18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 11 Şubat 2018 10 Yumurtasız omlet, HDP’siz demokrasi Bugün, eğer olağandışı bir engelleme ile karşılaşılmazsa Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) 3. Büyük Kongresi Ankara’da toplanıyor. Yukarıdaki kısacık paragrafta altını siyah çizip, eğik dizip dikkatinizden kaçmaması için çabaladığım cümlecik sizce abartılı mı, gereksiz mi, saçma mı? Mesela AKP Reisi’nin aklına esse ve mesela “Kahraman ordumuz Afrin’de tarih yazarken bu askeri harekâta resmen ve açıkça karşı çıkan bir partinin kongresinin toplanmasına bile izin verilmemesi gerekir” gibi bir yave dillendirse AKP’nin siyasetçilerinden bakanlarına, bakmayanlarına, devletin üniformalı, üniformasız bürokratına kadar görevli, yetkili herkes kolları sıvamaz mı? Mesela polis Ankara’ya giren bütün yolları tutup otobüs, minibüs, midibüs, araba, motosiklet, bisiklet ile kongreye geldiği tahmin edilen HDP delegelerinin yolunu kesse ve Ankara’ya sokmasa çok mu şaşırırsınız? Mesela “HDP Kongresi delegeler gelemediğinden sadece Ankara delegeleri ve Ankara’da olan milletvekilleri ile toplandı” diye bir gazete haberi okusanız “Haydi canım olmaz öyle saçma şey” filan mı dersiniz? En iyisi bu “Mesela”ları burada keseyim. Gerçi ben en saçmalarını düşünüp yazıyorum ama ya ciddiye alırlarsa… Neme gerek… HHH 6 milyon seçmenden oy almış, 1 Haziran 2015 seçimlerinde 80 milletvekili çıkarmış; AKP Reisi “Bana ne, bana ne, bu sayılmaz işte, sayılmaz” diye mızıklanınca apar topar yeni seçime gidildiği 1 Kasım 2015’te Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 59 milletvekili ile temsil edilen HDP’den söz ediyoruz. Hani benim bildiğim, halen 9 milletvekili hapishanede olan; “Yanılmışsın gazeteci, 9 değil, 11 milletvekili içeride” diye bir itiraz gelse şaşırmayacağım bir partiden söz ediyoruz… CHP’nin “Anayasaya aykırı ama destek vereceğiz” gibi silinmez bir ayıpla sahiden de destek vermesiyle dokunulmazlıkları kaldırılan ve ardından hapse tıkılan HDP milletvekillerinden ille de eşbaşkanlardan, illenin de illesi 3. kongre Ankara’da toplanırken kendisi Edirne Cezaevi’nde volta atan Selahattin Demirtaş’tan söz ediyorum. 59 milletvekilinden hangilerinin kaç yıla mahkum olduğunun, hangilerinin milletvekilliklerinin düşürüldüğünü sayamaz, bilemez olduğumuz bir siyasal partiden söz ediyoruz… Ve… Ve AKP’ye oy veren kocaman bir kitlenin bütün bunları “Doğru, yerinde, isabetli” diye selamladığı bir Türkiye’den söz ediyoruz. Daha da korkuncu, AKP’li filan olmayan, Reis’siz bir Türkiye’nin düşünü kuran kocaman bir kitlenin HDP’ye yöneltilen bu saldırıları olağan karşılar hale geldiği, yeri göğü birbirine katmadığı bir Türkiye’den söz ediyoruz… HHH Uzun analizlere gerek yok. Nasıl yumurtasız omlet olmazsa, HDP’siz bir demokrasi de olmaz, olamaz, olmayacak… Eğer bu ülkede çatışmaların sonu gelecekse, şehit cenazelerine yakılan ağıtların, taziye evlerindeki gözyaşlarına karıştığı bir acılar ülkesi olmaktan kurtulacaksak bu ancak ve ancak Kürt sorununun barışçıl bir çözüme kavuşturulmasıyla mümkün olacak. Kürt siyasal hareketinin PKK’ye ihtiyaç duymaması ancak ve ancak HDP’nin siyasal düzlemde önünün alabildiğine açılmasıyla mümkün olacak. Buna itirazı olan hiç kimse kendini kandırmasın, gitsin AKP Reisi’ne alkış tutsun. ADALET BAKANI GÜL: Yargının hatalı kararları varsa sistem düzeltir Adalet Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığı tarafından Antalya’da düzenlenen Yargı Teşkilatı Toplantısı’nda konuşan Adalet Bakanı Abdulhamit Gül, FETÖ’den tutuklu ve hükümlü sayısının 38 bin 470, PKK’den 10 bin 79, IŞİD’den 1354 olduğunu söyledi. Yargı kararlarına yönelik eleştirilere yanıt veren Gül, “Sadece 2017’de savcılıklarda 4 milyon 212 bin yeni soruşturma açılmıştır. Ceza ve hukuk mahkemelerinde toplam dosya sayısı 6 milyon 264 bindir.10 milyon üzerindeki dosyadan cımbızla seçilip belli dosyalar üzerinde kamuoyu önünde tartışma yapılması yargı mensupları ve yargıya halel gelecek değerlendirmeler yapılması haksızlıktır” diye konuştu. Savcı ve hâkimlerin de hatalı kararlar verebildiğini belirten Bakan Gül, sistemin kendi içerisinde bu kararları gözden geçirdiğini söyledi. l DHA haber EDİTÖR: SERKAN OZAN TASARIM: İLKNUR FİLİZ Ankara’ya gelin Türkiye Barolar Birliği (TBB) Yönetim Kurulu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın TBB’deki “Türkiye” ibaresinin kaldırılacağına ilişkin açıklaması üzerine, tüm baro başkanları ile 108 bin avukatı 24 Şubat’ta Ankara’da olağanüstü toplantıya çağırdı. TBB’den yapılan açıklamada, Erdoğan’ın dile getirdiği projenin amacının, HSK’den sonra yargının bağımsız kalan tek ayağı olan avukatları da hükümete bağlamak ve hükümetin avukatı haline getirmek olduğu belirtti. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamasının ardından 9 Şubat’ta toplanan TBB Yönetim Kurulu, aldığı kararları yazılı açıklama ile duyurdu. Toplantıda Erdoğan’ın sözlerinin değerlendirildiği ifade edilen açıklamada, şu mesajlar verildi: l AMAÇ HÜKÜMETE BAĞLAMAK: Sayın Cumhurbaşkanının dile getirdiği bu projenin amacı, Anayasada yapılan Hâkimler ve Savcılar Kurulu’na ilişkin değişiklikten sonra, yargının bağımsız kalan tek ayağı olan avukatları da hükümete bağlamak, hükümetin avukatı haline getirmektir. Yönetim kurulumuz, hâkim ve savcıların bağımsızlıklarının sistemsel güvencesinin yok edilmesinden sonra avukatları da hükümete bağlama girişimini, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yargısıyla birlikte “parti devleti”ne dönüştürmenin en ileri adımı olarak değerlendirmektedir. Türkiye Barolar Birliği her koşulda ve her tehdide karşı, dönemsel olarak değil, seçim yatırımı olarak hiç değil, ilkesel olarak en milli duruşu sergilemiştir. Milli her konuda kandırılmış olan ve bunu da daha sonra Türkiye Barolar Birliği, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın TBB’deki “Türkiye” ibaresinin kaldırılacağına ilişkin açıklaması üzerine bütün baro başkanlarını ve 108 bin avukatı Ankara’ya çağırdı Feyzioğlu: FETÖ’nün projesi Genişletilmiş 13. Karadeniz Baro Başkanları toplantısı, Karabük’ün Safranbolu ilçesinde yapıldı. Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Metin Feyzioğlu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye Barolar Birliği’nin başındaki “Türkiye” ifadesinin kaldırılması gerektiği ile açıklaması üzerine, “Sayın Cumhurbaşkanı’nın önüne kim bu projeyi getirdiyse kripto FETÖ’cüdür, PKK’nın sempatizanıdır, PKK’nın adına iş ve işlem yapmaktadır, yabancı istihbarat örgütlerinin kadrolu ajanıdır. Çünkü bu proje 2013’te PKK ile el ele faaliyet yürüten FETÖ’nün hepimiz tarafından bilinen projesidir” dedi. l DHA “kandırılmışız” diye beyan eden kişilerin, kendilerini daima zamanında ve en milli duygularla uyaranların duruşunu sorgulama hakkı yoktur. Bu sorgulamayı yapanlar, en sağlam tartı olan Türk Milleti’nin vicdanında çoktan sorgulanmaya başlanmıştır. Milli olmanın ilk koşulu, görevini Anayasa’ya ve kanuna uygun olarak yapmak, Devlet yönetimine kişisel duyguları ve kısa vadeli siyasi parti menfaatlerini karıştırmamak, her ne olursa olsun tarafsız davranmayı başarabilmektir. l İKTİDAR AZINLIKTA: Cumhurbaşkanı’nın baroları ve Türkiye Barolar Birliği’ni bölme projesine karşı çıkışımız, milli duruşumuzun, vatanımıza ve milletimize olan namus borcumuzun gereğidir. Bugün iktidar gücü; milli iradenin temsilcisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi etkisizleştirilerek, kapalı kapılar ardında, sınırsız, ölçüsüz, denetimsiz ve devletimizin tüm geleneklerine ve Anayasa’ya aykırı olarak küçük bir azınlık tarafından kullanılmaktadır. Türkiye Barolar Birliği ve barolarımızın, bu azınlığın son derece rahatsız olduğu hukukun üstünlüğü, adil yargılanma, suçsuzluk karinesi, savunma hakkı, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı gibi temel kavram ve hakları savunması, Anayasa’dan ve kanunun açık hükmünden kaynaklanan en temel görevidir. Türkiye Barolar Birliği ve barolarımız bu görevi, bu hakların asli sahibi olan 81 milyon vatandaşımız ve henüz doğmamış evlatlarımız da dahil olmak üzere tüm Türk Milleti adına üstlenmiştir. l GÜCÜN ÜSTÜNLÜĞÜ: Türkiye Barolar Birliği ve barolarımız, sadece meslek örgütü değildir. İddia, yargılama ve savunma üçlüsünden oluşan yargının kurucu unsurudur. Bu kurucu unsurluk görevinin dayanağı, Anayasa’daki hukuk devleti ilkesidir. Cumhurbaşkanının dile getirdiği projenin nihai hedefi, 81 milyon vatandaşımızın temel haklarını savunmasız bırakmak, hukukun üstünlüğünün yerine, güç sahibi olanların üstünlüğünü yerleştirmektir. l OYBİRLİĞİYLE ÇAĞRI: Sayın Cumhurbaşkanı’nın milli menfaatlere aykırı, terör örgütlerini sevindiren ve yargıyı tamamen yok edecek projesini dile getirmesinden sonra mümkün olan tüm kanallar yoluyla açık ve yakın tehlikeyi ilgili ve yetkili olmasını beklediğimiz her kişi ve makama en yapıcı bir üslupla anlattık. Ancak projenin ısrarla yürütüldüğünü görüyoruz. Bu sebeple olağanüstü toplanan yönetim kurulumuz, oybirliğiyle, 24 Şubat 2018 tarihinde tüm baro başkanlarımızı, barolarımızın Türkiye Barolar Birliği delegelerini, seçilmiş tüm kurullarını ve tüm meslektaşlarımızı Ankara’da çok yüksek katılım dikkate alınarak belirlenecek uygun bir salonda olağanüstü toplantıya davet etme kararı almıştır. l ANKARA / Cumhuriyet Sudan’daki iç savaşa tanıklık eden hemşire, sağlıkçıların barışı neden savunduklarını anlattı Savaşı da barışı da bilmiyoruz ŞEYMA PAŞAYİĞİT Hükümet Afrin Harekâtı’na yönelik eleştirileri hedef alsa da savaşın en yakın tanıkları olan sağlıkçılar, yaptıkları çağrının arkasında durmaya devam ediyor. Sivil halka yardım için Sudan iç savaşında hastane müdürlüğü yapan hemşire Funda Keleş, “Savaş isteyenler, bir insanın yaşamını avucunun içinde tutmanın ne demek olduğunu bilmiyorlar. Bir insanın gözünün içindeki ışığın nasıl söndüğünü bilmiyorlar” dedi. DİSK’e bağlı Devrimci Sağlık İşçileri Sendikası Yönetim Kurulu üyesi Funda Keleş, iç savaş sırasında sivil halka yardım için Sudan’a gitti. Keleş, çadırlarla kurulmuş sahra hastanesinde, hastane müdürlüğü yaptı. 17 Ağustos 1999 depreminin ardından afet hemşireliği eğitimi alan Keleş, Sudan iç savaşı sonrası “sendikalı olduğu” gerekçesiyle Kızılay’daki görevinden atıldı. Savaş ortasında sağlık hizmeti vermeye çalışan Keleş, savaş zamanını “Bir ay boyunca her gün ağladığımı hatırlıyorum. Yokluk, yoksulluk... Çocuklar aç ve sahipsiz. Kadınlar sünnet ediliyordu ve 40 bin kadın tecavüzü yaşamıştı. AIDS oranı yüksekti. Zaten savaş dediğimiz kadın, çocuk ve yoksul halka olur” diye aktardı. ‘Savaşı bilmiyorlar’ Bölgeden döndükten sonra daha önce fark etmediği birçok şeyi algıladığını aktaran Keleş, “Savaş isteyenler savaşın ne olduğunu bilmiyor. İşin kötüsü barış isteyenler de barışın ne olduğunu bilmiyor. 42 yaşındayım, barışın ne demek olduğunu bilmiyorum. Memleketimizde her sene 2 bin insan; iş cinayetlerinde, hakkını ararken ya da sadece kadın olduğu için ölüyor” dedi. ‘Mağdurların tarafıyız’ Keleş şöyle devam etti: “Biz bir tarafız. Tecavüze uğrayan kadının, yaralı bir asker veya polisin de tarafıyız. Ortada emperyalist bir savaş var. Bazen askerle yapılıyor bazen yaşadığımız yerde, köşedeki inşaatta ölen işçide yaşanıyor, bazen de Diyanet’in fetvaları nedeniyle öldürülen kadınlar ya da çocuk istismarları üzerinden yaşanıyor. Savaşa hayır demek bizim için olması gereken bir şey ve çok doğal” dedi. ‘TTB’nin yanındayız’ Bir hafta boyunca gözaltında tutulan Türk Tabipleri Birliği yöneticileri ile her zaman yan yana olduklarını vurgulayan Keleş, “Bu savaş isteyenler, bir insanın yaşamını avucunun içinde tutmanın ne demek olduğunu bilmiyorlar. Bir insanın gözünün içindeki ışığın nasıl söndüğünü bilmiyorlar. Yaşadıklarımızdan öğreneceklerini öğrenmemiş insanlar savaş istiyor. Tek bir yere bakıyorlar. Tek bir yere bakmanın tek anlamı cehalet... Cehaletten istediklerini düşünüyorum” dedi. l ANKARA Bir babayı çocuklarıyla vurdular Cumartesi Anneleri, kayıplarının akıbetinin açıklanması ve faillerin yargı önüne çıkarılması talebiyle dün 672. kez Galatarasay Meydanı’nda buluştu. Bu haftaki eylemde 1997 yılında kaybedilen 73 yaşındaki Fikri Özgen’in dosyasındaki cezasızlığa son verilmesini istendi. Cumartesi insanlarından Fehmi Tosun’un eşi Hanım Tosun, Fikri Özgen’i tanıdığını söyleyerek “Oğullarından biri hapisteydi. Oğlunun yanına gittiğinde oğlu ‘Başını eğme. Ben bir şey yapmadım’ diyordu. Oğlunun yanından çıktığında başı hep dik oluyordu. Bütün ka yıplarımız için kafamız diktir. Eğer bu insanlar suçluysa onları yargılayın, ceza verin ama kimseye yargısız infaz yapmayın” diye konuştu. Özgen’in avukatı CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun mektubunu Kemal Gökhan Gürses okudu. Tanrıkulu, “Bir oğlu mezarda, bir oğlu cezaevinde, bir oğlu dağdaydı. Kaçırıldığında savcıya gittim ama savcı kılını bile kıpırdatmadı. Dilsah Teyze kemiklerini istedi ama kemiklerini teslim edemeden kaybettik” diye yazdı. Oğlu Nevzat Özgen ise mektubunda, “Bir babayı çocuklarıyla vuruyorlardı ve çocukla rı babalarıyla. Ne korkunç! Bir 27 Şubat daha geliyor, içimizdeki acının tanımı tarifsiz” dedi. Özgen dosyasına ilişkin bilgi veren Cumartesi İnsanları’ndan Cihan Kaplan, “73 yaşındaki Fikri Özgen, Diyarbakır Koşuyolu’nda yaşıyordu. 27 Şubat 1997 tarihinde ilaç almak için evinden ayrıldığında sivil giyimli dört kişi tarafından durduruldu. Ellerinde telsiz bulunan bu kişiler önce Fikri Özgen’in kimlik kontrolünü yaptı. Daha sonra beyaz Toros otomobile bindirerek götürülen Özgen’den haber alınamadı” diye konuştu. l İSTANBUL / Cumhuriyet Sürülen doktorun zaferi SİBEL BAHÇETEPE Okmeydanı Ağız ve Diş Sağlığı Hastanesi’nden, Güngören Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi’ne bağlı Esenler Bülent Doğanlar Diş Polikliniği’ne tayini yapılan SES İşyeri temsilcisi diş hekimi Tülün Çelik, Sağlık Bakanlığı Kamu Hastaneleri Kurumu’na açtığı davayı kazandı. Çelik’e, 2016 yılında gazetemizde yayımlanan “24 saatte 300 hastaya bakıyorlar” başlıklı haberdeki değerlendirmeleri nedeniyle önce kınama cezası, sonra da yer değişikliği cezası verilmişti. Mahkeme, Çelik’in sözlerini, düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirdi. SES’in avukatı Kamil Tekin Sürek, “Müvekkilimin eski görev yerine dönmesini bekliyoruz” dedi. Çelik’in açtığı dava İstanbul 12. İdare Mahkemesi’nde görüldü. Kararda, gazetemizde yayımlanan habere atıf Cumhuriyet’e demeç verdiği için tayini çıkarılan diş hekimi Çelik, açtığı davayı kazandı. Mahkeme, Çelik’in gazeteye demeç vermesini düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirdi. ta bulunularak, Çelik’in haberde yer alan sözlerinin ardından başka bir kurumda görevlendirildiği anımsatıldı. Çelik’in sözlerinin sağlık hizmetini eksik, yetersiz ya da düşük nitelikli göstermek suretiyle vatandaşın gözünde yanlış intiba uyandırma mahiyetinde olmadığı belirtilen kararda, yazıdaki sözlerin hastanenin işleyişindeki aksaklıklar nedeniyle yaşanan sorunlara, hizmetin kalitesine yönelik olduğu ve bu açıklamaların Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile korunan düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında olduğuna karar verildi. İstanbul Dişhekimleri Odası Yöne tim Kurulu, kararı şöyle değerlendirdi: “Hukuki sürecin sonucunda gerekçeli kararda belirtilen ‘düşünce ve ifade özgürlüğü’, ‘hizmetin kalitesine yönelik iyileştirici eleştiri’ tespitlerinin halk sağlığının gelişimi yönünden de olumlu olduğunun altını çiziyoruz. Meslek örgütleri beraberinde hukuka inancımızı yineliyor, meslektaşımız Tülün Çelik’in bir an evvel görevine iade edilmesini bekliyoruz.” SES Şişli Eşbaşkanı Abuzer Aslan ise “Mahkeme kararı ile söylemlerimizin ne kadar haklı olduğu ortaya çıkarılmıştır. Halkın sağlığını savunmak toplumcu hekimliğin gereğidir” dedi. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle