24 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
Pazar 2 Aralık 2018 12 Güven olmazsa çözüm de olmaz Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Başkanı, İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Ana Bilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, insan hakları mücadelesine verdiği katkılar nedeniyle Hessen Barış Ödülü’nün sahibi oldu. Almanya’da 28 Kasım’da düzenlenen törenle ödülünü alan Fincancı, Türkiye’de ise hapis cezası tehdidiyle karşı karşıya. Daha kötüsü ise 41 yılını akademiye vermiş bir hekim olarak çok sevdiği öğrencilerinden ayrı kalma ihtimali. Akademide yaşanan onca sarsıntıya karşın geleceğe dair umudunu koruyor. Bu umudu da düşünen, sorgulayan, eleştiren gençlere bağlıyor. “Peyderpey geliyorlar. Bulundukları yeri daha güzel yapmak için onlar da ellerinden geleni yapacaklardır” diyor. Türkiye’nin en büyük sorununu ise insanın insana güveninin kalmaması olarak değerlendiriyor. Fincancı ile ödülü vesilesiyle buluştuk. Ödül iyi geldi Bu ödülün önemi nedir sizin için? Bu hepimiz için iyileştirici bir ödül. Kişisel değil, bir tutuma, yaklaşıma, mücadeleye veriliyor. Bütün dostlarıma da iyi geldi, biliyorum. ‘Yaşasın yaptıklarımız değer buldu’ hissi verdiği için kıymetli. Bu ödül aynı zamanda akademisyenler için. Biz bunca yıl özgür, düşünen, soran bir akademi için de uğraş verdik. Çok büyük zarar gördü tabii akademi. Bütün bu kötülüklerin içinde her gün Çağlayan’da ifade vermeye koştururken, davalar peş peşe gelirken soruşturmalar varken, sözünüzü söylemek istediğinizde üzerinize gazlarla, kalkanlarla saldırılırken, bir anda birileri ‘öyle değil bu insanlar çok iyi şeyler yapıyorlar ve biz bunu görüyoruz’ diyor. Onun için, evet, çok iyi geldi. Akademinin geleceği nasıl olacak sizce? Toparlanır elbette. Niye toparlanmasın? Özellikle de gençlere bakınca, soran, tartışan, eleştiren pek çok genç var. Peyderpey geliyorlar. Bulundukları yeri daha güzel yapmak için onlar da ellerinden geleni yapacaklardır. Umutsuz değilim. Akıl dışı Beyin göçünün geri döndürülmesi konuşuluyor bir yandan... Önce hapse atmaktan vazgeçmeleri gerekiyor akademisyenleri. O açıklamayı yaptıkları gün Bilgi Üniversitesi’nin hukuk fakültesi dekanını gözaltına alıyorlar. Akıl mantık almıyor. Sabaha karşı evini basmak ne demek, davet ettiğinizde gelmez mi? Turgut (Tarhanlı) son derece nazik bir insandır. Ben daha inatçıyım mesela. Bana emniyetten telefon etseler yazı gönderin derim. Ama o öyle bir şey demez. Şiddetli bir aygıt Gözaltıların korku oluşturmak için yapıldığı düşünülüyor. Katılıyor musunuz? Amaç bizleri korkutmak değildir. Aslında çevreyi korkutmaya çalışıyorlar. Sokaktaki insanı korkutmaya çalışıyorlar. İnsanların bazıları, ‘kim bilir ne yaptı’ dese de içten içe ‘bize de olur’ duygusu var. Bu ülkede her görüşten insan çekti bu uygulamanın acısını. Biri bitiyor biri başlıyor. Gülen cemaatinde yaşananlar... Onların tepkilerine baktığımda diyorum ki vah yazııık. Onlar devletin sahibi olarak hissediyorlardı kendilerini bunca senedir. Birden sahibi oldukları, şiddetle yönettikleri devlet, o şiddetli yüzünü onlara gösterdi. Düşündüğümüzde onlar için çok daha ağır bir travma bu. Biz zaten biliyoruz ki devlet şiddetli bir aygıt, eril. Biz emniyet kemeri takıyoruz ama onların emniyet kemeri yoktu. İnsan hakları mücadelecisi Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı akademinin geleceğinden umutlu: Düşünen, sorgulayan, eleştiren gençler var... pgeeyldieyroprelyar HİLAL KÖSE Dile41 kolyaıly Ne zaman başladı akademi yolculuğunuz? 1977’te. Dile kolay, 41 yıl... Öğrenci olarak bu ünivesiteye girdim. Cerrahpaşa Tıp mezunuyum. Çapa’ya gider gelirdik biz. Buranın bazı dersleri daha ilginç olurdu. Anatomi hocası Sami Zan vardı meşhur. Çok hoş ders anlatırdı. Babam hukukçu. Onun tıp okuyan çocukluk arkadaşı da anlatırdı Sami Zan’ı. Babam da gelirmiş dinlemeye. 41 yıldır (eliyle pencereden dışarıyı gösteriyor) şu civardayım. İyi ki böyle bir seçim yapmışım. Şimdi çok yürek acıtıcı... Akademisyen davalarında ceza alırsak kamu görevinden men oluyoruz. Özgür Gündem nöbetçi genel yayın yönetmenliği davamızın duruşması 28 Ocak’ta. Ayrılmak hüzün verici olacak ama ne yapalım bu da böyle bir süreç. ONLAR DA MAHPUS Cezaevine de girdiniz. Cezaevinin tanımını nasıl yapıyorsunuz şimdi? Çok şey öğrendim, keşke bir on gün daha olsaydı. Hiç gerekmediği halde tutuklu yargılamalar bir yana, orada çalışanın da özgürlüğünden alıkonulmuş olduğunu gördüm. Mesai bitimi ne kadar mahpuslar nasıl bir kısıtlama yaşıyorsa onlar da aynısını yaşıyorlar. Mahpuslara kötü muamelede bu kısıtlanmanın bir etkisi olabilir mi? Darbe girişimi öncesi oradaydım ben, kötü davranmıyorlardı. Ama sınırlı bir zamandan ve Ba kırköy Kadın Kapalı Cezaevi’nden söz ediyorum. 15 Temmuz sonrası çok sayıda infaz koruma memuru ihraç edildi. Bu süreçte, birbirlerini ihbar etme davranışı çok yaygın olmuş. İhbarların önünü kesmek için de mahpuslara şiddet uygulamaya başlamışlar. Söylenen bu. Kurban mı, kurtulan mı? İşkenceye sıfır tolerans söyleminden nereye geldi Türkiye? Cezasızlık var temelinde bir kere. AB üyelik fasılları açılırken, uyum yasaları çıkarıldı. Gözaltı süresi 24 saatle sınırlandırılmıştı. Ama şöyle bir durumla karşı karşıya kaldık. Bu uygulama devam ediyor maalesef. Kolluk hemen yakalama sırasında şiddet uygulamaya başladı. Aslında gözümüzün önünde görüyoruz. Ne yapmış olursa olsun o kişi, senin arkadaşının üzerine uçaktan bomba da atsa sen ona belli haklar çerçevesinde davranmak zorundasın. Sonra yargıla, en ağır cezayı ver. Bu dediğiniz, fikir olarak bile kolluğa çok uzak geliyor... Geliyor evet. Yakınlaştırmanın yolu aslında o insanların bu suçlardan sorumlu olduklarını hissetmeleri. Devlet ne yapıyor? Onları cezasız bırakıyor. Savcılar bu iddiaları etkili bir şekilde soruşturmuyorlar. Geçen sene işkenceden soruşturma açılmış ki şi sayısı 42. Direnmeden, polisin başvurusu üzerine açılan dava sayısı ise 26 bin 192. Bu korkunç bir rakam. Böyle olunca polis ne düşünecek? Bu benim görevim diye düşünecek. Devlet emrediyor onlar da yapıyor. Canavar falan değiller. Ağır bir travma 15 Temmuz sonrası devlet nasıl bir tutum almalıydı? 15 Temmuz gecesi dehşet yaşandı. Polis memurlarının gözü önünde arkadaşları öldürüldü. İyi bir organizasyonal devlet yapısı ne yapar? O gece görevde olan bütün polis memurlarını çeker, darbe girişiminden yakalanan insanları başka bir ekiple soruşturur ki onlar o öfkeyi çıkarmasınlar. Sen onları o kadar görevde tutarak aslında suça teşvik ediyorsun. Böyle dehşet verici bir organizasyon var. Beni en çok üzen daha insani olanı kuramamamız. Hepimizin sorumluluğu. Niye kuramadınız? Azız. Yeterince üzerinde dü şünmüyoruz. Bir arada davranmayı yitirdiğimiz için. Polislere dönecek olursak... Bizim dönüştürebilme becerisini göstermemiz lazım, onları da korumak adına. İşkence yapan da gören gibi ağır bir travmaya maruz kalıyor. Bu travma iyileştirilebiliyor mu? Tartışmalı bir şey. Survivor mu victim mı? Kurban mı kurtulan mı? İşkence görenlerin bir kısmı da der ki işkencede survivor olmaz. Sağ kalınmıyor aslında... Son olarak, barış ve çatışma konusunu nasıl ele alıyorsunuz? İşkencenin, hak ihlallerinin en önemli etkilerinden birisi aslında insanın insana güvenini sarsması. Biz birbirimize güvenmiyoruz. Onun için bu kadar şiddet var. Bireyler arası ilişkilerde de öyle. Güven olmayınca oturup konuşacak zemin kalmıyor, konuşmayınca da çözüm olmuyor. Kimsenin kimseye küsme lüksü yok. Geleceğe bakmak zorundayız. haber EDİTÖR: ELİF TOKBAY Almanya Başbakanı Angela Merkel, yaklaşık 3 ay önce bir Almanın mülteciler tarafından öldürüldüğü iddiasıyla aşırı sağcı gruplar tarafından protestoların yapıldığı ve ırkçı saldırıların gerçekleştiği Chemnitz kentini ziyaret etmiş, aşırı sağcı gruplara üye bir grup Alman, Chemnitz Avrupa’nınşehir merkezinde toplanarak Merkel’in ziyaretini protesto etmişti. kıyamet senaryosu DENİZ ÜLKÜTEKİN Eski kıtadaki Avrupa Birliği hayali ve refah toplumu ortaklığı zayıfladıkça, 2. Dünya Savaşı’nın derine gömülen anıları daha çok gün yüzüne çıkıyor. Almanya’da ifşa olan bir askeri cuntanın, kıyamet senaryosu ile tüm kıtayı bambaşka bir sabaha uyandırmayı amaçladığı ortaya çıktı. X Günü; Eski Cumhurbaşkanı, Dışişleri Bakanı, Meclis Başkan Yardımcısı ve sol siyaset lideri öldürülmüş. Sıralı cinayetler, Avrupa’nın göbeğinde bir infial etkisi uyandırıyor. İnsanlar, manipülasyona açık bir halde sokaklara taşmış. Aynı anda, Ortadoğu’daki savaştan kaçan binlerce göçmenin yerleştiği mahallelerde isyan başlıyor. Müslüman, Yahudi kanaat önderlerinin toplu halde infaz edildiği haberleri dolaşıyor. Bir günde ortaya çıkan iç savaş tablosunda ordunun yönetime el koyması gerekli, ama ordu içinde örgütlenen bir grup, emir komuta zincirinden çabuk davranıyor. Ertesi sabah, Almanya ve tüm Avrupa, bambaşka bir siyasi iklime uyanıyor... Karmaşık ağ Almanya Başbakanı Angela Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un NATO’yu devre dışı bırakacak Avrupa Birliği Ordusu planlarını görüştüğü günlerin hemen ardında ortaya çıkan X Günü senaryosu, Avrupa ortak hafızasının derinliklerine gizlenmiş, ama henüz küllenmekten çok uzak olan 2. Dünya Savaşı ortak hafızasını gün yüzüne çıkardı. Avrupa Birliği Ordusu ve NATO arasındaki çelişkiler, ABD, Avrupa ve Avrasya hattına kurulma ve bozulma hazırlığında olan yeni ittifaklar açısından değerlendirildiğinde, Alman Ordusunda özel kuvvetlere bağlı elit askerler içinde NeoNazi veya yabancı düşmanı bir gizli oluşumun varlığı konunun içyüzünün su yüzüne çıkandan çok daha karmaşık olduğu izlenimi uyandırabilir. Öte yandan egemen bir devlet olan Almanya’da rejimi değiştirme heveslisi askerlerin siyasi motivasyonlarının toplumda karşılığı olmadığını söylemek de olası değil. Yarım asırlık işgal 2. Dünya Savaşı’nın sonunda Berlin’in ortasında burun buruna gelen ABD ve Sovyet tanklarının güdümünde yapılan ateşkes anlaşması ile şekillenen mağlup Almanya, ikiye bölünmüştü. Doğuda, ismi ile fazlaca çelişik Demokratik Almanya, batıda ise liberal ideallere sıkı sıkıya bağlı bir Federal Almanya. 1950’lerin sonuna kadar siyasi birliğini sağlama çabası içinde olan batıdaki Almanya, sonraki on yılda, ekonomik anlamda kayda değer bir yükseliş yaşayacak ve yaşam standartları açısından, doğuda bıraktı ğı parçasının önüne geçecekti. İşin siyasi kısmında ise yeni binyıla kadar sürecek bir siyasi mühendislik süreciyle baş başa bırakılmıştı. Bu sürece denazification (nazilerden arındırma) süreci deniliyordu. Nasyonel Sosyalist ideolojiye bağlı kişileri toplum üzerinde etkisi olan her alandan temizleme amacı taşıyan bu süreçte, Alman ve Avusturya toplumlarında Aryan ırkçılığını kolektif zihinlerden yok edilmek istendi. Demirperdenin yıkılmasıyla birlikte SSCB’den ayrılan devletler, demirperde ülkeleri ve Balkanlar’da tırmanan ırkçılık dalgası, Marksist teorisyenlerin kuramlarına bir kez daha göz atmasını gerektirse de Berlin duvarının batısında da benzer yaklaşımlar hızla yükseliyordu. Almanya’nın birleşmesinin ardından Nazi sempatizanı genç kuşağın örgütlenme ivmesi hızla artış gösterecekti. Avrupa’da yeni siyaset Naziler, toplumdaki karşıtlığını 1. Dünya Savaşı’nda Almanya’nın hezimetinden sorumlu tuttukları ekonomik ve politik güç sahibi YahudiAlmanlara düşmanlıkta bulmuşlardı. Günümüzde ise Almanya ve Avrupa’nın geri kalanında temellenmeye başlayan ırkçı veya aşırı milliyetçi yaklaşımlar güçlerini, 20. yüzyılda kıtayı idare etmekte başarılı olan, ama demirperdenin yıkılması ile yeniden oluşan jeopolitik ve demografik gerçeklere yetmeyen siyasi yaklaşımların (göçmen politikaları) boşluklarından alıyorlar. Almanya’da soykırımın utancı zamanın kaçınılmaz sonucu olarak azaldıkça, siyasi yaklaşımlar günümüzden çok daha radikal söylemler içerecek gibi görünüyor. İfşa olan darbeci askerlerin kurduğu iddia edilen Hannibal’in Gölge Ordusu isimli cunta, ismini (ordusundan on kat fazla askeri olan Roma’yı mağlup eden) Kartacalı Komutandan mı, yoksa 2. Dünya Savaşı’nda Wehrmacht’ın işgal ettiği bölgelerde yaptığı suikastlarla ünlenen SS subayından mı alıyor bilinmez, ama verdiği mesajın net olduğu açık. Yüzde 11 civarındaki oyuyla sadece üçüncü parti olsa da söylemleriyle, merkez sağdan yeşillere kadar tüm siyasi partileri kendisine göre şekillendirme gücü bulunan Almanya için Alternatif (AfD) siyasi hareketinin her geçen gün güç kazandığı, İmparatorluk Vatandaşları isimli, günümüz Almanya sınırlarını reddeden ve Prusya, Avusturya sınırlarına dönülmesi gerektiğini savunan oluşumun üye sayısının son iki yılda yüzde 80 oranında arttığı siyasi ortamda, Avrupa’yı hesabını kapatamadığı iki dünya savaşının ardında karamsar bir geleceğin beklediğini söylemek pek de yanlış olmaz. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle