22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Salı 10 Nisan 2018 EDİTÖR: SERKAN OZAN TASARIM: BAHADIR AKTAŞ Cezaevi fakültesi haber 9 Cezaevlerinde tutuklu ve hükümlü 70 bin öğrenci var. Bu rakama, tutuksuz yargılanan ya da uzun tutukluluktan serbest bıra kılan ve yargılaması devam eden yani birkaç ay içinde içeri alınacak yüzler ce öğrenci de eklenince sayı 100 binin üstüne çıkıyor. Cezaevlerindeki öğren cilere, okul kampusundaki “Afrin tar tışması’’ sonucunda 10 Boğaziçili de eklendi. Tutuklanan öğrencile rin okulla ‘ilişikleri şim dilik kesilmeyecek? An cak bu öğrencilerin eği FİGEN ATALAY tim yaşamlarının akıbeti şimdilik belirsiz. Tu tuklanan öğrenciler ön ce okuldan uzaklaştırma alıyor. Hü küm giyince disiplin cezası alarak okuldan atılıyorlar. Cezaevinde yeni den üniversite sınavını kazanırlarsa 2 yıl kayıt dondurma hakları oluyor. Cezaevlerindeki öğrencilere vasilik yapan, davalarını takip eden bir öğre tim üyesi, öğrencilerin ağır cezada yar gılandıkları için çok uzun ceza aldıkla rını belirterek, “Alt sınırdan bile ceza alsalar ki bu çok ama çok nadir oluyor bu süre 5 seneden başlıyor. Benim ta nıklık ettiğim davalarda 9.5 yıl, 12 yıl, 16 yıl hüküm giyen, Yargıtay’ın da ona dığı cezalar var. Yaşları da düşünüldü ğünde yaşadıklarından daha uzun sü reyi cezaevinde geçirmeleri gerekebili yor. İlhan Çomak üniversite 2. sınıftay ken 22 yaşında cezaevine girdi, 25 se nedir içerde’’ dedi. Gerekçe hep aynı Çalıştığı üniversiteden “sert uyarı’’ alması nedeniyle adını vermeyen hoca, “Ne gerekçelerle gözaltına alınıyor, tutuklanıyorlar’’ sorusuna yanıtı şöyle: “Tutuklanma gerekçeleri hep aynı. Son Boğaziçi Üniversitesi davasında da net bir şekilde gördüğümüz gibi öğrencilerin savaşa karşı olması ki herkes amasız savaşa karşı olmalı, gençler zaten haydi haydi savaşa karşı olur bile ülkeyi bölme, örgüte yardım etme, örgüt üyesi olma gibi algılanıyor ve öyle midir, böyle midir diye incelenmeden anında öğrenciler gözaltına alınıyor. Cumhurbaşkanı’nın bir mitinginde, kazayla, bir grup insanı ve ya öğrenciyi işaret etmesi ile hemen harekete geçiliyor, yurtlar basılıyor, öğrenciler gözaltına alınıveriyor. Gözaltı süresi bitiminde de tutuklanıyor. Biliyorsunuz bir hafta olan gözaltı süresi ki bu da uzundur, karakolda 1 hafta ciddi işkencedir, güvenli de değildir ve bu süreçte insan haklarının ne derece göze Türkiye’de tam 70 bin öğrenci cezaevlerinde. Yargılamaları devam edenlerle birlikte sayıları 100 bini bulan öğrencilerin eğitim hayatlarına devam etmeleri ise neredeyse imkânsız İmza sayısı 2120’yi buldu Dünyanın her yerinden akademisyenlerin Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri için başlattığı kampanyada imza sayısı 2120’e ulaştı. “Boğaziçi Üniversitesi’nde Tutuklanan Öğrencilere Açık Destek Mektubu’’ başlıklı metinde, “Dünyadaki akademik toplulukların üyesi olarak Boğaziçi Üniversitesi’ndeki son tutuklamaları ve öğrenciler üzerindeki baskıya kuvvetle karşı çıkıyoruz. Türkiye hükümetini gözaltına alınan öğrencileri derhal serbest bırakmaya çağırıyoruz” deniliyor. ‘SERBEST BIRAKIN’ Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği, hapishanelerde tutuklu ve hüküm giymiş öğrencilerin derhal serbest bırakılmaları ve eğitim haklarının iade edilmesi çağrısında bulundu. Boğaziçi Üniversitesi’nde çıkan olaylar sonrasında öğrencilerin gözaltına alındığı hatırlatılan açıklama şöyle: “Sabahın erken saatlerinde yapılan yurt ve ev baskınlarıyla gözaltına almalar maalesef hâlâ sürmektedir. Gözaltındaki öğrencilerin sağlık koşullarından endişe duymaktayız. Bu ‘yerleşke/ yurt/ev basma silahı’ belli ki öğrenciler ve üniversite üzerinde bir tehdit aracı olarak kullanılmaktadır. Bu saldırının özellikle Boğaziçi gibi özgürlükleri her kesim için sağlamayı ilke edinen bir üniversiteyi seçmesi ayrıca düşündürücüdür. Gözaltına alınan öğrencilerin derhal serbest bırakılmasını talep ediyoruz!. Boğaziçi Üniversitesi’ne, öğrenci yurtlarına ve evlere yapılan polis baskınlarının derhal durmasını talep ediyoruz.Hapishanelerde tutuklu ve hüküm giymiş çok sayıdaki öğrencilerin derhal serbest bırakılmalarını eğitim/öğretim haklarının iade edilmesini talep ediyoruz.’’ tildiğini kontrol etmek çok güçtür. Cezaevi örneğin karakola göre çok daha güvenli bir yerdir. BÜ öğrencilerinde de olduğu gibi uzatılıyor, kolayca 2 haftaya çıkarılabiliyor.’’ Yaralar sarılmıyor Öğrencileri, cezaevinden çıkınca bekleyenler: n Gerek gözaltı, gerek yargılanmaya kadar iddianameyi bekledikleri tutukluluk, gerekse yargılanma sürecinde çok örseleniyorlar. Tutukluların hakları hükümlülere göre daha az olduğu için, OHAL’le işler zorlaştığı için hüküm giyene kadar bile cezaevi içinde çok zorlanıyorlar. Hüküm giymeleri yıllara yayılıyor, bu hükmü Yargıtay’ın onaması da ki çok ama çok az dosyayı bozuyor Yargıtay genelde 12 seneyi buluyor. Yani yargılamanın kendisi cezaya dönüşüyor. n Kayıp yıllar, hayal kırıklılıkları, kötü infaz koşulları, cezaevi içindekilere toplumun bakışı, ailelerin bir süre sonra yalnızlaştırılması, cezaevine git gel maddimanevi güçlükler daha çıkmadan içerideki öğrencileri bir kere daha yaralamış oluyor n Eğitimle bağlarını korumaları çok güç. Pek çoğunun vasileri bilinçli değil, imkânlı değil. Üniversite disiplin suçu, uzaklaştırma ve okuldan atarak onları istemiyor. Sonradan sınavı kazananların sınava girmesini engelliyor. n Devamsızlıktı, güvenlikti, vb. diye onları eğitimden, üniversiteden uzaklaştırıyor. Devlet zaten eğitimlerini pek çok açıdan zorlaştırıyor, engelliyor. OHAL’de hele, genel sınavlara bile giremiyorlar, kitap yasağı var. Bu şekilde içeride oldukları onca yıl eğitim görmeden, meslek kazanamadan, girdiklerinden daha beter çıkıyorlar. n Çıkınca adli sicil kâğıtlarında “teröristmilitan” yazıyor ve bu iş bulmalarına engel oluyor. n Pek çoğu ailelerinden de darbe alıyor. Aile de ya suçluyor ya kendi de tepki gördüğünden, yalnızlaştırıldığından onların ruhsal ihtiyaçlarını anlayabilecek durumda olamayabiliyor. n Dışarıda olsalar da kendilerinden yıllarca uzaklaştırılmış bir dünyada, mesleksiz, teknoloji ya da diğer gelişmelerden geri kalmış , arkadaşsosyal çevrelerini kaybetmiş bir halde tek başlarına kalıyorlar. Yönlendirilmiyorlar, rehberlik, psikolojik danışmanlık hizmetlerine ulaşamıyorlar. Toplum onlardan çıktıklarına sevinmelerini bekliyor ama kimse yaralarını sarmıyor. Bizim attığımız okuyamazAnkara Ünİversİtesİ yönetİmİndeN İtİraf gİbİ yönetmelİk değİşİklİğİ: OZAN ÇEPNİ Ankara Üniversitesi (AÜ) yönetimi, KHK ile Hukuk Fakültesi’nden ihraç edilen akademisyen Cenk Yiğiter’in üniversiteye öğrenci olarak dönüşünü kişiye özel yönetmelikle engellediğini itiraf etti. İhraç edildikten sonra üniversite sınavını kazanan Yiğiter’in kaydını yönetmelikle engelleyen AÜ yönetimi, açılan davanın ardından yönetmeliğin kapsamını daraltarak ‘adrese teslim’ hale getirdi. ÖSYM’nin 2017 üniversite yerleştirme sonuçlarını açıkladığı gün yayımlanan “Ankara Üniversitesi Ön Lisans ve Lisans Eğitimöğretim Yönetmeliği” dün yine değiştirildi. Kayıt olma koşullarını belirleyen maddeler arasında “Üniversiteye kayıt hakkı kazanan adayların yükseköğretim kurumundan çıkarma cezası almamış veya herhangi bir nedenle kamu görevinden çıkarılmamış olması gerekir” ifadesini ekleyerek Yiğiter’in öğrenciliğini engelleyen rektörlük, dün ilginç bir değişikliğe daha imza attı. AÜ’de öğrenci olamama koşulu kamudan ihraç yerine üniversiten ihraç edilme düzeyine indirdi. Yeni yönetmelikte kayıt olma şartı “Üniversite personeli iken kamu görevinden çıkarılmamış olması gerekir” ifadeleri ile daraltıldı. ‘Adrese teslim oldu’ Cumhuriyet’e konuşan Yiğiter, “Haksızlık bu şekilde daha da adrese teslim oldu. Niyetleri daha çok ortaya çıktı. Açtığımız davada yürütmeyi durdurma istemi çok komik gerekçelerle reddedildi. Değişikliğin açtığımız davadan kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Süreç önceki dava üzerinden devam edecek. Yönetmeliğin değiştiğini mahkemeye bildirecekler biz de aykırılığın devam ettiğini savunacağız” dedi. l ANKARA Tutuklu avukatlarla dayanışma toplantısı düzenlendi ‘Tarihi avukatlar yazacak’ Tutuklu avukatlarla dayanışmak için düzenlenen “Savunmaya Özgürlük” toplantısında konuşan İstanbul Barosu Başkanı Avukat Mehmet Durakoğlu, gazetemiz İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay’ın da aralarında bulunduğu çok sayıda avukatın tutuklu olduğunu hatırlatarak, “Avukatlığımızın kriminalize edilmesine izin vermeyeceğiz. Bu meslek tarih boyunca hep OHAL koşullarında direndi. Tarihi yine avukatlar yazacak” dedi. İstanbul Barosu’nda ‘Savunmaya Özgürlük’ adıyla tutuklu avukatlarla dayanışma toplantısı gerçekleştirildi. Avukat Kemal Aytaç’ın moderatörlüğünü yaptığı toplantıya İstanbul Barosu Başkanı Avukat Mehmet Durakoğlu, HDP Mardin Milletvekili Hukukçu Prof. Dr. Mithat Sancar, CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, Avukat Kemal Aytaç, Müzisyen Suavi, Akademisyen Aslı Aydemir, Sosyal Haklar Derneği Başkanı Melda Onur, Gazeteci Ertuğrul Mavioğlu, Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu üyesi Avukat Mustafa Kemal Gün gör, Nuriye Gülmen ve ‘Adalet Nöbeti’ avukatları katıldı. ‘Hukuk labirenti’ İstanbul Barosu Başkanı Mehmet Durakoğlu, avukatların baskılara boyun eğmeyeceklerini ve tarihi yine avukatlar yazacağını söyledi. “Türkiye bugün hak arama konusunda bir hukuk labirenti içerisinde” diyen Durakoğlu, şöyle konuştu: “Akın Atalay neden 526 gündür içeride deyince mantıklı bir açıklama bekliyoruz. Avukatlığımızın kriminalize edilmesine izin vermeyeceğiz. Bu meslek tarih boyunca hep OHAL koşullarında direndi. Tarihi yine avukatlar yazacak.” Müzisyen Suavi konuşmasında, “Sanatın erk olanla flörtü olamaz. Ben tutuklu avukatların sevdalarına tanıklık edip şarkı yazmak isterdim” dedi. Gazeteci Mavioğlu da avukatlarla gazetecilerin son yıllarda sık sık yan yana geldiklerini vurgulayarak, “Hukuksuzluğun, adaletsizliğin ayyuka çıktığı bir dönemdeyiz. Haklı olduğumuz her konuda meşruluğumuzu anlatmak zorundayız” dedi. Milletvekili Sancar ise hukukun olmadığı yerde hukukçuya daha fazla ihtiyaç duyduklarını belirterek, “İyi avukatların varlığı sıkıntıyken mücadeleci avukatların varlığı onlar için daha sıkıntı. Avukatlar hedeflerindeler” diye konuştu. ‘Bizi savundular diye’ Salonda izleyiciler arasında yer alan Nuriye Gülmen söz aldı. Gülmen; “Tutuklu avukatların 19’u benim avukatım. Onlar bizim avukatlığımızı yaptıkları için tutuklandılar. Onlar halkın avukatı olduğu için tutsak edildiler” dedi. Avukat Mustafa Kemal Güngör ise 33 yıllık avukatlığından sonra tekrar eğitim alacağını belirterek, “Hukuk o kadar çok tersdüz edildi ki tekrar eğitim almalıyız. FETÖ yardımından içeri alındık. Adalet Bakanı Bozdağ yanlış olmuş dese de savcı devam etti. Cumhuriyet Gazetesi terör örgütüne yardım ediyor denildi. Hâkim bile buna inanmıyor. Nasıl bir gerekçe gösterecekler diye merak ediyordum” dedi. l İSTANBUL / Cumhuriyet Satranççıya karşı tavlacı Son yıllarda aşırı otoriter yönetimlere örnek verildiğinde, Rusya ve Türkiye birlikte anılıyor. İkisi de on beş yıldan fazla bir süredir iktidarda olan Tayyip Erdoğan ve Vladimir Putin, 21. yüzyılın demokrasi ve diktatörlük karması otoriter rejimlerine örnek olarak gösteriliyor. Yönettikleri rejimler için demokratür kavramı kullanılıyor. İki liderin yönetim biçimleri arasında güçlü benzerlikler var. Bu konuyu ele alan birçok çalışma yayımlandı. Aralarındaki farklar da bir o kadar önemli. Rusya’nın coğrafi büyüklüğü ve petrol ve gaz rezervlerine dayalı rant ekonomisinin verdiği güç imkânları ile, hammadde yoksulu, düşük iç tasarruf nedeniyle dış finansmana bağımlı, coğrafi konumunu sürekli stratejik rant olarak kullanmaya çalışan Türkiye’nin muktedirine sağladığı güç olanakları farklı. İki liderin tutum, kavrayış ve hareket tarzı da pek benzemiyor. Sanki bir yanda satranç oyuncusu, diğer yanda tavla oyuncusu var. Putin, önde gelen zihinsel spor faaliyetinin satranç olduğu bir ülkenin lideri. Kendisi iyi bir satranççı mı, bilmiyorum. Ülkenin satranç genel kültürü kadar, sinirlerine hâkim bir KGB ajanı olarak yetişmiş olmasının da etkisiyle, uzun erimli hamleleri tasarlamaya yatkın bir altyapısı var. Daha çok susarak iş görüyor. Erdoğan ise, satrancın yerini tavlanın aldığı bir ülkenin lideri. Tavla oynar mı, oynamış mıdır bilmiyorum ama siyasal hamleleri tavla oyuncusunun hamlelerine benziyor. Tavla oynarken genellikle yapıldığı gibi, sürekli konuşuyor. Belki elindeki güç kaynakları da sadece böyle oyun oynamasına izin veriyor. Satranç soyut bir genel modelden hareketle belirlenen hamleler tasarlanarak ve karşı oyuncunun stratejileri dikkate alınarak oynanır. Tavla da ise oyun gelen zara göre hep değişir. Karşı oyuncunun oyunu kadar, gelen zar da belirleyicidir. Her zarda oyunu yeniden kurmak, yani öngörülmeme oranı yüksek koşullarda duruma adapte olmak gerekir. İyi tavla oyuncusu gelen zarı iyi değerlendiren oyuncudur. Suriye konusunda Putin ve Erdoğan’ın yürüttüğü politikaları bu satranç ve tavla benzetmesi içinde değerlendirmek mümkün. Erdoğan’ın yönetiminde yürütülen Suriye politikası, neredeyse her yıl baştan aşağı oyun değiştirmek zorunda kalınan bir güzergâh izledi. Bunu pragmatizm olarak tanımlamak yanlış olur. Eldeki güç ve imkânlarla bağdaşmayan, aşırı fırsatçılığın yarattığı bir savrulmalar silsilesi oldu bu. Pragmatizm, gerçeğin gerçekten alınan sonuçlar olduğunu kabul eder. Siyasette karşılığı realizmdir. Beşşar Esad’ın çok kısa zamanda devrileceği beklentisi üzerine kurulan, aşırı romantik saldırgan politika, Şii fobisiyle beslenen bir mezhepçiliğe savruldu. En sonunda Türkiye devletinin kadim büyük korkusunun, Kürt korkusunun tetiklenmesine ve zihnin buna saplanıp kalmasına yol açan gelişmelere yol açtı. Rusya ile kanlı bıçaklı olup sonra onun izniyle Suriye’ye askeri müdahale yapar hale geldi Türkiye. Şimdi bu korkunun yönlendirdiği başka savrulmalara ve olası yeni yalnızlıklara, kontrpiyede kalma durumlarına yol açması muhtemel bir dış politika hamlesi sergiliyor Erdoğan yönetimi. Bugüne kadar zora düştüğü durumlarda zar genellikle iyi geldi ve Erdoğan durumu lehine değiştirecek hamleyi yaptı. Ne var ki uzun vadede zarın iyi gelme ihtimali, kötü gelmesi kadardır. Politikayı soğukkanlı bir satranç oyuncusu gibi kuran bir aktör karşısında (ki diğer aktörlerden biri olan İran satranç oyununun icat edildiği ülkedir), bileğinin şansına güvenen bir tavla oyuncusunun uzun vadede kazanma ihtimali yok denecek kadar zayıftır. Usta satranççı, bir müddet sonra rakibini eli kolu bağlı hale getirmek için, onun ilerleme hamleleri yapmasına, hâkim durumdaymış gibi gözükmesine izin verir. Suriye’de Erdoğan yönetiminin bugün elde etmiş gibi gözüktüğü başarı böyle bir durumu çağrıştırıyor. 8’i EMEP ve FKF üyesi 11 kişi gözaltında Ankara’da sosyal medya dolayısıyla gerçekleştirilen gözaltı işlemlerine bir yenisi daha eklendi. “Sosyal medya üzerinden terör propagandası yapmak” gerekçesiyle dün sabah saatlerinde yapılan operasyonda, ikisi Emek Partisi (EMEP) üyesi, altısı Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF) üyesi olmak üzere toplam 11 kişi gözaltına alındı. EMEP Ankara İl Yöneticisi Rüstem Kahraman ve Yenimahalle İlçe Yöneticisi Özlem Boyraz Özel’in de evlerine baskın yapılarak gözaltına alınmasının ardından EMEP Ankara İl Başkanı Fikret Aslan, duruma tepki gösterdi. Aslan, keyfi uygulamalarla gözaltına alınanların bir an önce serbest bırakılmalarını istedi. l ANKARA / Cumhuriyet C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle