesi gerektiğini anlatırken, savcı bu kez cebinden bir kolonyalı mendil çıkarıyor. Önce fareyi, sonra ellerini, önce fareyi sonra ellerini, önce fareyi sonra ellerini... Uzun uzun o mendille temizliyor. Oradaki varlığını neredeyse unuttuğu sanık, “Gazetecilik öncelikli olarak toplum yararını gözetmekle yükümlüdür” diyene kadar mekanik bir hareketle bunu yapmayı sürdürüyor. O an, bir an, sanki ‘yükümlülük’ fiiline aklı takılıyor, başını kaldırıp Akın’a bakıyor. Neyse ki Akın ona dönüp, “Hukuk öncelikli olarak neyi gözetmekle yükümlüdür” diye sormuyor. Savcı derin bir nefes alıyor. Artık temizlemekten vazgeçtiği fareyi tıklayıp, ekranda temiz bir sayfa açıyor. MUSTAFA KEMAL GÜNGÖR: Hukukun temel prensipleri yok Bu davada tüm itirazlarımıza rağmen hukukun temel prensiplerine uyulmadı. Adil yargılanma ilkemiz çiğnendi. Haksız ve hukuksuz olarak özgürlüğümüz elimizden alındı. Binali Bey pek esprili bir adam. Hapishanedeyken bir gün Adalet Bakanlığı’nın düzenlediği bir toplantıda “Biz küçükken adaletle ilgili birimlerin hep bodrum katta olduğunu görüyordum ve bunun için hep adalet mülkün temelidir diye yorumlar yapılıyor diyordum. Yargıya olan güveni daha da artırmak için yeni bir reform paketini Meclis’e getireceğiz” dedi. Adalet hâlâ bodrumda. Adını Atatürk’ün koyduğu, Türkiye’nin en köklü gazetesi Cumhuriyet hakkında bir karar vereceksiniz. Bunun çok önemli bir anlamı olacak. Halkın haber alma hakkını, gazeteciliği, hukuku yakından ilgilendirecek, vereceğiniz kararla ülkenin hukuk tarihine geçeceksiniz, nasıl geçeceğiniz size kalmış. Tercih sizin, karar sizin. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle