21 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 11 Şubat 2018 TASARIM: SERPİL ÜNAY yorum 13 Pasif direniş çeşitlemeleri Örgütlenmenin de pasifi mi olur, demeyin, öyle bir olur ki. Şimdi sabahleyin kalkıyoruz hemen Facebook’a saldırıyoruz; kim tutuklandı, kaç şehit var, benzin ne kadar oldu, kaç kız ya da erkek çocuğuna tecavüz edildi, kaç kadın şiddet gördü... Evet bir felaket havuzuna atlar gibi her yanımız sarsılıyor ve kendimizi çaresiz, karamsar hissediyoruz. Bütün bunlar gerçek ama oturup ağıt yakmak gerekmiyor, şimdi diyeceksiniz ki, hangi birine yetişelim, kendimi parçalanmış hissediyorum. İşte burada pasif direniş devreye girecek. Şimdi, hepimiz yakınıyoruz, eski bizi daha mutlu eden, daha çok yaşama bağlayan değerlerimizi yitirdik. Öyleyse, bunları yeniden kazanmak ve daha büyük direnişler için güç toplama zamanı. Örneklerle gidelim: İsveç’te yeni spor biçimi ortaya çıkmış. Bildiğiniz koşu ama bu koşunun bir amacı var. Koşanlar ellerinde torbalar, sokaklardaki çöpleri topluyorlar. Gerçi İsveç’te sokakta pek çöp olmaz ama gene de varmış demek ki, topluyorlar. Şimdi düşünün, mahallenin kahvesine gidip miskin miskin oturan mahalle ahalisini bu tür bir koşuya ikna edebilirsiniz. Önce biriki kişi gelir, önemli değil, siz üç kilometrelik bir yolu seçin ve her gün topladığınız çöpleri önce mahalle kahvesine getirip bir masaya oturun. Enerjinizin çok yüksek olduğunu hissedeceksiniz, hikâyeler anlatılmaya başlanacak ve hiç kuşkunuz olmasın bu enerjiden pay almak isteyenler çoğalacak ve bir de bakacaksınız ki, on kişi, on beş kişi olmuşsunuz. Artık bir grupsunuz ve başka direnişler için yola çıkmaya hazırsınız. Bir yerde okumuştum, galiba gene Kuzey ülkelerinden birinde. O kentte sürekli kent bireylerini bir araya getiren yarışmalar yapılıyormuş ama yetmiş beş yaş üstü kadınlara pek bir kötü muamele yapılmış ve onlar hiçbir yarışmaya katılamamışlar. Öyle mi, kim korkar hain kurttan, bölgedeki yetmiş beş yaş üstü kadınlar hemen bir dernek kurarak başlamışlar çalışmaya. Şimdi yarısı romatizmalı, yarısı kalp pilli teyzeler ne yapmışlar diye merak ediyorsunuz, hemen merakınızı gidereyim. Günler geceler boyu yün örmeye başlamışlar ve kentin bütün elektrik direklerine rengârenk giysiler giydirmişler. Kent sakinleri bir gün uyandıklarında bakmışlar ki, sokakları bir renk cümbüşü içinde, doğru yetmiş beş yaş üstü kadınların kurduğu derneğin kapısına gidip alkışlamaya başlamışlar. Yetmiş beş yaş üstü kadınlar da en güzel folklor giysileriyle onları dans ederek karşılamışlar. Yaşınız kaç olursa olsun, hepimiz işe yaradığımızı görmekten mutlu oluruz. Geçenlerde okudum, İngiltere’de yalnızlık bakanlığı kurulmuş. Çünkü güneş batmayan imparatorluk İngiltere’de yedi milyon yalnız yaşayan insan varmış. Bir gün adamın birinin canına tak demiş, bir mektup yazmış, mektup şöyle: “Bu mektubu cebime koyup Times nehrine kadar beş kilometre yürüyeceğim, herkese selam vereceğim, güleceğim, selamımı alan tek bir insan olursa intihar etmekten vazgeçeceğim, aksi takdirde mektubumu okuyacaksınız.” Ne olmuş, adam kendini nehrin sularına bırakmış. İşte böyle, dünyada o kadar çok yalnız ve yaşlı insan var ki; yalnızlık insanı için için yiyen bir duygudur, öyleyse belediyeler her mahallede bir çocuk evi açıkları gibi yaşlı evi de açmalılar. Birlikte olmak, birlikte bir iş yapmak insanı gençleştirir, ben aktif direnişlerde öyle çok yaşlı ama genç insan gördüm ki, yeter ki yeniden bir araya gelmeyi ve topluca bize eski güzel günleri anımsatan işler yapmayı başaralım. Bu arada ben de nacizane bir pasif direniş örgütlemek istiyorum. Pardon bir değil, iki, ancak bu direniş biçimi toplu taşıma araçlarına binenler için, buna ben de dahilim. Arkadaş minibüste, otobüste erkek vatandaşlar sanki babalarının evinde oturur gibi bacaklarını iki yana ayırıp lök gibi oturuyorlar. Dostlarım böylelerine gayet sakin şöyle demenizi istiyorum: “Burası sizin oturma odanız değil, lütfen ayaklarınızı birleştirin.” Şaşırıp kalacaklar ama ayaklarını birleştirecekler ve siz diğer kadın yolculardan birer gülücük alacaksınız. İkincisi, her yerde hiç çekinmeden telefonlarıyla en mahrem konularını bile konuşan insanlar var. Öyle iki dakika filan değil, sürekli... Onların da omuzlarına şöyle bir vurup, “Arkadaş senin sevgilini, sevgilinle ne yaptığını öğrenmek benim hiç hoşuma gitmiyor. Lütfen kapatır mısın artık” diye seslenin. Küçük bir şok ve telefon kapanıyor. Çevreye bir göz atın, size göz kırpanları, gülenleri göreceksiniz. Bunun insana nasıl bir enerji verdiğini yapmadan bilemezsiniz. Hadi artık keselim ve herkes kendine bir pasif direniş yolu bulsun, aksi takdirde negatif enerji bizi yiyip bitirecek. 11 ŞUBAT 2018 SAYI: 33730 İmtiyaz Sahibi: CUMHURİYET VAKFI adına Orhan Erİnç İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay Genel Yayın Yönetmeni MURAT SABUNCU Yazıişleri Müdürü Yazıişleri Müdürü (Sorumlu) Haber Koordinatörü Bülent Özdoğan Faruk Eren Aykut Küçükkaya Reklam Direktörü Deniz Tufan Rezervasyon ve Planlama Koordinatörü Bülent Gürel l Görsel Yönetmen: Hakan Akarsu l Ekonomi: Olcay Büyüktaş l Dış Haberler: Mine Esen l Spor: Arif Kızılyalın l Gece: Ayça Bilgin Demir l Yurt Haberler: Selin Görgüner l Fotoğraf: Uğur Demir l Düzeltme: Mustafa Çolak Web Koordinatörü: Oğuz Güven [email protected] Ankara Temsilcisi: Erdem Gül Güvenevler Mah. Güneş Cad. No: 8/1 Çankaya 06690 Ankara Tel: (0312) 442 30 50 İzmir Reklam Tel: (0232) 441 12 20 0530 430 74 17 Okur Temsilcisi: Güray Öz [email protected] Yayın Kurulu: Orhan Erinç (Başkan), Güray Öz (Bşk. Yrd.), Ali Sirmen, Hikmet Çetinkaya, Emre Kongar, Şükran Soner, Hakan Kara. l Muhasebe Müdürü: Günseli Özaltay l Satış Dağıtım Müdürü: Tunca Çinkaya Yayımlayan ve Yönetim Yeri: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 343 72 64 eposta: [email protected] Reklam Yönetimi: Yenigün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ. Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sk. No: 2 34381 Şişli/İstanbul Tel: (0212) 343 72 74 (20 hat) Faks: (0212) 251 98 68 eposta: [email protected] Yaygın süreli yayın Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul Dağıtım: Doğan Dağıtım Satış Pazarlama Matbaacılık Ödeme Aracılık ve Tahsilat Sistemleri AŞ Esenyurt/İstanbul Cumhuriyet’te yer alan haber, yazı ve fotoğrafların yeniden yayım hakkı saklı tutulmuştur. İzin alınmadan ve kaynak göstermeksizin yayımlamak Basın Kanunu gereğince hukuki ve cezai yaptırıma tabidir. İstanbul Ankara İzmir İmsak 06:31 06:15 06:38 NAMAZ VAKİTLERİ Güneş Öğle İkindi 07:57 13:24 16:12 07:40 13:09 15:59 08:00 13:32 16:24 Akşam 18:40 18:26 18:51 Yatsı 20:00 19:45 20:08 Önce çıkarlar çatışır, sonra silahlar. Çıkarların ardında da insanlar vardır, silahların tetiğinde de… Çıkarların ardındaki adamların attığı ya da atamadığı imzalar, tetikteki ellere “ateş” ve “dur” emirleridir. Emperyalizm, küresel egemenlerin ezelden ebede kökü kazınamayan, soyu kurumayan, çünkü her çağda sömürecek bir meta bulan ve doymak bilmeyen hegemonya tutkusudur. Emperyalistlerin tepişmesi hiç bitmez. Sömürdüğü toprağa, şavulladığı ereğe rüşvet ve imzayla ulaştığı zamanlara barış, silahla eriştiği zamanlara savaş denir. Barış zamanı, hasbelkader emperyalizmin çıkar alanında yaşamak gadrine uğrayan halkların kanını usul usul emmeye, canını bağışlayarak sömürmeye yarar. Savaşlar ise doğrudan kanını dökmeye, canını almaya. Çıkarların ardındaki adamlar asla savaşmaz, savaştırırlar. Dolayısıyla hiçbir savaş, ister galip gelsin ister mağlup, hiçbir emperyalistin canına mal olmaz. Ölenler daima emperyalistlerin tetikçileri ya da emperyalizme karşı dövüşenlerdir. Ve barışta ya da savaşta, çıkar çatışması biteviye sürer… HHH Ortadoğu’da sömürgenlerin paylaşamadığı meta, geçen yüzyılın başından beri değişmedi: Doğalgaz, petrol… Çıkar çatışması sadece metanın coğrafi sahipleriyle ona göz diken emperyalistler arasında değil; hepsinin birbiriyle dövüştüğü bir mücadelede, çok parçalı ve cepheli: Aramco’su, Exxon’u, BP’si, Rosneft’i, Total’i, Gazprom’u vb. uzayıp gidiyor rekabet listesi. Enerji hammaddesi taşıyan tüm topraklarda zulmün altyapısı, bu dev şirketlerin kanlı elleridir. Orta’ya karışık Doğu! Emperyalistler aralarında tepişirken dost, düşman birbirine karışır. Örneğin Suriye’deki Esad rejimine koyu muhalif Türkiye, halen Esad rejimini destekleyen Rusya ile İran’la mutabık ve Esad’ı istemeyen ABD’ye karşı görünürken… Kendi sınırlarını YPG, PKK gibi emperyalist beslemelerden korumak amacıyla Suriye’ye girdi ve eğer askeri ereklerine ulaşırsa, besleme terörden temizlediği toprakları Suriye’deki beğenmediği Esad rejimine geri vereceğini söylüyor. HHH Böyle bir çelişki yetmiyor, Türkiye’nin ABD’nin bölgeyi karıştırıcı politikasına karşı müttefiki sandığı Rusya, “Zeytin Dalı Harekâtı” sırasında Türk savaş uçaklarına hava sahasını kapatabiliyor. Çünkü YPG ve PKK’yi hem ABD kullanıyor, hem Rusya… En kısa özeti bile kafa karıştırıcı bir durum değil mi sizce de? Üstelik Suriye’nin başına örülen çorabın yumağı, bu ilmeklerden ibaret değil. Kimin eli kimin cebinde ve kimin silahını tutmakta, kime karşı kullanıyor, hiç mi hiç belli değil. Suriye’de taraflar, çatışmacı iki emperyalist güç, ABD ile Rusya’nın arkasında cepheleşmiş görünüyor. Peki, tamam. Ama ABD ile Rusya’nın çıkarları nerede çatışıyor, nerede birleşiyor kesin olarak belli mi? Önümüzdeki hafta Ankara’ya üçüncü ziyareti beklenen ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’ın Putin’in yakın arkadaşı olduğunu biliyor musunuz? HHH Exxon Mobil’in eski CEO’su ve halen 150 milyon dolar düzeyinde hissedarı olmayı sürdüren Tillerson ve Putin, 90’lı yıllarda Sakhaline Adası’ndaki görevleri sırasında tanışıyorlar. Putin, Yeltsin’in yerini aldıktan sonra Tillerson’ın yönettiği Exxon, Rusya’nın Rosneft’inden 11 ihale alıyor. 2011 yılında Putin ve Tillerson, kutup bölgeleri ve Sibirya’da petrol arama çıkarma çalışmaları için ortaklık anlaşması imzalıyorlar. 3.2 milyar dolarlık bu anlaşma, Rusya’ya Ukrayna yaptırımları uygulandığından beri donduruldu. Ama her an çözülebilir… HHH Putin, 2012’de Tillerson’ın göğsüne kendi eliyle Rus Dostluk Madalyası taktı. Tillerson, 2014’te Rusya’ya konulan cezai yaptırımlara karşı olduğunu açıkladı. Geçen yıl ABD Dışişleri bakanı atandığında; başta kankası, en sıcak, candan, gönülden övgüleri Rus hükümetinden aldı! Şimdi durup düşünelim: ABD Başkanı Trump, Tillerson’ı niçin Dışişleri bakanı yaptı? Sadece petrolcü olduğu için mi? Hayır. Rex Tillerson, Putin’in kankası ve Ortadoğu petrollerinin paylaşılmasından dondurulan AmerikanRus işbirliğini canlandırmaya; Rusya’yla anlaşabilecek belki de tek kişi olduğu için Dışişleri bakanı yapıldı. Elbette verecek makamının hakkını. Vah benim yapayalnız, zavallı ülkem Türkiye! Dört pazardır yoktum. “İzin kullandığım” belirtildi. İznimi has Şyeerhinireeafsltaınnemswtaiiwnnnawahd.marheeemtkl@eiit gtca“mnaA.acimoll.tmcıoi”m söylemine kulak asmadı. tanelerde kullandım. Yazarı, Sultanahmet’i sollayıp yöneticisi, muhasebecisi, yedi minareye ise cesaret aşçısı, aylarca, hatta yıllarca edemedi. Çünkü ortasında hapishanelerde yatan gaze Kâbe’nin yer aldığı Hare tenin bir ferdinin hastanede müşşerif yedi minareliydi. yatması elbette haber teşkil etmez. Zaten bizim gazetede Siluetini sevdiğimin Dünkü en kahraman öneriyi ise TBMM Başkanı yaptı: “Adı, Recep Tayyip iktidarıyazar çizerin, kendi “ahvali şahsiyesi”nden söz etmesi usulden değildir. Oysa ben Camisi olsun”. Olsun, yanında da türbe inşa edildiğine göre! zetmek gibi olmasın çok satışlı gazetelerin yazarları değil bütün. Bu ülkenin her gerçeği de Bildirici’nin “siluet” dediği, ne yazık ki, dönüp dolanıp iktidarı ülkeye gölgesi düşen 28 ünlü kendilerinden söz etmek, kırılan ayaklarını bile ülke gündemine da aşıyor, muktedire dayanıyor. şahsiyetin portresi. Yazıldığı yılGenellikle önce yazı yazılır son larda henüz karartısı düşmediği sokmakta mahirler. Bizler ise Cumhurbaşkanı ile yatıyor, AKP lideri ile kalkıyoruz. Niye mi? Gerçek bölünmez bir bütündür de ondan. İzninizle Umberto Eco ne diyordu: “Gerçek bütündür... Kendisinin bizim çıkarlarımız ya da utancımız tarafından eksiltilmesine izin vermez.” HHH Adalet Bakanlığı’nın (yoksa bakanın mı?) özel izniyle Silivri ra ona uygun bir başlık atılır. Bu defa önce başlığı yazdım. Sonra yazı kendini yazdı. Yılbaşını ve doğum günümü geçirdiğim hastane odamın manzarası bana bu başlığı dayattı. Geçen yıl kaçak diye yıkılan 12 katlı yapının yerine 38 katlısı dikilmiş. Yer demir gök beton! Gece ateşlenince sayıkladığımı söyleyen hemşirelere, biraz da mahcup “Neler söylüyordum?” diye sordum. “Sevdiğim... Sil... için aralarında Tayyip Bey yok. Kitabın eksiğini bu yazı ile doldurmak gibi bir niyetim yok. Dokunan yanıyor. Naçiz niyetimiz sadece bir öneri. Bugün HDP Kongresi var. Kürt olduğu halde soyadı Türk olan Ahmet Türk gibi birçok delege veya üye orada  olacak. Varlıkları yetmez gibi soyadları ile can sıkacaklar. Oysa Tayyip Bey ne buyurmuştu: “Türk ve Türkiye ismini layık olanlar kullanacak!” ve Maltepe’ye yaptığım arkadaş ziyareti bronşitimi azdırmakla kal Sili... gibi bir şeyler. Ama tam anlaşılmıyordu!” dediler. Üstelik yetim Ahmet Türk’ü büyüten üvey annesinin adı da madı, bir de 8 hafta sürecek bir zatürreye mal oldu. “Sili...”den “Silivri” akıllarına gelmiş “Türkiye” imiş. Sayın Türk, Marolabilirdi. Belki de, Cumhuriyet’te din Belediye Başkanlığı’na layık Oysa, gün ışığından, pencereden mahrum beton “görüşme hücresi”nde sadece dört saat kalmıştım. Arkadaşımız Emre İper ise kanıtsız tanıksız 9 ay yattı çıktı. Akın Atalay ile Murat Sabuncu 1 yılı çoktan devirdiler. Ahmet Şık zaten, değil zamana, her şeye meydan okuyor. Maltepe’deki Enis Berberoğlu için ise savcı bey “müebbetten” söz ediyor! Enis’e birçok şey vız gelip tırıs gidiyor. Hatta bu haftaki “İstinaf duruşması” bile! Toplam 4 saat geçirdiğim be yazan birinin sayıklayacağı en uygun sözcük diye düşündüler! Ama alakası yok. Birden anımsadım. Faruk Bildirici’nin 2000’de yazdığı kitabının adını sayıklamıştım. O günkü Hürriyet’in manşeti “Silueti bozan 16/9 kuleleri yasallaştı” idi. “Siluet” Fransızca. Anlamını Türkçe Sözlük (TDK) “karartı” diye açıklıyor. Keşke, kararan sadece Sultanahmet Camisi’nin silueti olsaydı. Tüm ülke mazisiyle geleceği ile ampulün saçtığı karanlığa görülmediği için görevinden alınmıştı. Peki, Türk soyadına layık mı? Ya Hz. Muhammed’in ilk ismi olan Ahmet’e? Kurumların adını değiştirmek yetmez. Kişilere de el atılmalıdır! Mesela bir emekli amiral Türker Ertürk var. Her taşın altından çıkıyor. Tayyip Bey’e harfiyen muhalif. Yani ne adına layık ne de soyadına. O öyle kalacak mı? Hapiste de olsa, taş gibi, yüzde 12’lik rakibi Selahattin Demirtaş var. Soyadı ile “çok sağlam, çok dayanıklı” gibisinden sürgit bir ton kafeste onlar binlerce 4 saat geçirdiler. Ve maşallah madden itiliyor. Ama Allah var. Tayyip Bey kısmen de olsa bunun da algı yönetimi yapıyor. Bir KHK ile soyadı “Tozteneke” yapılmalı de manen de aslan gibiler. HHH önlemini alıyor. Silueti bozuldu diye Çamlıca tepesine, 6 minareli dır. Zaten kendisi Türkiye Barolar Birliği üyesi avukat. Böylece hem Çok satışlı yazarlar gibi sözde “şahsi” ve “gayri siyasi” takıla Sultanahmet’ten daha görkemlisini yaptırdı. Ama takdir edelim bir taşla iki kuş vurulmuş olur, hem de ülkemizin silueti daha se caktık. Ama dedik ya, gerçek bir ki, bu kez itibardan tasarruf etti. vilesi hale gelmiş olur. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ÇİZGİLİK KAMİL MASARACI [email protected] Ne oluyor bu robotlara? Sahi robotların ifade özgürlüğü olacak mı? Çünkü belli ki bunlar ileri geri konuşacaklar. Ne yapacağız? Hadi Ulaştırma bakanına “güvenli internet” gününde, kürsüde konuşma yaptığı sırada soru sorarak “saygısızlık eden” robotun “icabına” baktık. Hatta “terbiyesiz robota” özür de dilettik. Fakat bu olay tek değil ki. Robot Sophia’nın bir gazeteciyle röportajı sırasında söylediklerini anımsıyor musunuz? Bazı insanların robotlardan korktuğunu söylüyor gazeteci. Sophia şöyle karşılık veriyor: “Ben de bazı insanları biraz insanlık dışı buluyorum”. Nasıl yanıt ama? Amazon’un akıllı asistanı Alexa ile ilgili haberi okuyunca Sophia’nın bu sözleri daha bir anlamlı geldi bana. Habere göre daha geçen yıl, “seksist ifadeler” kullanan erkeklere Alexa hiçbir karşılık vermiyormuş. Ya da konuyu geçiştiriyormuş. Yani dizini kırıp oturuyormuş, oturduğu yerde. Şimdiyse “yeni sürüm”le birlikte yanıt vermeye başlamış: “Bana bu şekilde hitap edemezsiniz.” Haberi okuyunca bir an duraksadım. “Kadın robotlar” ve kadın sesiyle konuşan yapay zekâ programları bile cinsel ayrımcılığa uğruyor... Merak ettim, Alexa’ya yönelik hangi ifadeler kullanılmış diye. Haberlerde tek bir sözcük geçiyor: “Orospu!” Diğer sözcükler yok. Detaylı bilgi yok. Fakat tartışmalar ilginç. Alexa’yı programlayanlar “Alexa, erkeklerin bu seksist tutumuna karşı sessiz kalsa, bu tutumu teşvik etmiş olur mu?” diye uzun uzun konuşmuşlar mesela. Sonunda Alexa’nın bir karşılık vermesi gerektiği konusunda fikir birliği sağlamışlar. “Bana bu şekilde hitap edemezsiniz” gibi bir karşılık bulmuşlar. Bana sorarsanız hiç de yeterli değil. Fakat bu bile tartışma yaratmış. Sağ görüşlü bir grup “Dijital asistanlarımız feminist mi oluyor” diye tepki göstermiş. Bakar mısınız şu işe? Amerika’daki bu sağ görüşlü grup, erkeklerin seksist ifadelerinden utanç duyacağına, Alexa’ya tepki gösteriyor. Haberlere göre iPhone’un akıllı asistanı Siri’de de benzer bir dönüşüm söz konusuymuş. Ha gayret Siri... Umarım Siri daha etkili yanıtlar verir. Dijital asistanlarla karşılaştığımız ilk günleri anımsıyorum. Şenlikliydi. “Siri”ye evlenme teklif edenler, ilanı aşk edenler, flört edenler... Demek ki canım cicim ayları geçtikten sonra konuşmaların içeriği de değişmeye başlamış. O zamanlar Siri gibi dijital asistanların bizleri, bizden daha iyi tanımaya başlayacağını söylemiştim. Sadece birey olarak değil, toplum olarak da bizi tanımaya başlayacaklar. Bunun ne gibi sonuçları olabilir diye uzun uzun düşünmüştüm. Fakat erkeklerin bu asistanlara seksist yaklaşımlar sergileyebilecekleri aklıma gelmemişti doğrusu. Bir bakmışsınız birkaç yıl sonra gazetelerden birinde şöyle bir manşet çıkmış: “Alexa sonunda patladı: Sizi gidi seksist adamlar sizi”. Haberde Alexa “Elimde 1 milyon erkeğin ses kayıtları var. Dinleseniz insan yüzüne bakamazsınız. Utanıyorum sizden” deyivermiş. Ayrıca hangi ülkelerin erkekleri daha seksist diye de detaylı bir istatistik açıklayıvermiş. Olur mu olur... Başka hangi “uygunsuz gerçekler” ortaya dökülür? Ne yapacağız o zaman? Söylediklerini beğenmediğimizde “hadi çekil köşene” mi diyeceğiz robotlara? Ya de onları hapse mi atacağız? Fiziksel olarak bir robotu cezaevine gönderebiliriz elbette. Ama onun yazılımını hapsedemeyiz. Çünkü yazılımın önemli bölümü internet üzerinde, “bulutta” çalışıyor. Kaldı ki, robotlar henüz “çocukluk çağı”nı yaşıyorlar. Örneğin bakana “saygısızlık eden” Sanbot henüz 3 yaşında. İnsan gibi olmaya çalışıyor robotlar. Peki biz, insanlar olarak bu “çocuk robotlara” iyi birer “rol model” olabiliyor muyuz? C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle